Eskiden
Liselerde Fen ve Edebiyat sınıfları ayrıydı. Aslında daha o zamanlar tercihliydi
bu dersler. Dolayısıyla da matematik gibi bir Fen dalının tercihli yapılması
yeni bir şey değildir. Esasen Fen doğasına sahip çocukların diğerlerinden
ayrılarak, derslerine odaklanabilmeleri için eşdaşlarıyla bir arada tutularak
ortak konsantrasyonlarının arttırılıp, öğretmenlerinin verebileceği bilgi
algılarının yükseltilmesi, ülkenin bilimsel geleceği açısından daha yararlıdır.
Yalnız burada bütün mesele: Fenni ya
da edebi nitelikli çocuklarımızın tercihlerinin karşılığını, bihakkın, olmazsa
olmaz, tam bağımsız, ulusal ve çağdaş bir eğitimle alabilmelerinin önü açılarak,
ülkemizin bilimsel ikbali doğrultusunda, tam donanımlı olarak geri
kazanılmalarının sağlanmasıdır.
Zira kendi ülkelerinde çağdaş, milli
eğitim olanaklarından yoksun olan varlıklı çocuklarımız, nasılsa yurt dışında
istedikleri eğitimleri alabilmektedirler. İstidatlı; ama varlıklı olmayan
diğerleri ise, biyolojik varlıklarıyla özel olarak seçilerek, hedef atışlı dış
kaynak burslarıyla bizden koparılıp, emperyalist çıkarlar doğrultusunda,
sömürge kabul edilen ülkelerine karşı nasıl olsa yine kullanılacaklardır. Bugüne
kadar da hep böyle olmamış mıdır? Yazıyı şişirmemek üzere, sayısız emsal vermek
istemiyorum.
Bunda ki gerekçe de; Atatürk’ün kısa
ömründe bile uyguladığı ulusal eğitim ögesinin mecburiyetini, özümseyemediğimiz
için, çağdaş ve Devlet burslu milli eğitimin gereklerini karşılayamadığımızdan,
bugün bile hala özgür düşüncede demokrat olabilmeyi benimseyememiş olduğumuzdur.
Ne yazıktır ki bunca yıl sonra bile ülkemizde, Atatürk döneminde var olan
siyasetçi kalitesine rastlayamıyoruz, varsa da sayılarının yok denecek kadar az
olduğunu esefle görüyoruz.
Aslında kalkınmış, çağdaş
Devletlerde olmayan veya çoktan tarih olmuş problemler bile elan bizim
güncelimiz değiller mi? Bakın seçim sandığımızdan bile, bayatlığından artık çoktan
kokuşmuş, Abdülhamit tarzı bir tek adam sultası fışkırıyor hala. Ve hiç utanmadan
kendimize kalkınmış ülke diyoruz üstüne de. Bırakın kalkınmayı da, biz olsa
olsa kaldırmaya yararız. Hoş o bile görecelidir ya!
O halde sonuç olarak; vaktiyle
Atatürk’ümüzün bunu da öngördüğü gibi, çocuklarımızın tam bağımsız lakin çağdaş
ve milli eğitimlerini son yıllarda dört koldan müthiş soyulan acınası yurdumuzda
alabilmeleri, bütün elde kalan imkânlarımız, bağımsız milli sanayi ile
pekiştirilerek mutlaka ve ceman sağlanmalıdır.
Şayet Ulusal eğitim olmazsa büyük ve
kalkınmış bir Devlet asla olunamaz. Çünkü Ulusal Eğitim, hele de bahse konu
olan Türk milletiyse; bağlamında güçlü ve ileri teknolojide, Dünya döndükçe de
bileği bükülemeyecek saygın bir ordu-millet demektir.
Ve bundan sonra da şayet inkıtaa
uğratılan Atatürk Devrimi, yeniden temelden çatıya doğru revize edilip
fundamenti yerine oturtulmazsa, mevcut bozuk düzenin ayni çizgide devam edeceği
aşikârdır. Hiç kendimizi içi boş safsatalar, hezeyanlara varan boş siyasa vaatleriyle
kandırmayalım. Kim bilir, belki de bir mihenk noktasından sonra başı artık daha
fazla bastırılamayan Türk Milleti, bir gün AKP sultasına bile teşekkür
edecektir. Geciken Devrimin tetiklenmesine aracı olduğu için. Öyle ya neden
olmadan sonuç olabilir miydi?
Yani kısaca verilen eğitimin, yazımın
başlığında olduğu gibi tercihli olup olmamasından önce, tam bağımsız, çağdaş ve
ulusal olmasıdır odaklanmak zorunda olduğumuz ana fikir. Yoksa Nutuk’ta,
saltanat ve hilafetin kaldırıldığını söyleyen Atatürk’ün “Türk milleti isyan
ederek, hâkimiyet ve Saltanatı kendi eline ve fiilen almıştır” tespitiyle de ifade
ettiği olgu, yeniden tecelli edecektir.
Serendip
Altındal