25 Ocak 2018 Perşembe

HEDEFLER..

           Gelen de giden de Mehmetçiğe dayadı sırtını bu ülkede hep. Demek ki Mehmetçik olmasa var olmamız da mümkün olmayacak. Geriye doğru bakıldığında, son tiran ve egosundan başka bir fazlalığı olmayan Abdülhamit gibi 33 yıllık kayıp bir tarihin müsebbibi, egoist bir Padişahın tahtında mesela bir Fatih Mehmet, Yavuz Selim, Kanuni vs. oturmuş olsaydı, belki de Osmanlı toprak kaybına bile uğramadan muhtemelen bugün de yaşıyor olurdu. Çünkü bilhassa da Fatih Mehmet tarafından bilimsel ve çağdaş uygarlığın bütün şartları da yerine getirilmiş olurdu şüphesiz.

            Yani doğru liderlik, bir Ulusun bekası için olmazsa olmaz bir esastır. İşte Atatürk en iyi zamanlamayla ortaya çıkmış ve bir yanlış liderin ülkesini düşürdüğü makûs talihi tersine çevirerek, ulusun yok olmakta olan milli bekasını yeniden dimdik ayakları üstüne dikmiş, müstesna bir liderdir. Darısı yenisinin başına ki ona çok ihtiyacımız var.

            Yoksa gidişat çok vahimdir. Afrin vs. kimseyi aldatmasın. Eğer başından itibaren BOP eş başkanı yerine Atatürk hamurundan gerçek bir lidere sahip olabilseydik bugünkü hal ve şerait asla yaşanmıyor olacaktı aslında. Ayrıca başımıza Abdülhamitçi kesilen AKP’nin neden bu görüşü savunduğu ise liderlerinin devrik ve sabık Padişahla müthiş bir mental benzerliği taşıdığı gerçeğinde aranmalıdır.

Hele bunun üstüne bir de Atatürk Gaziliğini atfetmek mi; Gaziliğin, koruma ordusunun arasında ekrandan savaşı izleyenlerin değil, bizatihi kendi adına harbe katılan ve kendi kanını dökenlerin elde edebileceği bir şeref olduğunu bilmem söylemeye de gerek var mı? Kime Gazi demiştiniz. Hadi canım geçiniz.

Şimdi yaşadığımız günlerin hesabını, Atatürk bizi yetim bıraktıktan sonra evire çevire iyice yapmış olan emperyalist, başımıza misyonerlerini boşuna oturtmadı ve vesayeti altında bugünlere boşuna getirilmedik. Aynı bağlamda her zaman ve defalarca saydığımız nedenleri sayılmış diyerek, şimdi ne söyleyebiliriz ona odaklanmak zorundayız bundan sonra.

Zira birilerinin suç işleme özgürlüğü varsa, mazlum vatandaşların da suçtan arınma ve korunma özgürlükleri vardır. Ve yeni Abdülhamit’lerin varlığı; işte bu evrensel özgürlüğe karşı en büyük engeldir…


2019 genel seçimleri, daha doğrusu da Cumhuriyetin bütün kazanımlarını yerle bir edecek Başkanlık seçimi olmalıdır o halde ilk milli hedef. Ne var ki mevcut kafayla bu yolda gidişat hiç ışık vermiyor doğrusu. Milli muhalefetin acilen ve özellikle de CHP kanadında, zorunlu bir revizyon şart olmuştur artık. Yoksa sonuç yine hüsran olacaktır. Ki bu defa devrimsiz bir geriye dönüş de mümkün olmayacak demektir artık.

O halde bugünden itibaren başıbozuk gidişe dur diyecek ve aslan yatağı Türkiye’mizi bir eyaletler sömürgesine dönüştürecek her türlü müstevli eylem ve icraatın önüne geçebilecek bir aydın muhalif önderlik anlayışına ihtiyaç vardır.

Bu anlayışın olmazsa olmazı ise vatansever ile bölücüyü birbirinden ayırmayan kurusıkı bir Demokrasi kavramının arkasına sığınmak, asla olmamalıdır. Ve aynı filmi daha önce de gördüğümüz için aksine, Kemalist bir milli irade ve ulusal bütünlükçü milli müktesebat özeğinin, liderden beklediğimiz ve ihtiyacımız olan anlayışın içinde yerleşik olmasıdır.

Dolayısıyla da Kocasakal gibi adayların birden fazla olması ve ancak böyle aday veya adayların CHP revizyonunun önünü açacağı görüşü hâkimdir bugün artık. Bu gerçeği görüp engel olunmamalı ve sadece CHP menfaatlerinin değil; ama milli menfaatin de önüne geçilmemelidir. Ve hiç unutulmamalıdır ki yeni yapılanma için fazla da vakit kalmamıştır.


Afrin Harekâtı gerçi bugün milli bir mecburiyetimiz olmuştur; ama aldanılmamalı ve sahte meltemine de fazla kapılın mamalıdır. Çünkü hava her an azgın bir Lodos’a dönüşebilir. Yapılması gereken en akılcı iş, Suriye bütünlüğünü daha fazla tehlikeye atmayacak şekilde eylemi lüzumsuz uzatıp, askerimizi de daha fazla riske sokmadan kısa kesmektir. PKK, IŞİD, PYD, ÖSO ve İslam yaftalı tüm diğerleri hepsi aynı kumaşın kırpıntılarıdır. Mehmetçiğimiz ise asla bu paçavralarla aynı çöplükte tutulamaz.

Ve artık bize ait olmayan o toprakları işgal etmeden, gerçek anlamda koruyamayacağımızı da göz ardı etmemeliyiz. İşgal etmek ise BM’yi de karşılamak demektir. Aynı bağlamda ortak varlıklarımızın bağımsızlığı bileşkesinde bütün komşularımızla meşru ve iradi bir bağlantı içinde olmak zorunluluğumuzu da kesinlikle yadsımamalıyız. Çünkü bunun aksi, bizi sadece emperyalist kuklası yapar.

Amaç yapay İsrail Kürdistanının küllen kökünü kazımaksa ki öyle de olmalıdır. Irak, Suriye, İran ve Rusya ile birlikte daha kapsamlı bir tam ittifaka ihtiyaç vardır o zaman. Yoksa tek başına bir Türkiye bu bağlamda hüsrandan başka bir şey yaşayamaz ve aslan Mehmetlerimiz boşu boşuna helak olurlar. Allah korusun.

Dolayısıyla da Güney, hudutlarımıza, tampon bölgeyi de içine alan Ortadoğu boyunca tıpkı eski demir perde gibi, her türlü emperyalist terörüne karşı, içeriye ne canlı insan ne de hayvan girişine izin vermeyen bir koruma kalkanı yerleştirmek, bundan sonraki ilk hedefimiz olmalıdır.

Ayrıca ABD şerefsizine de sormak gerekir; Afrin Harekâtı üstüne, Dünya kamuoyuna kendinin bile inanmadığın ‘siviller öldürülmesin’ başlıklı çakma hümanizmini satarken, diğer yanda eşkıyana verdiğin roketlerin, Kilis ve yakın yerleşim bölgelerinde masum sivillerin başına fırlatıldığına, birçok cana mal olduğuna dair de bir mesajın var mı acaba? Yoksa onları da Türkler mi vurdu diyeceksin el âleme.

Ve hiç unutulmamalıdır ki jeopolitik olarak da Türkiye’miz, hazarda ve seferde kendisini bağımsız koruyabilirken, Ortadoğu’da asayişi de sağlayabilecek tek ülkedir. O halde yamuk yumuk, ikircikli oynamayıp, adımıza ve konumumuza yakışanı da yaparak, saygınlığımızı da sonuna kadar korumalıyız. Ki dinleyenimiz ve dinlenecek sözümüz olsun…

                                                                       Serendip Altındal




21 Ocak 2018 Pazar

İKİNCİ DEVRE..

            Kolej yaftalı özel veya özgün paralı okullarda öyle bir uluslararası sermayenin emperyalist sömürüsü var ki inanılır gibi değil. Esasen astronomik olan okul ücretlerinin yanında kitaplar, çeşitli yazılı, görsel eğitim malzemeleri, zorunlu tutulan tablet bilgisayarlar bile gösterilen adreslerden temin edilmek zorunda kalınıyorlar.
     
            Utanmasalar belki de çocuklarımızın giyim kuşamından çeşitli kırtasiye ihtiyaçlarına kadar neredeyse hepsinin kendi dükkânlarından alınmasını talep edecekler. Hoş fazla gürültü çıkarmayacak şehir merkezlerinden uzak köşelerde öyle yapıldığını da duyuyoruz.

Çocuklarımızın milli aidiyetlerinin, inanç ve iman birliklerinin tahrip edilmesinin yanında birde maddi olarak büyük kayıplara uğratılmamızın dayanılmaz sıkıntısı, artık tahammül hudutlarını aşıyor. Zannedersiniz ki bu ülkede milli hiçbir şey yapılıp satılmıyor. Milli kaynaklar sıfırlanmış olsa da buna inanmak zor olduğundan, işin aslını etraflıca araştırmak gerekiyor.

            Yaş günleri, bayram ve yılbaşı gibi özel günlerde çocuklarımıza, torunlarımıza bir şeyler almak istediğimizde girdiğimiz dükkânlarda yabancı logolu olmayan bir giysi bulamıyoruz. Satıcılara bile kasıtlı olarak, üstünde sembol taşımayan veya en azından gâvurca(!) yaftalar yerine öz Türkçe ifadeler olanların olup olmadığını sorduğumda, hepsi bunlar diyorlar.

Ne yazık ki üstünde bu zırvaları taşıyan giysiler getirmediğimizde ise daha kaliteli oldukları halde, marka(!) olmadıkları gerekçesiyle neredeyse torunlarımız tarafından bile sitemle karşılanıyoruz.

Ve ben ağlamaklı oluyorum adeta. Anlayacağınız durum bu ve her gün daha da kötüye gidiyor ve biz daha da bağımlı hale getiriliyoruz. Kendime soruyorum; bizler böyle büyümedik, büyütülmediğimize göre, bu çocuklarımızın trajikomik hali pür melallerinin nedeni nedir. Cevabını da yine kendim vermek zorunda kalıyorum sonunda.

Sulu armudunun dalları komşusunun bahçesine büyüyen bir armut ağacının sahibi, kendi armutlarının bir kısmını dahi toplayabilmek için komşudan rıza minnet müsaade istiyorsa, kendi çocuklarını kendi milli eğitimiyle büyütemeyen bir milletin geleceği de elbette aynı durumu arz edecektir.

Hele de bir Asır kadar önce aynı Ulusun yetiştirdiği en münevver insanlardan Atatürk adlı olanı, milli eğitimin ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini, açtığı Köy Enstitüleri ile sadece kendi Ulusuna değil, yedi düvele bile öğretmemiş gibi. Bu nedenle aslında Marshall yardımı bahanesiyle, emperyalist ABD Çakalı tarafından ülkemizde ilk önce de başta Köy Enstitülerimizle birlikte milli eğitim tasfiye edilmemiş miydi???


Yurdumun, henüz kendileri bebeklerle oynayan çocuk annelerinin doğurduğu daha doğrusu da farkında bile olmadan doğurmak zorunda bırakıldıkları bebeklerinin ve kendilerinin acınası durumları ise vahim ötesi ağır bir insanlık trajedisidir. Ne yazık ki bu doğumlar hasıraltı edilip suçlular aymazlıkla korunmaya çalışılıyorken bütün Dünya, bu olayların şaşkınlığı ve infiali ile sarsılıyor.

Ağırlıklı olarak Suriyeli mülteci ailelerin çocuklarının başına daha fazla gelen bu olaylar, yeni bir şebekeleşmenin ürünü gibi de gözüküyor. İlgililerin gayretkeşlikten öte somut neticeler almalarının zorunlu olduğu bir dönemin başındayız. Belki daha da fazla itibar kaybı oluşmasının önüne geçilir. Esasen sıfıra indirgenen itibarımızın ne hale getirildiğini, inanın artık düşünmek bile istemiyorum.


Şuradan buradan derken, nihayet Kuzey Suriye’deki İsrail & ABD koridorunu hiçlemek üzere Afrin’e girdik. Daha doğrusu Başkanlık oyununun ikince devresine başladık. Yani neoliberal emperyalizmin ‘çakma Kürt Koridoru Fatihi’ yaftalı yeni bir Atatürk tiplemesiyle, kendi evlatları olan Erdoğan’ın Başkanlığını (Sultanlığını), Türkiye’mizde oldubittiyle meşrulaştırmak üzere sahneye koydukları büyük oyunun ikinci devresi başladı anlayacağınız. Bir de zeytin dalı dolaşıyor ortalıkta. Acaba şöyle mi demek istediler; ’kardeş ben seni haklamaya geldim; ama önce şu zeytin dalımı kabul ediver lütfen’.

Ve ne yazık ki kafası karışık, idrak nasibi olmayan birçok kararsız var hala aramızda. Onların durumu mu nasıl? Karanlık bir gecede arabanızla ormanlık bir yolda ilerlediğinizi düşünün. Birden ormandan önünüze yavru bir ceylan fırlıyor, far huzmelerinizin önünde nasıl donuyor hareketsiz kalıp kaçamıyorsa işte o ürkek ceylanın durumudur o kafası karışık zavallıların da hali.

ABD senaristlerinin kendi itibarlarını bile riske atarak böyle bir oldubittiye olanak sağlamalarından bekledikleri getiri, muhtemeldir ki kayıplarından çok daha fazla olmalıdır. Ve şayet ABD’ni tanıyorsak, bunun güvencesini de kuşkusuz çoktan almış olduğunu düşünebiliriz. Aslında ‘ABD gerçek müttefikinin kim olduğunu anlamalıdır’ ifadesi, Erdoğan’ın verdiği en büyük güvence değil midir? Daha nasıl olacaktı ki. Kanal İstanbul projesi ve eyaletleşme sinyallerinden bahsetmek bile abesle iştigal gibi kalır bunun yanında…

Kuzey Suriye’de bu film oynanırken bizim TÜSİAD’ın başına da her halde bir taş düşmüş olmalı ki liberal Kapitalizmin Dünya refahıyla bir ilgisi olmadığını aksine emperyalizm bataklığında Dünya’nın geri kalan kazanımlarının da çar çur edileceğini biraderler nihayet anladılar herhalde. Ayrıca ismini bile Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği olarak değiştirmeye kalkması ve adamı da insanlaştırması boşuna değildir. O zaman ‘eyy Milli sanayici çık artık ortaya’ demek düşecektir bize de anlaşılan.

Aynı bağlamda Kapitalist mentalini de bildiğimiz üzere, bu gidişatta uluslararası sermaye piyasası iyice daralacağından, son paylaşımda kendilerinin de artık babaların arasında yer alamayarak tamamen saf dışı kalacaklarını da anlamış olacaklar ki, yeniden milli sermayecilik şemsiyesinin altına girmenin, gelecekleri adına daha uygun düşeceğini de idrak etmiş oldular mutlaka. O halde geçte olsa nihayet uyandılar ve hoş geldiler aramıza tekrar diyelim onlara. İnşallah yine aldanmayız…
                                                                      
                                                                       Serendip Altındal


16 Ocak 2018 Salı

TASLAK..

             Bu yazıya TASLAK adını bilhassa verdim. Çünkü belli bir amacım yoktu. Sadece son gelişmeler yeni bir beyin jimnastiği oluşturmam bağlamında bu ismi yakıştırmama neden oldu. Bir yanda hudutlarımızda kümelenen ABD Lejyoner çetelerine (adları her neyse) “Hoşt!” diye sesleneceksin, diğer yanda İncirlik’ten, sana silah doğrultan çetelere sürgit yapılan ABD desteğine devam diyeceksin.

ABD ve AB ne defalarca gideceksin; ama iştirak ettirildiğin protokollerde sanki koca bir Devletin Cumhur başı gibi değil de bir servis elemanından fazla ağırlığın olmayacak. Sadece ellerini sıkıp sırtlarını okşayacak ve yok halinle bol bol sipariş vereceksin. Buna rağmen adamlara posta koyduğunu sanacak, takımında da o algıyı yaratacaksın. Hadi canım gülerler adama.

            Bu nasıl bir nanedir dostlar, buna bir aydınlatıcı cevabı olan var mı acaba? Şeytan dürtüyor da akla bazı düşünceler geliyor. Yoksa bir zamanlar Bush biraderiyle BOP eş başkanlığını üstlenen Erdoğan; şimdilerde Trump muhalefetiyle gizli bir ittifak içine mi girdi. Böylece Trump Hükümetini, sonuç alamayacağı bir projeyle ülkesini büyük bir zarara uğratmasının yanı sıra bir de otoritesini, Dünya genelinde rezil eden bir düzeye düşürdüğü nedenleriyle, azledilmesini mi sağlamaya çalışıyor acaba diye soruyorum kendime.

Çünkü daha önce “yolumuza ABD ile devam edeceğiz” açıklamasını da boşuna yapmadığına göre, elbette beklediği karşılığını alacaktır diye düşünmeden edemiyorum doğrusu. Bu karşılık ne olur derseniz; herhalde emperyalist, misyonundan memnun olduğuna göre, kendi iktidarıyla eski husumetleri yok sayan ve gittiği yere kadar tam destekli yeni bir teknik, finansal ABD himayesi (sömürge antlaşması) olabilir mesela. Yoksa bu durumun başka da bir izahı mümkün görünmüyor.

Ayrıca bu gidişatta ABD ordusunun da sonunda müdahil olmamasına imkân kalmayacaktır. Yani paralı askerleri telef oldukça, ABD resmi (ordu) kanadı Lejyoner paravanının arkasında daha fazla gizlenemeyecektir. Ya mukadder sondan önce pılı pırtıyı toplayıp savuşacak, ya da kabak gibi ortada kalacaktır. Zira bir ifadeyle de yakında kepleri düşünce kelleri görünecektir.

Aynı bağlamda Ortadoğu da yeni bir Israil, ABD Kürdistan etiketli ortak gücü yapılanmasına; BRIC’li biraderler, İran, Suriye ve Irak başta olmak üzere, ulusal birliğini ve kimliğini savunmak isteyen herkesin karşı olmak zorunda olduğu da bir gerçektir. Hele bir de Ortadoğu çöllerinin, denizlerle çevrili, dört mevsimin yaşandığı, altıyla üstüyle en zengin vahası olan Türkiye’nin, neredeyse emperyalist sırtlanların bir yeni Sevr paylaşımına gebe bırakıldığı bu en stratejik bölgede ve o sırtlanların meydanı boş sanıp yeniden azdığı hem de böyle bir dönemde.

İşte böyle bakıldığında ve oluruna bırakıldığında, bir Üçüncü Dünya Harbi kaçınılmaz olur ki aslında bu da aklı başında herkesin isteyebileceği en son şeydir. O halde meselenin tanımlamaya çalıştığım doğrultuda çözülmesinden başka da bir olanak var mıdır?

İşte düz mantığın sonunda varmak zorunda olduğu son nokta da bana göre budur. Yani sonunda Trump muhalifleri (öteki neoliberaller), ABD iktidarını tekrar ele geçirdikten sonra küskün Dünya ile barışı yeniden sağlayıp makyavelist emellerini yine bir uzun vadeye yatırarak, zorunlu olarak tekrar zamana oynamak veya yeni bir Bahara ertelemek zorunda kalacaklardır.


Diğer bir önemli güncel ise CHP İstanbul İl Başkanlığına seçilen bayanın, CHP’nin Kemalist özeğini düşündüren trajik durumudur. Sizi bilmem; ama o bayan, bilhassa da açık “Atatürk neferi olmadığı” ve aynı mealdeki bölücülere servis yapan beyanlarıyla, bir CHP üyesinden ziyade ABD fonlarıyla ülkemizde bolca yeşeren federasyoncu STK’lardan birinin aktif bir üyesiymiş gibi geldi bana. Yoksa kocasının Rum kökenli olması sorun değildi elbette. Çünkü bize lazım olan kendi kimliği ve görüşleridir.

Hal böyle olunca da böylesi kimliklerle, CHP nüvesindeki Kemalist yapının nasıl aynı safta yer alabileceği ayrı bir tartışma konusu olmuştur kuşkusuz. Ve bu soruya da önce, artık son yol ayrımına gelmiş ve hedefini tespit etmek zorunda olan CHP yönetimi cevap vermelidir herhalde. Çünkü geleceği olmayan bir ileri iki geri adımla, bir hedefe varılamaz, kendimizi aldatmayalım. Yoksa kurtulmak zorunda olduğumuz AKP den hiç bir farkınız kalmaz.


İğne batırdığın insanın ne hissettiğini anlayabilmenin tek yolu aynı iğneyi kendine de batırmandır. Demek ki düşünmeden hissedemezsin. epikürist döneklikse, kişiliksizliktir. Bu kadın için de, erkek için de böyledir. Öyle ki tartışma konusu bile yapılamaz.

O halde zitat: Anladık varsın da; ama bunun farkında mısın?

                                                                       Serendip Altındal



7 Ocak 2018 Pazar

ÖZÜMSEMEK..

            Seçim dalgası yeni senaryolar bileşkesinde yavaş yavaş yurdu sararken, peş peşe sahneye konulan tek perdeli oyuncalar mide bulandırıyor, keyif vermek yerine. Mesela Gül’ün doğru bir zamanlamayla yeniden aday ayaklarına yatması, muhalefetle ve parti eskileriyle yeni bir flört havası estirmeye başlaması. Cumhur başını ürkütürken, pek de haksız olmayan bir gerekçeyle, muhalefete atıfla neredeyse bir de ‘bizim atıklarımıza kaldılar’ demeye getirdi afili lehçesini.

            Aslında arkası gelmez, getirisi olmayan, aksine gittiği ülkelerde, ortaya koyacak bir saygınlığı olmadığı için, Arap ülkelerinde bile olduğu gibi refüze edilerek madara olmamak adına, dikkat çekmek için de hiç olmazsa alıcı kozunu kullanmak zorunda kaldığı bu gezilerde, cari açığa darbe üstüne darbe vurur hale getirdi milli ekonomiyi. Otursa da artık oturduğu yerde, boşu boşuna yaptığı ve sırtımıza bindirdiği harcamalarla hiç olmazsa cari açığımız daha fazla artmasa bari temennisi kaldı bize de.

            Yukarıda pek haksız olmayan gerekçeyle demiştik. Şöyle ki; bu günlerde gayet olumlu sinyaller vermekte olan Sayın Kılıçdaroğlu, şayet Gül ile bugün siyasa parodisi olarak algıladığımız flörtü bir nikâhla sonlandırmaya kalkar da, Gül’ü yeni Cumhurbaşkanı adayı gösterirse, Allah korusun demek isterim.

İşte o halükarda kendi adıma CHP ile geleneksel ve Kemalist kimliğime rağmen reyimi kesinlikle milli enstitü kızımız Akşener’e verirdim. Benimle aynı safta olan herkesin de aynı şeyi yapacağına inanç belirtmem dahi abesle iştigal olurdu o zaman. Bunu harbiden ve peşinen söyleyelim de söylememiş olmayalım en azından ve kimse de darılmasın bize.

Bizim bazı aklı evveller, Exeter’li mandacı piyonlarıyla gerdan kıvırıp göz süzüyorlar. Vah başıma gelenlere, yiğit yatağı anayurdumda ki ne vah. Daha birinciyi hazmetmeden ve ülkem can derdindeyken yeni naneler yemeğe hiç gerek yok. Zaten aç karnına yediğimiz nanelerden mide fesadına uğramadık mı aslında.

Nane mi dedik; bahçede bile ben burada köklüyorum o ötede yeniden baş veriyor. O kadar arsız ve güçlü köküyle de inatçıdır anlayacağınız bu nane. Ayrık otu bile yanında gelincik gibi çıtkırıldım kalır mübareğin. Erdoğan mı, Gül mü seçeneğiyle, başka da yokmuş gibi sanki yoksa birileri kanserle korkutup, ülsere mi razı etmeye çalışıyor bizleri.


İçeriye dönük otokratik Devlet sultasının tavan yaptığı; lakin dışa dönük haklı itirazlarda bile sesinin hiç çıkmadığı bugünlerde mesela adalar gitti gidiyor, diğer yanda çevremizdeki emperyalist Lejyoner terörü, YPG, PKK, IŞİD ve muhtelif küçüklü büyüklü, İslam maskeli çetelerle yeniden dizayn edilerek farklı odaklarda; ama yakın civarımızda konuşlandırılıyorlar.

Yani her an patlamaya hazır bir mayın tarlasının ortasındayız. Hedef belli, bir zamanlar ABD’li o siyahi karının da dediği gibi bizim coğrafyada, içinde bizim de olduğumuz ülkelerde, Uluslarımızın yerini Federasyonlara bırakması planlandı. Öyle bir çakma İslam tuzağına getirildik ki bırakın iktidardakileri, Diyanetin bile aklı basmadığından; ama iş yapmış olmak ve gündem çarpıtmak için zırva üstüne zırva fırlatıyor.

Bir yanda Nüfus dairelerinin menşeine bakmadan her türlüsünden muhacire dağıttığı nüfus kâğıtları onları bizimle eşit seçmen statüsüne getirirken, endişeleri de arttırıyor. Son KHK ile sokak çetelerinin oluşmasına vize verilmesi, bitmiş inşaatların bomboş dururken çevre katili yenilerinin ha babam yapılmaya devam edilmesi, ileride bu mekânların nasıl ve kimlerle doldurulacağını, yoksa federal yabancılarla komşu mu olacağımızı akıllara getiriyor. Ve endişe üstüne endişe birikiyor.

Ne yazık ki her şeye rağmen işin en trajik ve tahammül edilemez tarafı, başımızdaki iktidarında netice itibarıyla böyle bir olguya sıcak bakıyor olması. Siz bakmayın tek milletçilik palavralarına. Çünkü FETÖ yandaşlığı ve Zarrap bağış(!) listesi sıralaması ile birlikte iktidar Partisi, kendi eliyle düştüğü açmazlar nedeniyle şimdi öyle bir çıkmazın içinde ki artık, her türlü kurtuluşu kendisine adeta meşru bir hak olarak görüyor.

Yani Türkiye Cumhuriyetinin milli bekası, daha yolun başından itibaren BOP misyonları nedeniyle de asla söz konusu değildi onlar için, biline. O halde yakın zamanda acilen ve el mahkûm tekrar açmak üzere, bu konuyu şimdilik bir kenara yazalım.


Yeni yıla girerken Almanya da renkli, her zaman insan dostu Yılbaşı panayırları ne yazık ki yerlerini terör korkusuyla oluşturulan beton korunaklara bıraktı. Her zaman güle oynaya girdikleri yeni yıla kısıtlı kutlamalarla ve endişeli yüzlerle girdiler bu defa.

Diğer AB ülkelerinde ve ABD’de de durum daha farklı değildi. Artık düşünme sırası onlara da geldi diyerek biraz avunuyor olsak da, aynı bağlamda insanlık için tartışılamaz ‘yurtta sulh cihanda sulh’ bilgeliğimizin vazgeçilemez olduğunu ve bu sözün sahibi olan bilgenin mihmandarlığına, şimdi ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu, çok daha güçle özümsemiş oluyoruz…

                                                                       Serendip Altındal