'Başkanlık' - aslında Padişahlık - dürtüsü depreşik, sonradan olma
Kasımpaşalı ve şimdilerde de kaçak Sarayın ilk kiracısı olan vatandaş, almış
başını bir yerlere doğru hızla koşturuyor. Dur diyeni de yok, tut ki
tutabilirsen. Nedir, neler oluyor, daha neler olacak, nereye varacak arkadaşım
bu için sonu. Görülüyor ki bu Atlantik güdümlü manipülatif CIA kokotratlarıyla
anlaşılan bu işten çıkış yok.
Daha hangi kavşağa
kadar bu Mister'lerle ve kokuşmuş sistemleriyle yol almayı düşünüyorsunuz. Sizi
temsil etmeyen hükümet tarafından milletçe ignore edilmek, hala tahammül
sınırlarınızı aşmadı mı? Yoksa yetersizlik kompleksi tavan yaptı da,
değersizgiller familyasından olduğunuzu mu düşünmeye başladınız? Hani malum
karga ve kılavuz meselesi!..
İnsaftır artık. Tüm
sorumluluk taşıması gerekenler; vekiller, askerler, bürokratlar, bütün aydın
olduğunu düşünenler, hacılar, hocalar ve diğerleri, anlaşılan kendi orijininize
de saygıyı kaybetmişsiniz, salt ampirik takılıp duruyor ve ezcümle gününüzü
kurtarıyorsunuz. Buna korku da diyemiyorum. Çünkü aranızda artık korku duvarını
aşmış olanlar da fazlaca mevcut dur. Ne var ki, bilhassa da onların
duyarsızlığı ve suskunluğu; ancak dış kaynaklı gizli bordro listeleriyle mi
ilişkilidir acaba, denli düşünceler getiriyor aklımıza. Çünkü aksiyonerlikleri,
ne ileri ne geri bir görüntü veriyor. İşte bizi düşündüren de budur aslında!
Ama bilhassa da onlar, biraz da ülkelerinin mazlum, gariban; ama sapına kadar
ahde vefa yüklü vatandaşıyla - ki yandı, kavruldu artık - empati oluşturmaya
çalışsınlar.
Diğer yanda ise; hiç
bir maddi beklentisi olmayan, ahde vefa sahibi, aklı başında, milli duyguları
yüksek gençlerimizden, vatan sevdalısı annelerimiz, genç kızlarımızdan, bütün
çaresizliklerine rağmen dimdik duran emeklilerimiz, mağdur; ama mağrur
emekçilerimizden ve tüm diğer Ulusal gönüllülerimizden başka da kimseden tık çıkmıyor. Onlar iyi ki varlar. Ve Allah onların
eksikliğini göstermesin bu vatana. Yoksa vatan biter...
Hiç utanmıyor,
sıkılmıyorsunuz? Onların da gücü bellidir. Ülkedeki CIA polisi ve kısmen de
Jandarmasıyla, yandaş gugukçularıyla, baş edecek halleri elbette yok. Ve bizler
hiç olmazsa yazılarımızla içimizi hasbelkader boşaltabiliyoruz. Bu kafaların
gidişatıyla yakında bunu da yapamayacak hale hep birlikte gelebiliriz. İşte o
zaman çıkmayan
seslerinizi kendi adınıza kimlerin çıkaracağını düşünüyorsunuz? Bunu da yapamayanlar dertlerini nasıl
duyurabilecekler, el insaf. Biran evvel Cumhuriyetimizin özüne dönerken, ırzına
geçilen Adalet teyzemizi de acilen ruhsal tedavi altına almak ve bizatihen de
rehabilite etmek zorundayız.
Uluslararası
itibarımızı yerle bir eden bu kanı bozuk AKP'nin, topuyla tüfeğiyle, akarı
kokarıyla küllen ipini çekip, hesabını kesmeyi, aynı bağlamda da Atlantik
rüzgârının başımıza savurduğu, 12 yıldır migren nedenimiz olan Erdoğan
kültünden kurtulmayı ve birlikte binlerce yıldır mis gibi Karadeniz, Akdeniz
rüzgârlarıyla sarmal olmuş, dört mevsimi dolu dolu yaşayan ve bu kafayla
değerini, ancak kaybedince anlayacağınız dünya cenneti - veya Almanların
tasvirlediği gibi de 'Goldene Platz An der Sonne' - ülkenizi de daha hangi
baharda lütfen, kurtarmayı düşünüyorsunuz? Ve daha doğrusu da, acaba bu cenneti
üstüne kapanmış akbabaların pençelerinden kurtarmayı sahiden düşünüyor musunuz?
Yoksa migren, epilepsiye dönüşecek bu gidişle...
İyi biliyoruz ki bu
ülkede, bunların %22-25 kök seçmeni vardır topu topu. Diğerleri ise yandaş
ihaleciler takımı, ithalat sanayicileri, zorunlu göbek bağlı ailevi efrad ve
avenelerdir. Tek tehlike ise hala seçim güvenliğinin sağlanamamasıdır.
Muhalefet önce bu sorunu halletmeye bakmalıdır. Yoksa yine hüsran kaçınılmazdır. Daha ne kadar söyleyelim. Ki ben bunu 2002
den itibaren her seçim öncesi söylemekten bıktım artık. Yoksa hüsranı kader
olarak mı benimsediler. Oysa her şeyin kafada ve bakış açısında yani mental
olduğunu nasıl bilmez, bu okumuş adamlar. Olayın 'Müslümansın' veya 'değilsin'
ile en ufak bir ilgisi de yoktur aslında.
Esasen bunların gerçek
Müslüman olmadığını, El Arabiyalı Sultanın sağır nedimesi bile anladı artık.
Topu kimse muhalefete atmaya kalkmasın. Olayın yetersiz ve sorumsuz muhalefete
bırakılma lüksü de kalmamıştır zaten. Mesele tamamen millidir ve bu millet
nasıl olursa olsun, gerekirse lidersiz de; ama yeni bir Kuvayi milli formatla,
bunlardan biran önce kurtulmak mecburiyetindedir artık. Ve bilinsin ki, bu
sorununu tek başına da kalsa halledecektir.
İkna olmadınız mı?
Bakın Mısır'a, Tunus'a bir zamanların Osmanlı vilayetleri olan ülkelere, sonra
da onlardan çok daha önce ve fazla Cumhuriyet ile harman olmuş, laik, Atatürk
gibi bir evrensel liderin Türkiye sine; ne demek istediğimi anlayın lütfen. O
ülkelerde bile tutmayan şeriatın şayet bizim ülkede tutabileceğini
düşünüyorlarsa, bu ülkenin insanlarının herhalde bir gecede paralel evrendeki
opozisyonlarıyla yer değiştirdiklerini farz ediyor olmalıdırlar.
Oysa Rusya'nın bağımsız
Kürdistan'a geçit vermeyen geleneksel, sadık komşu tutumu, tam da bu dönemde,
Türkiye’nin başında Kemalist bir Milli lidere yine tam destek vermek adına,
açık bir davetiye demek oluyor. Tabii ki sadece, bunu değerlendirebilecek
olanlar için anlam ifade ediyor bu yorum. Diğer yanda ABD'nin, Asya kapısında
son kalesi olarak kabul ettiği Türkiye'yi ne pahasına olursa olsun kaybetmek
istemediği tuzağına, kesinlikle düşmemek veya da bu mecburiyeti, avantaja
devindirerek azami yararla kullanmak gerekiyor.
Hiç unutulmasın ki,
jeostratejik bölgelerde mantar gibi biten kanton devletler, tamamıyla
emperyalist talepler ve destekler nedeniyle oluşmuş, ulussuz topluluklar daha
doğrusu da, ilerde gerektiğinde birbirlerine karşı da kullanılmak üzere farklı
etnisitelerden oluşturulmuş kampuslardır. Ve yine emperyalist amaçlar
doğrultusunda, zamanı geldiğinde bozuk paralar gibi de harcanırlar. Ne var ki
bu oyuncuların başını çeken ABD, kendisinin de budunsuz federatif kampus
devletler bileşkesi ve de aynı topun ağzında olduğunu ne hikmetse hep unutur.
Yani daha açık ifadeyle de, zaman şimdi bu bağlamda ABD'nin,
akıllıca ümüğünü sıkma
zamanıdır. Yani ABD ile 1950 lerden itibaren yapılan tek yönlü olanlarının
yerine, en azından, bütün misak ı milli haklarımızın - ki buna Lozan da
dâhildir - kabul edileceği, ikili bir tam bağımsızlık antlaşmasının
imzalanmasının şimdi tam vaktidir. Zira ABD eli mahkûm ayağımıza düşmüştür
artık.
İyi tanıdığımız
Amerikan fıtratının ise, en son noktaya kadar bize poker yüzünü kullanacağı
bellidir. Ve de bu bağlamda atacağı blöflere de asla prim verilmemelidir. Bir
an önce komşumuz Rusya ile saf tutarak, bu milli ve müşterek kozumuzu, yüce
Atatürk'ümüzün yaptığı gibi 'YURTTA SULH CİHANDA SULH'
gerekçeli olarak, sonuna kadar kullanmak zorundayız bundan sonra. Bunun içinde
ilk şart, neresinden bakılsa, içimizdeki ajan Amerikancıların, bilhassa da
öncelikli olarak CHP den başlamak üzere, tüm muhalefet partilerimizin içindeki
sızıntılarının ilk önce tasfiye edilmesidir. Bu aynı zamanda, seçim sathında
yüzde yüz milli tabanlı muhalefetle mücadele vermek mecburiyetimizin de
nedenidir...
Birinin keyfi, 1000
odalı, muhtemelen de içinde Haremi bile olan - ki Emine Sultan buna ne der veya
daha doğrusu ne diyebilir ki - bir sarayı ve 1001 gece masallarını kıskandıran
diğer harcamaları, emsallerinin lüks harcama duvarlarından yükseğe zıplarken,
yaşam odacıkları bile ihmal edilmiş madenlerde, yaşama tutunamayan
garibanlarımız, birbiri peşine telef oluyorlar. Geriye kalan aile fertleriyse,
yaşamla ölüm arasında gitgelleri yaşamaya mahkûm ediliyorlar. Üstüne de
Türkmenistan tarafından at hediye edilen sarayında, artık Erdoğan ve atını,
fantezilerinize emanet ediyoruz. Bu bağlamda Türkmen kardeşlerimizi, zekâ dolu
ince mizahlarından ötürü de kutluyoruz.
Bizim birader ise,
saati çaldığında öbür tarafta zorunlu tek kanalı izlerken, artık zaplayamayacak
da olduğuna göre, bakalım kendisini nasıl hissedecek. Tüm bu günahların
hesabını, bir de öbür mekânda acaba nasıl verecek. Artık bunu da yol yakınken
ve sarayında da vakti bolken düşünmeye, biran önce başlaması gerekir. Ha bu
arada, sarayı ve lüks uçağını öbür mekânda acaba nerelere koyacaktır, orada ki
takıma transfer olmadan önce bunun da hesabını yapmalıdır.
'Yavaş yavaş alışırlar'
ya da 'zırlar zırlar susarlar', nasıl olsa güç bizde zihniyeti de artık iflas
etmiştir. Bu söylemin sahibi olan üstadı ı azama tebliğ edelim ki; kötüye
alışılmaz, sadece zorunlu ve belli süreliğine yutulur, saati geldiğinde de
zorunlu yutulanlar toptan geri kusulur. Ve 76 milyonluk baraj, biriktirdiğini
taşıyamaz olup da gümbürtüyle aniden çöktüğünde, altında kalacakları heyelana
bakalım kendileri nasıl alışacaklar. Bense çocukluğumdan beri, bütün haram
varlığını tek darbede kaybederek sıfırlayanların, neler hissettiğini hep merak
etmişimdir...
Öz kaynakları, iğdiş
edilmiş babalar gibi kurutulan yurdumda, şimdilik elde kalan kömür stoklarını
arttırarak, seçim haraçlarını ödeyebilmek ve dış borçları dengelemek (o da
kısmen) için, teşvikli kömür üretimlerini hep yukarı doğru pompalamalarının,
alt yapısız ve çağ dışı bir zeminde sonunda varacağı ve beklenen nokta buydu
aslında. Bu kafaların daha beterini de kapının önünde, sırada beklettiği
kendiliğinden anlaşılıyor.
Kurusıkı bir 'Allah
korusun' da hiç kimseyi korumuyor. Ve birileri de şimdiden 'güzel ve şerefleriyle öldüler' tiradlarının daha
şiirsel olanlarını hazırlıyor olsalar gerekir. Zira 12 yılın AKP klasiğinde,
önce yandaş takımına milletin a(!!)ına koydurmak, sonra da alayımızın
nafakasını; ama hudutsuz hortumlamaktan başka da yapacak işlerinin olmadığını,
nasıl olsa hep ezberledik artık.
Açılım, saçılım,
peşmerge, işkembe vs. vb. detaylarına inersek bu yazıdan çıkamayız. Ne var ki,
bu yolun sonunda Anadolu aslanlarının, yakın gelecekte Anadolu Burjuvalarına
dönüşeceği yönünden burnuma keskin kokular geliyor. Bilmem sizde alıyor
musunuz?
Merkantilist evrede
Avrupa da, bilhassa da önce dönemin sömürgeciler kralı İngiltere’de oluşmaya
başlayan ve sömürgelerden çalınan servet dağları üzerine inşa edilen Batı
Burjuvazisi, bugün başta İngiliz çocuğu ABD olmak üzere bütün dünya emperyalistlerine
mikroplarını bulaştırarak onların insan kaynaklarında, tamiri olmayan yaralar
açmıştır. Bizde ise o dönem, ancak başlamaya hazırlanıyor.
Bu bağlamda Burjuvazi;
ama dünya genelinde kendi devrimciliğinin yanı sıra karşı devrimi de önlenemez bir
devinimle hızla hazırlamaktadır. İlaveten, direnen sömürge Burjuvası ise son
bir çıkış yolu olarak gördüğü küreselci (Neoliberalist) kendi devrimini, ömrünü
tamamlamış kıta Burjuvazisinin; ama eski enkazı üzerinde, daha şimdiden
çatırdayan yeni temelleriyle nafile inşa etmeye çalışıyor ve her geçen gün de
kendi mutlak sonuna, biraz daha yaklaşıyor.
Ana fikrin yanlış
yorumlanması neticesinde oluşan başarısız Bolşevizm denemesinden sonra,
gecikmeli olarak gerçeğin su yüzüne yeniden çıktığı günlerdeyiz artık. Bizde de
yeni oluşmaya başlayan çocuk ve kadın işçiler istismarı, çakma yasalarla
pekiştirilen taşeron işçiler köleliği, doğmakta olan Anadolu Burjuvazisinin en
belirgin göstergeleridir.
Batı'nın yaklaşık 200
yıl evvel yaşadığı ve 100 yıl kadar önce de arkasında bıraktığı klasik
Burjuvazi, şimdilerde neoliberal yeni bir arayış içindeyken, unutulmuşu ise
bizde yeni yeni yaşam bulmaya başlıyor. Bu durumsa, Atasından sonra Kemalist
devrimin arkasını getirememesi nedeniyle evrimini tamamlayamayan ve ortaçağ
embesilliğini dıştalayamayan insan kaynağımız ve ülkemiz adına ne yazık ki,
hazin ötesi acıklı; ama daha da ötesi büyük bir utanç kaynağı oluşturuyor.
Hele, dağdan gelip
bağdakini kovarken de, 'beğenmiyorsan başka memlekete git' diyebilen aynı zihniyete,
verebileceğiniz cevaplar, sizin dilinizi esasen konuşamadıkları ve ne
dediğinizi anlayamadıkları için de, yetersiz kalıyor.
Aşağıda, Engels ve
Marx'ın birlikte, 1840 larda yazdıkları Komünist Manifesto dan yaptığım tam da
bu konuya cuk oturan kısa alıntı da bile, bu gerçeklerin nasıl ışıldadığını
fark edeceksiniz. Şimdi bu noktada artık, sözü ustalarına bırakıp biz aradan
çekilelim. Gerisini daha dikkatli ve önyargısız okuyup yorumlayın lütfen.
Bakalım yaklaşık 160 sene önce yapılmış yorumları, bugünümüzle anlamdaş bulacak
mısınız?..
§ Burjuvazi, üretim araçlarını ve böylelikle
üretim ilişkilerini ve onlarla birlikte toplumsal ilişkilerin tümünü, sürekli
devrimcileştirmeksizin var olamaz. Daha önceki bütün sanayici sınıfların ilk
varlık koşulu, bunun tersine eski üretim biçimlerinin değişmeksizin
korunmasıydı. Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki
düzenin kesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva
çağını bütün daha öncekilerden ayırt eder.
Bütün
sabit, donmuş ilişkiler, beraberinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar
ve görüşler ile birlikte tasfiye oluyorlar. Bütün yeni oluşmuş olanlar
kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa eskiyip gidiyor. Kutsal olan
ne varsa lanetleniyor ve insan kendi gerçek yaşam koşullarına ve hemcinsiyle
olan ilişkilerine nihayet ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor. (Friedrich Engels und Karl Marx, Manifest der
Kommunistischen Partei, London, 1848)
Serendip
Altındal