Ülke genelinde olduğu gibi Partisi
içinde de giderek itibar kaybeden Erdoğan, partili yandaşları tarafından bile
fazla ciddiye alınmıyor artık. Çünkü gerçek otoritenin, parti içindeki bir
kliğin kontrolünde olduğu izlenimi alınıyor. Bu durum kuşkusuz Erdoğan
tarafından da biliniyor, bunalımı ve bezgin çaresizliği artık gözlerindeki
yorgun ifadelerinde de anlamını buluyor. Kapalı mekânlarda bile bundan böyle koyu
güneş gözlüğü taksa herhalde kendisi için daha iyi olacak.
Yapay Pandemi ülkemizde giderek, Halife
sanrılı İmamın iki dudağı arasında, hanidir arzuladıkları bir örfi idareye dönüştü.
Böylece çık dışarı, gir içeri komutlarıyla idare edilen bir topluma dönüştük. Hastalık
bahane, Veba, Kolera, Cüzzam vs. salgınlarında, şehirlerin ölüleriyle birlikte
cayır cayır yakıldığı dönemlerde bile Prensler, Krallar böyle yasaklar
koymamışlardı. Hatta Abdülhamit bile bu kadar yetkiye sahip değildi. Netice de Humeyni’ye
bile Rahmet okunur hale gelindi. O halde ne oldu bize…
Hele de yaş gruplarına göre konulan gir/çık
kararlarının, en uçuk fantezilerde bile emsali yoktur. Güç sahibi böylece artık
istediğini asıp, kesme hakkına da sahip olmuş olmuyor mu? Aynı bileşkede MEM’in
(Milli Ekonomi Modeli- bak.) dünyaca ünlü, Duma onaylı Milliyetçi yazarı
Rahmetli Haydar Baş, Akademisyen ve mentalist Damadı ile birlikte nasıl
olduysa(!) bir anda, Corona günah keçisinin kurbanı oluverdiler.
Yurt
genelinde sayısız ve kimlik tespiti yapılmaması için cenazesiz kaldırılan
ölümlerde, daha kimlerin kurban olduğunun da açık bir listesini gören, bilen
var mı? Yoksa hastalıktan önce, emperyalistin bütün istemediklerinin, hastalık
bahanesiyle tasfiye edilmesi miydi yaşadığımız esas mesele? En önce de ölüm
envanterinin çıkarılması gerekmez mi?
Tam da ilk yapılanma dönemindeki
fidanlarla, ileri yaşlardaki olgun ve önder bilgelerin halk içine karışmasını
engellemenin asıl amacını ortaya dürüstçe koyarsak, artık neden, niçin sorularına
da gerek kalmaz ve ak ile kara koyun da görünür olur. Amaç hastalıktan korumaksa
onlara maske bile dağıtılmamasının, genç fidanlarınsa, önce milli kimliklerini
kazanmaları gereken bir dönemlerindeyken, toplum farkında bile olmadan, kontrollü
uzak eğitimlerle beyinlerinin iğdiş edilmeleri, başka da nasıl izah edilebilir.
İşte bütün bu uğraşlar, acaba yıllardır
bozuk para gibi harcandığını bilen seçmen vatandaşların geri kazanılabilmeleri
için mi yapılmaktadır. O halde bu nefretliklerle tam da aksi yöne gidiliyor
demektir. Aksi bir umut taşımak bile asitli suda balık aramakla eş anlam taşır.
Haşhaş’ ilerin rengi artık uçmuştur. Bundan sonra yeni boyada tutmaz arık. Yıllarca
uyuşturulan, umursuzca aldatılan ve soyulan vatandaşları geri kazanmak ise hepten
mümkün değildir. Çünkü maymun bile ancak bir kere aldatılabilir. Yani sonuçta sopayla
bile yürümeyen Hocanın eşeği de ızgaralık döneme gelmiştir artık.
Lakin yıllar sonra İktidar kaybı
kaçınılmaz olanların son bir çırpınışla, hudutlarımızda alesta tuttukları ve
kötü günleri için besledikleri paralı leş kuzgunlarını da içerdeki beslemelerine
takviye için devreye sokacakları kesindir. Çünkü İktidarı elleriyle teslim
etmeyeceklerini anlamak için arif olmaya hiç gerek yoktur. Yalnız artık son gerilme
noktasına girmiş ve atını hala rahvan süren mağdur; ama mağrur Türk evladının birden
tepesi atınca ve sizi sayıyla mı aldık deyince ki bu da o zaman kaçınılmaz olacaktır.
Çünkü Türk’ün nereden ve ne zaman dalacağına bugüne kadar kimsenin aklı
ermemiştir. O vakit ortaya nasıl bir resim çıkacaktır. İşte bunu bilhassa da
önce İktidar ve şürekası hesabına düşünmek bile istemiyorum.
Zira
bizim kavganın o durumda Ukrayna ya da rahmet okutacağı kuvvetle muhtemeldir.
Dolayısıyla bozguncuların akıllı olmaları ve emperyalist tuzağına düşmemeleri
şiddetle tavsiye edilir. Nitekim dışarıdaki NATO uzantılı emperyalist akbabalar
da müdahil olacaklarına göre, Doğulu komşularımız olan Devler de gürültüden uyanacak
ve kapılarında tehlikeli oyunlar oynayan haddini bilmezlere elbette ki bahçemize
hoş geldiniz demeyeceklerdir. Zira Anadolu’da bardağın taşması Ukrayna’ya, Pandemiye
falan hiç benzemez, Dünya Harbini bile tetikler. Ki o vakit esasen ne mikrop
kalır ne de hastalık. Yani ne dert ne deva.
Ortak
aklın yolu ise Türkiye, Rusya ve Çin beraberliğinde, milli ekonomik bağımsız
çizgide ve yeni İpek yolu ortak menfaatler bileşkesinde her zaman aydınlık
kalacaktır. Hepsi bir yana, akılcı Türk’ün emperyalist batağında onlarla
birlikte boğulmaya ise hiç de niyeti yoktur. Ve iyi bilir ki nasıl olsa yakında
o batakçılar da tarih öncelerinde olduğu gibi yine kendi ışığının altında toplanacaklardır.
Eski çağların yokluk Avrupa’sında, aynı
küvetin içinde sırayla yıkanmak zorunda olan bütün aile fertleri bile aynı suda
yıkanmamışlardı aslında. Dolayısıyla aynı insana aynı mekân ve zamanda ancak
bir defa baskı uygulanabilir. Aynı kadroyla bunun ikinci bir tekrarı, prensip
ve teknik olarak asla mümkün değildir. Çünkü insan her şeye rağmen bağımsız ve
özgün akla sahip tanrısal bir yaratıktır. Ya da herkes tanrıdır da aslında.
Dolayısıyla
da gerçekte inanmış görünüyorsa da istediğini almasını yine de bilir. Öyleyse kendilerinden
olmayan insanları aynı kafese kapamaya odaklı, kokuşmuş ve bir mikrop yuvası
haline gelmiş olan muhteris bir azınlık; dışındaki yüce insan varlığının huzuru
ve selameti yolunda, ortak mekânları olan bu dünya yüzünden kazınmalıdır. Ki bu
da yakındır. Belki gelecek on yıllarda onlar uzayda bir gezegene muhtemel sürgün
de yiyeceklerdir, kim bilebilir.
Seçilmiş insan grupları evde kalsın
uyarlamasıyla bir yere varamazsınız. Yaşlı dediklerinizin herkes gibi
maskeleriyle sokağa çıkması, nerelerinizi acıtıyor. Herkes kendini bildikten
sonra kime ne! Ondan da öte, tıfıl bir genç adam mesela bir AVM ye giriyor,
biraz sonra AVM ile birlikte kendini de havaya uçuyor. Ne oldu şimdi sorumluluk
kimdeydi. Bu nedenle de sorumluluk sahibi olsun önce insan. Kişinin sorumluluk
sahibi olup olmadığını ise asla bilemezsiniz. Yasağa ne gerek var o halde. Sorumluluk
önce Devletin olsun yeter.
Bilhassa da yaşlıları salgından mı
koruduğunuzu sanıyorsunuz. Hadi canım güldürmeyin insanı. Bırakın da yaşamları
boyunca özgür yaşamışlar, son demlerinde de yasaksız ölsünler bari hiç olmazsa.
Yoksa kime ne zararları var, sevdiklerine ışık olmaktan başka. Her ne kadar ön
tekerlerin gittiği yöne gider arka tekerler denirse de hepsinin nereye
gideceğine, direksiyonu tutan akıl karar verir neticede.
Ne ki yıldızken, kibir
sarhoşluğundan sahne dibine düşenlerin eline direksiyon da verilmez. Amerikan
Senatosunun bile 3/2 si her daim, 6 yıllık seçim süreleri olan olgun, muhafazakâr
ve çok deneyimli Senatörlerden oluşur ve gerekirse de onların seçim süreleri
uzatılarak bu olgunluk oranı asla bozulmaz. Çünkü Devlet sorumluluğu asla çocuksu
şaşkınlık ve epikürist ihtiraslarla bağdaşmaz. Yani emperyalist Amerikan Kongresi
dahi bu esaslarla devamlılığının ancak korunabileceğinin farkındadır aslında.
Kaldı ki bizdeki kurucu Anayasası pas geçilmiş, çakma Başkanlı Devlet adamlığı
bahse konu edilsin.
Hadi şimdi gelinde o Senatörlere siz
evde oturun deyin bakalım. Ön Türk atalarımızın da Meclisleri yaşlı bilgelerden
oluşur ve Başbuğları dahi bu meclisin kararı olmadan değil savaş kararı almak,
kılıcını bile oynatamazdı. Hadi gelsin de birileri o yasaları kendi koyan bilgeler
Meclisine, yasak koysun bakalım. Muhtemel Amerikan Kongresi de ön Türkleri
örnek almıştır. Daha birçok emsal sıradadır şüphesiz. Hoş bu günlere kadar da o
bilgelerimizin aldıkları kararlarla gelmedik mi? Neslimiz de ebede, ancak
onların ve nesillerinin feyziyle intikal etmeyecek mi?
Bilek ve inanç gücüyle kazanılmış İstiklal
Harbi bile ancak İnönü’nün bilgeliği, deneyimi ve dirayeti sayesinde Lozan’daki
Zaferiyle taçlanıp, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmedi mi? Şimdi düşünelim,
ya bir de onun yerinde bugün ülkede bolca mebzul olan liyakatsiz sapı
siliklerden biri oturuyor olsaydı. Herhalde bizim de çoktan sapımızın silinmiş
olması gerekirdi. Demek ki bu sayede içimizdeki bütün kimlik sorunlu emperyalist
beslemeleri bile bugün adam sayılabildiler…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder