İki
doğrunun bir yanlışı götürdüğü kabul ediliyorsa; yarın iki yanlışın,
gerekçesine bile bakmadan bir doğruyu götüreceği de kabul edilmek zorunda
kalınacaktır. İşte o zaman da 5 milyon yaşında olduğu kabul edilen, ilim ve
irfanı da temsil eden Homosaphien'in sonu gelmiş demek olacaktır artık bu
dünyada.
Servetini, sermayeye dönüştürmüşsen,
mal, üretim aracı ve emek sarmalında artı kazançlar da amaçlıyorsan, kapitalist
olmuşsun demektir. O zaman kazancını kendi hesabına depone ettiğin gibi,
zararını veya riskini de kendi hesabına virman yapmak zorundasın demektir aynı
bağlamda. Çünkü senin malını almayan veya alamayan tüketicin, aynı noktada o
malı üreten emekçindir de aslında.
Ve sana sattığı emeği karşılığında
senden aldığı ücretiyle şayet kendi eliyle ürettiği emtiayı bile alamıyorsa,
durum daha da vahimdir senin adına. Bunu ciddi olarak düşünmelisin. Ayrıca hiç
unutmamalısın ki, taşımak zorunda olduğun riskinin de nedeni değildir,
emeğinden kazanırken artı karlar sağladığın emekçin. Hırs ve tamah üzerine
kurulu bencil yapının da mimarı değildir aynı emekçin ve o bağlamda da
tüketicin. Çünkü zor kullanarak seni 'ego-sen' olmaya da zorlamamıştır,
bizatihen seni senden başka da hiç kimse. O halde neresinden baksan kendi
zararını da elbette yine kendin karşılamak zorundasın arkadaş.
Oysa hiç de böyle olmuyor. Sümen
altı rüşvetlerini ödeyerek, baskı ve şantaj uygulayarak paralı askerlerine
dönüştürdüğün, sonra da devlet erkinin başına taşıdığın 'Hükümet' yaftalı
siyasilerini alıyorsun arkana. Çeşitli ki aslında da milletin olan devlet
fonları ve direk olarak da vatandaşına yansıtılan dolaylı vergilerle, yine
vatandaşına, yani bizatihi olarak da emekçine ödetiyorsun bütün zararını da.
Hoş, kazançlarına mahsuben bir
miktar vergi de ödüyorsun ayıp olmasın diye elbette. Buradaki yorumu da artık
senin vicdanına bırakıyorum kardeş. Şayet işimiz de, olmayan vicdanlara
kaldıysa, yandık desene. Şimdi bütün bunlara hayır diyebilir misin? Belki
karanlıkta senin de yüzün kızarıyordur, peşin yargılamayayım; ama günışığında
bu kızartıyı daha kimse görmedi şimdiye kadar.
İşte senin durumun, bugün bütün
dünya kapitalist-emperyalistlerinin de içinde bulundukları çıkmaz yolun ortak sorunudur.
Ne var ki, çok uluslu kapitalist fonlarıyla, vakıflar aracılığı ile çakma Hükümetlerini
besleyerek, milletlerini sömürmek adlı klasik oyun artık son halkaya
dayanmıştır. Çünkü devşirme Hükümetlerin sözde temsil ettikleri halkları, bu
eskimiş numarayı yutmuyorlar artık...
İsa sonrasının bilinen ilk
sosyalisti olan Hz. Muhammed'in, ilk Sosyalizm olarak da ifade edilecek Asrı
Saadet dönemi, Marks'a da ilham kaynağı olmuştu. Marks Marksist manifestoyu
hazırlamadan önce, para ve emeğin kaynağını tarihsel olarak baştanbaşa elden
geçirirken, elbette İslam'ın Asrı Saadet dönemini atlayacağı düşünülemezdi.
Eserini hazırlarken de bulduğu bu ilahi olguyu, kendisini kabul ettirmiş bir
model olsa da, bilim adamı profili ile şüphesiz ki epistemolojik bir modele
oturtamazdı. O nedenle de Hz. Muhammed’e değinmemiştir.
Bir başka husus da, kendi yaşam
mecburiyeti olması nedeniyle göbek bağı olan Hristiyan dünyası ile de mutlaka
açık düşmemeliydi. Yoksa İslam ile bu kadar özdeş olan Marksizm’in bu yüzü
ortaya konursa, Hristiyan dünyasında daha doğmadan bitiverirdi. Ne ki, Marks
gibi ruhuna kadar analiz ve sentez adamı olan bir kimliğin, ilk Sosyalizm ‘in
hayli başarılı bir modeli olan İslam'ın Ehli Beyt ve muhtaç insanı kalmayan
Asrı Saadet dönemini, iliğine kadar irdelemiş olduğu da tartışılamaz.
Gerçi belki de ilahi Komünizme
ulaşamadan 23 yılda Hz. Muhammedin vefatı ile birlikte sona eren imamet
döneminin ardından, 4 Halife devirleriyle birlikte, Hz. Muhammedin başlattığı
ilahi devrim, yeniden tersine çevrilmiş ve ihtiraslı muktedirler, toprak
ağaları, beyleri, eşraf ve besleme yandaş dernekler, mezhepler vasıtasıyla başı
döne döne bu günlere taşınmıştır. Bugünse toplam ihanetlerin bakiyesi olarak,
siyasi ambiyanslı din simsarlarının eliyle de, en kolay ve ucuz sömürü aracı
olarak emperyalizme servis edilmektedir.
Hz. Muhammed bile sağlığında
ashabına; '73 fırkaya (mezhep) ayrılacaksınız, bunların 72 si helak olacak,
sadece bir tanesi mahşeri görecektir' demiştir. ‘O hangisidir ya Resul' diye
sorulduğunda, 'sadece benim ve ashabımın yolundan gidenler' cevabını vermiştir.
Bu cevap, başta Halaçoğlu gibi her vesileyle Müslüman olduklarını beyan eden ve
diğerlerini aşağılayanları fazlasıyla düşündürmeli ve kendilerine de 'hangi
sınıfta' Müslüman olduklarını sordurmalıdır aslında.
Bugün aslı Ehli Beyt olan gerçek İslam’ın
düşüncesinin bile kendisi için kabus olduğu 'emperyalist hergele'; elbette bu
kabustan kurtulmak adına bir şeyler yapacaktı. İşte İslam’ı, bu yüzden
uluslararası kapitalist fonlar, dernekler ve vakıflar aracılığı yanında da,
dindar kisveli din simsarı siyasileri de kullanarak, anayolundan saptırma
gayreti içindedir ve kurguladığı çeşitli İslami modellemelerle, amacına
ulaşmaya çalışmaktadır. Ne ki korkunun ecele faydası yoktur.
Nitekim Stalin döneminde Sovyet Rusya’da
dahi en az takibe ve katliama uğrayanların başında neden Müslümanların geldiği
de kendiliğinden anlaşılır. Esasen Sovyet ordularının %70 nispetinde neden
Müslüman Türklerden oluştuğu, Türk'ün vuruş gücü ve yiğitliği yanında, İslami
özeğinde olan sosyal adalet fonunda aranmalıdır. Bu düşüncelerimizi tamamlamak
bağlamında, şayet bir Muhammed hayranı olan Tolstoy'un, 'Muhammed' başlıklı
eseri okunursa, Hz. Muhammedin Kuranda yer almayan hadislerinin yansıtıldığı
bizatihi felsefesi, daha iyi anlaşılacaktır. Bu eser zamanında İslam’a övgü
taşıdığı gerekçesiyle Ortodoks Çarlık Rusya’sında yasaklanmıştı.
§ "Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da benim için Muhammed
ilik, Haça tapmaktan (Hıristiyanlıktan)
mukayese edilemeyecek kadar yüksekte duruyor. Eğer insan, seçme hakkına
sahip olsaydı, aklı başında olan her Provoslav ve her bir insan, şüphe ve
tereddüt etmeden Muhammed iliği; tek Allah'ı ve onun Peygamberini kabul ederdi.
Lev N. Tolstoy (1828-1910)"
Söze dönersek; Allahtan ekolojik dengeler
var. Düşünün yeniler gelirken şayet eskiler gitmeseydi, yani aslı Şeytan/Tanrı
olan insanoğlu bir de ölümsüz olsaydı, biz nasıl yaşardık sırt sırta, alt alta,
üst üste bu dünyada. O nedenle fazla kurcalamayalım, bilelim ki cennet de
cehennem de bu sonlu dünyadadır. Yoksa her ölümlünün bir gün bulaşacağı
söylenen cehennem veya cenneti mesken tutmaya kalkmanın da, nasıl bir kaos
yaratacağı kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu? Bana sorarsanız o iki yerde de
olmak istemezdim doğrusu.
O halde bugüne kadar daha önce gitmiş, görmüş ve
deneyimlerle geri dönmüşe rastlamadığımız için de, kendimizi Allah’a havale
ettik artık dostlar. Elbet gitmeden öğrenemeyeceğimiz; ama şayet gömülmeyi
tercih etmişsek de, önce börtü böceğe meze olmakla başlayacak bir çıkış yolu
karşılayacaktır bizi nasıl olsa öbür tarafta mutlaka ve bu duruma da hazırlıklı
olalım. Yani toprakaltı mahlûkatı ile de dost kalalım en iyisi. Bu arada Davutoğlu’nun da herhalde bir miktar
aklı başına geldi ki, önce Kılıçdaroğlu ile koalisyon sohbetine başlayarak,
prosedürü uygulaması gereğini hatırlayıverdi.
Yukarda bir yerde Halaçoğlu'ndan
bahsetmiştik: Anlayın bu ülkede kimler nasıl Prof. Dr. Gen. vs. olabiliyor.
Kimler de neden olamıyor. Tabii bu yorumu, rütbelerini analarının ak sütü gibi
hak edenleri tenzih ettiğimi bilerek yapıyorum. Bizde neden böylesi aydınlardan
bir Nobel ödüllü çıkamayacağının da açık göstergesidir, hali pür melal. Sakın
Pamuk gibi önce yıkanmış, sonra ütülenmiş ve sonda da devşirilmiş
aydınlarımızdan(!) söz etmeye kalkmayın lütfen. Öyle ya adam bu kadar elden
geçtikten sonra, bırakın milliliğini, deri bile değiştirmiştir artık...
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder