19 Aralık 2020 Cumartesi

HAKLIYSAN ÖZGÜRSÜN..

 


            Her şeyden önce bilinmesi gereken; emeğin asla satılık olmadığıdır. Çünkü yaradılış itibarıyla insan olduğumuz için emeğimizi istesek de satamayız. Emeğimizi ancak kiraya verebiliriz. Yani maaş veya ücret dediğimiz, aslında bir hizmet karşılığında aldığımız bedeldir. Çünkü doğuştan özgür olan bir insanı tamamen sahiplenebilecek bir değer veya değerler manzumesi evrende bile mevcut değildir.

 

            Hatta bir insanın canını almak için kiralanmış bir tetikçi bile kiralanmıştır aslında. Oysa ona para veren her ne kadar onun sahibi de olduğunu düşünüyor olsa da. Bu yüzen de ‘keser döner sapı da döner’ derler ya zaten. Şayet insan satılabilir mal olsaydı, esasen o zaman insan olmaktan da çıkardı. Balık nasıl balıksa, kuş nasıl kuşsa insan da insandır, başka şey değil. Ve bu da bir varoluş meselesidir aslında.

 

            Öyleyse demek oluyor ki insan veya başka bir can taşıyan, mal olmadığı için değerini ödediğini sananın malı olabilsin. Böylece sonu Dünya savaşlarına kadar uzanan insan objeli her karmaşa, her kaos gerçekte bu bilincin, insan olduğunu iddia eden tür mentalinde, bir azınlığa biat ederek bir türlü yerleşememesi nedeniyle, sahiplenmek zorunda kaldığımız evrensel ahmaklığımız, izahı olmayan bu bencilliğimiz nedeniyle değil midir? Yani biatkârla biat ettiren arasında hiç bencillik farkı olabilir mi? Yani hangisinin daha fazla bencil olduğunu sorgulayabilir miyiz gerçekte.

 

            Eski Çağlarda köleler ve köleciler hem de yasal olarak vardı. Sonrasında ise radikal sınıf ayrımcılığı, Spartaküsler yarattı ve yenileri de peş peşe arkadan geldiler. Kölelik ve kölecilik tarihin çöplüğünde küllen yok oldu. Bugünse ‘hepsi bana’ diyen ve ben merkezci asosyal yaşam tarzlarını gittiği yere kadar yürütme taraftarı olan liberal vampir = emperyalistin kendi ülkesinde ve/veya sömürge ülkelerindeki mazlumların kanını emmek üzere bundan sonra artık sadece yapay zekâlı dijital aletler – insansı robotlar- kullanmak zorunda kaldıkları da tartışılamaz açıklıkla ortaya çıkmıştır.

 

            İnsanoğlu varlığını sürdürebilmek için adalete ihtiyaç duyan ve bunu da her şekilde sonuçta toplumsal selameti bağlamında kendi kontrolüne alabilen tek varlıktır. Ve bu nedenle de sonsuz alemin insan eli değmiş her mekânında, adalet mahkemelerinin ışığı her daim yanacaktır. ‘Bunu Allah bilir’ diyen müminlere karşın, ‘matematiksel verilerle elde edilen istatistikler doğrultusunda bu gerçek ortaya çıkmıştır’ ibaresiyle cevap veren bilimsellere göre de ana gerçek budur.

 

Bu nedenle de ruhları ebediyen karanlığa mahkûm olmuş eşkıyaların masumlardan gasp ettikleri ganimetleri ise kendileri mekân değiştirdikten sonra, sadece arkada bıraktıkları ihtiyaç sahibi mümin veya gayrı müminlerin arasında paylaşılmaya yarayacak ve böylelikle de hak yine yerde kalmamış ve doğru adreslerini bulmuş olacaktır. Öyleyse bunu da arada bir düşünmesi, zarar değil bilakis sadece fayda sağlar insanoğluna.

 

            O halde bize de bu durumda sormak düşer ki: Allah her şeye kadir ve tek çözüm üretense; o halde Allah’ın ya da tanrının, her şeyi yaratırken ilk önce de kendisini yaratmış olması gerekmez miydi? Pekiyi keyfiyet bu olunca da kendisini yaratan veya bu kararı kendisine verdiren ana sebep neydi acaba?

 

Yoksa o da bir öntanrıdan mı icazet almıştı? İyi de o öntanrı acep kimden vesayet almıştı, falan filan vs. vb. Anlayacağımız bu alemde insanoğlu var oldukça kendisiyle birlikte nesilden nesle intikal ederek var olacak bir hikâyedir; daha doğrusu da sadece insanoğlunun aklını kurcalayacak uzatmalı bir mittir bu konu aslında…

 

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

8 Aralık 2020 Salı

PANAYIR TİYATROSU..

 


Katar katar satılanlar acaba gerçekte kimlere satıldı? Yoksa emperyalist stratejistler, arka planda hasılatı toplayıcı olarak Katarı da bizi soymak için aracı yaptılar da birlikte bizi mi uyutuyorlar! Ne dersiniz?

 

Esas alınırsa bugün Türkiye’mizin içsel en büyük sorunu, pili boşalan ve artık değişimi kaçınılmaz hala gelen AKP İktidarıdır. Gerçekte daha da büyük sorunumuz ise çektiği bütün sıkıntılara rağmen milletimizi ölmeden süründürmek bileşkesinde, sanki muhaliflermiş görüntüsüyle hala desteklemeyi; bu İktidar aslında kendilerine çalıştığı nedeniyle amaç edinen, emperyalist kaynaklardır.  

 

Hepsinden kurtulmanın tek çaresi ise Kemalizm pelerinimizi, daha fazla beklemeden yine sırtımıza almaktan geçer. Bugün Kemalizm’i en iyi benimsemiş ve uygulama geçirmiş olan Devletlerin başında Çin vardır. İkinci sıradaki Rusya ise özüne dönük biraz daha revizyon gerektiren bir Kemalizm’e sahiptir. Sadece bu iki Devlete bile bakmak aslında patent sahibi olarak önce bizde uygulanması gereken Kemalizm’in, uygulanamamasının bize verdiği acılı kayıpları, artık kurumaya başlayan damarlarımızda bile hissedebiliyoruz.

 

Hele de vatandaşlarına maske bile dağıtamayan bu İktidarın, başka ülkelerin Pandemi sorunlarına da -kendi sorunlarımız ortada büyüyerek sırıtıyorken- yardım ediyoruz söylemleri, İktidarda kalabilmeleri için emperyalistin ne denli baskılarına katlanarak ne trajikomik durumlara düştüklerinin de ayrı bir göstergesi midir? Ee hal bu olunca da şüphesiz, doğruları açıkça ifade edebilecekleri beklenmemelidir. Çünkü biraderlerin arkasında, çoğunlukla destekçileri olan cahil, cühelaların önceki toplamından çok daha az seçmeni kaldı artık. Muhtemelen onu da kaybetmek istemiyorlardır anlaşılan.

 

Yani İktidar öyle zor bir durumdaki tüm muhaliflerin yazar, çizer ve sosyal medya aracılığıyla kendilerine karşı kullandığı ifadeleri, tek adamlarının ağzından, kelimelerine bile dokunamadan ki daha etkili olabilecek ifade becerisine esasen sahip de olmadıklarından, muhalefete karşı kullanmak zorunda kalıyorlar. Bu durumsa kendilerine daha da fazla güldürüyor içeridekileri ve dışarıdakileri.

 

Ne diyelim, Allah bir zahmet ütüleyiversin de encamlarını, belki de önce tek adamlarından kurtulup, kurucu anayasaya ve Meclisin sinesine geri dönerek, kendilerine çeki düzen verirler. Çünkü kendi Cumhuriyet’inin kurucu anayasasına aykırı düşen bir Cumhurbaşkanına da Cumhurbaşkanı denemez. Bu durumda olan bir Devlete legal bir Devlet bile denemez. O halde ülkemiz ne olduğu belirsiz çok daha beter bir durumla karşı karşıyadır.

 

Böylesi bir durumda ise bu faciaya onay verenler 80 milyonu karşılarına alarak, bizatihen kendileri çok daha feci durumları karşılamak zorunda kalacaklardır. İşte bu felaket durumunda akılları biraz başlarına gelir de belki de vatana hayırlı evlatlara dönüşerek günahlarını da affettirirler. Olmaz, olmaz demeyin sakın.

 

Ayrıca esnaf ve bilhassa da küçük işletme sahiplerinin Pandemi gerekçeli özellikle de kredi borçları nedeniyle yaşadıkları icra sorunlarına kısaca değinmek gerekirse. Bu kardeşlerimiz özellikle de büyük iş adamlarının aynı sıkıntıları fazla kayıplar vermeden geçirmelerinin esas nedeninin, zor günler için fon ayırmaları ve bu paraları asla amaçları dışında kullanmamalarında yattığına empati oluşturmalıdırlar.

 

Yani bütün serbest meslek sahipleri işletmelerinin zor günleri için faizli fon hesapları açmalı ve bu tasarruflarını imkânları nispetinde de büyütmelidirler. Ve bu hesapların sadece zor günler için ayrıldığını da asla unutmamalıdırlar. Şayet böyle sıkıntılar yaşamak istemiyorlarsa.

 

Adam Çin’e, yeni İpek Yolu çerçevesinde dümbür düdük, malı mülkü dolu bir ticaret treni kaldırıyor, birkaç kilometre sonra da durdurup treni gara geri çekiyor. Tıpkı Ege de kara sularımızda gaz arayan gemimizi bile limana geri çektikleri gibi. Yani sömürge Devleti Hükümeti oldukları için, tükürdüklerini yalayıp havlu atarak, iflas ettiklerini adeta bütün dünyaya ilan ediyorlar. Bu durum hangi Devlette bundan sonra saygınlık bırakır ki? Ve bunun için kimlerden ültimatom aldıklarını açıklamaya, her zaman ki gibi yine yürekleri yetmiyor. Anlayacağınız bütün Dünya tefe koyup çalıyor bunları.

 

Velhasıl ne alakaysa; müstevli mevcudiyetleri gerekçesiyle, sahiplerinden aldıkları ültimatomlar üzerine, 7X24 seanslı ve içinde AKP dublörlü tek adam trajikomedyasının oynandığı bir panayır tiyatrosuna evirdiklerini düşünüyor olsalar herhalde, koca Türkiye Cumhuriyeti’ni. Ne var ki Kılıçdaroğlu’nun rakibini ezen akılcı bir sükunetle ve dosdoğru tespitlerle Mecliste verdiği tek adam muhalefetini ise takdirle izlerken, hakkını da vermemiz gerektiğinin adil olacağını düşünüyorum…

 

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

 

25 Kasım 2020 Çarşamba

VARLIK ACISI..

  


           Mafyayı kullanarak muhalefeti sindirme operasyonu, aslında Bahçeliden Erdoğan’a atılan en büyük ortak kazığıydı. Çünkü Erdoğan Başkanlığındaki İktidarın, muhalefetinden kurtulmak için Mafyaya itibar etmesi veya etmek zorunda bırakılması, aslında bir İktidar Başkanına bundan fazla da itibar kaybettiremezdi.

 

            Bahçeliye gelince; artık siyasi ömrünü daha da çabuk sonlandırmak pahasına, İktidar ortağını bile yerin dibine batıran bir manevrayla Mafya desteğine el atmayı, bir siyasi gaflet veya depresyonel bir Alzheimer başlangıcı olarak da kabul etmenin dışında yoksa Erdoğan İktidarını tamamen açık düşürmeye yönelik bir çalım olarak mı kabul etmemiz gerekir. Bu ise tarafımdan okurlara açık bir sorudur. Herkes kendine göre yorumlayabilir şüphesiz.

 

            Çünkü böylesine uçuk, yasa ve siyaset dışı itibarsızlaştırma çabalarını uygulama geçirmek şayet siyasetçide bir depresyona işaret ediyorsa, vakit geçirmeden bu durumdaki siyasilerin bundan böyle siyaset dışı bırakılmaları, acilen yasallaştırılmalıdır. Çünkü toplumlarına verebilecekleri hasar şiddetinin öngörülebilmesi imkânsızlaşır. Dolayısıyla da bu durum, Cumhurbaşkanlarının bile bundan böyle Mafya reislerinden seçilebileceğinin, anayasa maddesi olarak teklif edilebileceğini de akla getirecektir kuşkusuz.

 

            İşte tam da bu noktada Çakıcı düdüğünü üfleyerek ondan medet uman Bahçeliye aslında düşen görev; muhalefetin CHP kanadında da bulunan ve hala Kürt sorunundan bahseden emperyalist göbek bağlılarına da seslenerek, Türkiye de asla bir Kürt sorunu olmadığını, Kürt denen insanların kendilerinin de bildiği, bizatihen her vesilede onlardan, kulaklarımla da işittiğim gibi aslında birçoğumuzdan da saf ve katkısız Oğuz boylarından (Begdüz Aşireti) öz Türkmenler olduklarını söylemesi gerekirdi. Tabii gerçekte temsil ettiği yapay milliyetçilik değilse!

 

            Veya bu söylediklerimize farklı bir duyargayla bakıp, milli derin Devletin sanrısal ajanı(!) Bahçeliye, Erdoğan’ı tutsak yapıp, mevcut İktidarın anti millî paradokslarını kontrol altında tutmak ve yerli kapitalist sınıflarının da desteklediği milli bir endekste, Avrupa ile iş birliği çerçevesine bir dayanışma desteği mi sağlamaya çalışılıyor acaba? Düşüncesine de el atalım isterseniz. Nitekim Erdoğan’ın yeni AB senaryosu veya görüşü bu düşünceye ışık tutmaktadır. Yoksa ne oldu da Avrupa Birliğine desteksiz sallarken ani bir U dönüşle, o Birliğe birden kucak açtı.

 

            Saf milletim sorulduğunda, ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz demiyor mu? Gel de ölme ya da ‘yoksa siz kapınızın önündeki paspasın altında mı uyuyorsunuz’ diye sorma şimdi. Yahu yorgan mı kaldı da artık, altına girip uyuyalım. Pompeo denen ve daha ziyade açık/kapalı panayırlarda kadın/erkek – ekseriyetle de kadın – seyircilerin yükselen adrenalin seviyelerini düşürmeye yarayan, şikeli Amerikan güreşçisi kılıklı adamın, olduğundan fazla ciddiye alınması, gölge boksuna bile zemin hazırlamıyor aslında. Bu nedenle de ‘Türkiye de sadece Patrik efendiyi ziyaret etmiş-miş..’ konusunu bahse dahi yeterli bulmuyorum.

 

            Sekiz yıllık bir beyin fırtınasından sonra Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) ekonomik antlaşması RCEP’in nihayet yürürlüğe girmesi, AB ve USA emperyalizminin karşısında Doğunun ekonomi Devlerini bir araya getirerek acısız varlık sahibi bir Dünya yaratmak üzere Yeni Dünyanın hiç şüphesiz ki en güvenilir ve ihtiyaç hissettiği yeni bir denge unsuru olacaktır. Öyleyse hepimize hayırlı olsun! Ne var ki birileri hala AB ve USA ekonomilerinde menfaat aramakta olsunlar. Lakin Alman General zibidisi yakında postallarıyla bizim Meclise de girmeye kalkarsa anlarsınız.

 

            Sizin de dikkatinizi çekiyordur mutlaka. Yerli TV dizilerindeki abartılı, yapay ihtişamlı görseller, zenginlik ve aşırı dozajda savurganlık kokan sahneler, asla bugünün Türk insanının gerçek yaşantısını temsil etmiyor ki buna gerçek zenginler de dahildir. Çünkü bu tarz yaşamdan yani servetlerini, ayın sonunu getiremeyen insanlarımızın gözlerinin içine sokarak yürütülen yaşam tarzından, gerçek zenginler bilhassa çekinirler. Çünkü gerçek zengin, çeşitli; ama yasal para tuzaklarıyla soyup soğana çevirdiği vatandaşların karşısında, parasal ihtişama itibar ederek, çoğunu çulsuz bıraktığı müşterilerini, mudilerini bir de provoke etmekten çekinecek kadar da akıllıdır elbette.

 

            Bunu anlamak için, çevrenizdeki veya tanıdığınız sorunsuz zenginlerin çevresel yaşamlarını bir araştırın, ne kadar mütevazi yaşadıklarına inanamazsınız. Hatta sosyal medyada bile haklarında hiçbir dedikodu bulamazsınız. Oysa Sosyal Medyada bolca bahse konu olanlarsa gerçek zenginlerin yanında asla zikredilmeyecek çulsuzlar, sahtekâr çerezler, reklamperestler veya sınıfta kalmış siyasilerdir…

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

16 Kasım 2020 Pazartesi

 


            Yapay ve çok tartışılır tek adam güdümlü Cumhurbaşkanlığı sisteminin asla Türk ulusunun geleceği olmayacağı, ulusça da denendikten sonra artık bizatihen yasa koyucular tarafından da açık olarak idrak edilmiştir. Ve başta AKP iktidar lobisinin tamamına yakın bütün üyelerinin de bu bilinç doğrultusunda idari önlem almak zorunda kalacaklarının önü açılmıştır.

 

            Özetle de bu demek oluyor ki Cumhurbaşkanlığı sisteminin ve TBMM dokunulmazlığının yeni bir anayasal revizyonla tekrar temel doğrusuna getirilmesi ve Erdoğan’ın artık kenara çekilme vaktinin de gelmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ise AKP artık Erdoğan pozisyonuyla yola devem edemeyecek ve en azından kalan demeyelim; ama zorunlu yapacağı bir iç revizyonla yeni bir İktidar ivmesi yakalayarak, hiç olmazsa yeni bir koalisyon şansı elde edebilme umudunu öngörüyor olsa gerektir.

 

            Yani AKP bünyesinde bundan sonra Erdoğan ’sız bir yeniden yapılanma artık elzem ve de görünür olmuştur. Parti üyeleri bu yadsınamaz gerçeği ne kadar anlayabilmişlerdir bilemeyiz. Lakin aksi halde AKP Partisi de tarihimizde yok olmuş İktidar Partileri arasındaki yerini derhal almış olacaktır. Bu akıbeti kader haline getirmemelerinin tek şartı ise tek adam otokrasisinden acilen kurtulmak olacaktır. Hatta bunu yapmakla da ülkenin önünü açmak ve kaybolan itibarını yeniden kazandırmak gibi çok önemli bir realiteye öncülük ederken aynı zamanda yeni bir siyasi ikbal elde edebilme umudu yakalamış olacaklardır.

 

            Çünkü USA da ki İktidar değişikliğinden sonra yaşanacak yakın günler, ne anlatmaya çalıştığımı açıkça ortaya çıkaracaktır. Burada Biden, Pompeo vs. isimleri önemli değil; ama önemli olan USA yönetiminin bundan sonra arkasına alacağı ve tek güvencesi olan, Okyanustan esen çok uluslu sermaye rüzgârıyla, son yolculuğunu nereye kadar ve nasıl götürebilecek olduğudur, bizim için esas alınması gereken ana unsur. Bu bağlamda da başımıza hakkıyla getirmeyi umduğumuz İktidarın yapı elementleri, çok daha dikkatli ve itinalı seçilmek zorundadırlar. Zira yaşadığımız son deprem bile iskân binasından önce Devlet binasının, amacına uygun ve çok doğru yapılmış olmasının önemini, artık hepimize öğretmiş olmalıdır. Çünkü doğru bir Devletin binaları da her zaman doğrudur.

 

            Emperyalist dünyada eğitilerek yetiştirilen Türk kimlikli ajanlar şimdiden bu noktada hayli tescilli iç siyasamıza, yeni umutlar gibi sürülmeye başladılar yine. Öyle ya USA yönetim değişikliği nasıl belli olacaktı yoksa. Oysa daha seleflerinin bıraktıkları pislikler henüz temizlenemeden, yenileri siyasaya yedirebilmek için siyasi statükonun çerçeve rötuşlarının da yapılması gerekecektir hiç şüphesiz. Dolayısıyla ileride yeni Hükümeti kurmak üzere bu elemanların muhalefet partilerine ve para piyasamıza amaca uygun kalıplarla monte edilmeleri gerekmektedir yeniden. Ki yarı sömürge de böyle olunur ve böyle kalınır. Ne yaparsınız, körle yatan şaşı kalkar, yani 50’lerden bu yana devamlı yatıp kalktığımız Amerikan klasiği de budur işte. Bu yüzden de zaten artık geleceğimize bile şaşı bakmıyor muyuz?

 

            Bu şaşılığın düzeltilebilmesi ise doğrudan, başta CHP olmak üzere bütün muhalefet Partilerinin, laik ve bağımsız milli, yani Kemalist prensipte, yeniden parti içi revizyonlarını yapmalarını elzem kılan yeminli bir aksiyon birliğini gerektirir. Üzerimizdeki sinsi emperyalist menfaat oyunları ise ancak bu sayede akamete uğratılabilir. Yoksa önümüzdeki yeni siyasi iktidar da sadece yine milletini uyutacak ve eskileriyle yeniden tekrarın tekrarını yaşatacaktır. Ve tekrardan kokuşma, ihlal ve rüşvet suçları birbirini takip etmeye başlayacaktır.

 

Sözün özü dersek; İKTİDARA SOYUNAN BÜTÜN PARTİLER, İLK ÖNCE İÇLERİNDEKİ ANTİ MİLLİ KOKARCALARINDAN KURTULMAK ZORUNDADIRLAR. Çünkü aynı acıyı tekrar yiyecek millet değildir artık Türk milleti.

 

Devletin hele de bir sağlık Bakanının işi, bütün vatandaşlarının hasta olacağını söylemek değil, aksine bütün vatandaşlarının sağlığını nasıl koruyacağını, ikna edici bir ilmi çerçevede ortaya koymak olmalıdır. Yoksa diğerleri tarafından kahredilerek, akıl sağlığını kaybettiği gerekçesiyle tımarhanelere kapatılmış, aslında dışardakilerin çoğundan daha akıllı olan içerdeki gariplerin söyleyeceği en son söz bile değildir. ‘Ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir’ mealindeki ve maalesef bir Sağlık Bakanının ağzından dökülen bu sözler…

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

 

6 Kasım 2020 Cuma

SESSİZ DERİNLİK..

    


         AB bileşeni ve USA ile yapılan sözlü kavgalar aslında Türk Ulusunu uyutmaya yönelik kayıkçı kavgalarıdır. Yoksa bunların gerçek olduğuna mı inanılıyordu. Emperyalist hiç bugünkü yapay demokrasi cumhuriyeti Devleti ve başındaki tek adam koltuğunda oturan kişiden hele de Dünyanın bugünkü durumunda hiç vazgeçer mi?

 

            Aslında Erdoğan’dan bekledikleri, eş başkanlık misyonu itibarıyla, Atatürk muhtevası ile birlikte altı oklu Cumhuriyet müktesebatını, derdest edip kendilerine teslim etmesidir. Türkiye’mizin eyalet devletler paradoksu ortaya çıktıktan sonra da nasılsa görevini yapmış ve adresini bulmuş bir havalenin içi boşalmış ambalajı gibi kendisi beraberinde tüm kumpanyasının da bir kenara atılması, elbette emsal diğerleri gibi sorunsuz olacaktır. Tabii evlerinde yaptıkları pazarlık bizim çarşıya uyarsa!

 

            Dahası da 20 yıllık İktidarın, bütün uluslararası hukuk jargonuyla da Devlet suçu olarak kabul görülen yasal ihlallerini, terörist aklamalarını, hazine soygunlarını bolca icra eden AKP kadrosunun bütün icra organı, bizatihi emperyalist eliyle farklı uluslararası mahkemelerde çeşitli cezalara çarptırılacak ve böylelikle de kendilerinden kurtulmak emperyalist içinde kitaba uygun olurken, üstelikte bu komployu hazırlayan emperyalist çete, demokratik(!) insan haklarını koruma gerekçesiyle Dünya kamuoyu önünde bir de aklanacaktır.

 

            Şayet bu yazdıklarıma belge isteniyorsa; bu defa Pandemi dolayısıyla yine yasaklar listesine alınan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, kılıfına uydurulmuş bir Devlet statükosu çerçevesinde, halkından yoksun, sessiz ve usulen yapılması, İktidarın, ülkemizin meşru laik Cumhuriyet müktesebatını yıkmaya odaklı faaliyetlerinin, tartışmasız en isabetli belgesidir.

 

            Ayrıca usulen yapılan anma töreninde Erdoğan’ın Mustafa Kemal hitabını terk edip yüce mevtamıza Atatürk hitabını kullanması, tarafından zorunlu bir tekzip yoksa bir nedamet göstergesi olarak mı algılanmalıdır, bunu da yorumlarınıza bırakıyorum. Bağlamında, ellerine listeler verilen gençlerin, seçilmiş eyalet (sömürge) Devletçilerini Anıtkabir’e sokup Reislerini alkışlatmalarını da belge olarak saymamak nasıl mümkün olabilir.  

 

            Merkezi üssü Seferihisar olan bölgede hep birlikte son Depremi yaşadık. Eşime dedim ki bak kim öldü, kim kaldı kimsenin umurunda değil. Herkes kendi canının telaşında çünkü. Yani hayat devam ediyor Dünya’nın birbirinden farklı bölgelerinde. Yalnız bir farkla ki; Güneşimizin enerjisi bir anda soğrulup, bizim sistemin gezegenleriyle hep birlikte karadeliğine (veya mahşere) canlı, cansız emildiğimizde – ki içine düşmüyoruz, emiliyoruz aslında- işte o zaman bütün Dünya insanlarının birbirlerine anlık da olsa, zorunlu empati kuracakları da kaçınılmaz ortak kaderleri olacaktır.

 

            Eşim de bunun üstüne bir şey söylemedi. Öylesine birlikte dalıp oturduk bir süre. Ve dışarıdan görülmeyen ortak hayatımızı bir süreliğine de olsa empatiyle irdeleyip durduk sadece. Yani ne İktidar ne muhalefet ne de Korona vardı artık mentalimizde. Sanki o anın bitiş sessizliğini birlikte yaşadık sessizce; ama olanca derinliğinde. Kurşun adres sormaz derler, çünkü bir maganda kurşunu günahsız bir körpe canı da alır götürür bazen.

 

            Lakin Süpernova halden bile anlamaz, genç, yaşlı, çocuk, hasta, sağlam hiç kimsenin durumuna bakmaz, tek celsede günahkâr veya değil bütün insanlığı infaz eder karadeliğine süpürür. CC faktörü (cennet, cehennem) de umurunda değildir. Çünkü içine çektiği canlı, cansız bütün erimiş materiyi evrenin bir uzak zaman diliminde herhangi bir mekâna, kara maddeye (tanrı maddesi) dönüştürerek boşaltır. Bunu yaparken de sanki evrenin bir çöp işleri sorumlusu gibi davranır.

 

            Bir zamanların insanları, evleri, arabaları, paraları, pulları ve tüm saltanatları şimdi tanrı maddesine dönüşmüş ve bu eriyik için artık yepyeni bir hayat başlamıştır. Artık bu nasıl bir hayattır. Bundan sonra kim, kimdir ne tekrar ne olacaktır hiç bilinmez.

 

            Şimdi depreme tekrar bir U dönüşü yaparsak: Toplum üstünde depresif bir algı yaratarak yerini aldı, İzmir depremi de diğerleri gibi. Deprem sonrası İzmir halkının unutulmaz dayanışması esnasında, karşılıksız, beklentisiz sadece yüreklerini insan kurtarmaya adamış ve eğreti duran yıkıntıların arasına korkusuzca dalan kurtarıcı cengaverlerimiz, inanın tekrar yeni bir tarih yazdılar.

 

            Örnek olarak alınması gereken bütün bu doğru insan birlikteliği yanında elbette zikredilmesi gereken bozuk insan manzaraları da yok değildi. Depremzedelere yollanan çeşitli yardım malzemesinden nemalanmaya kalkanlar ve bilhassa da sıfatı müteahhit olan bazı insanlıktan nasibini alamamış ya da zamanla ipini koparmışlarla aynı ipte oynayan İktidar Bukalemunlarından, güzel düşüncelerimizi bozmamak nedeniyle müsaade edin de daha fazla söz etmeyelim.

 

            Onlar nasılsa bildiğiniz gibi şimdilik aynı yola devamdalar. Bende bütün doğru Türk toplumu gibi ana resmi üstüne gölge düşürmemek üzere, belleğime kazımak istiyorum sadece. Çünkü ifade sanatı, düşündüğümüzü ya da doğru bildiğimizi ancak karşı tarafın anlayabileceği çerçevede anlatabilme özelliğidir. Ve bu özellik kullanılırsa şayet insanlar arasında kalıcı, tutarlı bir iletişim sağlanmış olabilir ancak…

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

 

24 Ekim 2020 Cumartesi

NEDAMET..

 

            Bir İktidar Partisi, kendi bünyesine katılmak üzere davet ettiği muhalefet Partilerinin üye ve yöneticilerine, ikbal dağıtmayı da vaat ediyorsa bir değil; ama en az iki defa düşünmelidir. Çünkü kendi geleceği de olmayan ya da kendisi de artık gözden çıkarılmış olan böyle bir İktidarın, Partisine davet etmeye kalktıkları tarafından da bir tercih objesi olamayacağı kesindir.

 

            Zira insan yaratığı aslında, bilhassa da menfaati ile iltisaklı konularda göründüğünden de akıllıdır. Şayet yaşıyor olsaydı bunu size Makyavel bile teyit ederdi kuşkusuz. Bu nedenle de sonu bilhassa da kendi eliyle gelmekte olan bir İktidar Partisi, her şeye rağmen kalan itibarını yine de korumak istiyorsa, asla bu yola girmemelidir. Çünkü bu son enayiliği ile sadece kendi sonunu daha da hızlandırmış olacaktır sonuçta.

 

            Hal böyle iken Devleti yöneten veya yönettiğini sananlara bütün yokluğa rağmen %8,3 doğrultusunda zamlar verilirken, yönetemeyen diğer kesimlere yeni bütçede zam bile öngörülmüyorsa, bu durum yeni yılda millete, sadece atılacak yeni kazıkların da şifresini oluşturuyor demektir aslında.

 

Aynı bağlamda İyi Partide de son günlerin çalkantıları, CIA bileşkeli elemanların Partide cirit attığının göstergesidir. Bize göre milletinin sempati ajanlarının başında gelen Akşener’in çok dikkatli olması gerekmektedir. Şayet Partisinin emperyal beslemelerin eline geçmesini önleyemeyecekse derhal istifa etmelidir. Böylece seçmene de işaret verirken, kurtardığı prestijini ve anasının ak sütü gibi hak edeceği ikbalini de gelecek olumlu günlere saklayacaktır.

 

            Emperyalist baskıyla içine sokuldukları yapay İslam Cumhuriyeti – ki yeni Osmanlı değil, çünkü Osmanlı patentlidir- paradigmasının ne denli tutarsız olduğunu, sonunda bizim Erdoğan Sultan da anladı herhalde. Çünkü Mütedeyyinle olmayanı, farklı etnisiteler ile bir arada bütün ülkeyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak vatanı kılan Türk Milletini, aynı ülkenin müktesebatını da korumaya endeksleyen bu ortak menfaatin şaşmaz doğruluğunu ve olmazsa olmazlığını, her ne kadar gönülden istemiyor olsa da nihayet kendisi de anlamış görünüyor. Nitekim bu doğruluk giderek onun ifadelerinde de durgun suya atılan bir taşın yarattığı dairesel dalgalar gibi nedamet titreşimlerine dönüşüyor.

 

            Sonuç olarak Atatürk aklının üst aklı olduğu laik Cumhuriyetin, bütün Türk Milletini bir arada tutan ve bu milletin kalplerini de bir araya perçinleyen ezici gücünün dayanılmaz ağırlığı, sadece liyakat yoksunu bir Kabile cemaatinin değil; ama o cemaatin emperyalist sahiplerinin de karşısında, aşılamaz bir elmas dağının doruğu olarak yükseliyor.

 

            Çünkü Atatürk’ün seçtiği Devlet rejiminin bir Cumhuriyet olması, esasta Ulusal bir Devletin, halkçı demokrat anayasal mecburiyetine de işaret ediyor. Bu da işin daha başından itibaren Atatürk doğrusunun, doğruların da doğrusu olduğu betiğiyle bir yaşam kültü olarak ele alındığını da tespit ve teyit ediyor. O halde biz, dış mercilerinde aslında gıpta ile baktığı böyle bir özelliğe sahipken, hala nelerin arayışına giriyor, kendilerine bile verecek akılları olmayan bir sürü çapraz adamlarla, kadınlarla, hangi çıkmaz hesaplara formül üretmekle, daha doğrusu da abesle uğraştırılıyoruz.

 

            Yeni bir yasal talimatnameyle Devletin, gerektiğinde (öngördüğünde) şirketlerin mal varlığına el koyacağı söyleniyor. Bir bakışa göre bu durum; ilk Cumhuriyet döneminde milli ekonominin yerleşebilmesi için, yabancı sermayenin ancak milli ağır sanayiimizi teşvik amacıyla ülkemizde yatırım yapmasına müsaade ediliyordu. Bu şüphesiz olması gereke ideal ve gerçekçi bir bakış açısıdır.

 

            Diğer bakışa dönersek; gerçekte liyakat yoksunu, kendi öznel menfaatlerine yönelik ve ancak kendi siyasa güçlerini destekleyecek şirket ve/veya şirket guruplarına güvence verilecekse şayet, bu da aslında kanun sahipleriyle, yurdumuzda halen olduğu gibi bundan sonra da yatırım yapacak olan yabancı şirketlerle birlikte Devletimizin soyulmaya devam edileceğinin işareti olacaktır hiç kuşkusuz.  

 

            Dikkat ediyorum da dostlar; Pandemi, patinaj ekonomisi, işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik vb. gibi problemler defaten güncelimiz olurken, stadyumlarda yüreklerini yırtarcasına takımlarını teşyi eden, fazla adrenalinlerinden kurtulan, dertlerini unutan ve aynı fırsatla milli duygularını, tek vatan görüşlerini, anavatan sevgilerini de haykıran yüzbinlerce gencimizin canhıraş avazlarının geçmişteki ritmine empati oluştururken, bugün o stadyumların boşluğunun bile ne yazık ki farkına varamadığımızı düşündüm. Ne Pandemiymiş(!) hani. İnsanın milli duyguları bile yüreğine hapsettirilen.

 

            Aynı bileşkede dikkat edilirse; Stadyumların küreselci Pandemi yaftalı yasağıyla boşaltılarak, ülkelerin en işe yarayacak gençlerinin, milli birlikteliklerinin ve bağlayıcı duygularının akamete uğratılması, bize bir şeyler anlatıyor olmalıdır artık. Hiç unutulmamalıdır ki milli duyguları akamete uğrayacak Dünya gençliğinin başında da Türk olanlar vardır. Çünkü insanlı tarihin başından itibaren bir Ulus millet olduğunun farkında olan tek millet, Türk milleti ve Türk ulusudur. Ayrıca bir açılıp bir kapanan okullarımızın bu gelgitleri de bundan sonra bütün okulların tamamen kapatılarak tek merkezden ve tek dilli bir uzak eğitime geçileceğinin de önünü açacağa benzer.

 

            Bundan sonra sıradaki ise hep birlikte dijital aşılanarak, emperyalist merkezli ve ulus Devletsiz bir Dünya’nın kontrolündeki insan kobaylarına dönüşmek mi olacaktır acaba? İyi de bizi yönetecek seçilmişler kimdir ve bu hakkı kimden almışlardır? İşte tam da bu çizelgede uykuda kalmaya devamla, önümüze atılan safsata çerezleriyle oyalanıp yaşama devam edecek veya etmeyecek olduğumuzdur asıl odaklanmak zorunda olduğumuz ana sorun. Yoksa herkes kurtulur ve tek kobay biz kalırız…

 

                                                                                   Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

 

15 Ekim 2020 Perşembe

AT MARTİNİ DEBRELİ..

             Dolara değer vermeyen, döviz kurunun kontrolünün kendi elinde olduğunu söyleyen Albayrak, kafalarda sadece kuşku değil; ama fütursuz bir trajikomedyen imajı da yarattı. Bu durumda da bize ‘at Martini Debreli Hasan dağlar inlesin’ demek düşerdi elbette artık. Yoksa Kayınpederli, damatlı, birikmiş Dolarlarını daha yüksek kurlarla mı değerlendirmek istiyorlar giderayak; düşüncesi de ister istemez analizin geriye kalan artısı oldu.

 

            Azeri, Ermeni çıkmazında bütün iyi niyetine rağmen komşu olarak bile masada yer alamazken, Avrupa’nın uzak ayağından gelen Fransa kadar bile söz sahibi olamadan, zorunlu olarak konu mankeni kalmak, ülkemizin payı oldu yine. Vah benim Türkiye’m! Bu kadar silik ve kişiliksiz bir Hükümetin mi olacaktı; Tam da Kemalist kanın, kurumuş damarlarında can suyun olmaya susamışken senin.

 

            Peş peşe çıkan torba yasalarla bilhassa da jeotermal ve maden ihaleleriyle ülkemiz kaynaklarının daha da zahmetsizce emperyalist paylaşıma açılması, vatandaşın kemiğine dayanmış bıçak haline gelmiştir artık. Bu durumsa aslında ölüm sancısı çeken Hükümetin, son çırpınışlarla İktidar ömrünü uzatabilmeye dayalı en son payandadır. Emperyaliste altı ve üstüyle peşkeş çekilen ülkemiz tamamen tükenmeden, bu İktidarın mevcudiyetine, bakalım vatandaş daha ne kadar dayanabilecektir.

 

            Kılıçdaroğlu’nun erken seçim talebinde Bahçeliyi muhatap alması, aslında boşuna değildir. Lakin asla unutulmamalıdır ki Erdoğan’ı köşeye sıkıştıran Bahçeli de bu bağlamda asla güvenilecek bir partner değildir. Yağmasa da gürleyen, yorgun ve artık sona dayanmış bir Erdoğan’a oynamak, bu konuyu daha çabuk sona ulaştıracaktır belki yine de.

 

            Milletin ümüğünü daha da sıkarak ölüm orucundaki vatandaşın son kokmasının bile vergisini alıp onu da yoldaşlarıyla paylaşan İktidar Partisi, bu işi acaba daha ne zamana kadar kotarabileceğini zannediyor. 23 yılını seçim vadesi olarak gösterirken, acaba o vakte kadar nefes alabileceğinin de hesabını yapmış mıdır sizce de.

 

            Hala Erdoğan, Bahçeli, AKP filan deyip de sosyal karikatüre malzeme yaratmayın. Hepsi bir yana lakin görünen odur ki; yarı sömürge ülkelerinin tüm AKP’lerini besleyen Bilderberg’cilerin, ceplerine hapsolmuş, günceldeki o pamuk elleri, hep birlikte ve yakında sonlarını getirecek bitiş düdüğü çalıncaya kadar da kurtulamayacak artık o ceplerinden. Yani bugüne kadar hep kazandın, kazandın bundan sonra ise artık öde, öde dur…

 

                                                                                   Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim