31 Ocak 2013 Perşembe

ÜZÜLME SEVİYELİ KARDEŞİM..


            Sevgili Güler bacım her şeyden önce, başkanının ‘Dikkatli konuşalım’ diyerek aklınca sana ve seninle bütünleşen bizlere de atıfta bulunduğu bir ortamda, içine akıttığın ve kendine sakladığın gözyaşlarının süslediği o çok anlamlı gözlerinden öpmek istiyorum. Sen yanlış konuşmadın ki, bilhassa çoktan konuşulması gerekeni en açık üslupla ifade ettin. Beklediğimiz ve kimliğine çok yakışan doğru olan da buydu esasen. Bunun dışında kalansa sinsi politikacı eyyamı olurdu ve bir Kemalist’le zinhar uyuşamazdı. Bir kere gerçek Kemalist politikacı değildir ya da şeffaf politika yapar. Açık, doğru ve her daim güvenilirdir. Esasen siyasette de bu dokuya sahip olmayana kesinkes Kemalist denemez.
Esasen seni de bu doğruyu açıkça ortaya koyduğun için daha çok sevdik ya zaten. Sen çevrende ki, CHP’li olduğunu iddia eden anti materinin, hele de ‘seni sevmiyoruz, CHP yi seviyoruz’ diyebilme gafletinde bulunan ajan provokatör ‘kakadulinin’ çatlak seslerine sakın ola kulak asma. Aslında istenmeyen kendileridir. Biz seni ve şahsında bütünleşen CHP yi seviyor onu istiyoruz. Çünkü gerçek Kemalist olduğumuzu iddia edebilirken, bütün Kemalistler gibi, yüce Atatürk’ümüzün CHP sinin de böyle olması gerektiğini çok iyi biliyoruz.
Ben kendi adıma senin bir kere söylediğini, her gün en az 30 defa tekrarlıyorum. Başkanın bunu duysa ne derdi acaba? Çünkü sevgili Atatürk’ün ivmesiyle, kurucu sahibi olan yüce TÜRK ULUSUNUN kanatları altında, bütün etnik sorun ve problemlerden arınmış, başı yukarda saygın bir ULUS DEVLETİN, beni de saygın birey haline getiren  vatandaşlık kimliğimle, acaba Allah’tan belamızı mı arıyoruz diye soruyorum zaman zaman kendime.
Hiç çakma Kürt milliyetçiliği – ki bunun ne olduğunu, fikrin sahibi Amerikalı da somutlaştıramıyor, bu çakma milliyeti(!) hangi dilde konuşturacağını, kendisi de bilmiyor zira – bir olabilir mi? O zaman bunu diyenlere, hangi CHP yi sevdiklerini de sormak gerekmez mi? Sevdikleri CHP’nin açık olarak adını koysunlar da bizde açık adrese konuşalım o zaman. Biz, rüzgarın suratımıza savurduğu, aslında tanımadığımız elmanın çekirdeğinden elmayı öğrenmeye kalkmıyoruz. Böyle bir enayilik veya kara cehalet, bizi asla saptamaz. Bizatihen sahibi olduğumuz, lezzet ve faydalarını çok iyi tanıdığımız elmanın çekirdeğini analiz edelim ve elmamızı beşere daha faydalı hale getirelim diyoruz.

Yani işin özü demek olan bilgi bütünlüğü, her zaman somuttan soyuta doğrudur. Önce somutu eline almayan hangi bilgi var olabilirdi ki. Bu bilinçsizliği, aynı zamanda da bağnaz ötesi gafleti, her biri yüce pirleri gibi, kendi başına revizyonist olan akılcı Kemalistlerden beklemek ise, abesle iştigaldir. O halde gelin, hep birlikte bir daha adını koyup özüne noktamızı koyalım, sevgili CHP’liler. Aslında hepimizin partisini, bir an önce gerekli kalite kontrolden geçirip, anti maddeyi tasfiye ederek işe başlayalım mesela. Hadi gelin, çatlak zurnaların, devşirme kültürün yandaş elementlerinin, ajan provokatörlerin tufasına getirmeyelim büyük kurucunun mukaddes partisini o zaman.  Kemalizm aynı zamanda evrensel akılcılık değil de nedir (nokta nokta nokta)

                                                                       Serendip Altındal



21 Ocak 2013 Pazartesi

İLİZYONİST..

           Son günlerde yeni numaralara hazırlandığını bildiğimiz; ama beceriksizliğinden hiç şüphe duymadığımız eski ilizyonistin, son numarası en azından şapkasının altından çıkaracağı güvercin olur diye düşünüyorduk. Bir baktık ki, güvercini kaçmış şapkadan kakası çıktı. Ya bu adamlar Türkçe bilmiyor ya da biz onların konuştuğu Türkçeyi anlamıyoruz. İntibak dendiği zaman açıkça, adil bir düzende herkese eşit, genel bir tahakkuk dağılımı akla gelir. Somut sosyo-ekonomik gerçekler bir kenara bırakılarak yapılan afakî (Kafalarına göre) ayarlama değil. O zaman buna intibak demezler.
            Öyle ya, geçim endeksi, açlık sınırı gibi kavramlar ve rakamlar işkembeden mi sallanıyor yoksa. Burada sadece sosyal bir devletin sağlamak zorunda olduğu, parasal bir dağıtım söz konusu değildir. Zira intibak, hukuktan, sağlığa, siyasete, ticaret ve bilim dünyasına vs. kadar sosyal ve kamusal her alanda uygulanmak zorunda olan, olmazsa olmaz bir öğedir. Bilimsel bir formül hazırlarken bile, parametrelerin, değer ve faktörlerin, soyutu değil somutu ne kadar yansıttığı göz önünde bulundurulmak zorundadır, yoksa kuram bile koyamazsınız.
            Buradan nerelere varmak istediğimi herhalde tahmin etmişsinizdir. Ama pelesenk haline gelen temcit pilavlarını geçelim şimdi.! Nasıl olsa hepsi boşuna değil mi? Ne var ki esas amacım, asıl hatırlatmak ve yaşanan olaylara empati oluşturmak istediğim başka ve çok daha önemli bir husustur. PKK şayet gerçek bir Kürt hareketi ise - ki hiç şüphesiz değildir - o zaman içinde Ermeni ajanlarının ve diğer Hıristiyan, Ortodoks vb. Batılı lejyonerlerin, ne aradığını sormak gerekmez mi? Son infazların ardından, ölen insanların sırtından verilen mesajlarla ortaya çıkan yeni parodilere bakın. Şehitlerimizin cenazelerinde bile iki elin parmakları kadar adam sayılırken, diğer yanda PKK ölülerine bindirilmiş kıtalar halinde akıtılan, erzak paketleri(!) saymakla bitmedi. Alıştığımız, bildiğimiz Müslüman cenazelerine hiç benzemeyen, din görevlilerinin giysilerinden, dini sembollerin dağılımına kadar, alışmadığımız; ama Hıristiyan ritüellerini anımsatan bir manzara vardı ortada.

            İşte şimdi geldik aslında, şapkanın altından çıkan güvercin kakasına. Bunların daha başından beri Müslümanlıklarının bir acayip(!) olduğunu, buna yeni bir mezhep de denemeyeceğini görüp anlıyorduk zaten. Bu olsa olsa, var olan eski, bildik bir şeyin yeni bir tezahürüydü. Ayrıca bu yeni durum, daha önce tanıdığımız bir resme de çok benziyordu. Şimdi artık bu noktadan, asıl hedefe doğru biraz daha sarmaya devam edelim o zaman.
      Arap baskısıyla ve nasıl insanlık dışı zalim kıyımlarla, desiselerle birbirlerinden koparılıp yalnız bırakılarak zorla Müslüman yapılan aşağı Türkeli boylarının, İslami başlangıcından Osmanlının sonuna kadar ki geneline baktığımızda, muhtemelen de Abbasilerden sonra, Türk’ün onbinlerce yıllık tek tanrı geleneğinde, Şamanizm’den Budizm’e kadar uzanan zengin tefekkür tarihinden aldığı fundamental mirasla, genel bir revizyon kazandırdığı ve evrenselleştirdiği derin İslamiyet’in (Hıristiyan Reformu gibi), ancak Türk’ün eliyle bugünlere ulaşabildiğini görüyoruz. Böylece şimdi, Türkün eli değmemiş olsaydı ne İslam ve ne de din kardeşliği koruma zırhının arkasına gizlenmiş; ama Türkü her zaman arkadan vurmuş, ona tarihinin zulmünü, kalleşçe uygulamış nankör Arap Samiler, bugün var olabilirdi diyebiliriz. Kimbilir belki de kendilerini ve dinlerini kurtarsınlar diye, Türkleri ille de Müslüman yapmaya çalışmışlardır.

            Bir yanda dünya bu geçmişiyle yaşlanırken, diğer yanda sanki başka bir dünya varmış gibi, başından beri Amerikan kovboyunun bize yutturmaya çalıştığı, BOP, Arap baharı, insan hakları, liberal Demokrasi(!) maskaralıkları aslında, Anadolu’muzu yeni bir Hıristiyan, Ortodoks, azıcık ta yumuşatılmış(!) Müslüman’ın – ki yeni bir mezhep olmalı - birlikte otlayacağı bir çayır haline dönüştürüp, bu otlağın ticaret odasının başına da kendisini atayacağı bir projenin parçalarıydı anlaşılan.
            Bu bağlamda çevremize daha dikkatli baktığımızda, tam mevsimi de olduğu için, toplumun nerdeyse yarısının hasta olduğunu görüyoruz. Demek oluyor ki, mevcut ilaçlara uyum sağlamış bir mikrop ordusu istilası altındayız. Bu ordunun bir kısmı normal evolüsyon ürünüyken, daha büyük bir kısmının ise hiç kuşkusuz, çok uluslu ilaç şirketlerinin ‘Önce hasta yap, sonra tedavi et’ pazarlama stratejisi yaratıkları oldukları kesin.
            Hal böyle olunca da, bize yaşamı kâbus haline getiren bütün melanetin başında, yetmiyormuş gibi birde sağlığımızı bile sömüren bir emperyalist zihniyet olduğu, daha da açıkça sırıtıyor. Hele bir de başınızda ki hükümetin, özelleştirdiği sağlığımızla, bu uluslar arası soygunda paydaş olduğunu biliyorsanız, artık iki defa düşünmeniz gerekiyor. Bu soygun düzeninin de en tepe noktasında, neresinden bakılsa, bir zamanlar Amerikanın gerçek sahipleri Indiana (Kızılderili) denilen atalarımızın da kasabı olan ve ne yazık ki bugün Amerikalı dediğimiz kovboylar (Sığır çobanları) oturuyor.
            Durum bu hale gelmişken, sömürülen, varlıkları gasp edilen bir de sağlığını kaybeden dünya ulusları, yakın bir gelecekte ‘Yeter artık, seni bize sayıyla mı verdiler’ deyip de öküz çobanını hedef tahtasına yatırıverirlerse, acaba bu nasıl bir son demek olacaktır onun için o zaman. İşte artık keyfiyet buraya doğru koşar adım gidiyor, ucu göründü bile.  Mademki “Aklın yolu bir” diyoruz, o halde kovboyun da kendi geleceğinin farkında olduğunu düşünmemiz gerekir. Belki de son zamanlarda ki panik hali, kendi ince hesapçı gerçeğini bile riske atarak, her yola dalmaya başlaması da bundandır kimbilir.

            Şimdi Amerikanın masaya yatırdığı yeni resimde, Müslüman Türk yer alamazdı hiç şüphesiz. Ya yumuşatılmalı ya da yok edilmeliydi. Eee tabiatıyla da bizim, menşei şifreli(!) Tayyipler cemaati, Türk’ün bu bölgeden temizlenmesi için biçilmiş kaftan olacaktı. Yurdumuzda 10 yıldır oynanan ve artık sona yaklaşan, şapkanın altından güvercini kaçıp, kakası kalmış bu vodvilin, iştirakçi ve şakşakçı devşirmeleri buna hazırlık yaparken, bizlerin, yüce Atatürk’ün aziz Türkiye Cumhuriyeti ve bu evrende bizi BİREY yapan tek vatanımıza, kılımız kıpırdamadan, güle güle diyeceğimizi mi bekliyorlar ACABA???

                                                                                  Serendip Altındal


10 Ocak 2013 Perşembe

UYARI ÖTESİNE SALVO..

            Neler oluyor sizlere beyler. Aslan yürekli Doğu Perinçek zindan da bile adamlık kavgasına devam ederken, herkesçe malum ve artık bütün şifreleri çözülmüş Amerikancı Tayyip Erdoğan’ı da, ikili oynayan MHP’nin aslan yüreklisini(!) de bir kenara koyalım; ama sana gelince biraz duralım Sayın Kardeşim Kılıçdaroğlu. Sen bir zamanlar kurucunuz aziz Atatürk’ün, bizatihen oturduğu koltuğunda oturuyorsun. Yüce rahmetlimizin kemiklerini nasıl sızlattığının ne yazık ki farkına varamıyorsun. İşte bu da sana hiç yakışmıyor, kabul etmek zorundasın. Şayet iddia ettiğin gibi ve bizim de hayır diyemeyeceğimiz erdemli kimliğe sahipsen.
            Daha iki gün evvel Kuvvacı tiratlarınla bizleri umutlandıran sen, ne oldu da böyle 180 derecelik yatay bir bükülmeyle adeta yere uzanırcasına, aziz yurdumun bölücülerine, evlatlarımızın katili dağ çakallarına ellerliyle gül uzatan içimizde ki vatan hainlerine, hem de yok halinle bir de kredi açmaya kalktın. Siz bittikten sonra, sizlere kimin kredi açacağının(!) da hesabını yapmış olsaydın bari.

            Can düşmanlarımızın bile her vesileyle söylediği ‘Çocuklarımız ölmesin’ palavrasının arkasına saklanırken, nereye koşuyor o zaman ahde vefanız, Kemalist erdeminiz ve Kuvayi Milli(!) kimliğiniz. Söylediklerimin her zaman arkasındayım. Şayet birine inanmışsam kimliğine de kendi adıma el basarım. Bugüne kadar da insan kaynağı konusunda, hiç aldanmadım; amma velâkin ve mademki yazgı oldu, şimdi bende kendimi sorguluyorum doğrusu. Gerçek CHP’li dokusunu yansıtmayan böyle bir yapay ikilemde kaldığınız sürece, bu vesileyle verdiğim rahatsızlığın da hiç kusuruna bakmayın beyler. Özden CHP’li bazı dostlarım, benden böyle bir yazı yazmamı rica ettikleri ve bende mevcut durumda bunu uygun gördüğüm için, yazmak zorunda hissettim kendimi. Kelimelerimin de her zaman ki gibi arkasındayım dostlar.
            Ayrıca gerçek CHP lilerin, İşçi Partisine transfer kat sayısının giderek yükselmesi de, size “UYARI ÖTESİ SALVO” (karineye kıl payı kalmış demektir) olmalıdır. Bilmem anlatabildim mi? Şahsen adıma ben de, aktif CHP üyesi olmadığım halde, böyle bir transfer çağrısı almış olanlardan biriyim. Ne var ki, 40 yıllık nikâhlı eşimi aldatmak gibi geliyor bana, CHP yi sorgusuz terk etmeye kalkmak yine de. Dolayısıyla taşıdığım yüzüğü hemen kenara koymak, etiğime sığmıyor ne hikmetse.

            Eğri oturalım ama doğru konuşalım hiç olmazsa. Yoksa bizden, yani Türk Ulusundan sakladığınız bir şeyler mi var? Yoksa hasmın olan Erdoğan, kendine yakışır yeni bir dönüşümle, birdenbire kankan mı oluverdi? “Ben size meclisi bırakayım, siz de beni BAŞKAN(!) yapın” derken ve muhtemelen de destek alacağını hesapladığı Joni’den aldığı gazla, “Hele o zaman görün, ben sizi gösterdiğim yere nasıl olsa oturtmasını iyi bilirim” diye de düşünürken, acaba Allah korusun sizi de mi tufaya getiriverdi? Yoksa çok daha vahim şeyler var da, çaktırmadan durumdan istifade etmek amacıyla kendinize’mi saklıyor, birlikte oluşturacağınız ortak bir sömürge iktidarı aşkına, ikili yeni bir kumpas mı kurmaya kalkıyorsunuz? Yoksa hayatlarınızı bile etkileyecek ciddi bir Amerikan tehdidi var da bunu birlikte mi paylaşıyorsunuz?
            Hiç unutmayın ki, Türk Ulusunu bizatihen etkileyecek olan böyle bir kararı, asla kendi başınıza alamazsınız, bu size düşmez. Bırakında kendi kaderini şerefli Türk Ulusu, on binlerce yıllık tüm muhteşem tarihinde olduğu gibi yine kendisi tayin etsin. İyi biline ki, bu yüce ulus buna da fazlasıyla muktedirdir. Şayet durum böyleyse, yol yakınken bu sıkıntınızı bir an önce ulusunuzla paylaşın, içinizde saklamayın: Yoksa tarifsiz; ama çok talihsiz bir bedel ödemek zorunda kalırsınız. Özellikle de yerinde olsam böyle bir durumu acilen halkımla paylaşır ve nemalanacağım, yere batası sanal kariyerimi ise yok sayardım sayın kardeşim.
            O halde bütün yapacağın iş, Atatürk gibi sadece halk’ına güvenmek olacaktır. İçinizde ki sizden olmayan sızıntılara değil. Unutmayın ki, Mustafa Kemal’i Atatürk yapan yüce Türk Ulusuna olan güveniydi ve Türk Ulusu olmasaydı bir Atatürk olamazdı. Sadece bu nedenle bile, bu ulusun daha nice Atatürkler çıkaracağı kendiliğinden anlaşılıyor. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Şayet değilseniz bile gönüllü Türk olun ve öyle de kalın. Çünkü TÜRK doğal bir kaynaktır. Esasen bu yüzden, Hz Muhammedin de Allahın askeri dediği ve İslamın bugünlere taşınmasının da tek nedeni olan Türk Ulusu, yok edilmeye çalışılmıyor mu? Ki ne mümkün…  

            Naşı bile dimdik duran yüce Atatürk’ün, sevgili yurduna sahip çıksın diye kurduğu partisi, asla bükülmekten kamburu çıkmışların partisi olamaz. O halde bundan sonra partidaşlarınızı, daha rafine analiz etmek durumundasınız. Zira içine sürüklendiğiniz bu talihsiz yamulmada yoldaşlarınızın bazılarından - ki parti de onların etkisinin fazla olduğu görülüyor - rütial ivmeli yanık kokuları alınıyor. Esasen daha rahmetli Atatürk’ün bile şaibeli ölümünden başlayarak, 45 lerde partinin içindeki üyelerinin marifetiyle (mesela Celal Bayar ve arkadaşları) partiyi bölerek iktidarına son veren bu kabalist dernekleri değilmiydi? Sonra da mızrak çuvala sığmayınca, 60 larda da yine bu üyelik ilişkilerinden ötürü, Papadan icazet alınamaması nedeniyle, arkadaşları ipte sallanırken, ilmikten kurtulan da aynı zat ı muhterem değilmiydi.
            Lağım farelerinin kozmik odalarına kadar sızdığı aziz yurdumuzda, arşivlerimizde kemirilmemiş ne kadar tarihi belge kaldığının bile envanterine sahip değiliz. Allahtan halkımızın henüz nifak eli değmemiş eski sandıklarından, arada sırada neşriyatlar yapılıyor da öğreniyoruz, kapalı tutulan gerçeklerimizi. ODTÜ ile fütursuzca uğraşan, oraya da, Amerikan sömürge eğitimi düzeneğini(!) yerleştirmeyi misyon edinmiş, Tayyip Erdoğan ve Çankaya’da ki kankası, bir Robert Kolejle(!) bırakın uğraşmayı, ona yan gözle bile bakamazlar. Çünkü orası tescilli Amerikan Mason karargâhıdır.

            Şimdi dikkat et kardeşim Kılıçdaroğlu. Şayet lider kalmak ve sancağını yüce Ata’nın da katına taşımak istiyorsan, yol yakınken içinde ki sıkıntıları, Ata’nın aziz ulusuyla paylaşmalısın, yoksa tarifsiz vebal ödersin. Yüce Atatürk 30 larda boşuna yasaklamamıştı bu dernekleri. Zira bunlar içine sızdıkları bütün toplumların kanını emen vampirlerdir. Ne var ki, güneş doğduğunda hepsi yeraltına iniverirler işte. Tıpkı Atatürk güneşi doğduğunda indikleri gibi. Şimdi ise ne yazık ki yeniden semirmelerine müsait, bir karanlık ortam oluşmuştur güncelimizde. Sizlere düşense, ulusal güncelimizi onların lehine daha fazla karartmak değil, aksine güneşimizi yeniden ağartmaktır.
            Hal bu olduğuna göre de şimdi sana iki defa kolay gelsin demek istiyorum. Yalnız unutmaman gereken tek husus, Atatürk gibi, aziz Türk Ulusuna her zaman, özellikle de en umutsuz anlarında bile güveneceğindir. Yeter ki onların inanç ve itimadını sarsma. Yoksa yüzü ne kadar iyiyse, tersi yedi düvelin de yakinen tanıdığı gibi, çok beterdir.

            Muhtemel bir yenidünya harbinde, Amerika ilk hedeftir. Konvansiyonel bir savaşta bile kendisini kurtaramayacaktır. Hatta böyle bir savaş tasarlamak bile, kendi sonunu daha erken tetikler. Amerikalı da bu geleceğinin farkındadır. Yaşamını uzatabilmek için, yaşamak zorunda kalacağı dünya üzerinde ki en değerli topraklar, bizim Anadolu (Aşağı Türkeli) ve yukarı Türkeli olan Avrasya’dır. Anlayacağınız büyük Kürdistan(!) masalı, gerçekte bahane, İsrail ile ortaklaşa, en değerli topraklarımız olan Güneydoğu Anadolu’muzun üstüne oturma planları ise şahanedir.
            Bırakın bizim saf vatandaşlar, büyük Kürdistan(!) masalına sahiden inanıp dursunlar. Evrensel bir gelecek vaat eden bu değerli bölgemizi, kim kaybetmişte(!) onlar bulmuş. Şimdi yaptıkları ise bu inancı körükleyip Kürtleri iyice gaza getirmek ve ilk önce Anadolu pastasını onlara kestirerek kendileri yemek ve bu bağlamda da İran, Suriye, Irak ve Türkiye’ye gözdağı vererek, onlara yeni ayarlar çekmektir. Anlaşılan bu ilk safha, iktidar & muhalefet ortaklığıyla tutmuş gözüküyor. İkinci safhada ise İsrail ile birlikte, ‘Büyük Kürdistan’ kriptolu yeni yerleşkelerinin finansmanını, yerleşim planını, proje ve stratejilerini oluşturacaklardır. Sonrası ise, nasıl olsa yakalarından olmuş dutlar gibi silkeleyecekleri Kürtler için, tufan olacaktır. Onları; ama sonlarına kadar kullanacak, geri kalabilenleri ise Batı Anadolu, Irak, Suriye, İran ve Mezopotamya’da eriyip tarih olacaklardır.
            Çünkü bizim topraklarımızda her açıdan gelecek vardır. Ve bu topraklar Türklere bırakılmayacak(!) – ki yine bir Mason söylemişti, size de tanıdık geliyor olmalı - kadar da değerlidir onlar için. Ayrıca geleceğin sanayileri için çok zengin kaynaklar (Uranyum, bor vs.) vaat ederken, konvansiyonel harp tehlikesi bile neredeyse sıfırdır. Zira buna, kendilerine komşu böyle bir yerleşke de, ne Rusya, ne Çin, ne Japonya ve ne de Kore, Hindistan gibi diğer dünya devleri müsaade eder. Bizim ordumuzu ise şimdilik pasifize ettiklerine inanıp, hedef aldıkları Anadolu parçamızı da, Irakta ki rezervleriyle paralayıp kolayca, kurtlar sofrasına servis yapabileceklerini düşünmektedirler.

            Bu arada atladıklarıysa, ezelden beri asker doğan Türk Ulusunun, aslında (Çoluk, çocuk, genç, ihtiyar hatta yatalak ve engellileriyle) 75 milyonluk koca bir ordu olduğudur ki, işte böyle bir güç bütün dünyaya bile yeter. Hele Irakta ki 50.000 askerlik rezervleri ise, bu Türk gücüne sabah kahvaltısı bile olamaz. Bunu herhalde kedileri de biliyor olmalılar. Ne var ki, bazen Allah’ın bile zar attığına inananlar da var bu dünyada işte.

                                                                                              Serendip Altındal

Video Kanalım

7 Ocak 2013 Pazartesi

YARADILIŞ..

           Yaklaşık 15 milyar yaşında olan, içinde yaşadığımız evrenin, 4,5 milyar uzay yaşında ki körpe dünyamıza, bundan 5 milyon sene kadar önce, çok ileri zamanlardan gelen atalarımız tarafından ekildiğimizi var sayalım. Şöyle ki; içinde bulunduğumuz evrenin bütün gizemini keşfeden ve sonunda tefekkür dünyasının engin boşluğuna asılıp kalan atalarımız, tek çözemedikleri, ışıktan da hızlı şuur denen olgunun gizemini de keşfedebilmek ve belki de son durakları olacak tanrıyla buluşma operasyonları için, kendi evrimlerini yapay olarak simule etmeye kalktılar.
            Bu nedenle de genetik yapılarını ihtiva eden bir parçacıklar paketini, içinde bulundukları komşu evrenin sanal zamanından gelerek, beş milyon yıl öncesinde – bulunduğumuz zaman diliminden sayarak – çok daha eskilerde yaşamış oldukları kendi dünyalarının, bir yapay kopyası olan bizim dünyamıza ektiler. Ve varlık nedenimiz olan tüm geçmişimizi bizlere yeniden yaşatarak, şuur denen olgunun bilimsel evrimini araştırmak istediler. Bu nedenle de, kendimize dünya insanı dediğimiz bizler, aslında böyle bir kozmolojik araştırmanın kobayları olarak yaratılmış olduk.
            Atalarımızın şimdi içinde oldukları sanal zamanda, dünyamızın hala var olup olmadığını bilmiyoruz. Yalnız böylesi medeniyetlerin teknolojilerine erişmiş olacaklarından, kendi dünyaları yok olmadan önce sonsuz boşluğun galaksilerinde kendilerine yeni mekânlar edinmiş olacakları da kesin gözüküyor. Hal böyle olunca da varlık nedenimiz aslında kendi atalarımız olurdu. Biz de o zaman, düşündüğümüz gibi direk olarak tanrı tarafından değil; ama atalarımız olan bilim adamları tarafından yaratılmış, ikinci el deney ürünleri olmuş olurduk.
            Bu durum ise, kazayla yaratılmış olmaktan bile daha hazin bir kaderle buluştururdu bizleri. Şimdi yaklaşık beş milyon yaşında olan bizlerin, yani yapay dünya insanlarının, ancak 4.997.000 yıllık bir gecikmeyle tanrılarını keşfedebilmiş olmaları ve tanrının bizi yaratırken genlerimize neden kendi biyografisini de koymamış olduğu, patent babalarımız için de bir muamma olmuştu anlaşılan. Öyle ya, önümüzde heyula gibi uzanan evrenimizin bütün sırlarına, gelecekte vakıf olacak olan Homosaphien’in, bu kadar ebleh(!) olmadığı da ortadayken.

            İşte anlayacağınız fatura bize çıktı ve anlaşılan böyle bir kuşkunun da kurbanı olmuş olduk dostlar. Şimdi bu bilimkurgu ötesi sanrı, gerçek olsaydı, benim üstümde aslında fazla da bir etkisi olmazdı. Olsa olsa geleceğimizde bütün evrenin sırlarını keşfetmiş, bununla da yetinmeyerek, belki de paralel evren ve sanal zamanda, sonsuz yaşam adasını da keşfedip, kendisini oraya ışınlamış bir medeniyetin kurucularının ahfadı olarak, hatta kıvanç bile duyardım. Uzay zamanlarda sanal zamanlar arası köprüler oluşturan, paralel evrenlere turistik geziler tertipleyen atalarımızla, yaratıcım olmakla beni hüsrana uğrattıkları halde, neticede iftihar etmez de ne yapardım.
            En fazla kendi kendime, onları hangi tanrının yarattığını sorardım. Tıpkı onların da bunu kendilerine sorduğu ve taraflarından yaradılış nedenimizin de aslında bu olduğu için. Yine de bize verilen dünyanın, üç tane zibidinin küresel(!) dünyası olamayacağını bir kere daha; ama çok daha derinden anlamış olurdum. Belki yaratıcımız olan atalarımız tanrılarıyla da buluşmuşlar ve umduklarını bulamadıkları için, bizi de kendi halimize bırakarak, insanlığın toplu selameti adına, kendi evrim öykümüzü, mihmandarsız yazmamızı istemişlerdir, kim bilebilir ki? Ne var ki, durum benim cephede bu perspektifteyken, hemcinsim olan dünya insanı denen diğer kobaylar, bu duruma ne derler ve bu yeni konumdan nasıl bir algı sahibi olurlardı acaba?

            O halde şimdi yazımızı, iki final soruyla noktalayalım. Ve unutmayalım ki, adına evren dediğimiz bu heyulanın tarifsiz sürprizlerine de, her zaman hazırlıklı olmalıyız.

Soru 1: Durumun böyle olduğunu şayet Tayyip Erdoğan bilseydi, acaba yaşam felsefesinde ve hayatının yapısal mimarisinde bir düzeltmeye gidermiydi.

Soru 2: Kendi adıma, her türlü tefekkür boyutunda saplantısız, tarafsız ve korkusuz düşünebileceğimden ötürü, benim için her ne kadar fark etmese de, böyle bir gerçek, bırakın ötekileri de, İslamın 73 fırkasının(!) – mezhepler - cemaat ve müritlerinin, temel felsefi strüktüründe nasıl bir yapısal fırtınaya etken olurdu acaba.

                                                                                  Serendip Altındal