24 Mayıs 2019 Cuma

SEÇMELİ Mİ, SEÇMEMELİ Mİ..


            Eskiden Liselerde Fen ve Edebiyat sınıfları ayrıydı. Aslında daha o zamanlar tercihliydi bu dersler. Dolayısıyla da matematik gibi bir Fen dalının tercihli yapılması yeni bir şey değildir. Esasen Fen doğasına sahip çocukların diğerlerinden ayrılarak, derslerine odaklanabilmeleri için eşdaşlarıyla bir arada tutularak ortak konsantrasyonlarının arttırılıp, öğretmenlerinin verebileceği bilgi algılarının yükseltilmesi, ülkenin bilimsel geleceği açısından daha yararlıdır.

            Yalnız burada bütün mesele: Fenni ya da edebi nitelikli çocuklarımızın tercihlerinin karşılığını, bihakkın, olmazsa olmaz, tam bağımsız, ulusal ve çağdaş bir eğitimle alabilmelerinin önü açılarak, ülkemizin bilimsel ikbali doğrultusunda, tam donanımlı olarak geri kazanılmalarının sağlanmasıdır.

            Zira kendi ülkelerinde çağdaş, milli eğitim olanaklarından yoksun olan varlıklı çocuklarımız, nasılsa yurt dışında istedikleri eğitimleri alabilmektedirler. İstidatlı; ama varlıklı olmayan diğerleri ise, biyolojik varlıklarıyla özel olarak seçilerek, hedef atışlı dış kaynak burslarıyla bizden koparılıp, emperyalist çıkarlar doğrultusunda, sömürge kabul edilen ülkelerine karşı nasıl olsa yine kullanılacaklardır. Bugüne kadar da hep böyle olmamış mıdır? Yazıyı şişirmemek üzere, sayısız emsal vermek istemiyorum.

            Bunda ki gerekçe de; Atatürk’ün kısa ömründe bile uyguladığı ulusal eğitim ögesinin mecburiyetini, özümseyemediğimiz için, çağdaş ve Devlet burslu milli eğitimin gereklerini karşılayamadığımızdan, bugün bile hala özgür düşüncede demokrat olabilmeyi benimseyememiş olduğumuzdur. Ne yazıktır ki bunca yıl sonra bile ülkemizde, Atatürk döneminde var olan siyasetçi kalitesine rastlayamıyoruz, varsa da sayılarının yok denecek kadar az olduğunu esefle görüyoruz.

            Aslında kalkınmış, çağdaş Devletlerde olmayan veya çoktan tarih olmuş problemler bile elan bizim güncelimiz değiller mi? Bakın seçim sandığımızdan bile, bayatlığından artık çoktan kokuşmuş, Abdülhamit tarzı bir tek adam sultası fışkırıyor hala. Ve hiç utanmadan kendimize kalkınmış ülke diyoruz üstüne de. Bırakın kalkınmayı da, biz olsa olsa kaldırmaya yararız. Hoş o bile görecelidir ya!

           
            O halde sonuç olarak; vaktiyle Atatürk’ümüzün bunu da öngördüğü gibi, çocuklarımızın tam bağımsız lakin çağdaş ve milli eğitimlerini son yıllarda dört koldan müthiş soyulan acınası yurdumuzda alabilmeleri, bütün elde kalan imkânlarımız, bağımsız milli sanayi ile pekiştirilerek mutlaka ve ceman sağlanmalıdır.

            Şayet Ulusal eğitim olmazsa büyük ve kalkınmış bir Devlet asla olunamaz. Çünkü Ulusal Eğitim, hele de bahse konu olan Türk milletiyse; bağlamında güçlü ve ileri teknolojide, Dünya döndükçe de bileği bükülemeyecek saygın bir ordu-millet demektir.

            Ve bundan sonra da şayet inkıtaa uğratılan Atatürk Devrimi, yeniden temelden çatıya doğru revize edilip fundamenti yerine oturtulmazsa, mevcut bozuk düzenin ayni çizgide devam edeceği aşikârdır. Hiç kendimizi içi boş safsatalar, hezeyanlara varan boş siyasa vaatleriyle kandırmayalım. Kim bilir, belki de bir mihenk noktasından sonra başı artık daha fazla bastırılamayan Türk Milleti, bir gün AKP sultasına bile teşekkür edecektir. Geciken Devrimin tetiklenmesine aracı olduğu için. Öyle ya neden olmadan sonuç olabilir miydi?

            Yani kısaca verilen eğitimin, yazımın başlığında olduğu gibi tercihli olup olmamasından önce, tam bağımsız, çağdaş ve ulusal olmasıdır odaklanmak zorunda olduğumuz ana fikir. Yoksa Nutuk’ta, saltanat ve hilafetin kaldırıldığını söyleyen Atatürk’ün “Türk milleti isyan ederek, hâkimiyet ve Saltanatı kendi eline ve fiilen almıştır” tespitiyle de ifade ettiği olgu, yeniden tecelli edecektir.
        
             
                                                                       Serendip Altındal



20 Mayıs 2019 Pazartesi

ANA ETKEN..

            İşgal kuvvetleri gemileri arasında süzülen geminin güvertesinde, İstanbul’a dönmekte olan Mustafa Kemal’in ağzından dökülen ‘geldikleri gibi dönerler’ söylemi, aslında ilerde alacağı ‘Atatürk’ adına ve onu omurgasına kadar hak edecek sağlam karakterine de işaret ediyordu.

            1919 Mayıs’ının 19’cu gününde Samsunda karaya ayak basan Mustafa Kemal, Atatürk’e devineceği muhteşem Anadolu seferine; Karadeniz’in mis gibi Karayel/Yıldız ve Poyrazının Kuzey esintilerini ciğerlerine doldurarak, tüm Türklük şuurunun bilinci ve himayesiyle, gururlu başı dimdik yukarıda olarak başlıyordu.

            Birbirini takip eden mücadeleler ve şahane zaferlerden sonra, inişli çıkışlı yollardan geçerek yakın tarihin sayfaları arasında bugünlere kadar geldik. Şimdi ise geleceğimizin üstüne kara gölgeleri inmiş olan vatan hainlerinden arınma zamanının geldiği bilincindeyiz de artık. Bu bağlamda ise olumlu işaretler artan bir yoğunlukta, gün ve gün verilmektedir.

            19 Mayıs 1919 aslında 26 Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan Muharebesini de başlatan Büyük Taarruzun tarihini yazmış ve Kurtuluş Zaferini de yaratan etken olmuştu. Bu nedenle 19 Mayıs Bayramı en az 19 defa haykırarak kutlanmalıdır. Bilhassa da Atatürk Gençliği tarafından tekrar tekrar. Çünkü bu tarih, yüce Atatürk irade ve azminin de doğuş günüdür aynı bağlamda…

                                                                       Serendip Altındal



9 Mayıs 2019 Perşembe

MAÇA YEDİLİSİ..


            Maça yedilisi, bazı kart falcılarına göre faciayla özdeş bir uğursuzluğa işaret eder. YSK’nın maça yedilisine, ne kadar ödediklerini bilmiyoruz; ama bir hayli ödemiş olmalılar. Yalnız tasdikli Haramilerin bu son beslemelerinin de elbette ırak olmayan bir gün, kulaklarından çekilerek teşhir sahnesine sürülecekleri kesindir.

            O zaman nerede nasıl olurlar bilemeyiz; ama eski zamanlarda da olduğu gibi suçlu iktidarların ve destekçilerinin kendi çocuklarının, babalarının nüfus adlarıyla artık ortalıkta dolaşamayacaklarını en azından öngörebilmek mümkündür. İşte böylesi gafil ve talihsiz ansızlar, bir Belediye seçimini dahi eninde sonunda suratlarına benzettiler ve Türkiye Cumhuriyetinin Devleti olmadıklarını bir kere daha göstermiş oldular.

            Yani halkın milli iradesinin içine, bugüne kadarki şaibeli mevcudiyetlerinin garantörü olan diğer şaibeli seçimlerde olduğu gibi, bir kere daha tükürüp, anayasal haklarını bir daha gasp ettiler. İyi de ne kazanacaklarını umuyorlar. Belki daha da büyük bir ekseriyetle kaybedeceklerini muhtemelen kendileri de biliyor ve bekliyorlar da. Bu arada muhalif sanatçıları ve diğerlerini de fişliyorlarmış. Tamam, da kapkara şecerelerini aklamayı, kendi yırtıklarını onarmayı nasıl düşünüyorlar acaba?

            Ne var ki İstanbul Belediyesi’nin başında oldukları süreçte yedikleri bütün herzelerin suç belgelerini karartmaya, tahrif etmeye yönelik faaliyetlerini, kendi memurlarının kontrolündeki Belediyede rahatlıkla yapabilmeleri için, yeni bir süreç ve ortam yaratmış oldular sadece. Konuya bu çerçeveden bakınca da gerekli orijinal kopyalar İnşallah alınmıştır diye düşünüyor insan ister istemez.

            Yaptıkları bütün usulsüzlükleri örtmek için bundan sonra kullanacakları tek silah, artık sadece salt provokasyonla tereyağı gibi üste çıkmaktır. Yani kendileri patlarken, muhalefeti de birlikte uçurmayı düşünecekleri kesindir. Bu durumda ise onların kavga tuzağına düşmeden, akıl yolunda kalmak olacaktır muhalefetin karşı silahı. Çünkü aklın, zorun her türlüsüne, her zaman galebe çaldığı da asla unutulmamalıdır.

            AKP’nin yeni parti angajmanı çerçevesinde hazırlık yapan içindeki kendi muhalefetine gelince; bana göre çok geç kaldılar. Çünkü Erdoğan’ı ve bünyelerindeki Erdoğancıları daha önce tasfiye etmedikleri için de çok yıprandılar, birlikte ayağa düştüler. Ayni çizgide, ayni Parti programı ve eski tüfeklerle, aynı seçmeni ikna edebilmeleri hiç de kolay olmayacaktır artık kendileri için.

            Şayet Erdoğan tabanından ayrılıp milli tabana geçerlerse bu defa da emperyalistin iktidar desteğini sağlayamayacaklardır. Tuh, bu nasıl bir paradokstur değil mi dostlar. Yani Erdoğan onları da yakmıştır aslında. Öyle ya, kol kola yürümemişler miydi FETÖ yollarında yıllarca. Bu nasıl unutulabilir ki?

            Eğer siyasa oyununa devam etmek istiyorlarsa, bulundukları ve AKP sayesinde iyice kaygan hale gelen zeminde, artık tamamen ayrı ve milli bir kulvar içinde laik, Kemalist zincire sıkıca tutunarak şanslarını aramak zorunda olduklarını da, bilmek mecburiyetindedirler halbuki.

            Zira ülkesinde meşru bir seçim sonucuna itirazı olan bir iktidarın, meşruluğu da kalmamıştır artık. Bugüne kadarki şöyle veya böyle kazandığı seçimlerde ki buna Başkanlık Referandumu da dâhildir; meşruluğa nasıl inansın artık bu millet ve hatta kendi seçmenleri bile. İşte bu gerekçeyle de, Yeni Partilerine eski suratlarla hazırlanan eski AKP’liler, selefleriyle birlikte taşıdıkları bu ağır yükün altında çok uzatmalı kaldılar. Oysa daha çabuk uyanmalıydılar.

            Aşağıda, Erdoğan’ın Abdülhamit seviciliğinin nedenlerine derhal empati kurabilmeniz için, Abdülhamit’in anayasaya ve meşru Devlet yönetimine hangi gözlükle baktığını tekrar hatırlayalım. Bakın, Erdoğan’ın anayasasız lığı ile Abdülhamit arasındaki simetrik özdeşliğe, daha doğrusu da hiçbir halta yaramayan, antikacılık bile olamayan ortak eskiciliğe. Oysa tarihten alınabilecek o kadar çok ders vardı ki. Lakin kim(!) alacaktı ki bu dersleri!

            §  Anayasa (Kanun-u Esasi), Abdülhamit tarafından güya yürürlükte gösterilirdi. Her yıl «Devlet Salnâmesinin. Yani resmi Devlet Yıllığının başında ve 1876'da Sadaret makamına yazılan fermanla beraber (7 zilhicce. 1293) 1876 Anayasasının metni mutlaka yayınlanırdı. 103 maddelik bu Anayasa böylece resmen yürürlükte sayılırdı. Ama bu resmi yayın dışında bundan bahsetmek yasaktı. Suçtu. Kanun-u Esasi sözü ağıza alınamazdı. Taraftarları yakalanır, sürülür, zindana atılırdı. 'Bu Anayasanın yapıcısı Mithat Paşa ise, zaten onun vaktiyle yürürlüğe girdiğini, ilk mebussan Meclisinin açıldığını göremeden yakalanmış, Arabistan'ın Taif kalesine sürülmüş ve bir süre sonra orada boğdurulmuştu. (İkinci Adam- C 1, S. 34- Ş. S. Aydemir)

O halde şimdi gelin, bir elimizi aklımızı taşıyan başımıza, diğerini de ruhumuzu besleyen kalbimize bastırıp, samimi olarak itiraf edelim. Demek ki en güvenli yol, Atatürk yoludur. Bütün uluslar ve iktidarları için. Yalnız MHP ve AKP ikilisinde olduğu gibi yapayı değil, özeği itibarıyla gerçek Atatürk yoludur andığımız, adını ettiğimiz.


Çünkü AKP, MHP gibi Partilerden Devlet değil, olsa olsa aşiret veya dernek çıkar ancak.  Esasen tarihte böyle somut bir örnek de yoktur. Ayrıca bunların bugüne kadar ortaya koydukları, bundan sonra da koymaya devam edeceklerinin de açık göstergesi değil midir?


Başka bir âlem olan HDP ise Türkmen den kürtmen(!) yaratmaya kalkan dış koordinatlı bir partidir. Ki böylesi bir paradigmayı parayla bile çakma Latin tarihçilerine yazdıramazsınız. Çünkü onlar bile bunun tarihte yeri olmayan bir safsata olduğunu bilirler. Eski MHP ise artık bitmiştir. Şimdi tabana da hitap eden bir yenisi vardır. Bu saydıklarımdan başka milli tabana hitap etmeyen bir parti varsa lütfen söyleyin de, benim de haberim olsun Sayın okurlar…


                                                            Serendip Altındal





2 Mayıs 2019 Perşembe

VASAL..


            USA’da yakın bir gelecekte Roma/Bizans gibi Türk’e vasal olursa hiç şaşırmamak gerekecektir. Zira Trump’ın Türkiye’yi ziyaret edeceği söylemleri boşuna değil ve akılda ister istemez bunu da çağrıştırıyor doğrusu. Latinler tarafından çok daha öncelerinden beri İonyalı Türkler olarak anılarak Ortodoks itikatlarına rağmen dıştalandıklarını düşünen Grekler, aslında Latin Avrupalı Hristiyanları hiç sevmezler.

            Esasen bu husus sonunda Roma İmparatorluğunu Doğu ve Batı olarak iki bölgeye ayırmış, Rum veya Grek tarafı olan Doğu Roma, Kilise desteğini de kuşanarak Bizans olarak betimlenmiştir. İşte Bizans ve dolayısıyla da Batı Roma, Etrüsk Türk İmparatorluğu uygarlık mirası üzerinde inşa edilince, süreç içerisinde Latinler, Türklerden aşırdıkları tarihi, uygarlığının Türk aidiyetini dıştalayarak sahiplenmişlerdi.

            Aslında Latinlerin bütün uygarlık varlığı, Roma ve sonrası olduğu ve yüz binyıllarca öncesinden beri Avrupa’nın da insan tarihini oluşturan eski aryan Türklerin tarihiyle mukayese bile edilemeyecek bir kısa geçmişe sahip oldukları için de, bu kimlik saplantıları kendilerine çok görülmemelidir. İşte bu tarihi gerçeklikten ötürü de sonunda yine Türklerin kucaklarına oturacaklardı, nitekim öyle de olmuştur.

            Önce Cenova, Venedik Cumhuriyetleri Roma’sı sonra da sırasıyla Bizans, Türk Devletlerine (Selçuklu, Osmanlı ve bazı Türk Beylikleri) Anadolu’da yaşayabilmek için vasal olmuş yani vergi (haraç) ödemiştir. Hatta gâvur İzmir yerine gâvur Ege denmesi; bugün Ege’nin, Türk’ten bile fazla Türkleşerek, çoğu da Müslüman bile olmuş eski dönemlerin Hristiyan Haçlı kalıntılarının da Avrupa’ya geri dönmeyerek, tercihli olarak yaşadıkları bölge olduğundan, daha doğru olacaktır.

            Söylemek istediğim; Latin tarihinin Türk tarihi yanında zikre değerde bile olamayacağı hatta bu çok kısa tarihin bile Türk tarihiyle özdeş olduğudur. O halde kavga nedendir. Bizimle alıp veremedikleri nedir. Bunu da sevgili okura bırakalım.

            Biraz dolanarak biz yine günümüze dönersek: İşte beline doladığı Bahçeli peştemalını da yapay İslam senaryosuna bulaştırıp birlikte sürükleyerek, zoraki saltanatını uzatmaya kalkan Erdoğan’ın bilmediği ve aklına dahi getiremeyecek olduklarıdır, esas ilgimizi çekmesi gerekenler.

            Tanrının kılıcı Muhteşem Cengiz Han ile başlayan ve Moğol Türklerinin, törelerini terk ederek İslam tasavvufu içinde kimlik değiştirmiş bir tabirle de kâfirleşmiş Selçukluları ve bu başkalaşımdan nasibini almış diğer Türkmen boylarını cezalandırmak için, Güney Asya’dan itibaren Rumeli, Anadolu ve Mezopotamya’yı da içine alan bir alanda yaptığı büyük yürüyüşle, bütün bölgeyi vasal kılıp haraca bağlamasıdır, ilgi konularımızdan biri.

            Bir diğeri de; kaybolan Türk töresini tekrar yerine oturtmak için sonrasında Timur (Timurlenk) İlhanlıları da Cengiz’le aynı rotayı takip ederek Asya bozkırlarından aşağı inip Osmanlıların ve diğer İslam Devletlerinin başına tokmak olmuştur. Öyle ki; Bayezid’i Ankara savaşında perişan edip esir alan ve Anadolu’yu ilhak eden Timur, şayet isteseydi, Osmanlı Devleti daha başlangıç döneminde tarihten silinebilirdi. Oysa Timur uyarısını yapıp, Osmanlıyı vasal kılarak tekrar bozkırlarına geri dönmeyi tercih etmişti.

            Şimdi Türk yolundan sapan Erdoğan’da Dünya nüfusunun % 66’sı Türkçe konuşan ve bozkırların çocukları olan yukarı Asya ve Avrasya öz Türkleriyle yeni bir ceza talimine çıkabilir ve yeniden Türk yoluna dönmesi için sertçe uyarılabilir. Bu nedenle Erdoğan daha yolunun başındayken ayağını denk atmalı, emperyalistin terörist İslam ayağını terk etmeli ve gerçekte Ehli Beyti de içeren Türk töresi ve erdemine geri dönmelidir. Yoksa aynı kafayla, Türk varlığını asla temsil edemez ve tabansız kalır.

            İşte Trump, Erdoğan’ın bir şekilde bu analizi yakalayıp gerçek Türk yoluna avdet etmesinden mi endişe duymaktadır.  Ve bu nedenle mi onu yeniden kafaya almak üzere makamında ziyaret edecektir. Bununla da kaçınılmaz vasallığını geciktirmek üzere zamana mı oynamak istemektedir. Hani dikkatle analiz edilmesi gereken süzme konulardır bunlar. Biz bir paragraf açalım da, arkası da gelir nasıl olsa…

                                                                       Serendip Altındal