28 Haziran 2017 Çarşamba

KIŞKIRTICI..

           Ulusalcı, milli birlikçi olarak tanıdığımız ve sahiplendiğimiz karargâhlar içinde bile ayrımcı nifak oluşturularak ikilem yaratılıyor, yani milli birliğin içine de çomak sokuluyor. Öyle ya amaç böl-yönet ise durum daha da farklı olamazdı elbette. Bu nedenle de şüphesiz ki lider konumlu ajan provokatörler kullanılacaktı. Ve iki milliyetçi yaftalı partinin liderleri olan Bahçeli ve Perinçek biraderler ve yamakları da şimdilik bu melun kışkırtıcılığın bayrağını taşıyanlar görüntüsü veriyorlar.

            Genel gündemi rotasından saptırıp sanal başlıklara dikkatleri dağıtarak, çapraz algılarla, ağırlıklı ve ulusu yakinen ilgilendirmesi gereken konuların hedeflerinden uzaklaştırılması ve amaçlarına ulaşamamaları için de bu gruplar, arkalarındaki dış mihraklı profesyoneller tarafından azami itina ile kullanılıyorlar. Toplumu bizatihen ilgilendirmesi gereken temaların başındaki en sıcak başlık, Cumhuriyet tarihimizin de bir ilki olan Kılıçdaroğlu’nun Adalet yürüyüşüdür ve öyle de olmalıdır kuşkusuz. Ekrandaki görüntülerine bakıyorum da, Kılıçdaroğlu yürüdükçe gençleşiyor. Allah nazardan saklasın. Boşuna dememişler, bilenen kılıç parıldar diye.

            Oysa en abuk sabuk ve alakasız eleştiriler vasıtasıyla; tam da bu mükemmel fırsatla milli birliğin en güçlü bir konuma taşınabileceği ve damarlardaki küllenmiş kanın yeniden alev alacağı bir dönemde, bilhassa da yukarıdaki isimler ve kampları aracılığı ile de desteklenmesi gerekiyorken, taraflarından bilakis sabote edilmekte olması, başka da bir anlam taşıyor olabilir mi acaba? Yürüyüşün bir parti meselesi olmadığı, aksine Türk Ulusunun yaşam kaynağı ve nedeni olan adaletinin, mekruh iktidar eliyle gasp edilme meselesi olduğu, milletçe biliniyor ve sahipleniliyorken, bu duyarsızlığın nedenini nasıl izah edebileceğiz.

Şayet konu salt bir parti meselesi olsaydı, ülkemizin ABD ile el peşrevinde olan tüm partileri için – 1950’lerden itibaren içine ajan sokulmayan hangisi değil ki – elbette sayısız eleştirisel argüman bulabilirdik. Ne ki mevzu şimdi acil ve ehemmiyet ötesinde çok millidir. Bu durumda ise Türk Milletine ancak tek yumruk olmak yakışır. Desteksiz ve himayesiz olduğu halde asla korku tanımayan, yılmayan, disiplinli, rızkını kazanmak için sadece görevini eksiksiz ifa eden adamdır Türk.

Doğrucu Davut’tur. Dürüst, güvenilir, adamı sırtından vurmayan, hak ve adalet için yaratılmış insan olandır Türk. Tek bir yaratıcıya inanmış, asla fetişist ve putperest olmamış, anayasasız da yaşayamayan adamdır Türk. Devlet kurarken bile ilk yaptığı iş, bütün budununu kucaklayacak adil bir anayasa oluşturmaktır. Türk insanını bu genetik yapısıyla da teşhis etmek kolaydır. İşte kadını ve erkeği ile tüm bu yapıdaki insanlar için yazılmıştır bu yazı. Kendini böyle hissetmeyenler okumasa da olur.

Ve Türk’ün şimdi artık asal özüne tekrar dönmesine acilen ihtiyaç vardır. Çünkü yok edilmemek – ki yok edilemez aslında – veya anavatanından sürgün yememek için tekrar kendini bulmak zorundadır. Bu ifadeler kendilerine Kürt diyenler için de geçerlidir. Kürt lafı bile Türk’ün tersten alınmışıdır. Çünkü öyle bir ırk yoktur. Kürtler de öz be öz Türk evlatlarıdır. Hatta daha bile katıksızlarıdırlar. O halde İngiliz’in tavşan tuzağına düşmesinler. Bu çakma ırkı yaratan İngiliz İblisi aslında ABD haramilerinin de akıl hocasıdır. Tuhaftır ki ABD’ni, bu çaresizliğinde bile hala kendi kolonisi olarak görmektedir. Velhasıl, ille de Kürt olmak isteyenler şayet birliği bozarlarsa, önce de kendileri yok olacaklardır.

Demek oluyor ki hep birlikte tek yumruk olup tüm şerefsiz, bölücü şizoitlerin maskelerini düşürüp yüce Türk varlığına sahip çıkarak kazanan tarafta kalmak, herhalde en akılcı olandır. Emperyalist etnik ayırımcılığa neden ihtiyaç duyar. Çünkü vahşi doğadaki Sırtlan sürüleri nasıl her yönden saldırarak fili bile şaşırtıp, yavrusunu anasından uzaklaştırarak, yavrunun yumuşak yerlerini - kulakları, kuyruğu vs. gibi - afiyetle yiyorlarsa; o da Ulus Devleti, kardeşi kardeşe düşürerek ayrıştırarak, sonra da en ufaklarından başlayarak hepsini sırtlanlar gibi kemirerek yaşamak zorundadır. Yani büyük Ulus Devleti bölüp mandası yapmadan yaşayamayacaktır da ondan.  Çünkü asalaktır, parazittir, mikroptur, kendi kendine yetemez, bulduğuyla da iktifa etmez, yani gözü doymaz anlayacağınız.



            Aslında milli badireden en sağlam ve güvenilir birleştiricilikte bir çıkış yolu olarak görülmesi gereken Adalet yürüyüşüne, mucizevi bir Hızır gibi dört elle sarılınması ve milli birlik içinde, katılımın bütünleştirilmesi gerekmektedir. Oysa ülkemizde var olan Adaleti bugün aranır duruma getiren tek neden olan AKP Hükümetinin ve melun BOP paradigmasını misyon edinmiş eş başkanının, anlaşılamaz nedenlerle sütten çıkmış ak kaşık himayesine soyunmuştur adı geçen biraderler. Amaçları nedir, İslam terörü baharında bundan nasıl nemalanacaklardır kafalarına göre. Bu soru bizi aşar, çünkü cevabı kendilerinden menkuldür. Yalnız birinin ABD ile savaş halinde olduğu savı ise beni durup durup güldürüyor nedense…


            Ben kendi onurum, gururum, şerefim ve kimliğim adına sadece Kemalist Türk Milletinin safında olduğumu ve olmak zorunda olduğumu da biliyorum. Yaban milletinin değil. Bunu her fırsatta beyan etmekten de şeref ve muhteşem bir gurur duyarım sadece. 18 adamızı burnumuzun dibinden çalan ülkenin çakma Sosyalist Başbakanının karşısında dili tutulan ve ancak üfürükten FETÖ elemanlarını geri isteyebilen; ama partnerinin ‘bizde bu kararları bağımsız yargı verir ve bunlar Hükümetimizi bağlamaz’ mealindeki cevabını da yutmak zorunda kalan, bizim çakma Başbakanın, trajikomik çaresizliği ise ancak AKP Hükümetine yeni bir kapak olur.

            Onlar ise hala oturup; ülkelerinde yok ettikleri milli varlıklar yanında, ADALET için de evrensel bir erdem yürüyüşü yapan bizim Kılıçdaroğlu’nu eleştirip, boşuna sanal gündemler yaratarak, bağlamında yandaşları provoke edip kardeşi kardeşe de düşürerek, emperyalist uşaklığına devam edip dursunlar. İyi de bakalım, daha ne kadar kıvırabilecekler bu mandacılığı.

Adaletin Adalet Saraylarında aranması tekmiline gelince; o saraylarda ne bulacağını daha doğrusu da adaleti bulamayacağını iyi bilen ihtiyaç sahibi vatandaşın çaresizliği ve umutsuz bakan gözlerinde ki sönük ışığa, bu kelamı katre kadar bile düşünmeden cart diye sarf eden bir insan, hiç mi empati oluşturamaz. Tanrım nasıl yaratırsın varlıktaki yokluğa böylesine duyarsız kalabilen kullarını…

                                                                                              Serendip Altındal


20 Haziran 2017 Salı

KURTARICI..

            Ülkemiz bildiğimiz; ama öz kaynakları dahi kurutulmuş ve özüne yabancılaştırılmış Tayyibistana, salt bir elektrik faturasında bile %100 haraç ödüyoruz. Nasıl mı? Geçen ayın elektrik sarfı tutarımız aslında 54 TL, oysa ödemek zorunda kaldığım 101 TL oldu. Sadece bir elektrik faturasında gerçek bu ise, genel kalemlerden yapılan toplam gaspı varın siz hesaplayın artık. Eşim bile faturayı görünce, doymak bilmez bir canavarı kanımızla besliyoruz demek zorunda hissetti kendisini.

            İlave etmek gerekirse de; etimiz, kanımız onların oluyorsa da kemiklerimiz şimdilik bizlere kalıyor diye sevinmeli miyiz acaba. Ne ki onlar da, bir zamanlar Hitler Yahudilerine yapıldığı gibi köşe lambalarına, düğmelere, el sabunlarına dönüşürse ne yaparız ya da bu olmadan önce nerelere kaçarız bilemem. Yoksa konu mankeni kalarak, bir içi boşalmış sivri akıllının dediği gibi de ‘biat en iyisidir’ diyerek oturup kaderimizi mi bekleyelim. Bu ise Türk Ulusuna hiç; ama hiç uymaz işte, biline.

           
            Adalet için yürüyorlar, sonuna kadar yürüyeceklerdir de. Genel Başkan olduğundan beri ilk gazasını veren Kılıçdaroğlu, taraflı tarafsız herkes tarafından canı gönülden takdirle alkışlanıyor. Diğeri de kalkıyor, ‘yürüyüşün Devletin sana bir lütfudur’ diyor. Allah Allah demek ki bundan sonra sokakta yürümek için bile Devletten müsaade almamız gerektiğini bilmiyorduk doğrusu. Bakın bu da varmış bu ülkede. Oysa bu balonu uçurmak yerine, yürüyüşün nedenini düşünebilseydi, ‘bakın günahına girmeyelim, onda da akıl ışıltıları varmış’ denebilirdi belki de kendisine.

            Belki de akli bir hezeyan nedeniyle Cumhuriyetçi, Demokrat bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunu unutuyor da, çağlar ötesi bir aşiret kabilesinin lideri mi olduğunu düşünüyor acaba diye hükmediyor insan. Ve 80 milyonluk, çoğunluğu aklı başında – ki çalınan hayırlardan belli - bir toplumun üstünde, milletiyle genetik bağı olmayan ve her an yok olmayı bekleyen bir geçici aşiret yönetimi mi oturuyor tematiği, zorunlu olarak akla geliyor.

            Bir zamanlar Menderes’te aynı yolda yürümüş bir majesteleriydi. Cumhuriyet onuruna imza atmış bir ikinci adam İnönü’ye demediğini komayıp, yapmadığını bırakmamıştı. Sonunda Yassıada Hâkimi önünde ki süklüm püklüm, çaresiz ve acınası enkazı hala gözlerimin önünden gitmiyor. O zaman da genç aklımla nerede kaldı şimdi azametin diye düşünmüştüm doğrusu. Ne ki ihtirası adamı sonunda tiran yaparsa, bir tiran teröriste fark atar. Ve ihtiras yolunun sonunda aile boyu bütün varlığını yok edecek bir tiranın ise akıl ve mantık ile herhangi bir alakası olduğu ise söylenemez.

Hele de Referandum sonuçlarında toplum iradesi betiği ile kekeledikleri çalıntı %51’in aslında, tam bir soysuzluk olduğunu anlamak istemeyen kafalara bunu anlatmaya çalışmak da, bilin ki tam bir abesle iştigaldir. Ve unutulmamalıdır ki sandığa gitmeyen hayırcılar da ilave edilirse % 85-90’lara çıkacak hayır oylarını % 51 evet oylarına dönüştüren kurgu dahi kontrollü bir iktidar darbesidir kendi başına.


            Bize de buradan böyle zihniyetleri iktidara elbirliği ile taşıyan AB & ABD emperyalist iktidarlarına, işte sizin gerçek kaliteniz, beş para etmez güvenilmez insan kimliğiniz de budur, demek ki hep kendi hamurunuzdan adamlara muhtaç olacaksınız demek düşüyor. Biz ülkemizde aynı kafaların ortak ürünü olan çağ ötesi irticai beslemelerle hala uğraşıyorken, Reform ülkelerinin içinde bulundukları daha büyük sıkıntılara, endişe ve korkulara da biraz dikkatimizi yöneltirsek, kendi sıkıntılarımız da belki biraz hafifler ve özgüvenimiz artar.

            Mesela yakın günlerde Avrupa da yayılan terörün yanında, Berlin de sol ekstiremist eylemcilerin terör estirdiği, caddelerde yanan arabaların, dükkânların yanında sivil ve polislerden de yaralıların olduğu büyük çatışmalardan, nedense bizim yandaş medya da hiçbir haber yoktu.  Yoksa terörün kendisine döneceği beklentisi ve korkusuyla uykuları kaçan Erdoğan, ‘büyük yürüyüşü yazmayın da emsal olmasın’ endişesiyle basına da bu nedenle yasak mı koydu acaba? O Hâlde bizatihen lütuftan(!) bahsetmesi de normaldir şüphesiz.


Askerlerimizin zehirlenmelerini daha ilkinden itibaren ciddiye aldığım için kendi adıma da yazmıştım. Bugün bunun sistemli bir sabotaj olduğu da ortaya çıktı herhalde artık. Maddesel veya bakteriyel bir zehirlenme olup olmadığını bu çağdaş dönemde tespit edebilmek bu kadar zor mudur? Yolgeçen hanı olmuş ülkemde, yemek şirketlerinin yanı sıra mutfak personellerinin, ordunun gıda ve ambar sorumlularının da kontrol altına alınmaları gerekmez mi? Komutanları sahiden bu kadar değersiz ve kimliksiz mi kaldı bu ordunun. O halde ordu neden var. Ey Baş Komutan ses ver, nerelerdesin!!!

Şayet ihmaller artar ve tedbirler alınmazsa, yakında ayakta kalan askerimizde kalmayacaktır karargâhlarında. İşte o zaman Beylerin, Hanımefendilerin torpilli çocuklarının, yakınlarının da acilen silahaltına alınmaları gerekecektir ani seferi durum zuhur ettiğinde ki o da yakındır. Ve inanıyorum ki bu ülkenin mevcutları kadar, bir torpilli ihtiyatı da vardır nasılsa. Şimdi bunların asker(!) olduğunu ve ülke savunması nedeniyle cepheye yollandıklarını da gözünüzün önüne getirin bir zahmet.

Vatanı olmayandan kahraman, kahraman olmayandan da vatan kurtarıcı çıkmaz. O nedenle de yüce Atatürk her ikisiydi ya zaten. Kahraman olmak için Çanakkale gibi bir meydan Muharebesi kazanmak, Gandi veya Mao gibi de halkıyla en azından bir uzun yürüyüşe bizatihi lider olmak gerekir. Sadece masa başında olmuş bir kahramandan bahsetmiyor tarih ne yazık ki. Belki de yeni kurtarıcımız, Kılıçdaroğlu olur kim bilir. Yalnız korkanlar, korkularının dağları beklediği gibi de yolunu tıkamaya kalkarlarsa, bilin ki sonuçta kazanan kurtarıcı, yine de bizim Gandi Kemal olacaktır.

Buradan kendisine sesleniyorum; doğru yoldasın aziz kardeşim. Bugünden başlamak üzere yarının gençliğine de örnek olacağını bilesin. Çünkü emek karşılığını sonunda hep almış ve her zamanda alacaktır. Kıçı koltuğuna yapışandan hayır gelmemiştir kimseye ve hiçbir ülkeye. 428 Km az yol değildir, ülkenin yarısını adımlamış oluyorsun böylece. Bir idealle de özdeş olursa hele, erdem yürüyüşün öğretici olurken, göründüğünden de çok fazla hedefi bir anda vuran bir ok olur.

Belki de farkında olmadan başlattığın halk devrimi böylece artık seninle yola çıkmıştır. Birliğin, idealin, altı okun ve ancak Kemalist misyonun gereği kemikleşebilecek olan sağlıklı kişiliğin, lekesiz ve açık alnınla da çok yaşayasın. Asla pes etme – ki etmeyeceğini de adım gibi biliyorum - sonunda bulacağın ADALET senin olsun ve sayende temsil ettiğin bizlerin de kuşkusuz. Ayrıca Adaleti sen geri getirince, yarın Erdoğanlar takımının da sana medyunu şükran olacağını şimdiden kestirmek inan ki hiç zor değildir. Çünkü Cumhuriyet nasıl onları var ettiyse yarın doğrulan adalete de yine onların daha çok ihtiyaçları olacağı kesindir.


Dört duvarımın gömüsünde, hüzünlerimi oluşturan karmaşık düşüncelerle baş başa, ülke ve dünya işleriyle haşır neşir olurken, sevenle sevmeyen arasında; ama sevgisiz yaşanmıyor yine de bu Dünya diye düşünüyorum. Size gelince Avrupalılar, Kuzey Amerikalılar bugünlere kadar üçüncü Dünya da oynadığınız oyunlar, çevirdiğiniz entrikalar bağlamında tüm yaptıklarınız, şayet evriminizi tamamlayamadığınızda geleceğinizin ve devam eden kalitesizliğinizin de teminatı olacaktır. Bir de utanmadan atalarınızı uygarlaştıran, sizleri de adam yapan aryan Türklerin karşısında, kaypak akıllarınızla bir de kendinizin de aryan olduğunu iddia etmeye kalkıyorsunuz. Hastirin oradan…

                                                                                   Serendip Altındal



15 Haziran 2017 Perşembe

YÜRÜME ÜZERİNE..

           Sonunda Adalet Yürüyüşüne de geldik dayandık. Çünkü kontrollü darbeye, bir de kontrollü gezi gerekiyordu. İlki her ne kadar insani ve yasal değilse de, ikincisi için aynı şeyleri söylemek, hem akla hem de vicdana aykırı olur. Çünkü resmen tasalluta uğramış olan bu ülkenin gerçek vatandaşına bir meşru müdafaa hakkı da doğmuştur artık. Bizim mağdur vatandaş tarafına bakıyorum da, ahde vefa sahibi olarak isim bırakmış olanlar göçtüklerinde, birbiri peşine aranıyor, yâd ediliyorlar. Sultanın yandaş saflarındakilerin eksildiğinde ne hikmetse, bırakın anılmayı eksiklikleri bile fark edilmiyor.

            İyi de halimiz böyle mi olmalıydı. Kurulduğundan itibaren bağımsız Cumhuriyet olarak, 1947’den sonra da bir yarı emperyalist manda Cumhuriyeti olarak yaklaşık bir asırdır birlik ve dirlik içinde, yoluna devam etmiş ülkemde, lider yokluğundan bugünlere getirilmedik mi? Ah be Sayın Kılıçdaroğlu kardeşim, neden uyudunuz bu kadar. 15 yıl bu dile kolay. Hiç mi siyasi öngörü sahibi, namuslu, ‘önce vatan gerisi yavan’ diyebilen akıl önderleriniz çıkmadı? Ya da çıkanları bugün iktidara soyunanlar, hiç mi ciddiye almadı?

            Şimdi milli mücadele yolunda kulağınızı tersten gösterip zor olana kalkıyor ve 23 günlük bir uzun yürüyüşe Mao gibi çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Yorgun, bitap, hırpalanmış ve nerede yattığı bilinmeyen ADALET teyzeyi aramaya kalkıyorsunuz. Şayet bulursanız, bize de haber verin lütfen bir zahmet. Bizim de umutlarımız yeşersin yine hiç olmazsa biraz. Daha önce de yazmıştım, bıçak kemiğine dayansa da, ayak parmakları arasındaki fitiller ateş almadan uyanmaz bu millet, bilesiniz! Eskiler ve acemi askerler ise iyi bilir bunun ne demek olduğunu.

Mücadele verdiğiniz adamlar işi gücü bırakmış, attan, Üsküdar’dan bahsediyor, ülkemizin malını mülkünü süpürüp heder ediyor, yasama, yürütme haklarımız bile gasp ediliyor, haşmetli(!) köprüleri olan vatandaşınız engelsiz ve huzurla boğazın iki yakasına bile ulaşamıyor. Ya da bütün günü yollarda geçiyor ve ancak ekmek arasını dolduran ücretini dahi neredeyse gülsuyuna dönmüş petrol için harcıyor.

Size gelince, ahlak ve erdem gerekçeli başlattığınız bir yürüyüşü mutlaka sonuna kadar pes etmeden götürün. Ki sahiden idealist bir lider olduğunuzu kabul ettirebilesiniz. Yani asla pes etmeyin, yürüyüşü bırakma gibi bir mazeretiniz de olamaz artık. Yalnız uygun bir kıyafet giyin, ergonomik yürüyüş pabuçları da kullanın ve başınıza da mutlaka bir güneşten koruyucu kasket takın. Yoksa bu yolculuğu, ekranda gördüğüm halinizle tamamlayamazsınız. Zira biz uzun yürüyüşçüler iyi biliriz bu işleri.

Hala bu ülkede izan, irfan ve yasal haklarınızla iktidar olabileceğinizi düşünüyorsanız, ne denir ki artık sizlere. Kendinizi bilmem; ama bizi daha fazla kandırmaya da kalkmayın yeter. Ve hala haramilerle kendi dilleriyle konuşmayı, meşru müdafaa yapmayı bilmedikten sonra, kendinizi ve milletinizi harami sultasından nasıl kurtarabileceğinizi, milli bekanıza nasıl tekrar sahip olabileceğinizi düşünüyorsunuz acaba?

Çünkü bugün Milletin Vekilini hiçten mahkûm edenler, yarın liderini, sonra da partisini mahkûm edeceklerdir. Sonra ne olur. Milletin son ümidi de heder olur, uçar gider. Unutulmasın ki yüce Türk milleti AHDE VEFA SAHİBİ liderler milletidir. Biri giderse, diğeri nasılsa yine gelir. Bir ülkenin kurucu lideri yani bir Atatürk, önce lider, sonra baba daha sonra da ata olur. Ve milletinin sinesinde gömülüdür de o artık.

ABD için de bir G. Washington aynı durumdadır. Bu diğer ülkeler için de böyledir. Ne ki bizim Atatürk’ümüz Dünya tarihinde konumu, karakteri ve sebep sonuç bileşkesinde bir tektir ve başka da bir emsali yoktur. Çünkü Dünya mandalarının da gözünü açmış, yok edilmekte olan ulusumuzu tekrar ayakları üstünde dikmiş, kimlik sahibi özgün vatandaş yapmış ve başını dimdik yukarıda kılmıştır.  

İşte yüce Türk Ulusunun böyle de bir büyük şansı ve vasfı da vardır aynı bağlamda. O halde böyle liderler çıkarabilen bir ulusun başına da ona layık liderler gerekir. Kendisini lider sayanların bugünkü trajikomik durumları ortadadır. Ve yanlış liderlerle bugün tekrar karadeliğe düşme noktasına getirilmiş ülkemizin makûs durumu da açıktır.

Tam da ada Krallığının Katar dâhil yeni İslami havariler aradığı bu günlerde, yeni oldubittilere gebe bırakılan ülkemiz, acilen hayati kararlar arifesinde iken, ‘artık demir almak günü gelmişse iktidardan’ havalarını, hiç istemediği halde çalmak zorunda olan ve ADALETİMİZİ bile gasp etmiş bir harami iktidar ve şeriklerinden kurtulmanın şart olduğu, artık tapınırcasına hedefe oturtulmalıdır.

                                                                       Serendip Altındal

10 Haziran 2017 Cumartesi

KERİZE YATMAK..

            Sarmalında olduğumuz Ortadoğu petrol çorbası bildiğiniz gibi geniş, yayvan bir çorba kazanı gibi. Kaşıklar dalıp dalıp çıkıyor içine. Çoğunluk içine daldıracak kaşık bile bulamazken, sayıları belli bir azınlık hamam taslarını bile dolduruyor.

            Anlayacağınız hepsi kafasına göre takılıyor. Çalmadan oynuyor. Ne ki aslında kimsenin kimseden haberi yok. Sadece varmış gibi davranıyorlar. Görülüyor ki önce bir kıvılcım atalım belki parlar algısı içindeler hepsi de. Yani kendi kafaları da karışık Bu kargaşada bizim Vatan Partisi de aslında interaktif milliyetçi perspektifinden zaman zaman radikal sapmalarla özüne zarar veren bir konuma düşerek, şaşkınlık yaratıyor. Çünkü lider Perinçek, Erdoğan tarafgirliği ile pekiştirdiği veya süslediği siyasasıyla, Erdoğan çizgisinde diğer muhalefeti aşağılıyor sadece.

            Yoksa Erdoğan ile gizli bir ittifak mı yapmıştır da; ama Sünni İslam Devletini pişirmek üzere birlikte yoğurdukları hamurun Kemalist katkısını, sözde temsil ettiği bir rota mı çiziyor. Eskiden beri MİT’çi olduğu söylenen Perinçek, en kilit noktalara oturtulan CIA büyütmesi bir astsubay ile aynı merkezin ikinci bir oldubitti yapılandırması olan Erdoğan arasında balansı mı sağlıyor acaba.

Tam karşı(!) çizgide yer aldığı ve anti Amerikanist olduğu halde, tarafsız aydınlar sudan gerekçelerle içeri alınırken, Vatan Partisine herhangi bir baskı uygulanmadığı başka da nasıl izah edilebilir ki. Hele bir de buna; Erdoğan yandaşı olmayanları vatan haini ilan ederken kendisinin, bağırta bağırta EVET yapılan Referandum sonuçlarında ki Bahçeli ile paylaştığı müşterek kuzuların sessizliği de ilave edilirse, durum daha da vahimleşiyor! Ve daha teatral bir görüntü veriyor.

            Emperyalist karşıtı Atatürkçülük ve bağımsız milliyetçilik savlarını, diğer yanda muhayyel bir ABD-İslam Devleti senteziyle – ki açıkça federatif İslamcı Erdoğan’a kol kanat geriyor – nasıl bir araya getirmeyi düşünüyor. Böylesi bir Vatikan İslam’ı Devletini Erdoğan’la elele oluştururken tam bağımsız milliyetçi Kemalizm’i bu resmin neresine oturtmayı düşünüyor.

            Kendisinin de, karşıtı olduğu ABD ile aynı paralelde olduğunu, bu sözde bağımsız İslam Devletinin ileride federatif bir emperyalist sömürgeye döneceğini göremiyor ya da görmek istemiyor mu? Kendinden menkul aklıyla, fazla derinlikli büyük Türk Ulusunu hiçe mi sayıyor? Yoksa hepimizi bu kadar kerize mi yatırmayı hesaplıyor. Ve de belki dönüşeceğini(!) umduğu kanatsız, pençesiz Erdoğan’ı bu katakulli Devletine kartal yapmayı mı formüle ediyor.


            ABD liderliğinde; yarısı karışık Müslüman, yarısı Haçlı terörist çetelerle, Dünya kamuoyunda ters algı yaratmak üzere resmi kuvvetlerini arka planda tutarak, Ortadoğu da bir oldubitti savaşı ile mozaik devletçikler kurgulamaya kalkan dünün Obama, bugünlerin Trump Haçlı harekâtı, sonuçta Katar’a geldi dayandı. Ve anlaşılıyor ki Katar da haritadan silinecektir. AKP Devletinin zor zamanlar mutemedi olan bu küçük ülkeye şimdi yollayacağı 5000 kadar askerimizin bize ne gibi stratejik fayda sağlayıp, sağlayamayacağı ancak gelecek günlerin verisiyle anlaşılabilecektir. Lakin önce de bu çocuklarımızın can güvenliğinden kim sorumlu tutulacaktır.

            Sonucun yeni hüsranlar yaratmamasını temenni etmekten başka bir şey gelmiyor şimdilik elimizden maalesef. Bu bağlamda tüm münafık karşıtlığına rağmen, Perinçek’in Suriye ile acili bir beraberliği öngören tavsiyesini, yine de tutarlı bulduğumuzu söylemek, bizi bu noktada kendisine haksızlık yapmaktan alıkoyar en azından. Bu da bir şeydir hani…


            Yerinden oynatılan milli taşları nasıl tekrar yerlerine oturturuz derdine derman arayan kentsoylu aydınların - ki onlar milli müktesebat için olmazsa olmazlardır – fazlasıyla moral bozan bir diğer sıkıntıları da kentlerimizin betonlaşması yanında o beton yığınlarına boşalan taşranın anakentlerimizi köy-kentlere çevirmesidir.

            Büyük ve çağa ayak uydurmaya çalışan kentlerde, hele de Köy Enstitüleri evrimi yok edildikten sonra, kendilerini köylerinde otlaklarında ki koyunlar gibi fütursuz hisseden köylünün, kent hayatına adapte olabilmesi için en az iki nesil evirilmesi gerekmektedir. Çünkü bugün Köy Enstitüleri yeniden açılsa dahi evrim için yine asgari bu süreye ihtiyaç olacaktır.

            Ne ki tahammül edilmesi gereken durum, şimdi kentsoylu için cidden daha zordur. Kent, köye dönüşemeyeceğine göre köylünün doğal ve zorunlu eğitimi için rotasyona ve kentsoylunun nereden bakılsa bunun için de sabırlı olmasına ihtiyaç vardır. Çünkü doğal evrim nasıl olsa gerekeni yapacaktır. Bu evrenin evrim kuralıdır da esasen. İyi de bu süreçte milli bekamızın geleceği bağlamında olmazsa olmaz olan köylerimiz ve tarım işçilerimiz ne olacaklardır.

            Elbette yok edilemezler. Çünkü onların yokluğu ülkenin yokluğuna da özdeştir. İşte Cumhuriyetle birlikte başlayan yüce Atatürk’ün milli eğitim planına yine dört elle sarılmalı ve köylü çocukları kendi yörelerinde aileleriyle birlikte, modernize edilerek yeniden açılacak Köy Enstitülerimizle acilen tekrar eğitilmeye başlanılmalıdır. Ve asla unutulmamalıdır ki eğitime bugün dahi başlasak en az bir nesil sonra ihtiyacımız olan ilk milli ürünümüzü alabilecek olduğumuzdur.

           
            Son günlerde Erdoğan’ın yorgun, şaşkın ve umutsuz, Trump’ın ise şimdilik işlerin doğru gittiğini düşünen; ama her an tepetaklak olacağı endişesini de taşıyan inişli çıkışlı yüz ifadeleri arasında, biz de gelgelleri oynuyor olduk. Buna rağmen bu geliş gidişlerin, yeni ve kademeli artan bir huzur döneminin de habercisi olup olmayacağını, papatya falına değil; ama gelecek günlere bırakmak zorunda olduğumuzu da biliyoruz.

            Giderek ruhumuzu karartan ‘Tencere dibin kara; seninki benimkinden de kara’ diyalektiğinin törpülediği sinir sistemlerimizi Allah korusun diyerek ve herkese sabırlı sağlıklar temennilerimizi de ekleyerek bugünü de kapatalım. Ve en iyisi yine kerize yatalım dostlar. Ta ki biz uyurken parmak aralarımıza sıkıştırılan fitiller alev alıncaya kadar…

                                                           Serendip Altındal


1 Haziran 2017 Perşembe

DERİNLİK..

           FETÖ derinleşiyor deniyor. Oysa artık karaya vurması gerekmiyor muydu? Yoksa ‘FETÖ bahane OHAL şahane mi’ kurtarıcı oldu yine. Baktılar ki muhalefet baş vermiyor, ‘aslında Referandumda vatandaşın HAYIR tokadını da yemiş kellemizi zor kurtarmıştık, demek ki yolun sonu göründü artık. O halde FETÖ kurgusunun üstünde kalıp, çakma darbeye devamla, muhayyel FETÖ tehdidini uzatmak ve baskıyı arttırmak, kontrolü tamamen ele geçirebilmemiz için en akıllıca iş olacaktır’ demiş olmalılar.

            Daha 16 Temmuz günü ‘kontrollü Darbe yapıldı şimdi arkasından gelecek asıl darbeye hazırlanalım’ diye yazmıştım. Nitekim anında OHAL ve KHK furyası patladı. Bakın gördünüz mü demiştim yakınlarıma bile. Esasen onların kafa sallayarak beni teyit etmelerine de alışıktım her zaman. Ne ki bu bana elbette yeterli olmazdı. Milletim uyanmalıydı aslında.

Çünkü amaç FETÖ yaftalı muhalif avıydı. Üstüne birileri de çıkıp Amerika’yla harp ediyoruz diyerek Erdoğan’a arka çıkıp bizi ihanetle suçlamadı mı? Acaba Trump karşısında Erdoğan’ın, nasıl ona arkadan sallayan Merkel gibi sadece sırıtmak zorunda kaldığını da görmedi mi bu adamlar. Nasıl savaştı ki bu. İnsan hiç savaştığı bir ülkeye gider Başkanının elini sıkar mıydı?

Bugün bütün aklı başında olanlar aynı noktada buluştular artık. Yahu bu kadar zor muydu, bu apaçık ve acemice tasarlanmış kurguyu anlamak. Zaten yeterli akıl ve izana sahip olunabilseydi, ABD ajanı AKP hiç iktidar olabilir miydi Bu ülkede. Hangi birini yazalım, daha nasıl figan edelim ki; hadi canım geçiniz..!

           
            Şırnak’ta görev uçuşu yapan askeri bir Heli nasıl olur da düşerdi. Önce kazadır veya mermi almıştır ilk akla gelen, olmadık zaman, mekân ve şartlarda seçme, güzide, bilhassa da emperyalist terörü ile yapılan mücadelede başarılı olmuş bir askeri kadroyu, bir çırpıda saf dışı bırakacak tesadüf sanrılı bir matematiksel algoritma, akla elbette başka şeyler de getirir.

            Mesela parçaların ve cesetlerin neredeyse teşhis edilemeyecek şekilde ayrışması için, önceden kurulu ve uzaktan kumandaya akuple bir patlayıcı daha önceden monte edilmiş ve kurnazca kaza olduğu intibaı uyandıracak bir bölgeye yaklaştığında da Heli uzaktan patlatılmış olabilir.

Tabii böyle bir mekanizma ABD yetişmelerinin işi de olabilir. Ne ki bir PKK baldırı çıplağının işi olmadığı da kesindir. Her ne ise, lakin böyle bir aparatı uçucuya yerleştirmek için birlik tesisleri içinde, elini kolunu sallayarak dolaşan başka yardımcılara da ihtiyaç vardır. İşte esas sorun da buradadır. Ve ne yazık ki akla yine GENKUR ihmali gelir. Birde bu sıkıntılara karargâh askerlerimizin topluca zehirlenmelerini de ilave edersek. Valla bilmem ki nelerin üstüne daha neleri koyalım. Ve kimden toplu çözüm bekleyelim.

            Hanidir arz ı endam etmesi beklenen Akar’ın alelacele, ifade masasında sahne alarak, önceden eline tutuşturulan ifade beyannamesini tam da bu arada medyaya sıralaması, bana pek anlamlı geldi nedense. Çünkü yakın bir ara ile oluşan kaza(!) bununla aklanmış mı oldu acaba. Yoksa yeni Ergenekon’u şimdi tetikçiler mi icra ediyor acaba? İşte bu da ayrı bir matematiksel varsıldır. Şimdi meraklısı tesadüf ihtimallerini hesaplayabilir artık.


            Madam Merkel ile Trump tartışması siyasal portal de Merkel’in aleyhine kişiselinde ise lehine bir görüntü veriyor. Yalnız neresinden bakılırsa bakılsın bundan böyle AB’nin işi Siyonistlerle bayağı zorlaşacak ve başının da bir hayli belaya gireceği intibaı da veriyor. Pekiyi bu durum üçüncü Dünya Savaşını nasıl etkileyecek, bunu da zaman nasılsa gösterecektir.

Çünkü Trump bundan sonra AB için artık ödeme yapmayacak AB den, önce birikmiş borçlarını ödemesini isteyecek ve bundan sonra ‘adım Mıgırdıç kendim doldurup kendim içerim’ rotasında kalacak gibi de gözüküyor. Kuşkusuz ki ABD emperyalist emellerinden taviz vermeyecek; ama kendi merkezini daha öne çekecek demektir de bu aynı bağlamda.


            Milletim, ah zeytinim vah zeytinyağım derken; yeni bir mağlubiyet için sahaya çıkmakta olduğunu nihayet idrak eden iktidar takımı, şimdilik zeytin tarlası talanını durdurma kararı aldı. Artık iyice köşeye sıkışan ve daha fazla yandaş desteğine ihtiyaç duyan AKP, yandaş inşaat Mafyasının baskılarına, bakalım hangi bahara kadar dayanabilecektir demek düşüyor bize de artık. Ve Allah zeytinlerini de korusun bu ülkenin…
           
           
            Siz kim Kupa finali oynamak kim. Birisi ite dürte başa güreştirilen bir Parti takımı, diğeri Anadolu’muzun daha ilk kupasıyla tanışan bir acemiler mangası. Arkalarında ise taraftar yaftalı çoğunluğu eğitimsiz veya işsiz güçsüz sosyal sorunlu, sürekli uyumsuzluk yaşayan, çoğu da aileleri tarafından ihmal edilmiş psişik bunalımlı, agresif gençlerden oluşan taraftar kitleleri.

Elbette durdukları yerde duramayacak, adam gibi maç seyredemeyecek, elleri dursa kıçları oynayacak sözde taraftar kitleleriydi bunlar. AB kapısında el açmış ülke halimizle, yine yedi düvele rezil olarak, patlangaç sisleri arasında, itişli kakışlı ve utanç içinde bir final maçı izlemek zorunda kaldık. Yazıklar olsun sadece hepsine…

            Suudi Arabistan hidrokarbon damarları genetiğinde ve aslında 4000 metre altında yakın akraba olduğu toprakaltı aile birliği aidiyetindeki Güneydoğumuzun üstünde, neden emperyalist parmakların bu kadar yoğunlaştığına bakınca; emperyalist Mıgırdıçı daha iyi tanımış oluyoruz.

Hesaplarına göre yarınların çok büyük Bor, Hidrokarbon, Uranyum, su vs. gibi paha biçilmez servet kaynaklarının ortak pazarı olacak bir bölgenin hangi sebeple(!) bizden koparılmak istendiği ve hanilerin patronu Türk’ün neden Orta Asya’ya sürülmek istendiği de ayna gibi ortaya çıkıyor.

            Keyfiyet böyle iken sizler ne yapıyorsunuz? Hükümet mekânları arasında boş tabanca gibi gezinmekten, oradan oraya Papaz kovalamaktan, çakma gündemler yaratarak zamana oynamaktan başka. Gözünüzü toprak doyursun, daha yetmedi mi hala. Başka da bir halttan anladığınız yok zaten. İşte topluca verdiğiniz intiba yalnızca budur biraderler.

Oysa yağmasan da; ABD’ye ‘şayet benimle kapışmak istemiyorsan PYD, PKK saflarındaki askeri güçlerini çek, çünkü dalacağım üstlerine’ demek bu kadar zor mu geliyor sana ya da sıkmıyor mu? Bu kadar korkak olma. Bil ki en azından Türk Milleti de HAYIR demezdi buna. Hatta 15 Temmuzdan sonra bize hain diyen birisi de haklı çıkabilirdi, gerçekten Amerika’yla savaşıyorsun diye…
                                                           
                                                                       Serendip Altındal