Kolej
yaftalı özel veya özgün paralı okullarda öyle bir uluslararası sermayenin emperyalist
sömürüsü var ki inanılır gibi değil. Esasen astronomik olan okul ücretlerinin
yanında kitaplar, çeşitli yazılı, görsel eğitim malzemeleri, zorunlu tutulan
tablet bilgisayarlar bile gösterilen adreslerden temin edilmek zorunda
kalınıyorlar.
Utanmasalar belki de çocuklarımızın
giyim kuşamından çeşitli kırtasiye ihtiyaçlarına kadar neredeyse hepsinin kendi
dükkânlarından alınmasını talep edecekler. Hoş fazla gürültü çıkarmayacak şehir
merkezlerinden uzak köşelerde öyle yapıldığını da duyuyoruz.
Çocuklarımızın
milli aidiyetlerinin, inanç ve iman birliklerinin tahrip edilmesinin yanında
birde maddi olarak büyük kayıplara uğratılmamızın dayanılmaz sıkıntısı, artık
tahammül hudutlarını aşıyor. Zannedersiniz ki bu ülkede milli hiçbir şey
yapılıp satılmıyor. Milli kaynaklar sıfırlanmış olsa da buna inanmak zor
olduğundan, işin aslını etraflıca araştırmak gerekiyor.
Yaş günleri, bayram ve yılbaşı gibi
özel günlerde çocuklarımıza, torunlarımıza bir şeyler almak istediğimizde
girdiğimiz dükkânlarda yabancı logolu olmayan bir giysi bulamıyoruz. Satıcılara
bile kasıtlı olarak, üstünde sembol taşımayan veya en azından gâvurca(!)
yaftalar yerine öz Türkçe ifadeler olanların olup olmadığını sorduğumda, hepsi
bunlar diyorlar.
Ne
yazık ki üstünde bu zırvaları taşıyan giysiler getirmediğimizde ise daha
kaliteli oldukları halde, marka(!) olmadıkları gerekçesiyle neredeyse
torunlarımız tarafından bile sitemle karşılanıyoruz.
Ve
ben ağlamaklı oluyorum adeta. Anlayacağınız durum bu ve her gün daha da kötüye
gidiyor ve biz daha da bağımlı hale getiriliyoruz. Kendime soruyorum; bizler
böyle büyümedik, büyütülmediğimize göre, bu çocuklarımızın trajikomik hali pür
melallerinin nedeni nedir. Cevabını da yine kendim vermek zorunda kalıyorum sonunda.
Sulu
armudunun dalları komşusunun bahçesine büyüyen bir armut ağacının sahibi, kendi
armutlarının bir kısmını dahi toplayabilmek için komşudan rıza minnet müsaade
istiyorsa, kendi çocuklarını kendi milli eğitimiyle büyütemeyen bir milletin
geleceği de elbette aynı durumu arz edecektir.
Hele
de bir Asır kadar önce aynı Ulusun yetiştirdiği en münevver insanlardan Atatürk
adlı olanı, milli eğitimin ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini, açtığı
Köy Enstitüleri ile sadece kendi Ulusuna değil, yedi düvele bile öğretmemiş
gibi. Bu nedenle aslında Marshall yardımı bahanesiyle, emperyalist ABD Çakalı tarafından
ülkemizde ilk önce de başta Köy Enstitülerimizle birlikte milli eğitim tasfiye
edilmemiş miydi???
Yurdumun,
henüz kendileri bebeklerle oynayan çocuk annelerinin doğurduğu daha doğrusu da
farkında bile olmadan doğurmak zorunda bırakıldıkları bebeklerinin ve
kendilerinin acınası durumları ise vahim ötesi ağır bir insanlık trajedisidir.
Ne yazık ki bu doğumlar hasıraltı edilip suçlular aymazlıkla korunmaya
çalışılıyorken bütün Dünya, bu olayların şaşkınlığı ve infiali ile sarsılıyor.
Ağırlıklı
olarak Suriyeli mülteci ailelerin çocuklarının başına daha fazla gelen bu
olaylar, yeni bir şebekeleşmenin ürünü gibi de gözüküyor. İlgililerin gayretkeşlikten
öte somut neticeler almalarının zorunlu olduğu bir dönemin başındayız. Belki
daha da fazla itibar kaybı oluşmasının önüne geçilir. Esasen sıfıra indirgenen
itibarımızın ne hale getirildiğini, inanın artık düşünmek bile istemiyorum.
Şuradan
buradan derken, nihayet Kuzey Suriye’deki İsrail & ABD koridorunu hiçlemek
üzere Afrin’e girdik. Daha doğrusu Başkanlık oyununun ikince devresine başladık.
Yani neoliberal emperyalizmin ‘çakma Kürt Koridoru Fatihi’ yaftalı yeni bir
Atatürk tiplemesiyle, kendi evlatları olan Erdoğan’ın Başkanlığını
(Sultanlığını), Türkiye’mizde oldubittiyle meşrulaştırmak üzere sahneye
koydukları büyük oyunun ikinci devresi başladı anlayacağınız. Bir de zeytin
dalı dolaşıyor ortalıkta. Acaba şöyle mi demek istediler; ’kardeş ben seni haklamaya
geldim; ama önce şu zeytin dalımı kabul ediver lütfen’.
Ve
ne yazık ki kafası karışık, idrak nasibi olmayan birçok kararsız var hala
aramızda. Onların durumu mu nasıl? Karanlık bir gecede arabanızla ormanlık bir yolda
ilerlediğinizi düşünün. Birden ormandan önünüze yavru bir ceylan fırlıyor, far
huzmelerinizin önünde nasıl donuyor hareketsiz kalıp kaçamıyorsa işte o ürkek ceylanın
durumudur o kafası karışık zavallıların da hali.
ABD
senaristlerinin kendi itibarlarını bile riske atarak böyle bir oldubittiye
olanak sağlamalarından bekledikleri getiri, muhtemeldir ki kayıplarından çok
daha fazla olmalıdır. Ve şayet ABD’ni tanıyorsak, bunun güvencesini de kuşkusuz
çoktan almış olduğunu düşünebiliriz. Aslında ‘ABD gerçek müttefikinin kim
olduğunu anlamalıdır’ ifadesi, Erdoğan’ın verdiği en büyük güvence değil midir?
Daha nasıl olacaktı ki. Kanal İstanbul projesi ve eyaletleşme sinyallerinden
bahsetmek bile abesle iştigal gibi kalır bunun yanında…
Kuzey
Suriye’de bu film oynanırken bizim TÜSİAD’ın başına da her halde bir taş düşmüş
olmalı ki liberal Kapitalizmin Dünya refahıyla bir ilgisi olmadığını aksine
emperyalizm bataklığında Dünya’nın geri kalan kazanımlarının da çar çur
edileceğini biraderler nihayet anladılar herhalde. Ayrıca ismini bile Türk
Sanayici ve İş İnsanları Derneği olarak değiştirmeye kalkması ve adamı da
insanlaştırması boşuna değildir. O zaman ‘eyy Milli sanayici çık artık ortaya’
demek düşecektir bize de anlaşılan.
Aynı
bağlamda Kapitalist mentalini de bildiğimiz üzere, bu gidişatta uluslararası
sermaye piyasası iyice daralacağından, son paylaşımda kendilerinin de artık babaların
arasında yer alamayarak tamamen saf dışı kalacaklarını da anlamış olacaklar ki,
yeniden milli sermayecilik şemsiyesinin altına girmenin, gelecekleri adına daha
uygun düşeceğini de idrak etmiş oldular mutlaka. O halde geçte olsa nihayet
uyandılar ve hoş geldiler aramıza tekrar diyelim onlara. İnşallah yine
aldanmayız…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder