İnsanoğlu
dediğimiz Şeytan/Tanrının içinde gizlediği doymak bilmez ve dışarı çıkmak için
fırsat kollayan, şartları zorlayan, her yöne iğrenç ihtirası, ancak
anayasalarla güvence altına alınmış yargı sistemiyle, kontrol altında
tutulabilir. İşte bu dengeyi senkronize eden sistem, bir şekilde inkıtaa uğrar
veya uğratılırsa, insanoğlu önce tiran olur, sonra da tahammül hudutlarını
zorlayan bir konuma gelebilir. Bunu anlayabilmek için de yerli piyasanın ve
siyasanın tutulmuş köşe başlarına bakılması yeterli olacaktır. Şimdi al birini
çarp diğerine, sonra da yap bilançonu.
Arınç adlı hazret, TBMM de şartların zorladığı açılış konuşmasında, belki de utandığından, güneş yanığı yüzünü kameralardan kaçırmak üzere başı eğik elindeki bildirgeleri okurken, aklınca milletinden gizleniyordu. Öğle ya analar kanlı gözyaşlarını hala dökmeye devam ederken, kendisi kim bilir nerelerde fütursuzca tatil yapmaktaydı. Tatilin erken bitirilmesi de anlaşılan keyfini kaçırmıştı. Bilmem artık, verdiği izlenim buydu biraderin. Aferin size aynen böyle de devam edin beyler, bakalım nereye kadar sözüm ona temsil ettiğiniz milletten kaçacaksınız…
Bir diğer paşazade de, Rize de vali
miymiş neymiş, İl Özel İdaresi kaynağından, sanki yörenin başka dertleri yokmuş
gibi, lüks makam aracını çerezleyivermiş altına. Ee yukarıda, şartlar uyduğunda
her bulduğu delikten fırlayan ihtirastan boşuna mı bahsettik. Demek ki, devlet
kaybolduğunda, derebeyler de artıyormuş. Çünkü içlerinde ki Şeytan hemen fırlıyor
ortaya anlaşılan. Ve bu da yalnız bize mahsus değil herhalde.
Geçenlerde
tesadüfen tanıdığım ve bahse konu yöreleri çok iyi tanıyan Trabzonlu bir
müteahhit, ‘Yeşil Yol Projesi’ adlı sözde turizm yaftasının altında yatan başka
bir soygunu da fısıldayıverdi kulağıma. Söylediğine göre o projedeki amaç;
yörenin yaylalarında, ormanlarında gizli höyükler, anıtlar, piramitler, tamgalar,
yazma taşlar vb. gibi hayli zengin ve tarih öncesine dayanan değerli
varlıklarımızın, bilinmeyen adreslere transfer edilmesine dayanıyormuş. Yoksa yoktan
var edilen birilerinin gemicikleri, acaba bu transferleri de mi sağlıyor
dersiniz.
Çünkü
özellikle de Karadeniz ve Kuzeyindeki saklı tarih, Türklerden çalıntı Avrupa
uygarlığının da tartışılamaz ön Türk kimliğini ifşa ediyor. Aynı bağlamda
Marmararay projesinde yapılan kazılarda, boğazın altından çıkarılan olağanüstü
tarihi bulguların, yani milli servetimizin, hangi adreslerde toplandığını biliyor
muyuz? Ki söylendiğine göre, 4000 sandıktan fazla tarihi bulgu çıkarılmıştı o
kazılardan da. Ve o bulgular, İstanbul’un Fatihten çok daha öncelerde de
Türkler tarafından birkaç defa zapt edildiğini belgeliyorlardı kuşkusuz. Tarihi
var kuvvet yok etme çalışmaları neden yapılır, yoksa sözde bize çağ
atlatacak(!) olan bütün yatırımlar, aslında Türk’ü silme projesinin kapsam
alanına mı dâhildir.
Son haberlerde ki, Terör Araştırma
Komisyonu kurulması teklifinin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi acaba neyin
ifadesidir. CHP’nin bu bağlamdaki akla ve mantığa dayalı önergesi, aslında
ahlak ve faziletinde göstergesi olduğuna; mantığın da özünde ahlak olduğuna
göre, bizim uçuk biraderler bu kararı acaba nelerine göre aldılar dersiniz.
Ayrıca bu karar aynı paralelde, şer koalisyonu içinde olduklarının da bir göstergesi
değil midir?
Diğer taraftan genelde, her bölgemizde
sinsice devam eden rant paylaşımları, kapımızın önünde çalan savaş tamtamları arasında
oldubittiye getiriliyor ve artık hıçkırmakta olan ülkemiz ise, ha babam
soyulmaya devam ediyor. Sinir uçları iltihap tutmuş vatandaşın yaralarına,
sanki birilerinin parmak basarcasına peş peşe tetiklediği provokasyon
teşebbüsleri de, ülkeyi gergef gibi geriyor. Ve artık vatandaş sokakta
tuttuğunu öpecek(!) hale geliyor. Sokakta asayişin berkemal olduğuna bakınca da,
bu durum daha iyi anlaşılıyor. Sonu hayırlı olsun diyelim biz yine de. Çünkü
iyi niyetliyiz. Ama ne yaparsak yapalım, ne kadar iyi niyetli olursak olalım,
işin sonunun birileri için hiç de iyi olmayacağını söylemek, bizi falcı yapmayacaktır
kuşkusuz.
Mesela hala bir yeni seçimde çıkış
yolu arayan saraylı, şimdi de kurtuluşu yine bizim Kemalist milli cephe de
gördü ki, avangart bağımsız bir yaklaşımla bizim kanada yanaşmak ve milli cepheden
medet ummak adına, Amerikan beziyle Çin rüzgarında yelken açmaya kalktı. Bu,
kolundaki karısının sırtından, komşunun güzel kızına göz süzmeye benzer ki,
yemez elin oğlu da bunu. Yakında sen de anlarsın ne dediğimizi.
Ne
yapsan, sicil bir kere essahtan, öyle sehven mehven değil, bozuldu mu, yani
sabıkayı ciddi olarak bir kere yedin mi, artık kurtuluş yoktur. Sen anladın
işte nereye dokunduğumu kardeş. Vakta ki sehven başkan bile olsan, kendi hesabını
ödeyecek ve kendi sonunla buluşacaksın, bilesin. O nedenle de artık, biran evvel
bir yerlere ciddi olarak git; ama aklın varsa da artık geri dönme. Çünkü bak
yakın çevrene, nispeten temiz kalmış Arınç, Davutoğlu gibiler bile, yanında
bakire Meryem gibi kaldılar.
Hoş
nasıl yaptığı onun olsun; ama adı İsa da olsa, koca bir bebeği çıkardıktan
sonra da bir kadın, nasıl hala bakiredir anlayabilmiş değilim. Ne ki bu da
onların sorunu olsun. Zira bizim bambaşka sorunlarımız var şimdi. Fazla BLOG-NET-ORG
çalışmana da gerek yok akıllı adamsın, apriori baksan da anlarsın Ami’nin – harp
görmüş milliyetçi eski Almanlar, Amerikalılara Ami derler ki, bütün sıfatlarını
içeren çok doğru bir tabirdir - çaresizliğini ve artık her el attığının kendi elinde
patlayan kerrakesini.
Şayet son çare olarak Kamikaze
olmayı da düşünüyorsan, gariban vatandaşın yandan çarklısını değil, seni bu
günlere getiren Ami’nin Kruvazörünün bacasını hedef almalısın ki, bir halta
yarasın ve belki de bu senin yine de tarihe girebilmen adına en son şansın
olabilsin. Senin yerinde olabilme şansım, yaradılışlarımız itibarıyla hiç
yoktur olamaz da; ama vaktaki olsaydı bile, sana şerefim üzerine teyit edeyim
ki bu dediğimi de yapardım…
Serendip Altındal