21 Eylül 2016 Çarşamba

ÇARESİZLİKTEN SOYUTLANIŞ..

            Kerry’nin Ruslara ‘gösteri yapmayın’ çağrısı, ömrü rol kesmekle geçen bir sürünün, sözcüsü olan çok işlevli bir bin bir suratın, kendisini ikrarıydı sanki.  Ateş kes yapılmışken, Suriye ordusunu ‘sehven’ bombaladık diyen ve aileleriyle birlikte geçirecekleri Bayramın hazırlığı içindeki askerciklerinden, 83 ünün ışığını söndüren barbarlara, sözde insan hakçısı BM de, elbette ve hiç olmazsa bir müzakere zemini açılması gerekiyordu. Rusya’nın haklı olarak yapmak istediği de buydu sadece. Şimdi bu gösteriş mi oluyor. O zaman da senin taşladığın, ‘dam üstündeki saksağan’ olmaz mı?

            Meclis koridorlarında, tuvalet önlerinde misafirlerini ağırlamak zorunda kalmıştı. Ortak dertleri olan ve tam da okulların yeni tedrisata başlayacakları bir dönemde, öğretmen bekleyen on binlerce çocuğu temsilen gelen ve çözüm arayışı içinde olan vatandaşlarının karşısında, onlardan daha da çaresiz kalmıştı. Bu CHP’li Milletin vekilinin trajikomik durumu, ne yazık ki o meclisi hem de kuran bir partinin Vekilinin yaşamak zorunda kaldığı bir ilk de olmuştu. Ve bu da beni bir kere daha, ‘vah benim Türkiye’m’ demek zorunda bıraktı.       

           
            Atatürk’e özenmeyi son günlerde ihtirası haline getiren ve neredeyse kendisini de o sanmaya başlayan Beştepelinin, okullar açılırken yüce önder gibi, bir de karatahta önüne çıkmadığı kalmıştı. Nihayet onu da becerdi. İyi de bu onu ne kadarlık Atatürk yapmıştı acaba. Biri bir şey mi dedi yoksa? Duyamadım tekrarlar mısınız?!!


            ABD’nin rahleyi tedrisatından geçen bütün ülkeler gibi, oğlancı hocaların kucaklarında hafız yetiştirilenler de bir daha iflah etmiyor. Çocuk yaşta tacize uğrayan o çaresiz çocukların mağduriyetlerinin ve başları önde biatkârlar olarak yaşamalarının tek sebebi olan cemiyetleriyle, nasıl bir hesaplaşma içinde oldukları da farklı senaryolarla hep karşımıza çıkıyor. Çevremizde giderek artan sapkın tutarsızlıkların, davranış bozukluklarının kaynağı, çoğunlukla da budur işte.

Ne ki süreç içinde tacize uğrayan o ülkelerde ise, ABD’ne karşı müthiş bir nefret oluşuyor. Bu durumda, o mağdur ülkeleri giderek, işte bugün de olduğu gibi bir karşı ittifak içine zorunlu olarak sokuyor. Dolayısıyla da ABD gittikçe yalnızlaşarak, küresel karşıtlarından aldığı menfi referansla müphem bir kedere doğru hızla sürükleniyor. İşte şimdi tam da böyle günlerdeyiz.

            Türkiye’mizin ise kendisini, sonunda yine aklın yolunu bularak bir manda olarak görüldüğü emperyalist Batı’dan soyutlaması, aslında mukarrer olandı. Ne ki aslı Atatürk bağımsızlığı olan bu doğrunun, Eşbaşkanlıkla yola çıkmış bir Erdoğan’ın ve AKP Hükümetinin, ABD’ni mandacısı olarak kabul eden irticai zihniyetiyle düşman kardeşler olduğu da apaçık ortadadır. Bu nedenle eşyanın tabiatına uymayan bu teamülün, aslında AKP adına bir zorunluluk olduğu da anlaşılmaktadır.

            Bu mealde Rusya’nın da AKP Hükümetiyle her şeye rağmen, ittifak arayışı da şartlar gereği oluşan ihtiyaçtan; ama yine de şartlara bağlı bir yaklaşımdır. Çünkü Erdoğan ve AKP sinin bir yan basması halinde, bu ittifak daha oluşmadan patlamaya da mahkûmdur. Ne ki Türkiye ile bir ittifak olgusu, Rusya için ille de olmazsa olmaz değildir. Lakin özellikle de Hükümetin Erdoğan tarafı, son derece dikkatli olmalıdır, yoksa iki ateş arasında kalacağı kesindir. O halde Rusya ile bir anda ortaya çıkan bu son şansını da çok iyi kullanmalıdır. Çünkü hiç kimse hele de Rusya, ikinci defa sırtından vurulmaya asla, belki de sehven olmuştur demeyecektir.

            Anlayacağınız geride kalan 15 yıllık AKP trajikomedisine bakıldığında, bu tuluatın aktörlerine ceman, ne içeride ne de dışarıda hiç kimsenin güven duymadığı ve duyamayacağı da kesinlikle kuşku taşımıyor. İşte ulusumuz ve ülkemiz adına da var olan en büyük tehlike budur aslında. Yani başımızda güvenilemez bir Hükümet taşımakta olduğumuz. Ve bunun da günahını bir gün, bunu hiç hak etmeyen ulusal katmanların ödemek zorunda kalacağıdır. Yoksa kimsenin bu durumun farkında olmadığını mı düşünüyordunuz.


            Bizi de artık içine çeken acil Suriye sorununa kalıcı bir çözüm bulabilmenin tek yolu; Türk Hükümeti ile Suriyeli partnerinin derhal ikili bir konsensüs oluşturması ve toplu çözüm bağlamında aralarında alacakları yapıcı kararları, diğer partnerleri Rusya ve İran’la da birlikte teyit ederek hep birlikte imzalamalarından geçmektedir. Hiç unutulmamalıdır ki Suriye’nin bölünmesi, Türkiye’nin de ortak meselesidir ve sorun öncelikle de bu iki ülkenin asal sorunudur.

Ne ki Türkiye’ye düşen bir görev daha vardır. Bu da Suriye’ye konsensüs teklifinde bulunmadan önce, Suriye’de ki bütün bölücü taife ile hiçbir ilişkisinin kalmadığını açıkça beyan etmek ve bunu da belgelemek zorunda olduğudur. Sonra da Fırat’ın Doğusuna da asker çıkararak ne kadar ciddi olduğunu bütün dünyaya da göstermelidir. Bu takdirde daha ikna edici olacağı da kesindir. Sözün özü; Erdoğan’ın önce gerçek bir milliyetçi olması, bunu da ortaya koyması gerekir. Etnik kimliklerin Kralı olan Türk kimliği varken etniklerle uğraşmanın âlemi nedir.

Hem de bu işin tek faydasının bölücü emperyaliste olduğu artık ilk mektep çocuklarının bile ağızlarında pelesenk haline gelmişken. Ayrıca asla unutulmamalıdır ki, Dünya tarihini değiştiren yüce Atatürk’ün başarısının sırrı, aslında imanla vurguladığı Türk kimliğinde gizlidir. Ve boşuna mı emperyalist, Türkiye’de önce Atatürk’ü bitirirsek, Türklerde Türk kimliği mefhumu da kalkar diye düşünüyor, buna yıllardır uğraş veriyor küçük aklıyla…

İşbu saatten sonra da ABD buna ne der, ne yapar tamamen kendisine kalmıştır. Bakın bilişimci Bil Gates akıllı adamdır. Şimdi de, kendi cep harçlığını ayırdıktan sonra bütün servetinin tamamına yakınını, Dünya muhtaçlarının dernek ve vakıflarına bağışlayacağını söylemiştir. Umarım onun ne yapmaya çalıştığını, Trumph gibi diğer para babaları da anlar. Yoksa yeni küreselde artık yasama garantileri kalmayacaktır. Çünkü emperyalistin kaderi, bizatihi kendi eliyle çizilmiştir, ta yola çıktığından beri. İşte size Neoliberalizm, filmin sonu, yani kaderimi ben yazarımın Türkçesi.

İnsanoğlunun varacağı son bilgelik ve erdem noktası olarak betimlenen Komünizm, öncesi iddia edildiği gibi fakirden zengine doğru değil de belki de zenginden fakire doğru tecelli edecektir, kim bilir. Şayet böyle de olursa, bu durum insanlık adına daha da eğitici olmaz mıydı acaba? Bu durumda da Gates’i anlayabilen diğer para babalarının, gelecek dünyada kendilerine erdemli yasama garantileri adına ışık tutan Gates’e, şükran duymaları gerekecektir.

Pekiyi bu Neoliberalistler bunu görebiliyorlar mı? Hiç sanmıyorum ve kendi başlarını yiyinceye kadar da göremeyecekleri kesindir. Bize gelince, Trumph gibi yap işlet, nasıl ki yaptır işlet, sonra da el koya dönüşürse; olmaz olmaz demeyin sakın. Bu gidişle hele bir dış borçlarınız gırtlağınızı aşsın da, görüşürüz…
                                                                                                         
Serendip Altındal



13 Eylül 2016 Salı

KILIÇDAROĞLU'NA..

            Demokrat maskesi altında, ihanet şebekeleri haline gelmiş Belediyelere arka çıkan CHP li Milletvekilleri, midemizi bulandırıyor. Konu şayet vatansa ben yerim o CHP’li demokrasiyi. Vatana ihanet içinde olan ve bu defalarca belgelenen Belediyelerin elbette devlet eliyle içlerinden denetlenmesi gerekmektedir.

            Devletsen milli müktesebatın adına böylesine, gerekirse kayyum atarsın, o da sorunu çözmezse kapısına zincir de vurursun, aynen de prangalı mahkûmlar gibi. Çünkü bunu fazlasıyla kak etmişlerdir. Şimdi kimse da bize demokrasi dersi vermeye kalkmasın. Aslında da yine kendisini aldatmasın. Önce baksın etraftaki o demokrat dediği toplumlara da, bu tarz sorunlarını nasıl çözüyorlar, belki kendisi de bir şeyler öğrenmiş olur bu fırsatla da.

            Yurdumu bölmeye çalışan emperyalist beslemelerine destekleri tescillenmiş olan bu belediyelere, Atatürk’ün partisi ve Cumhuriyetin kurucusu CHP içinde hala destek çıkanlar varsa, deniz bitmiş, balık da kavağa çıkmış demektir artık. O zaman da dur bakalım demek gerekir, özgün vatandaş ambiyansıyla. Bu da öyle kurusıkı, dertleşme nüanslı birkaç kelime ile de olmaz. Zira durum olduğundan öte de vahimdir.

            Bu konuda sayfalar da oluşturabilirim. Ne var ki her şeye rağmen Atatürk’ümün Partisi ve Cumhuriyetimizin kurucusu olan bu partiye yine de saygım var. Bu konuda daha fazla söylemek içimden gelmiyor doğrusu. Nasıl olsa muhalifler yine fırsatı kaçırmayacaklardır. Eeyy Kılıçdaroğlu, beni lütfen daha fazla söyletmeyin. Arif olan anlar.

            Demokrat olduğunu söyleyen ve partini - ki o bizim de partimizdir - temsil eden façası bozuk bölücülerle ya sen de birliktesin ya da onlara karşısın. Şayet karşıysan da tavır almalısın ki millet ikna olsun. Yoksa Atatürk eyyamcılı, ikircikli politika yapıldığı sanrısı doğar ki bunun ne anlama geldiğini, bir parti Başkanının da çok iyi düşünmesi gerekir.

            Yıllarca beyanları, imzaları ve kanımızı donduran FETÖ işbirlikleriyle vatana ihanet içinde olduğunu yediden yetmişe her vatandaş bireyin kafasına yerleştirmiş olan Erdoğan ve AKP Hükümetine, zerre kadar güvenim yoksa da, aslında o da yeterli olmayan kayyum konusunda hak vermemem mümkün değil. Buna rağmen aksini söylemek doğru olmaz ve bana da uymazdı.

            Özellikle de emperyalistin hedefinde olan Güneydoğuda ki bu Belediyeler, Türkiye Cumhuriyetinin Belediyeleri olmaktan çıkmış PKK federasyonlarına dönüşerek, nifak ve şer yuvaları oluşturmuşlar, uyuduğumuz anda boğazımızı kesmek üzere de sinsice uygun zamanı beklemektedirler. Ve aynı bağlamda bugüne kadar ki bütün PKK yapılanmasında ve neredeyse bir savaş halinin oluşmasında, verdikleri katkılar, yedikleri bütün herzeler de belgelenmiştir.

            Hal böyle iken, şimdi nasıl olur da emperyalist beslemesi, ötesinde de milletvekili yaftalı HDP ajanlarına, Atatürk’ün Partisinin şerefli amblemini taşıyan bazı milletvekilleri, ortak savlarla eşlik eder, arka çıkarlar. Ve o partinin Başkanı ise nasıl olurda bu duruma seyirci kalır. Anti milli davranışla demokrasinin ne alakası vardır, bunu hangi akıl iddia edebilir.

            Sen kapını mandacına ardına kadar açıp, Türk vatanının şehirlerinin anahtarlarını, Lejyoneri olan PKK eşkıyasına teslim edip sonra da Vatan, Millet diyeceksin, bak bunu hiç yemezler. ‘Hadi canım geçiniz’ derdi rahmetli büyük ustanız. Şayet inandırıcı olmak ve öyle de kalmak istiyorsan, partinde yuvalanmış ve hıyanet şerbetiyle beslenen bütün yabanları acilen tasfiye edersin. Şayet bunu yapmaz veya yapamazsan da onlarla aynı şerbeti birlikte içmekte olduğunu elinle tescil ediyor olur ve bitersin. Böylece, ümit veriyorken sana da yazık olur kardeşim.

            Paralele çizilen dikey de bir doğrudur ve arada bu doğru da olmazsa olmazdır hani. Çünkü her zaman kavşakta (sapakta) yolu keser ve gideceği doğru yolu da gösterir insana. Milliyetçi Vatan Partisinin bile neredeyse Erdoğan’ın himayesine girip ondan himmet beklediğine, Bahçeli’nin MHP’sinin de ondan farkı kalmadığına göre; yoksa CHP de Washington DC ile gizli bir anlaşma mı yaptı diye düşündürüyor Şeytan. O zaman desene milli Muhalefet diye bir şey de kalmamış oluyor. Bu durumda da Ordumillet den başka da vatan müdafisi kalmamış demek olur ki; Ya Allah Bismillah o halde.


            ‘Ve işte o zaman, güler yüzlü tatlı dilli munis adam bir dev kesilirdi’ gerekçesiyle asılalım yularlara, zıplayalım üzengilere yine ve başlar yukarıda, milli imanla dolu göğüslerimiz ileride, haydi Bismillah. Gazamız mübarek olsun yine Emmioğullarım…


            Encamını gördüm ki bendensin
            Bende senin kanındanım bilesin
            O halde bırakma tek başıma da beni üzme
            Gör, kanım bile akıyor ağlayan yüreğime        
            Gel o zaman el ele sarılalım
            Ve bizi vatansız koyacaklara
            Bunun hesabını soralım
            Bak vatanın bağrına düşman dayamış yine hançerini
            Ama delemez bu ahde vefa yüklü çelik bedeni
            Sen, ben, o biz kâfire yeteriz
            Çünkü aynı ORDUMİLLET ve her daim aynı tek bedeniz…
           
                                                                                   Serendip Altındal

12 Eylül 2016 Pazartesi

UNUTULAMAYANLAR..

            Eşyanın tabiatına aykırı KHK’ların, Milli Savunma nedenli zorunlu hale gelen OHAL uygulamasıyla, ne alakası var Allah aşkına. Bu soruyu abes bulan; lütfen elini önce akıl taşıdığı varsayılan başına, sonra da vicdanına koysun da öyle yapsın kendi yorumunu. Mandacısının sırtını sıvazlayanla, kendisini sakin bir köşede paralamak üzere ağzında taşıyan kediyi, kendisini taşıdığı için ödüllendiren fare arasında fark yoktur.

            Adama eşek derseniz kızar. Eşeğe derseniz o güzel gözleriyle size ağlamaklı bakar sadece. Oysa eşek mazlum yaratıktır, Âdemin oğluna çok yardımcı bir hizmetkârdır da. Her gün boynuna asılan bir torba arpa uğruna, ömür boyu yükünü taşır. Bir o kadar da sopasını yer. Yine de gıkı çıkmaz garibin. Ne var ki aynı adama aslan derseniz, ne hikmetse de onur duyar. Oysa aslanın ona hiçbir faydası olmadığı gibi kazara yolları ormanda buluşsa, kendisini acilen günlük tabldotuna da ekler.

            Bu terslik ise bizim Âdemoğlunun kafasının karışıklığının yeteri delili değil de nedir. Yani bir eşek bile olamadığının aslında farkında değildir kendileri. Ne ki boyundan yukarı sallayınca da yanında durulmaz. Bu da kozmosta ki hiçliğinin bir başka göstergesidir gerçekte. Anlamakta zorlananlar, çevrelerine daha alıcı gözle bakarlarsa ne demek istediğimi derhal anlayacaklardır.

            İşte bir yanda Putin ile flört ederken, ötedeki Obama’ya göz kırpan Erdoğan’ın yaptığı da budur şimdi. İyi de Putin buna ne der ya da bu yemi ne kadar yutar. Belki de yumurtadan mı tavuk çıkar yoksa tavuk mu yumurtadan sorusu bile daha açık cevap içerir bu sorunun yanında. Çünkü ikisi de aynı sorudur der çıkarsınız işin içinden. Ne ki hiç bir Yenikapı birlikteliği de bu kadar dönekliği kaldırmaz. Ve bu denli ruhsuzluğa dayanamaz. İşte bu da asıl meseledir.

            Meclisten bomba bahanesiyle karışık, Atatürk’ün Mareşal üniformalı resmini kaldıran veya kaldırtan aymaz bademler iyi bilmelidirler ki; bugün bütünüyle şer büstü haline gelmiş ve başka da bir halta yaramayan kendi mevcudiyetlerini bile işte o üniformaya borçludurlar. Azerbaycanlılar bile o üniformalı resmin taşıdığı anlam ve değeri, bizdeki saksı kafalılardan daha fazla bildikleri ve anlamını da idrak ettikleri için, Atatürk’ün o resmini, önce çok değerli bir halıya dokuyup öyle hediye etmişlerdi.

            Salt kendi egoları için yaşayan ve toplumlarına en ufak bir katma değer sağlamayan bireylerden oluşan toplumların, siyasi yapılarının ne olduğu, hatta siyasi bir görüşlerinin de olup olmadığının, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Hele böylesi bireylerden oluşan Hükümetlerin yönettiği toplumların durumu ise, aynen bizdeki gibi ümitsiz ve trajikomiktir. Ve böylesi bir durum da, rahmetli Levent Kırca’nın tasvirlediği güldürülerle açıklanabilirdi ancak.


            Geçen gün Halk TV de Necip Hablemitoğlu’nun saygın eşi Şengül Hanımı dinlerken gözlerim yaşardı. Sayın Hablemitoğlu’nun, yıllarca sevgili eşinin makûs kaderi aydınlığa kavuşsun özlemiyle, bir kadın olarak tek başına verdiği mücadele takdire şayan ve de ibretliktir. Şayet filmi yapılsa, önce senaryo Oscar’ı kazanırdı kesin.

            Bu saygın Hanımefendinin ortaya koyduğu büyük mücadele, her şeyden önce de bir erkek olarak bana, bir elimi masamın üstündeki kasketime, diğer elimi de kalbime koyup başta kendisine, sonrada sevgili çocuklarına en iyi dileklerimi yollamam için yeterin de üstünde bir vesileydi. Bu bağlamda içlerinde hala sönmeyen acılarına rağmen yine de Hablemitoğlu ailesine, mutluluklar ve hayırlı bayramlar diliyorum, esenlikle kalsınlar…


            Vatandaşın ikbal ve derdine deva beklediği Devlete gelince; bu bağlamda kendisinden beklenen, bugün yaşadıklarının neredeyse yıllarca önce, noktası, virgülüne kadar hesabını yapmış olan ve pisipisine harcanan Hablemitoğlu gibi aydınların karanlıkta kalan dosyalarını, önce ve acilen aydınlığa kavuşturmaktır. Ve böylesi özverili aydınlarımızı da yetiştirmenin, hiç kolay olmadığı bilinciyle de yapmalı ve gelecekte aynı durumları önleyecek önlemleri de şimdiden almalıdır.

            Ayrıca bu asal görevini yaparken de, geçmiş suikastların kiralık tetikçileriyle hempa durumuna düşmekten de kendisini, sadece bu gerekçeyle soyutlayabileceğini ve bu sayede ancak milletin gözünde aklanabileceğini de asla unutmamalıdır.

Karanlık sokakların adamlarının karanlık işlerden daha fazla haberi olur ve bu gibiler polise de muhbir kaynağı oluşturur düşüncesiyle, aşağıda bu konuyla ilgili bir haberin bağlantı adresini de görüşlerinize sunuyorum.


Bu potpuri da benden size bayram lokumu olsun. Bu vesileyle de hepinizin bayramını kutluyor, sağlık ve esenlik dileklerimle birlikte, her şeye rağmen ve ilerisini öngörerek yine de hepinize mutluluklar diliyorum.


                                                                                  Serendip Altındal



8 Eylül 2016 Perşembe

GERİSİ BAHANE..

            Erdoğan ve AKP dönemi kara bir lekedir, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde. BM statüsünde vatandaş yasama haklarını ihlal eden, uluslararası ticari normların, antlaşmaların üstünden atlayan, teröriste kucak açan ülkelere ihtiyati tedbirler alınıp, cezai müeyyideler uygulanırken, bu ülkelerin yeniden yapılanmaları da gündeme getiriliyor.

Keyfiyet bu merkezde olunca da 15 yıldır bütün sapkın, kamusal, bürokratik, siyasi ve ekonomik aktiviteleri, bizatihi icraatçılarının bile toplam boylarını aşmış, dolayısıyla da kara listeye alınmış bir Türkiye’nin gözardı edileceği, asla akla getirilmemelidir. Aynı bağlamda da bilinmelidir ki; daha önceleri komşularıyla bir sorunu olmayan, harama el uzatmayan, pisliğe bulaşmayan Türkiye’mizin başına ne gelmişse ve/veya bu yok halimizle de nasıl bir bedel ödemek zorunda kalacaksak, bunun tek sebebi başımızda ki AKB musibetidir.

Şimdi artık, 15 yıllık bu Vandal siyasetinin hesabı sorumlularından milletçe sorularak uluslararası mutabakat parkında bir iyi niyet zemini oluşturulmalıdır. Ki belki de bu sayede affa da uğrayabilmemiz mümkün olabilir. Ne ki yine de unutmamalıyız ki, kayıp yıllar içinde ana mağduriyet nedenimiz olan, sandık açılımlarını AKP ile başlatıp, AKP ile sonuçlandıran SEÇSİS manipülasyonu, aslında ABD ve yandaşlarının başımıza sardığı bir beladır. Diğer yanda ise elleriyle oluşturdukları paralel bahane; ama yıllar içinde oluşan vurgunsa, birileri için şahaneydi.

Bunu tenzih etsek bile, yine de ‘çalıyorlar; ama çalışıyorlar’ mentalinde ki tutarsız, yandaş ve aymaz bir yüzdenin mevcudiyeti, AKP talanına asla bulaşmamış Kemalist ve ulusalcı vatandaş ekseriyetimizin de, maalesef kendileriyle olan vatandaşlık bağımız nedeniyle, zorunlu olarak yüzkarası olmuştur.

Kemalist ulusalcıların bütün tepkilerine, karşı duruşlarına rağmen, Kuvayı Milliyeyi dıştalayıp tüm olaylarda sadece konu mankeni olarak kalmaları da, kendi mağduriyetlerinin ayrı bir nedenidir. Yani pek şikâyet etmeye de hakları yoktur aslında. Birlikte suça seyirci kaldıklarından, layıklarını bulmuşlardır da esasen. İşte bu açmazda, lekesiz beyaz yakalı oldukları ve asla hak etmedikleri halde hesap ödemek zorunda kalacak çoğunluğun acınası durumu ise hayli düşündürücü, fazlasıyla da üzücüdür.

Sonuç ise, küreselci neoliberal maskaralarla, ulusalcıların ayrı yaşayacağı bir dünya kurulmadan huzurun gelemeyeceğine ki bununsa imkânsız olduğuna bakılınca da; yeni bir dünya harbinin kaçınılmaz olduğu, göreli olarak anlaşılmaktadır. Esasen G20’nin beklenen sonuçları, bu görüntüyü bir kere daha teyit etmiştir.

Yenilik ise, Obama’nın kırmızı halısız arka kapıdan buyur edilmesi ve AB’li partnerleriyle birlikte onlara hiç yüz verilmemesi; hatta bizim Erdoğan’ın bile kendilerine tercih edilip protokolde daha yukarıda tutulması, hiç alışılmadık yeni bir siyasi jargon oluşturmuş ve ‘artık devran değişti’ mealinde dünyaya da, yeni bir birliktelik mesajı vermiştir.

Obama’nın Erdoğan konuşurken simultane tercümeyi dinlememesi, belki de kendi adına bir rövanş tarzıydı. Hoş bu durum sırıtmış olsa da; çünkü karşısında ki emperyalistten sığıntı hakkı dilenen bir Vahdettin değil, neticede Atatürk Cumhuriyetinin, kimseden sığıntı hakkı dilenmeyen, başı yukarıda bir Cumhurbaşkanı idi. Buna rağmen küreselci harami kardeşlerin birlikte, Çin’de siyasi bir şamar yemeleri de o kadar mükemmeldi. Ve yapanın aklına sağlık dedirtti bize…


6-7 Eylül olaylarında henüz çocuktum. Eniştemle birlikte tramvayda gidiyorduk. Talan edilen dükkânları görünce, yüksek öğretmen okulu öğretmeni olan enişteme çocuk aklımla; ‘ bu adamlar bunu hak etmedi mi’ diye sormuştum. O da bana; ‘hiç olur mu oğlum, şimdi hesabı milletimizden başka kimin ödeyeceğini düşünüyorsun’ diye karşı bir soruyla cevap vermişti. Bu da bana kapak olmuştu o zaman.

Çünkü birilerinin dolmuşuna bindirilmiştik millet olarak o zaman da yine. Allahtan Türk Milleti, ordu millet olduğu için ordu gibi düşünür. Sathı müdafaa dışında küllen ayağa kalkmaz. Esasen kalkınca da asayişi yeniden sağlamadan asla yerine oturmaz. Bu yüzden o zamanda, birkaç çapulcu fanatik dışında dolmuşa binen olmamıştı. Şayet aksi olsaydı, bir hayli kabarık olacak faturayı da halen biz ödüyor olacaktık şimdi. Ermeniler de boşuna; ama aynı nedenlerle bizden taleplerde bulunmuyorlar mı? Ne ki sahibi olmadığımız çocuğu bize yamamaları kolay değildir. Zira biz neyi, ne kadar yaptığımızı millet olarak çok iyi biliriz.

Bugün de yeterinden fazla sebep vardır, tekrar aynı dolmuşa binmek için. Şehit ana ve babalarının renksiz gözyaşları, giderek kızıl kanlara dönüşüyor. Ve üstüne de hala bizden olmayan birileri, ‘metropolümüz İstanbul’dur’ mesajlarıyla, yine bu milleti germeye boşuna uğraşmıyorlar. Herhalde kendilerini besleyen emperyalist güçleri, bu sayede arkalarına alabileceklerini hesap ediyor olsalar gerekir…

                                                                                  Serendip Altındal



1 Eylül 2016 Perşembe

FARKINDAYSAK..

            Yargıtay’ın sarayda toplanması ne alakaysa, bunun ABD ile alakası da o kadar alakadır işte. Erdoğan şapkası altında bir milli birlik, ne kadar oluşabilirse, işte aynen de bu kadar oluşabilir ancak. Kendi şapkalarınızı önünüze koyun ve bunu da bir düşünün bakalım şimdi kardeşler. ABD ile savaş halindeymişken bunlar nasıl oluşuyor diye düşünebiliyorsak, o zaman biz ABD ile hakikaten savaş halinde miyiz sorusunu da kendimize sormamız gerekmez mi? Beklediğimiz gibi cereyan eden, ikircikli ve yanak yanağa son Biden maskaralığından da, hala bir şeyler alamadık mı yoksa?

            AKP Hükümetinin verdiği bulanık görüntüye bakınca bir ikilem önünde olduğumuzu da görüyoruz. Yoksa Erdoğan’ın Hükümet kontrolü elinden alındı da KHK’lar artık ona bile haber vermeden gizli eller(!) tarafından mı çıkartılıyor. Çaresiz kalan ve yalnızlaşan Erdoğan ise kendi kurtuluşunu, Atatürk’e sığınıp nedamet tezahürleriyle ulusalcı kanada yanaşmakta mı görüyor. Yoksa yine rol mü kesiyor. Hepsi iyi de, koltukçu Bahçeliyi tenzih etmek kaydıyla, muhalefetin(!) geri kalanı bu durumlara ne diyor acaba.

            Sarayda ikamet eden Cumhur başı davet ediyor diye davete icabet etmekte sakınca görmeyen; ama aslında siyaset dışında kalması ve hiçbir siyasi otoriteye itibar etmemesi gereken yüksek yargının, bağımsız vakur ciddiyeti ve siyaset üstü dik duruşu, nerede kalıyor o zaman.

Ki bunlara GENKUR Başkanı Hulusi Akar’ın, olur olmaz siyasi açılışlarda resmi kıyafetli yer alışları da dâhildir. Yüzyılın GATA’sının anahtarını, sırıtarak yerini alacak olan türbanlı bacısına elleriyle teslim eden badem Paşasını ise, bahse konu bile etmek istemiyorum. Daha doğrusu da içimden gelmiyor, elim varmıyor buna.

Her şeyi ABD organizasyonlarıyla kıyaslayan bazı çokbilmiş, danışman müsveddelerini de uyaralım ki; koskoca şanlı Türk tarihini dışarıda bile bıraksak, Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir ve ordusu da bir ulusal ordudur. Sizden danışmanlık aldığını sanan adamı da boşuna yanıltmayın. Onun da başını yakacaksınız sonuçta. Oysa ABD bir federatif devletler topluluğu kampüsüdür, dolayısıyla da ordu denilen aslında egemen burjuva sınıfının paralı koruma gücüdür, yani bir Türk, İngiliz, Fransız, Alman vb orduları gibi gerçek bir ulusal ordu değildir.

Ve Türklerde olduğu gibi bir Ordu millet vasfı da asla mevcut olamaz ABD ordusunda. Şimdi bunun nesini kendinize emsal alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Jeopolitik büyük riskler taşıyan coğrafyamızda, bizi ayakta ve tek parça halinde tutan ve en kıymetli varlığımız olan ordumuzun, orasıyla burasıyla oynamaya kalkarsanız, ABD ordusundan bile daha fazla milli vasfını kaybetmiş yoz bir profesyonel kadro beslemiş olursunuz. Ki bunun artık asker kimliği de kalmamıştır ve sonuç adınıza facia olur.

Çünkü ona sizden fazla ödeyen, sizin sandığınız orduyu size karşı da kullanır. Madem Osmanlıcısınız, Yeniçeri geçmişinizden de bir şeyler öğrenemediniz mi? Bilin ki, taşıdığınız bu kafayla da asla kan durmaz, gözyaşları dinmez ülkemizde. Her şeyden önce de vurdu mu oturtacak olan güçlü ordusudur, Türk’ün bileğini bükülemez kılan. Ve sokun artık bunu o(!) kafalarınıza. Son varlığınızı da yitirmeden.

Aynı bağlamda kişiselleştirerek, saraydaki sembolik otoritenin kendi koltukaltını işaret eden bir opsiyonla meclisin arkasından dolanarak, aslında sınıflar üstü kalmak zorunda olan yüksek yargının; Burjuvanın biatkâr sınıfına (ayak işleri yapan) devşirilmesini, hele de Yargıtay’ın başına atanan şahıs nasıl göremez. Bunu yaparken de, gerçekte kendi tarafgirliğini ve kimin adamı olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koyduğunun ve aynı zamanda onların adına da karar verdiği için, diğer statü arkadaşlarının mesleki saygınlıklarını da bir çırpıda sıfırlayarak, kendi seviyesine indirgediğinin de nasıl idrakine varamaz.


ABD’nin milli birliğimizi ve ulusal bütünlüğümüzü içimizden yıkmak üzere angaje ettiği iki piyonu vardır, biri Vatikan İslam’ı bağlamında ruhani lideri Feto, diğeri de müstevli siyaseti lideri Erdoğan’dır. Önce Feto’yu sonuna kadar kullanmıştır, hala da kullanmaktadır. Millet bu yemi hazmetmekle meşgulken, Erdoğan’ı da Türkiye Cumhuriyetine nihai darbesini vurmak üzere yükseklerde uçurtmaktaydı.

15 Temmuzla bu durum değişti ve artık Erdoğan Cumhuriyetimizi hadım etmek üzere Fetonun yerini tam yetkiyle – ki buraya bir acaba koymak gerekiyor, çünkü gerçek birinci adam gizli tutuluyor olabilir -  ele aldı ve satha inişe geçirildi. İşte 15 Temmuzdan sonra birbiri peşine çıkarılan ani KHK’lar da, bu inişli çıkışlı devri Teslim’in, en güncel tutanaklarıdır.

Türkiye’mizin önlenemez yükselişi ABD’yi şüphesiz şiddetli bir endişeye düşürmektedir. Bünyemizde ki asla vazgeçilemez laik, Atatürkçü, tam bağımsızlıktır onları asıl korkutan da. Ne ki başka türlü yapıda bir Türkiye’nin de, bir gelecek planı ve prognostik analizi olabilir miydi hiç. Oysa Rusya, Türkiye’nin Kemalist rotada büyümesinden ziyadesiyle mutlu olacaktır. Çünkü çok iyi bilirler ki, böyle bir Türkiye kendi müktesebatlarının da garantörü olacaktır.

İstiklal dönemimizde, şayet Mustafa Kemal Türkiye’sine güvenmiyor olsalardı, hem de yeni bir devrim kargaşası arasında, zafere kadar ki süreçte bize tam destek sağlayacakları düşünülebilir miydi? Hiç sanmıyorum. Demek oluyor ki Rusya’nın, Türkiye’nin Kemalist ilkeli perspektifle yükselişinden asla endişe duymayacağı da açıktır.

Bilakis ancak böyle bir Türkiye ile bütün güçlerini birleştirecektir. Çünkü bu Türkiye’nin, işgal caydırıcılığı yanında, kuşkusuz tek bir emeli olacaktır yine: ‘YURTTA SULH, CİHANDA SULH’. Rusya da bunun aksini düşünmüyor ki esasen. İşte bu nedenle de emperyaliste, bu doğrultuda ve kendisinden bağımsız olarak yükselen, yani kontrol edemeyeceği bir ulusal gelecek planı, karabasan oluyor ya zaten.

Bu arada Rusya ile aramız düzeliyor diye seviniyorduk. Oysa Putin, ‘biz Türkiye’de Atatürkçü laik bir Hükümet görmek istiyoruz’ derken, bütün samimiyetiyle de kalbini ortaya koyuyordu. Böylece, ‘ancak böylesi bir Hükümete kalben güvenebiliriz’ mesajını da iletmekteydi, memleketimin bütün Kemalist milliyetçilerine. Yani ‘çıkaramıyor musunuz aranızdan adam gibi laik, Atatürkçü, güvenilir bir milli Hükümet’ ifadesi yüklü bir sitem olarak da okunabilirdi bu mesaj. Ve sanki de, o zaman, ikinci Kurtuluş savaşınıza tam ve ondan da öte destek yine bizden ve arif olan anlar dercesine!

Erdoğan bundan neyi, ne kadar anlayabildi bilemeyiz. Bunu tam değerlendirmek içinse yeterli beklemek ve gelişen safahatı da izlemek gerekiyor. Oysa daha şimdiden yeni polis alımlarıyla, hızla polis devletine doğru tam gaz yola devam ediyor ve bu mesajı tersinden okuduğunu da adeta suratımıza çarpıyor.

Diğer tarafta hala birileri ABD ile savaş halinde olduğumuzu haykırıp duruyor. Öyle ya ordumuz Cerablus’da ABD tekerine çomak sokuyor, bu yeterli delil değil mi denebilir de kuşkusuz. İyi de hangi ABD tekerine acaba, o kadar çok tekerlek var ki. Bırakalım koridorları, ÖSO, PYD, PKK, IŞİD, KCK, Kürdistan, Elbistan başlıklı yeni La Fontaine masallarını da, her şeyden önce askerimizin kasıtlı olarak bölgede meçhul (fantom) bir düşmana karşı dik durduğunu veya durdurulduğunu ve bu arada maalesef zayiat verdiğini de sakın unutmayalım.

Aşağıda Banu Avar’ın son mesajından yaptığım bir alıntıyla, belki sizin de kafalarınızda haliyle oluşan bazı karanlık noktalar aydınlanacaktır. Amerika’yı yeniden keşfetmek yerine, keşfedilmiş haliyle burada sözü sevgili Avar’a bırakıyorum. Şimdilik hoşça ve sağlıkla kalın dostlar…
         
            ¶  5 yıldır bir görünüp bir kaybolan ve içinde her ülkeden paralı askerlerin bulunduğu
 birlikler Irak’ı, Somali’yi, Libya’yı, Yemen’i Lübnan’ı, Suriye’yi kana bulamıştır. Blackwaters ya
da Xe ya da yeni adıyla Academi adlı CIA uzantılı  ‘terör şirketleri’  Afrika’dan Asya’ya
topladıkları gençleri her ülkede kullanmaktadır.
Bu şirketlerin  İntihar bombacısı çocuklardan, ‘Diktatörü devirme’ oyunu oynayan  sosyal 
medya trollerine, ve sahada bilfiil ağır silahlarla katliam yapan gruplara kadar kendilerine bağlı
 ‘çalışanları’ vardır..
2011 ortasından itibaren Suriye’de ortaya çıkan onlarca terör örgütünden biridir ÖSO. Özgür 
Suriye Ordusu.Önce İngilizce web sitesiyle kendini dünyaya duyurdu.. Free Syrian Army.
Birileri ona ‘ılımlı muhalif’ adını verdi..  ‘Ilımlı muhalifler’   Halep şehir merkezinde okulların 
olduğu bölgede 2 ton bomba patlatarak ne kadar ılımlı olduklarını göstermişlerdi.
2011 Temmuzunda Esad’ı devirme amacıyla ortaya çıkan ve İslam’ı kullanarak reklamını 
yapan onlarca grup arasında ilk olarak adını duyuran silahlı gruptu ÖSO. İnternette kısa bir 
araştırma meraklısına yüzlerce haber bilgi, belge sunacaktır.
ABD, Fransa, İngiltere, Ürdün, İsrail ve Türkiye tarafından desteklendiğine ilişkin belge ve 
bilgiler basında çokça yer almıştır.
Katar hükümetinin  örgütü palazlandırmak için  Suriye'nin elçilerine rüşvet teklif ettiği  
belgelenmiştir. Wikileaks belgelerine göre, Özgür Suriye Ordusu İsrail gizli servisleriyle 
eşgüdümlüdür. ABD hükümeti 2012 itibariyle Özgür Suriye Ordusu ve diğer muhalif güçlere
askeri destek verme kararını açıklamıştır. 
(http://www.reuters.com/article/us-usa-syria-obama-order-idUSBRE8701OK20120802)
Türk ve dış basında Özgür Suriye Ordusu'na katılmak isteyenler Türkiye'nin Adana ilindeki
gizli bir askeri kampta silahlı eğitimden geçirildiklerine ilişkin haberler yayılmıştır.
(Alıntı: CERABLUS VE ÖZGÜR SURİYE ORDUSU! YA ‘KANDIRILIYORSAK’… 29.8.2016 - Banu AVAR)


                                                                      Serendip Altındal

Video Kanalım