Ülkemiz
bildiğimiz; ama öz kaynakları dahi kurutulmuş ve özüne yabancılaştırılmış Tayyibistana,
salt bir elektrik faturasında bile %100 haraç ödüyoruz. Nasıl mı? Geçen ayın
elektrik sarfı tutarımız aslında 54 TL, oysa ödemek zorunda kaldığım 101 TL oldu.
Sadece bir elektrik faturasında gerçek bu ise, genel kalemlerden yapılan toplam
gaspı varın siz hesaplayın artık. Eşim bile faturayı görünce, doymak bilmez bir
canavarı kanımızla besliyoruz demek zorunda hissetti kendisini.
İlave etmek gerekirse de; etimiz,
kanımız onların oluyorsa da kemiklerimiz şimdilik bizlere kalıyor diye
sevinmeli miyiz acaba. Ne ki onlar da, bir zamanlar Hitler Yahudilerine
yapıldığı gibi köşe lambalarına, düğmelere, el sabunlarına dönüşürse ne yaparız
ya da bu olmadan önce nerelere kaçarız bilemem. Yoksa konu mankeni kalarak, bir
içi boşalmış sivri akıllının dediği gibi de ‘biat en iyisidir’ diyerek oturup kaderimizi
mi bekleyelim. Bu ise Türk Ulusuna hiç; ama hiç uymaz işte, biline.
Adalet için yürüyorlar, sonuna kadar
yürüyeceklerdir de. Genel Başkan olduğundan beri ilk gazasını veren
Kılıçdaroğlu, taraflı tarafsız herkes tarafından canı gönülden takdirle
alkışlanıyor. Diğeri de kalkıyor, ‘yürüyüşün Devletin sana bir lütfudur’ diyor.
Allah Allah demek ki bundan sonra sokakta yürümek için bile Devletten müsaade
almamız gerektiğini bilmiyorduk doğrusu. Bakın bu da varmış bu ülkede. Oysa bu
balonu uçurmak yerine, yürüyüşün nedenini düşünebilseydi, ‘bakın günahına
girmeyelim, onda da akıl ışıltıları varmış’ denebilirdi belki de kendisine.
Belki de akli bir hezeyan nedeniyle Cumhuriyetçi,
Demokrat bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunu unutuyor da, çağlar ötesi bir aşiret
kabilesinin lideri mi olduğunu düşünüyor acaba diye hükmediyor insan. Ve 80 milyonluk,
çoğunluğu aklı başında – ki çalınan hayırlardan belli - bir toplumun üstünde, milletiyle
genetik bağı olmayan ve her an yok olmayı bekleyen bir geçici aşiret yönetimi
mi oturuyor tematiği, zorunlu olarak akla geliyor.
Bir zamanlar Menderes’te aynı yolda
yürümüş bir majesteleriydi. Cumhuriyet onuruna imza atmış bir ikinci adam İnönü’ye
demediğini komayıp, yapmadığını bırakmamıştı. Sonunda Yassıada Hâkimi önünde ki
süklüm püklüm, çaresiz ve acınası enkazı hala gözlerimin önünden gitmiyor. O
zaman da genç aklımla nerede kaldı şimdi azametin diye düşünmüştüm doğrusu. Ne
ki ihtirası adamı sonunda tiran yaparsa, bir tiran teröriste fark atar. Ve ihtiras
yolunun sonunda aile boyu bütün varlığını yok edecek bir tiranın ise akıl ve
mantık ile herhangi bir alakası olduğu ise söylenemez.
Hele
de Referandum sonuçlarında toplum iradesi betiği ile kekeledikleri çalıntı
%51’in aslında, tam bir soysuzluk olduğunu anlamak istemeyen kafalara bunu
anlatmaya çalışmak da, bilin ki tam bir abesle iştigaldir. Ve unutulmamalıdır ki
sandığa gitmeyen hayırcılar da ilave edilirse % 85-90’lara çıkacak hayır
oylarını % 51 evet oylarına dönüştüren kurgu dahi kontrollü bir iktidar
darbesidir kendi başına.
Bize de buradan böyle zihniyetleri
iktidara elbirliği ile taşıyan AB & ABD emperyalist iktidarlarına, işte
sizin gerçek kaliteniz, beş para etmez güvenilmez insan kimliğiniz de budur,
demek ki hep kendi hamurunuzdan adamlara muhtaç olacaksınız demek düşüyor. Biz
ülkemizde aynı kafaların ortak ürünü olan çağ ötesi irticai beslemelerle hala
uğraşıyorken, Reform ülkelerinin içinde bulundukları daha büyük sıkıntılara,
endişe ve korkulara da biraz dikkatimizi yöneltirsek, kendi sıkıntılarımız da belki
biraz hafifler ve özgüvenimiz artar.
Mesela yakın günlerde Avrupa da
yayılan terörün yanında, Berlin de sol ekstiremist eylemcilerin terör
estirdiği, caddelerde yanan arabaların, dükkânların yanında sivil ve
polislerden de yaralıların olduğu büyük çatışmalardan, nedense bizim yandaş
medya da hiçbir haber yoktu. Yoksa
terörün kendisine döneceği beklentisi ve korkusuyla uykuları kaçan Erdoğan, ‘büyük
yürüyüşü yazmayın da emsal olmasın’ endişesiyle basına da bu nedenle yasak mı
koydu acaba? O Hâlde bizatihen lütuftan(!) bahsetmesi de normaldir şüphesiz.
Askerlerimizin zehirlenmelerini daha ilkinden itibaren
ciddiye aldığım için kendi adıma da yazmıştım. Bugün bunun sistemli bir sabotaj
olduğu da ortaya çıktı herhalde artık. Maddesel veya bakteriyel bir zehirlenme
olup olmadığını bu çağdaş dönemde tespit edebilmek bu kadar zor mudur? Yolgeçen
hanı olmuş ülkemde, yemek şirketlerinin yanı sıra mutfak personellerinin, ordunun
gıda ve ambar sorumlularının da kontrol altına alınmaları gerekmez mi?
Komutanları sahiden bu kadar değersiz ve kimliksiz mi kaldı bu ordunun. O halde
ordu neden var. Ey Baş Komutan ses ver, nerelerdesin!!!
Şayet
ihmaller artar ve tedbirler alınmazsa, yakında ayakta kalan askerimizde
kalmayacaktır karargâhlarında. İşte o zaman Beylerin, Hanımefendilerin torpilli
çocuklarının, yakınlarının da acilen silahaltına alınmaları gerekecektir ani
seferi durum zuhur ettiğinde ki o da yakındır. Ve inanıyorum ki bu ülkenin
mevcutları kadar, bir torpilli ihtiyatı da vardır nasılsa. Şimdi bunların asker(!)
olduğunu ve ülke savunması nedeniyle cepheye yollandıklarını da gözünüzün önüne
getirin bir zahmet.
Vatanı
olmayandan kahraman, kahraman olmayandan da vatan kurtarıcı çıkmaz. O nedenle
de yüce Atatürk her ikisiydi ya zaten. Kahraman olmak için Çanakkale gibi bir
meydan Muharebesi kazanmak, Gandi veya Mao gibi de halkıyla en azından bir uzun
yürüyüşe bizatihi lider olmak gerekir. Sadece masa başında olmuş bir
kahramandan bahsetmiyor tarih ne yazık ki. Belki de yeni kurtarıcımız,
Kılıçdaroğlu olur kim bilir. Yalnız korkanlar, korkularının dağları beklediği
gibi de yolunu tıkamaya kalkarlarsa, bilin ki sonuçta kazanan kurtarıcı, yine
de bizim Gandi Kemal olacaktır.
Buradan
kendisine sesleniyorum; doğru yoldasın aziz kardeşim. Bugünden başlamak üzere
yarının gençliğine de örnek olacağını bilesin. Çünkü emek karşılığını sonunda hep
almış ve her zamanda alacaktır. Kıçı koltuğuna yapışandan hayır gelmemiştir kimseye
ve hiçbir ülkeye. 428 Km az yol değildir, ülkenin yarısını adımlamış oluyorsun
böylece. Bir idealle de özdeş olursa hele, erdem yürüyüşün öğretici olurken, göründüğünden
de çok fazla hedefi bir anda vuran bir ok olur.
Belki
de farkında olmadan başlattığın halk devrimi böylece artık seninle yola
çıkmıştır. Birliğin, idealin, altı okun ve ancak Kemalist misyonun gereği
kemikleşebilecek olan sağlıklı kişiliğin, lekesiz ve açık alnınla da çok yaşayasın.
Asla pes etme – ki etmeyeceğini de adım gibi biliyorum - sonunda bulacağın ADALET
senin olsun ve sayende temsil ettiğin bizlerin de kuşkusuz. Ayrıca Adaleti sen geri
getirince, yarın Erdoğanlar takımının da sana medyunu şükran olacağını şimdiden
kestirmek inan ki hiç zor değildir. Çünkü Cumhuriyet nasıl onları var ettiyse
yarın doğrulan adalete de yine onların daha çok ihtiyaçları olacağı kesindir.
Dört
duvarımın gömüsünde, hüzünlerimi oluşturan karmaşık düşüncelerle baş başa, ülke
ve dünya işleriyle haşır neşir olurken, sevenle sevmeyen arasında; ama sevgisiz
yaşanmıyor yine de bu Dünya diye düşünüyorum. Size gelince Avrupalılar, Kuzey
Amerikalılar bugünlere kadar üçüncü Dünya da oynadığınız oyunlar, çevirdiğiniz
entrikalar bağlamında tüm yaptıklarınız, şayet evriminizi tamamlayamadığınızda
geleceğinizin ve devam eden kalitesizliğinizin de teminatı olacaktır. Bir de
utanmadan atalarınızı uygarlaştıran, sizleri de adam yapan aryan Türklerin karşısında,
kaypak akıllarınızla bir de kendinizin de aryan olduğunu iddia etmeye
kalkıyorsunuz. Hastirin oradan…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder