Erdoğan
ve AKP dönemi kara bir lekedir, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde. BM
statüsünde vatandaş yasama haklarını ihlal eden, uluslararası ticari normların,
antlaşmaların üstünden atlayan, teröriste kucak açan ülkelere ihtiyati
tedbirler alınıp, cezai müeyyideler uygulanırken, bu ülkelerin yeniden
yapılanmaları da gündeme getiriliyor.
Keyfiyet
bu merkezde olunca da 15 yıldır bütün sapkın, kamusal, bürokratik, siyasi ve
ekonomik aktiviteleri, bizatihi icraatçılarının bile toplam boylarını aşmış,
dolayısıyla da kara listeye alınmış bir Türkiye’nin gözardı edileceği, asla
akla getirilmemelidir. Aynı bağlamda da bilinmelidir ki; daha önceleri komşularıyla
bir sorunu olmayan, harama el uzatmayan, pisliğe bulaşmayan Türkiye’mizin
başına ne gelmişse ve/veya bu yok halimizle de nasıl bir bedel ödemek zorunda
kalacaksak, bunun tek sebebi başımızda ki AKB musibetidir.
Şimdi
artık, 15 yıllık bu Vandal siyasetinin hesabı sorumlularından milletçe
sorularak uluslararası mutabakat parkında bir iyi niyet zemini
oluşturulmalıdır. Ki belki de bu sayede affa da uğrayabilmemiz mümkün olabilir.
Ne ki yine de unutmamalıyız ki, kayıp yıllar içinde ana mağduriyet nedenimiz
olan, sandık açılımlarını AKP ile başlatıp, AKP ile sonuçlandıran SEÇSİS
manipülasyonu, aslında ABD ve yandaşlarının başımıza sardığı bir beladır. Diğer
yanda ise elleriyle oluşturdukları paralel
bahane; ama yıllar içinde oluşan vurgunsa, birileri için şahaneydi.
Bunu
tenzih etsek bile, yine de ‘çalıyorlar; ama çalışıyorlar’ mentalinde ki
tutarsız, yandaş ve aymaz bir yüzdenin mevcudiyeti, AKP talanına asla
bulaşmamış Kemalist ve ulusalcı vatandaş ekseriyetimizin de, maalesef kendileriyle
olan vatandaşlık bağımız nedeniyle, zorunlu olarak yüzkarası olmuştur.
Kemalist
ulusalcıların bütün tepkilerine, karşı duruşlarına rağmen, Kuvayı Milliyeyi
dıştalayıp tüm olaylarda sadece konu mankeni olarak kalmaları da, kendi mağduriyetlerinin
ayrı bir nedenidir. Yani pek şikâyet etmeye de hakları yoktur aslında. Birlikte
suça seyirci kaldıklarından, layıklarını bulmuşlardır da esasen. İşte bu
açmazda, lekesiz beyaz yakalı oldukları ve asla hak etmedikleri halde hesap
ödemek zorunda kalacak çoğunluğun acınası durumu ise hayli düşündürücü, fazlasıyla
da üzücüdür.
Sonuç
ise, küreselci neoliberal maskaralarla, ulusalcıların ayrı yaşayacağı bir dünya
kurulmadan huzurun gelemeyeceğine ki bununsa imkânsız olduğuna bakılınca da; yeni
bir dünya harbinin kaçınılmaz olduğu, göreli olarak anlaşılmaktadır. Esasen G20’nin
beklenen sonuçları, bu görüntüyü bir kere daha teyit etmiştir.
Yenilik
ise, Obama’nın kırmızı halısız arka kapıdan buyur edilmesi ve AB’li partnerleriyle
birlikte onlara hiç yüz verilmemesi; hatta bizim Erdoğan’ın bile kendilerine
tercih edilip protokolde daha yukarıda tutulması, hiç alışılmadık yeni bir
siyasi jargon oluşturmuş ve ‘artık devran değişti’ mealinde dünyaya da, yeni
bir birliktelik mesajı vermiştir.
Obama’nın
Erdoğan konuşurken simultane tercümeyi dinlememesi, belki de kendi adına bir
rövanş tarzıydı. Hoş bu durum sırıtmış olsa da; çünkü karşısında ki
emperyalistten sığıntı hakkı dilenen bir Vahdettin değil, neticede Atatürk
Cumhuriyetinin, kimseden sığıntı hakkı dilenmeyen, başı yukarıda bir
Cumhurbaşkanı idi. Buna rağmen küreselci harami kardeşlerin birlikte, Çin’de siyasi
bir şamar yemeleri de o kadar mükemmeldi. Ve yapanın aklına sağlık dedirtti
bize…
6-7
Eylül olaylarında henüz çocuktum. Eniştemle birlikte tramvayda gidiyorduk.
Talan edilen dükkânları görünce, yüksek öğretmen okulu öğretmeni olan enişteme
çocuk aklımla; ‘ bu adamlar bunu hak etmedi mi’ diye sormuştum. O da bana; ‘hiç
olur mu oğlum, şimdi hesabı milletimizden başka kimin ödeyeceğini düşünüyorsun’
diye karşı bir soruyla cevap vermişti. Bu da bana kapak olmuştu o zaman.
Çünkü
birilerinin dolmuşuna bindirilmiştik millet olarak o zaman da yine. Allahtan
Türk Milleti, ordu millet olduğu için ordu gibi düşünür. Sathı müdafaa dışında
küllen ayağa kalkmaz. Esasen kalkınca da asayişi yeniden sağlamadan asla yerine
oturmaz. Bu yüzden o zamanda, birkaç çapulcu fanatik dışında dolmuşa binen
olmamıştı. Şayet aksi olsaydı, bir hayli kabarık olacak faturayı da halen biz ödüyor
olacaktık şimdi. Ermeniler de boşuna; ama aynı nedenlerle bizden taleplerde
bulunmuyorlar mı? Ne ki sahibi olmadığımız çocuğu bize yamamaları kolay
değildir. Zira biz neyi, ne kadar yaptığımızı millet olarak çok iyi biliriz.
Bugün
de yeterinden fazla sebep vardır, tekrar aynı dolmuşa binmek için. Şehit ana ve
babalarının renksiz gözyaşları, giderek kızıl kanlara dönüşüyor. Ve üstüne de
hala bizden olmayan birileri, ‘metropolümüz İstanbul’dur’ mesajlarıyla, yine bu
milleti germeye boşuna uğraşmıyorlar. Herhalde kendilerini besleyen emperyalist
güçleri, bu sayede arkalarına alabileceklerini hesap ediyor olsalar gerekir…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder