Ulusalcı,
milli birlikçi olarak tanıdığımız ve sahiplendiğimiz karargâhlar içinde bile
ayrımcı nifak oluşturularak ikilem yaratılıyor, yani milli birliğin içine de çomak
sokuluyor. Öyle ya amaç böl-yönet ise durum daha da farklı olamazdı elbette. Bu
nedenle de şüphesiz ki lider konumlu ajan provokatörler kullanılacaktı. Ve iki
milliyetçi yaftalı partinin liderleri olan Bahçeli ve Perinçek biraderler ve
yamakları da şimdilik bu melun kışkırtıcılığın bayrağını taşıyanlar görüntüsü
veriyorlar.
Genel gündemi rotasından saptırıp
sanal başlıklara dikkatleri dağıtarak, çapraz algılarla, ağırlıklı ve ulusu
yakinen ilgilendirmesi gereken konuların hedeflerinden uzaklaştırılması ve
amaçlarına ulaşamamaları için de bu gruplar, arkalarındaki dış mihraklı
profesyoneller tarafından azami itina ile kullanılıyorlar. Toplumu bizatihen ilgilendirmesi
gereken temaların başındaki en sıcak başlık, Cumhuriyet tarihimizin de bir ilki
olan Kılıçdaroğlu’nun Adalet yürüyüşüdür ve öyle de olmalıdır kuşkusuz. Ekrandaki
görüntülerine bakıyorum da, Kılıçdaroğlu yürüdükçe gençleşiyor. Allah nazardan saklasın.
Boşuna dememişler, bilenen kılıç parıldar diye.
Oysa en abuk sabuk ve alakasız
eleştiriler vasıtasıyla; tam da bu mükemmel fırsatla milli birliğin en güçlü
bir konuma taşınabileceği ve damarlardaki küllenmiş kanın yeniden alev alacağı
bir dönemde, bilhassa da yukarıdaki isimler ve kampları aracılığı ile de
desteklenmesi gerekiyorken, taraflarından bilakis sabote edilmekte olması,
başka da bir anlam taşıyor olabilir mi acaba? Yürüyüşün bir parti meselesi
olmadığı, aksine Türk Ulusunun yaşam kaynağı ve nedeni olan adaletinin, mekruh
iktidar eliyle gasp edilme meselesi olduğu, milletçe biliniyor ve sahipleniliyorken,
bu duyarsızlığın nedenini nasıl izah edebileceğiz.
Şayet
konu salt bir parti meselesi olsaydı, ülkemizin ABD ile el peşrevinde olan tüm
partileri için – 1950’lerden itibaren içine ajan sokulmayan hangisi değil ki –
elbette sayısız eleştirisel argüman bulabilirdik. Ne ki mevzu şimdi acil ve
ehemmiyet ötesinde çok millidir. Bu durumda ise Türk Milletine ancak tek yumruk
olmak yakışır. Desteksiz ve himayesiz olduğu halde asla korku tanımayan,
yılmayan, disiplinli, rızkını kazanmak için sadece görevini eksiksiz ifa eden
adamdır Türk.
Doğrucu
Davut’tur. Dürüst, güvenilir, adamı sırtından vurmayan, hak ve adalet için
yaratılmış insan olandır Türk. Tek bir yaratıcıya inanmış, asla fetişist ve
putperest olmamış, anayasasız da yaşayamayan adamdır Türk. Devlet kurarken bile
ilk yaptığı iş, bütün budununu kucaklayacak adil bir anayasa oluşturmaktır. Türk
insanını bu genetik yapısıyla da teşhis etmek kolaydır. İşte kadını ve erkeği
ile tüm bu yapıdaki insanlar için yazılmıştır bu yazı. Kendini böyle
hissetmeyenler okumasa da olur.
Ve
Türk’ün şimdi artık asal özüne tekrar dönmesine acilen ihtiyaç vardır. Çünkü
yok edilmemek – ki yok edilemez aslında – veya anavatanından sürgün yememek
için tekrar kendini bulmak zorundadır. Bu ifadeler kendilerine Kürt diyenler
için de geçerlidir. Kürt lafı bile Türk’ün tersten alınmışıdır. Çünkü öyle bir
ırk yoktur. Kürtler de öz be öz Türk evlatlarıdır. Hatta daha bile
katıksızlarıdırlar. O halde İngiliz’in tavşan tuzağına düşmesinler. Bu çakma
ırkı yaratan İngiliz İblisi aslında ABD haramilerinin de akıl hocasıdır.
Tuhaftır ki ABD’ni, bu çaresizliğinde bile hala kendi kolonisi olarak
görmektedir. Velhasıl, ille de Kürt olmak isteyenler şayet birliği bozarlarsa,
önce de kendileri yok olacaklardır.
Demek
oluyor ki hep birlikte tek yumruk olup tüm şerefsiz, bölücü şizoitlerin
maskelerini düşürüp yüce Türk varlığına sahip çıkarak kazanan tarafta kalmak,
herhalde en akılcı olandır. Emperyalist etnik ayırımcılığa neden ihtiyaç duyar.
Çünkü vahşi doğadaki Sırtlan sürüleri nasıl her yönden saldırarak fili bile şaşırtıp,
yavrusunu anasından uzaklaştırarak, yavrunun yumuşak yerlerini - kulakları,
kuyruğu vs. gibi - afiyetle yiyorlarsa; o da Ulus Devleti, kardeşi kardeşe
düşürerek ayrıştırarak, sonra da en ufaklarından başlayarak hepsini sırtlanlar
gibi kemirerek yaşamak zorundadır. Yani büyük Ulus Devleti bölüp mandası
yapmadan yaşayamayacaktır da ondan. Çünkü asalaktır, parazittir, mikroptur, kendi
kendine yetemez, bulduğuyla da iktifa etmez, yani gözü doymaz anlayacağınız.
Aslında milli badireden en sağlam ve
güvenilir birleştiricilikte bir çıkış yolu olarak görülmesi gereken Adalet
yürüyüşüne, mucizevi bir Hızır gibi dört elle sarılınması ve milli birlik
içinde, katılımın bütünleştirilmesi gerekmektedir. Oysa ülkemizde var olan
Adaleti bugün aranır duruma getiren tek neden olan AKP Hükümetinin ve melun BOP
paradigmasını misyon edinmiş eş başkanının, anlaşılamaz nedenlerle sütten
çıkmış ak kaşık himayesine soyunmuştur adı geçen biraderler. Amaçları nedir,
İslam terörü baharında bundan nasıl nemalanacaklardır kafalarına göre. Bu soru bizi
aşar, çünkü cevabı kendilerinden menkuldür. Yalnız birinin ABD ile savaş
halinde olduğu savı ise beni durup durup güldürüyor nedense…
Ben kendi onurum, gururum, şerefim
ve kimliğim adına sadece Kemalist Türk Milletinin safında olduğumu ve olmak
zorunda olduğumu da biliyorum. Yaban milletinin değil. Bunu her fırsatta beyan
etmekten de şeref ve muhteşem bir gurur duyarım sadece. 18 adamızı burnumuzun
dibinden çalan ülkenin çakma Sosyalist Başbakanının karşısında dili tutulan ve
ancak üfürükten FETÖ elemanlarını geri isteyebilen; ama partnerinin ‘bizde bu
kararları bağımsız yargı verir ve bunlar Hükümetimizi bağlamaz’ mealindeki cevabını
da yutmak zorunda kalan, bizim çakma Başbakanın, trajikomik çaresizliği ise ancak
AKP Hükümetine yeni bir kapak olur.
Onlar ise hala oturup; ülkelerinde
yok ettikleri milli varlıklar yanında, ADALET için de evrensel bir erdem
yürüyüşü yapan bizim Kılıçdaroğlu’nu eleştirip, boşuna sanal gündemler
yaratarak, bağlamında yandaşları provoke edip kardeşi kardeşe de düşürerek,
emperyalist uşaklığına devam edip dursunlar. İyi de bakalım, daha ne kadar
kıvırabilecekler bu mandacılığı.
Adaletin
Adalet Saraylarında aranması tekmiline gelince; o saraylarda ne bulacağını daha
doğrusu da adaleti bulamayacağını iyi bilen ihtiyaç sahibi vatandaşın çaresizliği
ve umutsuz bakan gözlerinde ki sönük ışığa, bu kelamı katre kadar bile düşünmeden
cart diye sarf eden bir insan, hiç mi empati oluşturamaz. Tanrım nasıl
yaratırsın varlıktaki yokluğa böylesine duyarsız kalabilen kullarını…
Serendip
Altındal