29 Mayıs 2020 Cuma

MUTASYONLA KANKAYIZ..



            Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün tek bir meselesi vardır. O da Ulus Devlet müktesebatının tam da bu menhus günlerde, ortak ve milli değerler bileşkesinde, Türk milletinin küllen onaylayacağı bir milli mutabakat antlaşmasını imzalayarak, milli müktesebatın ebede kadar idame ve ikamesini sağlamak, daha doğrusu da perçinlemektir. Bunun dışında kalan bütün iç ve dış siyasal konular teferruatta kalır.

            Diğer konulara ise ancak yukarıdaki esaslar kapsamında Millet Meclisinde kurucu anayasa ve Kemalist ilkeler doğrultusunda, al bayrağa, ilkeye, töreye, silaha ve namusa edilen yeminden sonra oluşacak yeni, mütecanis ve tam bağımsız millet vekillerinden oluşacak milletin Meclisinde, ancak milli ilke ve menfaatler bileşkesinde el atılmalıdır.  Alınacak kararlarda kişisel ve/veya sınıfsal menfaatlere asla yer yoktur. Yani varılacak her karar, denk bütçe grafisinde, sadece milletin ve Devletin ortak menfaatine özgü olmalıdır.

            İşte tam da bu istasyonda ‘ben Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı özgün bir Türküm’ diyebilme özgüven ve yürekliliğine sahip bireysel kimlik taşıma zorunluluğu vardır artık; vatan bekasına, en müktesep hakkım diyecek veya bu deyişe yüreğini de koyacak her yurttaş hesabına. Bunu özünde hissetmeyen yurttaşa da yurttaş denemez esasen. Ve elbette ki ebedi bir müktesebat, bu yabanlar için söz konusu bile olamaz. Burada bahse konu olan, sadece anadan babadan Türk olanların değil; ama anam Yahudi, babam Gürcü vs. ‘ben ise Türk’üm diyebilecek vatandaşların da olacağıdır şüphesiz ki yeni Türkiye Cumhuriyeti vatanı.

            İşte Corona dan ve AKP’den sonra yeni Dünya, hümanist perspektifle böyle görünen, hem de sınıfsal ve kişisel egoların toplum menfaatine mazide bırakıldığı. ‘Yurtta sulh Cihanda sulh’ prensibine dört elle sarılmış, özgün insan haklarının tavan yaptığı savaşsız bir Dünya olursa ancak, yaşanır bir Dünya olacaktır.

Çünkü insanı insan gibi yaşatacak bu evrensel prensibi töre yapan uluslara, çevre kirliliğinden de arınmış Dünyamızın kaynakları, fazlasıyla yetecektir. Rahmetli Haydar Baş’ta Dünya kaynaklarının, savurganlığı bırakıp milli kaynaklara sahip çıkılırsa, hepimize yeterli olacağını savunurdu hep. Ve bunu da hesapla ortaya koymuştu aslında.

            Karanlıklar Prenslerinin inişli çıkışlı sayısız ‘offshore’ hesapları ve artan vergi borçları her geçen gün mevcut İktidarın ülkemizdeki karanlık geleceğini daha da karartıyor. Ve açık olarak görülüyor ki sakin Limanı terk edip derin ve fırtınalı denizlere açılan ve yol aldıkça da yoğunlaşan ihtiras rüzgarlarına kapılan AKP, artık terk ettiği Limana da bir daha istese de geri dönemeyeceğinin SOS sinyalini veriyor.

O halde çakma Sultanlığın da çöküşü, neresinden bakılsa kaçınılmaz oluyor. Bu durum ise ayaklarını yerden kesip, kendilerini kurtulacakları bir başka sahile fırlatacak bir mucizeye acil ihtiyaçları olduğunun da göstergesi oluyor aynı bağlamda.

27 Mayıs’ın, tarih olgusu içinde tek bir anlam değeri vardır. O da ‘darbe’ değil İhtilal olduğu gerçeğidir. Esasen bu husus dönemin bütün saygın Anayasa hukukçusu akademisyenlerinin onayı ile de bütün dünyaya deklare edilmişti. Ki bugün yurdumuzda o dönem Hukukçularının kalitesinde ve liyakat seviyesinde hukukçumuz da kalmamıştır maalesef.

Varsa da o kadar silik, sönük, etkisiz ya da o denli eşgüdümlü olmuşlardır ki kimse tanımıyor artık onları. 1961 İhtilal anayasası ise bugün de aşırı ihtiyacını hissettiğimiz, o mümtaz hukukçulardan bize kalan mükemmel bir mirastı.  Ne var ki onun da kıymetini bilemedik.

Epidemiyi kendine kader yapmayacak olan insan metabolizması, mutasyona uğrayarak Coronaya adapte oluyor yani giderek uyum sağlıyor. Bunu da Corona’dan iyileşenlerin artan sayısından anlıyoruz. Demek oluyor ki Coronayı da biyolojik akrabalarımız listesine, grip, suçiçeği, kızıl, kızamık vs. vb. gibi ilave edeceğiz anlaşılan.

Dikkat ederseniz Corona mutasyon geçiriyor lafını hiç kullanmıyor, kullanmakta istemiyorum. Çünkü insan bütün organizmalara egemen hepsinin fevkinde tanrı suretinde bir varlıktır. Ve bütün problemler gibi çözümleri de bugüne kadar olduğu gibi hep insanoğlunun elinden olmuş ve bundan sonra da yine insanoğlunun elinden olacaktır. O halde her hâlükârda beise gerek yoktur. Çünkü insanoğlu geçmişin zifiri Kabalist labirentlerinden de aydınlığa çıktığı gibi nasılsa yine ışığını her daim bulacaktır.

                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder