8 Eylül 2016 Perşembe

GERİSİ BAHANE..

            Erdoğan ve AKP dönemi kara bir lekedir, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde. BM statüsünde vatandaş yasama haklarını ihlal eden, uluslararası ticari normların, antlaşmaların üstünden atlayan, teröriste kucak açan ülkelere ihtiyati tedbirler alınıp, cezai müeyyideler uygulanırken, bu ülkelerin yeniden yapılanmaları da gündeme getiriliyor.

Keyfiyet bu merkezde olunca da 15 yıldır bütün sapkın, kamusal, bürokratik, siyasi ve ekonomik aktiviteleri, bizatihi icraatçılarının bile toplam boylarını aşmış, dolayısıyla da kara listeye alınmış bir Türkiye’nin gözardı edileceği, asla akla getirilmemelidir. Aynı bağlamda da bilinmelidir ki; daha önceleri komşularıyla bir sorunu olmayan, harama el uzatmayan, pisliğe bulaşmayan Türkiye’mizin başına ne gelmişse ve/veya bu yok halimizle de nasıl bir bedel ödemek zorunda kalacaksak, bunun tek sebebi başımızda ki AKB musibetidir.

Şimdi artık, 15 yıllık bu Vandal siyasetinin hesabı sorumlularından milletçe sorularak uluslararası mutabakat parkında bir iyi niyet zemini oluşturulmalıdır. Ki belki de bu sayede affa da uğrayabilmemiz mümkün olabilir. Ne ki yine de unutmamalıyız ki, kayıp yıllar içinde ana mağduriyet nedenimiz olan, sandık açılımlarını AKP ile başlatıp, AKP ile sonuçlandıran SEÇSİS manipülasyonu, aslında ABD ve yandaşlarının başımıza sardığı bir beladır. Diğer yanda ise elleriyle oluşturdukları paralel bahane; ama yıllar içinde oluşan vurgunsa, birileri için şahaneydi.

Bunu tenzih etsek bile, yine de ‘çalıyorlar; ama çalışıyorlar’ mentalinde ki tutarsız, yandaş ve aymaz bir yüzdenin mevcudiyeti, AKP talanına asla bulaşmamış Kemalist ve ulusalcı vatandaş ekseriyetimizin de, maalesef kendileriyle olan vatandaşlık bağımız nedeniyle, zorunlu olarak yüzkarası olmuştur.

Kemalist ulusalcıların bütün tepkilerine, karşı duruşlarına rağmen, Kuvayı Milliyeyi dıştalayıp tüm olaylarda sadece konu mankeni olarak kalmaları da, kendi mağduriyetlerinin ayrı bir nedenidir. Yani pek şikâyet etmeye de hakları yoktur aslında. Birlikte suça seyirci kaldıklarından, layıklarını bulmuşlardır da esasen. İşte bu açmazda, lekesiz beyaz yakalı oldukları ve asla hak etmedikleri halde hesap ödemek zorunda kalacak çoğunluğun acınası durumu ise hayli düşündürücü, fazlasıyla da üzücüdür.

Sonuç ise, küreselci neoliberal maskaralarla, ulusalcıların ayrı yaşayacağı bir dünya kurulmadan huzurun gelemeyeceğine ki bununsa imkânsız olduğuna bakılınca da; yeni bir dünya harbinin kaçınılmaz olduğu, göreli olarak anlaşılmaktadır. Esasen G20’nin beklenen sonuçları, bu görüntüyü bir kere daha teyit etmiştir.

Yenilik ise, Obama’nın kırmızı halısız arka kapıdan buyur edilmesi ve AB’li partnerleriyle birlikte onlara hiç yüz verilmemesi; hatta bizim Erdoğan’ın bile kendilerine tercih edilip protokolde daha yukarıda tutulması, hiç alışılmadık yeni bir siyasi jargon oluşturmuş ve ‘artık devran değişti’ mealinde dünyaya da, yeni bir birliktelik mesajı vermiştir.

Obama’nın Erdoğan konuşurken simultane tercümeyi dinlememesi, belki de kendi adına bir rövanş tarzıydı. Hoş bu durum sırıtmış olsa da; çünkü karşısında ki emperyalistten sığıntı hakkı dilenen bir Vahdettin değil, neticede Atatürk Cumhuriyetinin, kimseden sığıntı hakkı dilenmeyen, başı yukarıda bir Cumhurbaşkanı idi. Buna rağmen küreselci harami kardeşlerin birlikte, Çin’de siyasi bir şamar yemeleri de o kadar mükemmeldi. Ve yapanın aklına sağlık dedirtti bize…


6-7 Eylül olaylarında henüz çocuktum. Eniştemle birlikte tramvayda gidiyorduk. Talan edilen dükkânları görünce, yüksek öğretmen okulu öğretmeni olan enişteme çocuk aklımla; ‘ bu adamlar bunu hak etmedi mi’ diye sormuştum. O da bana; ‘hiç olur mu oğlum, şimdi hesabı milletimizden başka kimin ödeyeceğini düşünüyorsun’ diye karşı bir soruyla cevap vermişti. Bu da bana kapak olmuştu o zaman.

Çünkü birilerinin dolmuşuna bindirilmiştik millet olarak o zaman da yine. Allahtan Türk Milleti, ordu millet olduğu için ordu gibi düşünür. Sathı müdafaa dışında küllen ayağa kalkmaz. Esasen kalkınca da asayişi yeniden sağlamadan asla yerine oturmaz. Bu yüzden o zamanda, birkaç çapulcu fanatik dışında dolmuşa binen olmamıştı. Şayet aksi olsaydı, bir hayli kabarık olacak faturayı da halen biz ödüyor olacaktık şimdi. Ermeniler de boşuna; ama aynı nedenlerle bizden taleplerde bulunmuyorlar mı? Ne ki sahibi olmadığımız çocuğu bize yamamaları kolay değildir. Zira biz neyi, ne kadar yaptığımızı millet olarak çok iyi biliriz.

Bugün de yeterinden fazla sebep vardır, tekrar aynı dolmuşa binmek için. Şehit ana ve babalarının renksiz gözyaşları, giderek kızıl kanlara dönüşüyor. Ve üstüne de hala bizden olmayan birileri, ‘metropolümüz İstanbul’dur’ mesajlarıyla, yine bu milleti germeye boşuna uğraşmıyorlar. Herhalde kendilerini besleyen emperyalist güçleri, bu sayede arkalarına alabileceklerini hesap ediyor olsalar gerekir…

                                                                                  Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder