9 Mayıs 2019 Perşembe

MAÇA YEDİLİSİ..


            Maça yedilisi, bazı kart falcılarına göre faciayla özdeş bir uğursuzluğa işaret eder. YSK’nın maça yedilisine, ne kadar ödediklerini bilmiyoruz; ama bir hayli ödemiş olmalılar. Yalnız tasdikli Haramilerin bu son beslemelerinin de elbette ırak olmayan bir gün, kulaklarından çekilerek teşhir sahnesine sürülecekleri kesindir.

            O zaman nerede nasıl olurlar bilemeyiz; ama eski zamanlarda da olduğu gibi suçlu iktidarların ve destekçilerinin kendi çocuklarının, babalarının nüfus adlarıyla artık ortalıkta dolaşamayacaklarını en azından öngörebilmek mümkündür. İşte böylesi gafil ve talihsiz ansızlar, bir Belediye seçimini dahi eninde sonunda suratlarına benzettiler ve Türkiye Cumhuriyetinin Devleti olmadıklarını bir kere daha göstermiş oldular.

            Yani halkın milli iradesinin içine, bugüne kadarki şaibeli mevcudiyetlerinin garantörü olan diğer şaibeli seçimlerde olduğu gibi, bir kere daha tükürüp, anayasal haklarını bir daha gasp ettiler. İyi de ne kazanacaklarını umuyorlar. Belki daha da büyük bir ekseriyetle kaybedeceklerini muhtemelen kendileri de biliyor ve bekliyorlar da. Bu arada muhalif sanatçıları ve diğerlerini de fişliyorlarmış. Tamam, da kapkara şecerelerini aklamayı, kendi yırtıklarını onarmayı nasıl düşünüyorlar acaba?

            Ne var ki İstanbul Belediyesi’nin başında oldukları süreçte yedikleri bütün herzelerin suç belgelerini karartmaya, tahrif etmeye yönelik faaliyetlerini, kendi memurlarının kontrolündeki Belediyede rahatlıkla yapabilmeleri için, yeni bir süreç ve ortam yaratmış oldular sadece. Konuya bu çerçeveden bakınca da gerekli orijinal kopyalar İnşallah alınmıştır diye düşünüyor insan ister istemez.

            Yaptıkları bütün usulsüzlükleri örtmek için bundan sonra kullanacakları tek silah, artık sadece salt provokasyonla tereyağı gibi üste çıkmaktır. Yani kendileri patlarken, muhalefeti de birlikte uçurmayı düşünecekleri kesindir. Bu durumda ise onların kavga tuzağına düşmeden, akıl yolunda kalmak olacaktır muhalefetin karşı silahı. Çünkü aklın, zorun her türlüsüne, her zaman galebe çaldığı da asla unutulmamalıdır.

            AKP’nin yeni parti angajmanı çerçevesinde hazırlık yapan içindeki kendi muhalefetine gelince; bana göre çok geç kaldılar. Çünkü Erdoğan’ı ve bünyelerindeki Erdoğancıları daha önce tasfiye etmedikleri için de çok yıprandılar, birlikte ayağa düştüler. Ayni çizgide, ayni Parti programı ve eski tüfeklerle, aynı seçmeni ikna edebilmeleri hiç de kolay olmayacaktır artık kendileri için.

            Şayet Erdoğan tabanından ayrılıp milli tabana geçerlerse bu defa da emperyalistin iktidar desteğini sağlayamayacaklardır. Tuh, bu nasıl bir paradokstur değil mi dostlar. Yani Erdoğan onları da yakmıştır aslında. Öyle ya, kol kola yürümemişler miydi FETÖ yollarında yıllarca. Bu nasıl unutulabilir ki?

            Eğer siyasa oyununa devam etmek istiyorlarsa, bulundukları ve AKP sayesinde iyice kaygan hale gelen zeminde, artık tamamen ayrı ve milli bir kulvar içinde laik, Kemalist zincire sıkıca tutunarak şanslarını aramak zorunda olduklarını da, bilmek mecburiyetindedirler halbuki.

            Zira ülkesinde meşru bir seçim sonucuna itirazı olan bir iktidarın, meşruluğu da kalmamıştır artık. Bugüne kadarki şöyle veya böyle kazandığı seçimlerde ki buna Başkanlık Referandumu da dâhildir; meşruluğa nasıl inansın artık bu millet ve hatta kendi seçmenleri bile. İşte bu gerekçeyle de, Yeni Partilerine eski suratlarla hazırlanan eski AKP’liler, selefleriyle birlikte taşıdıkları bu ağır yükün altında çok uzatmalı kaldılar. Oysa daha çabuk uyanmalıydılar.

            Aşağıda, Erdoğan’ın Abdülhamit seviciliğinin nedenlerine derhal empati kurabilmeniz için, Abdülhamit’in anayasaya ve meşru Devlet yönetimine hangi gözlükle baktığını tekrar hatırlayalım. Bakın, Erdoğan’ın anayasasız lığı ile Abdülhamit arasındaki simetrik özdeşliğe, daha doğrusu da hiçbir halta yaramayan, antikacılık bile olamayan ortak eskiciliğe. Oysa tarihten alınabilecek o kadar çok ders vardı ki. Lakin kim(!) alacaktı ki bu dersleri!

            §  Anayasa (Kanun-u Esasi), Abdülhamit tarafından güya yürürlükte gösterilirdi. Her yıl «Devlet Salnâmesinin. Yani resmi Devlet Yıllığının başında ve 1876'da Sadaret makamına yazılan fermanla beraber (7 zilhicce. 1293) 1876 Anayasasının metni mutlaka yayınlanırdı. 103 maddelik bu Anayasa böylece resmen yürürlükte sayılırdı. Ama bu resmi yayın dışında bundan bahsetmek yasaktı. Suçtu. Kanun-u Esasi sözü ağıza alınamazdı. Taraftarları yakalanır, sürülür, zindana atılırdı. 'Bu Anayasanın yapıcısı Mithat Paşa ise, zaten onun vaktiyle yürürlüğe girdiğini, ilk mebussan Meclisinin açıldığını göremeden yakalanmış, Arabistan'ın Taif kalesine sürülmüş ve bir süre sonra orada boğdurulmuştu. (İkinci Adam- C 1, S. 34- Ş. S. Aydemir)

O halde şimdi gelin, bir elimizi aklımızı taşıyan başımıza, diğerini de ruhumuzu besleyen kalbimize bastırıp, samimi olarak itiraf edelim. Demek ki en güvenli yol, Atatürk yoludur. Bütün uluslar ve iktidarları için. Yalnız MHP ve AKP ikilisinde olduğu gibi yapayı değil, özeği itibarıyla gerçek Atatürk yoludur andığımız, adını ettiğimiz.


Çünkü AKP, MHP gibi Partilerden Devlet değil, olsa olsa aşiret veya dernek çıkar ancak.  Esasen tarihte böyle somut bir örnek de yoktur. Ayrıca bunların bugüne kadar ortaya koydukları, bundan sonra da koymaya devam edeceklerinin de açık göstergesi değil midir?


Başka bir âlem olan HDP ise Türkmen den kürtmen(!) yaratmaya kalkan dış koordinatlı bir partidir. Ki böylesi bir paradigmayı parayla bile çakma Latin tarihçilerine yazdıramazsınız. Çünkü onlar bile bunun tarihte yeri olmayan bir safsata olduğunu bilirler. Eski MHP ise artık bitmiştir. Şimdi tabana da hitap eden bir yenisi vardır. Bu saydıklarımdan başka milli tabana hitap etmeyen bir parti varsa lütfen söyleyin de, benim de haberim olsun Sayın okurlar…


                                                            Serendip Altındal





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder