8 Kasım 2014 Cumartesi

TUT TUTABİLİRSEN..

            'Başkanlık' - aslında Padişahlık - dürtüsü depreşik, sonradan olma Kasımpaşalı ve şimdilerde de kaçak Sarayın ilk kiracısı olan vatandaş, almış başını bir yerlere doğru hızla koşturuyor. Dur diyeni de yok, tut ki tutabilirsen. Nedir, neler oluyor, daha neler olacak, nereye varacak arkadaşım bu için sonu. Görülüyor ki bu Atlantik güdümlü manipülatif CIA kokotratlarıyla anlaşılan bu işten çıkış yok.
            Daha hangi kavşağa kadar bu Mister'lerle ve kokuşmuş sistemleriyle yol almayı düşünüyorsunuz. Sizi temsil etmeyen hükümet tarafından milletçe ignore edilmek, hala tahammül sınırlarınızı aşmadı mı? Yoksa yetersizlik kompleksi tavan yaptı da, değersizgiller familyasından olduğunuzu mu düşünmeye başladınız? Hani malum karga ve kılavuz meselesi!..
           
            İnsaftır artık. Tüm sorumluluk taşıması gerekenler; vekiller, askerler, bürokratlar, bütün aydın olduğunu düşünenler, hacılar, hocalar ve diğerleri, anlaşılan kendi orijininize de saygıyı kaybetmişsiniz, salt ampirik takılıp duruyor ve ezcümle gününüzü kurtarıyorsunuz. Buna korku da diyemiyorum. Çünkü aranızda artık korku duvarını aşmış olanlar da fazlaca mevcut dur. Ne var ki, bilhassa da onların duyarsızlığı ve suskunluğu; ancak dış kaynaklı gizli bordro listeleriyle mi ilişkilidir acaba, denli düşünceler getiriyor aklımıza. Çünkü aksiyonerlikleri, ne ileri ne geri bir görüntü veriyor. İşte bizi düşündüren de budur aslında! Ama bilhassa da onlar, biraz da ülkelerinin mazlum, gariban; ama sapına kadar ahde vefa yüklü vatandaşıyla - ki yandı, kavruldu artık - empati oluşturmaya çalışsınlar.
            Diğer yanda ise; hiç bir maddi beklentisi olmayan, ahde vefa sahibi, aklı başında, milli duyguları yüksek gençlerimizden, vatan sevdalısı annelerimiz, genç kızlarımızdan, bütün çaresizliklerine rağmen dimdik duran emeklilerimiz, mağdur; ama mağrur emekçilerimizden ve tüm diğer Ulusal gönüllülerimizden başka da kimseden tık çıkmıyor. Onlar iyi ki varlar. Ve Allah onların eksikliğini göstermesin bu vatana. Yoksa vatan biter...
            Hiç utanmıyor, sıkılmıyorsunuz? Onların da gücü bellidir. Ülkedeki CIA polisi ve kısmen de Jandarmasıyla, yandaş gugukçularıyla, baş edecek halleri elbette yok. Ve bizler hiç olmazsa yazılarımızla içimizi hasbelkader boşaltabiliyoruz. Bu kafaların gidişatıyla yakında bunu da yapamayacak hale hep birlikte gelebiliriz. İşte o zaman çıkmayan seslerinizi kendi adınıza kimlerin çıkaracağını düşünüyorsunuz? Bunu da yapamayanlar dertlerini nasıl duyurabilecekler, el insaf. Biran evvel Cumhuriyetimizin özüne dönerken, ırzına geçilen Adalet teyzemizi de acilen ruhsal tedavi altına almak ve bizatihen de rehabilite etmek zorundayız.

            Uluslararası itibarımızı yerle bir eden bu kanı bozuk AKP'nin, topuyla tüfeğiyle, akarı kokarıyla küllen ipini çekip, hesabını kesmeyi, aynı bağlamda da Atlantik rüzgârının başımıza savurduğu, 12 yıldır migren nedenimiz olan Erdoğan kültünden kurtulmayı ve birlikte binlerce yıldır mis gibi Karadeniz, Akdeniz rüzgârlarıyla sarmal olmuş, dört mevsimi dolu dolu yaşayan ve bu kafayla değerini, ancak kaybedince anlayacağınız dünya cenneti - veya Almanların tasvirlediği gibi de 'Goldene Platz An der Sonne' - ülkenizi de daha hangi baharda lütfen, kurtarmayı düşünüyorsunuz? Ve daha doğrusu da, acaba bu cenneti üstüne kapanmış akbabaların pençelerinden kurtarmayı sahiden düşünüyor musunuz? Yoksa migren, epilepsiye dönüşecek bu gidişle...

            İyi biliyoruz ki bu ülkede, bunların %22-25 kök seçmeni vardır topu topu. Diğerleri ise yandaş ihaleciler takımı, ithalat sanayicileri, zorunlu göbek bağlı ailevi efrad ve avenelerdir. Tek tehlike ise hala seçim güvenliğinin sağlanamamasıdır. Muhalefet önce bu sorunu halletmeye bakmalıdır. Yoksa yine hüsran kaçınılmazdır. Daha ne kadar söyleyelim. Ki ben bunu 2002 den itibaren her seçim öncesi söylemekten bıktım artık. Yoksa hüsranı kader olarak mı benimsediler. Oysa her şeyin kafada ve bakış açısında yani mental olduğunu nasıl bilmez, bu okumuş adamlar. Olayın 'Müslümansın' veya 'değilsin' ile en ufak bir ilgisi de yoktur aslında.
            Esasen bunların gerçek Müslüman olmadığını, El Arabiyalı Sultanın sağır nedimesi bile anladı artık. Topu kimse muhalefete atmaya kalkmasın. Olayın yetersiz ve sorumsuz muhalefete bırakılma lüksü de kalmamıştır zaten. Mesele tamamen millidir ve bu millet nasıl olursa olsun, gerekirse lidersiz de; ama yeni bir Kuvayi milli formatla, bunlardan biran önce kurtulmak mecburiyetindedir artık. Ve bilinsin ki, bu sorununu tek başına da kalsa halledecektir.

            İkna olmadınız mı? Bakın Mısır'a, Tunus'a bir zamanların Osmanlı vilayetleri olan ülkelere, sonra da onlardan çok daha önce ve fazla Cumhuriyet ile harman olmuş, laik, Atatürk gibi bir evrensel liderin Türkiye sine; ne demek istediğimi anlayın lütfen. O ülkelerde bile tutmayan şeriatın şayet bizim ülkede tutabileceğini düşünüyorlarsa, bu ülkenin insanlarının herhalde bir gecede paralel evrendeki opozisyonlarıyla yer değiştirdiklerini farz ediyor olmalıdırlar.

            Oysa Rusya'nın bağımsız Kürdistan'a geçit vermeyen geleneksel, sadık komşu tutumu, tam da bu dönemde, Türkiye’nin başında Kemalist bir Milli lidere yine tam destek vermek adına, açık bir davetiye demek oluyor. Tabii ki sadece, bunu değerlendirebilecek olanlar için anlam ifade ediyor bu yorum. Diğer yanda ABD'nin, Asya kapısında son kalesi olarak kabul ettiği Türkiye'yi ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemediği tuzağına, kesinlikle düşmemek veya da bu mecburiyeti, avantaja devindirerek azami yararla kullanmak gerekiyor.
            Hiç unutulmasın ki, jeostratejik bölgelerde mantar gibi biten kanton devletler, tamamıyla emperyalist talepler ve destekler nedeniyle oluşmuş, ulussuz topluluklar daha doğrusu da, ilerde gerektiğinde birbirlerine karşı da kullanılmak üzere farklı etnisitelerden oluşturulmuş kampuslardır. Ve yine emperyalist amaçlar doğrultusunda, zamanı geldiğinde bozuk paralar gibi de harcanırlar. Ne var ki bu oyuncuların başını çeken ABD, kendisinin de budunsuz federatif kampus devletler bileşkesi ve de aynı topun ağzında olduğunu ne hikmetse hep unutur.
            Yani daha açık ifadeyle de, zaman şimdi bu bağlamda ABD'nin, akıllıca ümüğünü sıkma zamanıdır. Yani ABD ile 1950 lerden itibaren yapılan tek yönlü olanlarının yerine, en azından, bütün misak ı milli haklarımızın - ki buna Lozan da dâhildir - kabul edileceği, ikili bir tam bağımsızlık antlaşmasının imzalanmasının şimdi tam vaktidir. Zira ABD eli mahkûm ayağımıza düşmüştür artık.
            İyi tanıdığımız Amerikan fıtratının ise, en son noktaya kadar bize poker yüzünü kullanacağı bellidir. Ve de bu bağlamda atacağı blöflere de asla prim verilmemelidir. Bir an önce komşumuz Rusya ile saf tutarak, bu milli ve müşterek kozumuzu, yüce Atatürk'ümüzün yaptığı gibi 'YURTTA SULH CİHANDA SULH' gerekçeli olarak, sonuna kadar kullanmak zorundayız bundan sonra. Bunun içinde ilk şart, neresinden bakılsa, içimizdeki ajan Amerikancıların, bilhassa da öncelikli olarak CHP den başlamak üzere, tüm muhalefet partilerimizin içindeki sızıntılarının ilk önce tasfiye edilmesidir. Bu aynı zamanda, seçim sathında yüzde yüz milli tabanlı muhalefetle mücadele vermek mecburiyetimizin de nedenidir...


            Birinin keyfi, 1000 odalı, muhtemelen de içinde Haremi bile olan - ki Emine Sultan buna ne der veya daha doğrusu ne diyebilir ki - bir sarayı ve 1001 gece masallarını kıskandıran diğer harcamaları, emsallerinin lüks harcama duvarlarından yükseğe zıplarken, yaşam odacıkları bile ihmal edilmiş madenlerde, yaşama tutunamayan garibanlarımız, birbiri peşine telef oluyorlar. Geriye kalan aile fertleriyse, yaşamla ölüm arasında gitgelleri yaşamaya mahkûm ediliyorlar. Üstüne de Türkmenistan tarafından at hediye edilen sarayında, artık Erdoğan ve atını, fantezilerinize emanet ediyoruz. Bu bağlamda Türkmen kardeşlerimizi, zekâ dolu ince mizahlarından ötürü de kutluyoruz.
            Bizim birader ise, saati çaldığında öbür tarafta zorunlu tek kanalı izlerken, artık zaplayamayacak da olduğuna göre, bakalım kendisini nasıl hissedecek. Tüm bu günahların hesabını, bir de öbür mekânda acaba nasıl verecek. Artık bunu da yol yakınken ve sarayında da vakti bolken düşünmeye, biran önce başlaması gerekir. Ha bu arada, sarayı ve lüks uçağını öbür mekânda acaba nerelere koyacaktır, orada ki takıma transfer olmadan önce bunun da hesabını yapmalıdır.

            'Yavaş yavaş alışırlar' ya da 'zırlar zırlar susarlar', nasıl olsa güç bizde zihniyeti de artık iflas etmiştir. Bu söylemin sahibi olan üstadı ı azama tebliğ edelim ki; kötüye alışılmaz, sadece zorunlu ve belli süreliğine yutulur, saati geldiğinde de zorunlu yutulanlar toptan geri kusulur. Ve 76 milyonluk baraj, biriktirdiğini taşıyamaz olup da gümbürtüyle aniden çöktüğünde, altında kalacakları heyelana bakalım kendileri nasıl alışacaklar. Bense çocukluğumdan beri, bütün haram varlığını tek darbede kaybederek sıfırlayanların, neler hissettiğini hep merak etmişimdir...

            Öz kaynakları, iğdiş edilmiş babalar gibi kurutulan yurdumda, şimdilik elde kalan kömür stoklarını arttırarak, seçim haraçlarını ödeyebilmek ve dış borçları dengelemek (o da kısmen) için, teşvikli kömür üretimlerini hep yukarı doğru pompalamalarının, alt yapısız ve çağ dışı bir zeminde sonunda varacağı ve beklenen nokta buydu aslında. Bu kafaların daha beterini de kapının önünde, sırada beklettiği kendiliğinden anlaşılıyor.
            Kurusıkı bir 'Allah korusun' da hiç kimseyi korumuyor. Ve birileri de şimdiden 'güzel ve şerefleriyle öldüler' tiradlarının daha şiirsel olanlarını hazırlıyor olsalar gerekir. Zira 12 yılın AKP klasiğinde, önce yandaş takımına milletin a(!!)ına koydurmak, sonra da alayımızın nafakasını; ama hudutsuz hortumlamaktan başka da yapacak işlerinin olmadığını, nasıl olsa hep ezberledik artık.

           
            Açılım, saçılım, peşmerge, işkembe vs. vb. detaylarına inersek bu yazıdan çıkamayız. Ne var ki, bu yolun sonunda Anadolu aslanlarının, yakın gelecekte Anadolu Burjuvalarına dönüşeceği yönünden burnuma keskin kokular geliyor. Bilmem sizde alıyor musunuz?

            Merkantilist evrede Avrupa da, bilhassa da önce dönemin sömürgeciler kralı İngiltere’de oluşmaya başlayan ve sömürgelerden çalınan servet dağları üzerine inşa edilen Batı Burjuvazisi, bugün başta İngiliz çocuğu ABD olmak üzere bütün dünya emperyalistlerine mikroplarını bulaştırarak onların insan kaynaklarında, tamiri olmayan yaralar açmıştır. Bizde ise o dönem, ancak başlamaya hazırlanıyor.
            Bu bağlamda Burjuvazi; ama dünya genelinde kendi devrimciliğinin yanı sıra karşı devrimi de önlenemez bir devinimle hızla hazırlamaktadır. İlaveten, direnen sömürge Burjuvası ise son bir çıkış yolu olarak gördüğü küreselci (Neoliberalist) kendi devrimini, ömrünü tamamlamış kıta Burjuvazisinin; ama eski enkazı üzerinde, daha şimdiden çatırdayan yeni temelleriyle nafile inşa etmeye çalışıyor ve her geçen gün de kendi mutlak sonuna, biraz daha yaklaşıyor.

            Ana fikrin yanlış yorumlanması neticesinde oluşan başarısız Bolşevizm denemesinden sonra, gecikmeli olarak gerçeğin su yüzüne yeniden çıktığı günlerdeyiz artık. Bizde de yeni oluşmaya başlayan çocuk ve kadın işçiler istismarı, çakma yasalarla pekiştirilen taşeron işçiler köleliği, doğmakta olan Anadolu Burjuvazisinin en belirgin göstergeleridir.
            Batı'nın yaklaşık 200 yıl evvel yaşadığı ve 100 yıl kadar önce de arkasında bıraktığı klasik Burjuvazi, şimdilerde neoliberal yeni bir arayış içindeyken, unutulmuşu ise bizde yeni yeni yaşam bulmaya başlıyor. Bu durumsa, Atasından sonra Kemalist devrimin arkasını getirememesi nedeniyle evrimini tamamlayamayan ve ortaçağ embesilliğini dıştalayamayan insan kaynağımız ve ülkemiz adına ne yazık ki, hazin ötesi acıklı; ama daha da ötesi büyük bir utanç kaynağı oluşturuyor.
            Hele, dağdan gelip bağdakini kovarken de, 'beğenmiyorsan başka memlekete git' diyebilen aynı zihniyete, verebileceğiniz cevaplar, sizin dilinizi esasen konuşamadıkları ve ne dediğinizi anlayamadıkları için de, yetersiz kalıyor.

            Aşağıda, Engels ve Marx'ın birlikte, 1840 larda yazdıkları Komünist Manifesto dan yaptığım tam da bu konuya cuk oturan kısa alıntı da bile, bu gerçeklerin nasıl ışıldadığını fark edeceksiniz. Şimdi bu noktada artık, sözü ustalarına bırakıp biz aradan çekilelim. Gerisini daha dikkatli ve önyargısız okuyup yorumlayın lütfen. Bakalım yaklaşık 160 sene önce yapılmış yorumları, bugünümüzle anlamdaş bulacak mısınız?..

       §  Burjuvazi, üretim araçlarını ve böylelikle üretim ilişkilerini ve onlarla birlikte toplumsal ilişkilerin tümünü, sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz. Daha önceki bütün sanayici sınıfların ilk varlık koşulu, bunun tersine eski üretim biçimlerinin değişmeksizin korunmasıydı. Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki düzenin kesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını bütün daha öncekilerden ayırt eder.
            Bütün sabit, donmuş ilişkiler, beraberinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler ile birlikte tasfiye oluyorlar. Bütün yeni oluşmuş olanlar kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa eskiyip gidiyor. Kutsal olan ne varsa lanetleniyor ve insan kendi gerçek yaşam koşullarına ve hemcinsiyle olan ilişkilerine nihayet ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor. (Friedrich Engels und Karl Marx, Manifest der Kommunistischen Partei, London, 1848) 

                                                                                          Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder