Mafyayı kullanarak muhalefeti sindirme operasyonu, aslında Bahçeliden Erdoğan’a atılan en büyük ortak kazığıydı. Çünkü Erdoğan Başkanlığındaki İktidarın, muhalefetinden kurtulmak için Mafyaya itibar etmesi veya etmek zorunda bırakılması, aslında bir İktidar Başkanına bundan fazla da itibar kaybettiremezdi.
Bahçeliye gelince; artık siyasi ömrünü
daha da çabuk sonlandırmak pahasına, İktidar ortağını bile yerin dibine batıran
bir manevrayla Mafya desteğine el atmayı, bir siyasi gaflet veya depresyonel
bir Alzheimer başlangıcı olarak da kabul etmenin dışında yoksa Erdoğan
İktidarını tamamen açık düşürmeye yönelik bir çalım olarak mı kabul etmemiz
gerekir. Bu ise tarafımdan okurlara açık bir sorudur. Herkes kendine göre
yorumlayabilir şüphesiz.
Çünkü böylesine uçuk, yasa ve siyaset
dışı itibarsızlaştırma çabalarını uygulama geçirmek şayet siyasetçide bir
depresyona işaret ediyorsa, vakit geçirmeden bu durumdaki siyasilerin bundan
böyle siyaset dışı bırakılmaları, acilen yasallaştırılmalıdır. Çünkü
toplumlarına verebilecekleri hasar şiddetinin öngörülebilmesi imkânsızlaşır.
Dolayısıyla da bu durum, Cumhurbaşkanlarının bile bundan böyle Mafya
reislerinden seçilebileceğinin, anayasa maddesi olarak teklif edilebileceğini de
akla getirecektir kuşkusuz.
İşte tam da bu noktada Çakıcı
düdüğünü üfleyerek ondan medet uman Bahçeliye aslında düşen görev; muhalefetin
CHP kanadında da bulunan ve hala Kürt sorunundan bahseden emperyalist göbek
bağlılarına da seslenerek, Türkiye de asla bir Kürt sorunu olmadığını, Kürt
denen insanların kendilerinin de bildiği, bizatihen her vesilede onlardan, kulaklarımla
da işittiğim gibi aslında birçoğumuzdan da saf ve katkısız Oğuz boylarından (Begdüz
Aşireti) öz Türkmenler olduklarını söylemesi gerekirdi. Tabii gerçekte temsil
ettiği yapay milliyetçilik değilse!
Veya bu söylediklerimize farklı bir
duyargayla bakıp, milli derin Devletin sanrısal ajanı(!) Bahçeliye, Erdoğan’ı tutsak
yapıp, mevcut İktidarın anti millî paradokslarını kontrol altında tutmak ve
yerli kapitalist sınıflarının da desteklediği milli bir endekste, Avrupa ile iş
birliği çerçevesine bir dayanışma desteği mi sağlamaya çalışılıyor acaba? Düşüncesine
de el atalım isterseniz. Nitekim Erdoğan’ın yeni AB senaryosu veya görüşü bu
düşünceye ışık tutmaktadır. Yoksa ne oldu da Avrupa Birliğine desteksiz
sallarken ani bir U dönüşle, o Birliğe birden kucak açtı.
Saf milletim sorulduğunda, ayağımızı
yorganımıza göre uzatıyoruz demiyor mu? Gel de ölme ya da ‘yoksa siz kapınızın
önündeki paspasın altında mı uyuyorsunuz’ diye sorma şimdi. Yahu yorgan mı
kaldı da artık, altına girip uyuyalım. Pompeo denen ve daha ziyade açık/kapalı
panayırlarda kadın/erkek – ekseriyetle de kadın – seyircilerin yükselen
adrenalin seviyelerini düşürmeye yarayan, şikeli Amerikan güreşçisi kılıklı
adamın, olduğundan fazla ciddiye alınması, gölge boksuna bile zemin hazırlamıyor
aslında. Bu nedenle de ‘Türkiye de sadece Patrik efendiyi ziyaret etmiş-miş..’ konusunu
bahse dahi yeterli bulmuyorum.
Sekiz yıllık bir beyin fırtınasından
sonra Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) ekonomik antlaşması RCEP’in
nihayet yürürlüğe girmesi, AB ve USA emperyalizminin karşısında Doğunun ekonomi
Devlerini bir araya getirerek acısız varlık sahibi bir Dünya yaratmak üzere Yeni
Dünyanın hiç şüphesiz ki en güvenilir ve ihtiyaç hissettiği yeni bir denge
unsuru olacaktır. Öyleyse hepimize hayırlı olsun! Ne var ki birileri hala AB ve
USA ekonomilerinde menfaat aramakta olsunlar. Lakin Alman General zibidisi
yakında postallarıyla bizim Meclise de girmeye kalkarsa anlarsınız.
Sizin de dikkatinizi çekiyordur
mutlaka. Yerli TV dizilerindeki abartılı, yapay ihtişamlı görseller, zenginlik
ve aşırı dozajda savurganlık kokan sahneler, asla bugünün Türk insanının gerçek
yaşantısını temsil etmiyor ki buna gerçek zenginler de dahildir. Çünkü bu tarz
yaşamdan yani servetlerini, ayın sonunu getiremeyen insanlarımızın gözlerinin
içine sokarak yürütülen yaşam tarzından, gerçek zenginler bilhassa çekinirler.
Çünkü gerçek zengin, çeşitli; ama yasal para tuzaklarıyla soyup soğana
çevirdiği vatandaşların karşısında, parasal ihtişama itibar ederek, çoğunu çulsuz
bıraktığı müşterilerini, mudilerini bir de provoke etmekten çekinecek kadar da
akıllıdır elbette.
Bunu anlamak için, çevrenizdeki veya
tanıdığınız sorunsuz zenginlerin çevresel yaşamlarını bir araştırın, ne kadar
mütevazi yaşadıklarına inanamazsınız. Hatta sosyal medyada bile haklarında hiçbir
dedikodu bulamazsınız. Oysa Sosyal Medyada bolca bahse konu olanlarsa gerçek
zenginlerin yanında asla zikredilmeyecek çulsuzlar, sahtekâr çerezler, reklamperestler
veya sınıfta kalmış siyasilerdir…
Serendip
Altındal