Evinden
ziyade yaban ellerde, muhtemelen de sevgisiz, yuvadan düşmüş bir kuş yavrusu
gibi büyümüştü. Önceleri kayboluşları pek ciddiye alınmamıştı. Gayesiz dolanıp
dururken, yeryüzündeki Cehennem Zebanilerinin eline geçti ve umutsuz bir bomba
fitiline dönüştürüldü. Sonra da, kaderine kahırlı bir toplum düşmanı olarak,
umutlu, kararlı, eğitimli ve adam gibi adamlar olmaya yeminli genç canların
ferlerini; sanki umutsuzluğunun nedeni onlarmış gibi, söndürmek üzere aralarına
karıştırıldı.
Sonuçta pimini çekti ve önce de
kendi hiçliğini, son defa ateşledi. Oysa birlikte aldığı canları da tanıyabilseydi,
belki de onlardan biri olacaktı. Küçük aklınca Cennete gidecekti! Herhalde içine
atıldığı Cehennemin son deliğinde, bu tarafta tanıdığı Zebanilere benzer birileri,
Cennetin anahtarı yerine, üçün birini de tutuşturmuşlardır eline. Ne ki, aynı
yollardan geçmeye, aynı deneyimleri almaya meraklı olduğu söylenen daha birçok,
kız, oğlan varmış sırada. Keşke bir mucize gerçekleşse de, önce gidenler,
yenilere ellerindekini bir gösterebilseler…
Anlayın idrakleri dumura uğratılmış
körpelerin İslam maskeli çakallar tarafından ne denli iğfal edildiğini. Oysa bu
garipler sorgulayabilselerdi; kendilerini feda etmelerini isteyenlerin şayet
kendilerinde o iman olsaydı, o sanal cennetlerinde ki hurilerin kucağında,
dünya dertlerinden uzak, cennetin nimetlerine kavuşmak üzere çoktan oraya önce
kendileri kapağı atmazlar mıydı. Çünkü bu saf gençler, inanç veya imanın,
bilincin çömezi olduğunu bilecek altyapıya elbette sahip değillerdi. İşte
kendilerini kullananlar da aslında bu bilincin sahibi olanlardır.
İşte masum gençlerimizi bu bilinç
seviyesine çıkararak koruyabilmek ise, imam hatiplerde İslam öğretisi diye
onlara ilerde ölüm mangaları olabilecek alt yapıyı vermek yerine, onlardan
esirgenmiş olan milli ve asal eğitimlerini yine kendilerine kazandırmakla ancak
mümkün olacaktır. Çocuklarımızı küçücük yaşlarından itibaren imam hatiplere
layık görenlerin, aslında kendi tetiğini çekmeye yüreği ve olanağı kalmayan
emperyalistin, kendi adına bu işleri yaptıracağı uluslararası terör
ordularının, alt yapılarını da oluşturdukları artık anlaşılmalı, ötesinde de
özümsenmelidir.
Derler
ki; adam olacak çocuk bokundan belli olur. Sakın inanmayın, boku adamı bir yere
taşımaz hiçbir zaman. Olsa olsa adam onu salacağı deliğe iyi nişan alabilir, tabii
şayet geride bir şey bırakmak istemiyorsa. Yani böyle Cennetlik, Cehennemlik uçuk,
kaçık, yanlış inanç ve hurafelerle, ilgisiz, sevgisiz büyütülerek kaderine terk
edilmiş genç insanlardan, işte ancak böyle umutsuz emsallerin çok daha kolayca
vücut bulacağı açıktır.
Öyle
ya neden hep aynı bozuk mayadan çıkıyor, böyle beşeriyete muzır, asosyal toplum
düşmanları. Bunların ana ve babalarını yeniden eğitmek mümkün olamayacağına
göre, bugünün gençlerini – 1954 de Köy
Enstitülerinin kaldığı yerden başlayarak – yeniden adam gibi eğitebilmek, ancak
onların kendi gelecek nesillerinin ve milli bekalarının garantörü
olabilecektir. Gel de şimdi yüce Atatürk’ü rahmetle bir kere daha anma(1).
Giden
ve maalesef çok zor yetişen, böyle aydın, güzide gençlerimize ne kadar ağıt
yaksak boş. Onların pisipisine ferlerinin sönme nedeni olan içerde ki ve
dışarda ki yılanların başlarını, müstahsilleriyle birlikte kendi yuvalarında
ezmedikten sonra. En fazla yeni kayıplarımız için de ağlarız. Gel de şimdi yüce
Atatürk’ü rahmetle bir kere daha anma(2)…
Hal
böyle iken ve analar ağlamaya devam ediyorken, bizim açılımcı artistler neler
yapar, nelerle meşgullerdir acaba? Zırvalarını, şaşkın suratlarını, fütursuz
görünme gayretlerinin arkasına gizledikleri gerçek çaresizliklerini görmemek, umutsuzluklarını
birlikte yaşamamak ve zıvanadan çıkmamak için kendi adıma, haber kanallarını
izlemiyorum. Sözcü ve bazı portaller dışında eş ve dosttan öğreniyoruz aslında
olup biteni. Daha doğrusu da olamayıp, bitemeyeni.
Millet,
bizim zorunlu kardeşlerden bir hükümet bekliyor, bekleyedursun. Biraderler de
can derdinde, saraylı peş peşe korku ritüelleri sergilerken, partililerini de
kahrediyor, yeni seçim hayaliyle de hepsini giderek kendi batağında birlikte boğulmaya
mahkûm ediyor. Biraderlerse hala aymadılar. Korku da nereye kadar, sanki ecele
faydası varmış gibi. Oysa geçen yazıda belirttiğim gibi bir dört yılda neler
neler olmaz. İlle de seçim mi diyorsun kardeş, olur alacaksın(!) tabii seçimini…
Muhalefetten
en azından mis gibi cacık olur; ama devrik AKP enkazından kazanın dibi bile
çıkmaz. Bizden söylemesi, aslında yüzde 60 oranı olan muhalefetin mantık
izdivacı, ortak bir mantık çağrısı olarak da görünüyor. Ne var ki, imalat
ürününün AKP & CHP markalı olacağı, bir kere patentleştirilmiş çok uluslu
para fonu ARGE’si tarafından. El mahkûm. Ola ki ani gelişecek provokatif bir
sınır ihlali, zorunlu bir koalisyonu da tetikleyebilir.
Öyle
veya böyle sonunda ABD ile bir kora kor kapışmaya gireceğiz nasıl olsa. Çünkü
hudutlarımızda, gerginliği tırmandıran bu marjinal tutkuyu sürdürdüğü sürece, terör
çetelerinin arkasına daha fazla saklanamayacak olan ABD, nasılsa bir açık
verecek ve gerçek yüzünü gösterecektir eninde sonunda. Bir kere de cephe
açılmaya görsün. “Ve işte
o zaman, adı Türk olan güler yüzlü, tatlı dilli, munis adam, bir dev kesilirdi”.
Bu da madalyonun diğer yüzü. İşte bu yüzden de soğuyan havanın bir süreliğine
ısıtılabilmesi ve zaman kazanılması adına da bir ara istasyona acilen ihtiyaç
vardır.
Çünkü
hanidir tasarımda olan yeni haritalar için, henüz ortam oluşmamıştır. Ve gün
doğmadan nelerin olabileceğinden de kimsenin bir güvencesi yoktur. Zira yeni
bir Dünya savaşının çıkacağı, bütün dünya devlerinin gözünün üstünde olduğu, tek
ve en kritik bir bölgedir bizim bölge. Çünkü Ortadoğu’ya hâkim olanın dünyaya
da hâkim olabileceğine Osmanlıdan da yabancı değiliz.
Bu
nedenle de, yani ne yapsalar boş, hele de Kemalizm’i dıştalayan mevcut aynı
kafayla. İşte biz de tam da bunu söylemeye çalışıyoruz. Yeni seçimler de
yapılsa, yine kurgulandığı üzere ortaya çıkacak sonuç budur. Hatta kuvvetle muhtemeldir ki, bir küçük
değişiklikle de bu defa saray tamamen çizilerek, içinde sarayı olmayan bir koalisyon
da çıkabilir ortaya. Yoksa saray baskısıyla iyice bunalan Davutoğlu da bu
gerçeği gördü de mi seçim diye dayatıyor acaba? Her neyse. Oğlum sana
söylüyorum gelinim sen duy hesabı, saraylı da akıllı olur aynı gerçeği görür de,
artık sesini kısar belki. Ya da acaba can çıkar da huy çıkmaz mı, deseydik. Hoş
her ikisi de aynı kapıya çıkacaktır nasıl olsa…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder