21 Ocak 2018 Pazar

İKİNCİ DEVRE..

            Kolej yaftalı özel veya özgün paralı okullarda öyle bir uluslararası sermayenin emperyalist sömürüsü var ki inanılır gibi değil. Esasen astronomik olan okul ücretlerinin yanında kitaplar, çeşitli yazılı, görsel eğitim malzemeleri, zorunlu tutulan tablet bilgisayarlar bile gösterilen adreslerden temin edilmek zorunda kalınıyorlar.
     
            Utanmasalar belki de çocuklarımızın giyim kuşamından çeşitli kırtasiye ihtiyaçlarına kadar neredeyse hepsinin kendi dükkânlarından alınmasını talep edecekler. Hoş fazla gürültü çıkarmayacak şehir merkezlerinden uzak köşelerde öyle yapıldığını da duyuyoruz.

Çocuklarımızın milli aidiyetlerinin, inanç ve iman birliklerinin tahrip edilmesinin yanında birde maddi olarak büyük kayıplara uğratılmamızın dayanılmaz sıkıntısı, artık tahammül hudutlarını aşıyor. Zannedersiniz ki bu ülkede milli hiçbir şey yapılıp satılmıyor. Milli kaynaklar sıfırlanmış olsa da buna inanmak zor olduğundan, işin aslını etraflıca araştırmak gerekiyor.

            Yaş günleri, bayram ve yılbaşı gibi özel günlerde çocuklarımıza, torunlarımıza bir şeyler almak istediğimizde girdiğimiz dükkânlarda yabancı logolu olmayan bir giysi bulamıyoruz. Satıcılara bile kasıtlı olarak, üstünde sembol taşımayan veya en azından gâvurca(!) yaftalar yerine öz Türkçe ifadeler olanların olup olmadığını sorduğumda, hepsi bunlar diyorlar.

Ne yazık ki üstünde bu zırvaları taşıyan giysiler getirmediğimizde ise daha kaliteli oldukları halde, marka(!) olmadıkları gerekçesiyle neredeyse torunlarımız tarafından bile sitemle karşılanıyoruz.

Ve ben ağlamaklı oluyorum adeta. Anlayacağınız durum bu ve her gün daha da kötüye gidiyor ve biz daha da bağımlı hale getiriliyoruz. Kendime soruyorum; bizler böyle büyümedik, büyütülmediğimize göre, bu çocuklarımızın trajikomik hali pür melallerinin nedeni nedir. Cevabını da yine kendim vermek zorunda kalıyorum sonunda.

Sulu armudunun dalları komşusunun bahçesine büyüyen bir armut ağacının sahibi, kendi armutlarının bir kısmını dahi toplayabilmek için komşudan rıza minnet müsaade istiyorsa, kendi çocuklarını kendi milli eğitimiyle büyütemeyen bir milletin geleceği de elbette aynı durumu arz edecektir.

Hele de bir Asır kadar önce aynı Ulusun yetiştirdiği en münevver insanlardan Atatürk adlı olanı, milli eğitimin ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini, açtığı Köy Enstitüleri ile sadece kendi Ulusuna değil, yedi düvele bile öğretmemiş gibi. Bu nedenle aslında Marshall yardımı bahanesiyle, emperyalist ABD Çakalı tarafından ülkemizde ilk önce de başta Köy Enstitülerimizle birlikte milli eğitim tasfiye edilmemiş miydi???


Yurdumun, henüz kendileri bebeklerle oynayan çocuk annelerinin doğurduğu daha doğrusu da farkında bile olmadan doğurmak zorunda bırakıldıkları bebeklerinin ve kendilerinin acınası durumları ise vahim ötesi ağır bir insanlık trajedisidir. Ne yazık ki bu doğumlar hasıraltı edilip suçlular aymazlıkla korunmaya çalışılıyorken bütün Dünya, bu olayların şaşkınlığı ve infiali ile sarsılıyor.

Ağırlıklı olarak Suriyeli mülteci ailelerin çocuklarının başına daha fazla gelen bu olaylar, yeni bir şebekeleşmenin ürünü gibi de gözüküyor. İlgililerin gayretkeşlikten öte somut neticeler almalarının zorunlu olduğu bir dönemin başındayız. Belki daha da fazla itibar kaybı oluşmasının önüne geçilir. Esasen sıfıra indirgenen itibarımızın ne hale getirildiğini, inanın artık düşünmek bile istemiyorum.


Şuradan buradan derken, nihayet Kuzey Suriye’deki İsrail & ABD koridorunu hiçlemek üzere Afrin’e girdik. Daha doğrusu Başkanlık oyununun ikince devresine başladık. Yani neoliberal emperyalizmin ‘çakma Kürt Koridoru Fatihi’ yaftalı yeni bir Atatürk tiplemesiyle, kendi evlatları olan Erdoğan’ın Başkanlığını (Sultanlığını), Türkiye’mizde oldubittiyle meşrulaştırmak üzere sahneye koydukları büyük oyunun ikinci devresi başladı anlayacağınız. Bir de zeytin dalı dolaşıyor ortalıkta. Acaba şöyle mi demek istediler; ’kardeş ben seni haklamaya geldim; ama önce şu zeytin dalımı kabul ediver lütfen’.

Ve ne yazık ki kafası karışık, idrak nasibi olmayan birçok kararsız var hala aramızda. Onların durumu mu nasıl? Karanlık bir gecede arabanızla ormanlık bir yolda ilerlediğinizi düşünün. Birden ormandan önünüze yavru bir ceylan fırlıyor, far huzmelerinizin önünde nasıl donuyor hareketsiz kalıp kaçamıyorsa işte o ürkek ceylanın durumudur o kafası karışık zavallıların da hali.

ABD senaristlerinin kendi itibarlarını bile riske atarak böyle bir oldubittiye olanak sağlamalarından bekledikleri getiri, muhtemeldir ki kayıplarından çok daha fazla olmalıdır. Ve şayet ABD’ni tanıyorsak, bunun güvencesini de kuşkusuz çoktan almış olduğunu düşünebiliriz. Aslında ‘ABD gerçek müttefikinin kim olduğunu anlamalıdır’ ifadesi, Erdoğan’ın verdiği en büyük güvence değil midir? Daha nasıl olacaktı ki. Kanal İstanbul projesi ve eyaletleşme sinyallerinden bahsetmek bile abesle iştigal gibi kalır bunun yanında…

Kuzey Suriye’de bu film oynanırken bizim TÜSİAD’ın başına da her halde bir taş düşmüş olmalı ki liberal Kapitalizmin Dünya refahıyla bir ilgisi olmadığını aksine emperyalizm bataklığında Dünya’nın geri kalan kazanımlarının da çar çur edileceğini biraderler nihayet anladılar herhalde. Ayrıca ismini bile Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği olarak değiştirmeye kalkması ve adamı da insanlaştırması boşuna değildir. O zaman ‘eyy Milli sanayici çık artık ortaya’ demek düşecektir bize de anlaşılan.

Aynı bağlamda Kapitalist mentalini de bildiğimiz üzere, bu gidişatta uluslararası sermaye piyasası iyice daralacağından, son paylaşımda kendilerinin de artık babaların arasında yer alamayarak tamamen saf dışı kalacaklarını da anlamış olacaklar ki, yeniden milli sermayecilik şemsiyesinin altına girmenin, gelecekleri adına daha uygun düşeceğini de idrak etmiş oldular mutlaka. O halde geçte olsa nihayet uyandılar ve hoş geldiler aramıza tekrar diyelim onlara. İnşallah yine aldanmayız…
                                                                      
                                                                       Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder