21 Ocak 2013 Pazartesi

İLİZYONİST..

           Son günlerde yeni numaralara hazırlandığını bildiğimiz; ama beceriksizliğinden hiç şüphe duymadığımız eski ilizyonistin, son numarası en azından şapkasının altından çıkaracağı güvercin olur diye düşünüyorduk. Bir baktık ki, güvercini kaçmış şapkadan kakası çıktı. Ya bu adamlar Türkçe bilmiyor ya da biz onların konuştuğu Türkçeyi anlamıyoruz. İntibak dendiği zaman açıkça, adil bir düzende herkese eşit, genel bir tahakkuk dağılımı akla gelir. Somut sosyo-ekonomik gerçekler bir kenara bırakılarak yapılan afakî (Kafalarına göre) ayarlama değil. O zaman buna intibak demezler.
            Öyle ya, geçim endeksi, açlık sınırı gibi kavramlar ve rakamlar işkembeden mi sallanıyor yoksa. Burada sadece sosyal bir devletin sağlamak zorunda olduğu, parasal bir dağıtım söz konusu değildir. Zira intibak, hukuktan, sağlığa, siyasete, ticaret ve bilim dünyasına vs. kadar sosyal ve kamusal her alanda uygulanmak zorunda olan, olmazsa olmaz bir öğedir. Bilimsel bir formül hazırlarken bile, parametrelerin, değer ve faktörlerin, soyutu değil somutu ne kadar yansıttığı göz önünde bulundurulmak zorundadır, yoksa kuram bile koyamazsınız.
            Buradan nerelere varmak istediğimi herhalde tahmin etmişsinizdir. Ama pelesenk haline gelen temcit pilavlarını geçelim şimdi.! Nasıl olsa hepsi boşuna değil mi? Ne var ki esas amacım, asıl hatırlatmak ve yaşanan olaylara empati oluşturmak istediğim başka ve çok daha önemli bir husustur. PKK şayet gerçek bir Kürt hareketi ise - ki hiç şüphesiz değildir - o zaman içinde Ermeni ajanlarının ve diğer Hıristiyan, Ortodoks vb. Batılı lejyonerlerin, ne aradığını sormak gerekmez mi? Son infazların ardından, ölen insanların sırtından verilen mesajlarla ortaya çıkan yeni parodilere bakın. Şehitlerimizin cenazelerinde bile iki elin parmakları kadar adam sayılırken, diğer yanda PKK ölülerine bindirilmiş kıtalar halinde akıtılan, erzak paketleri(!) saymakla bitmedi. Alıştığımız, bildiğimiz Müslüman cenazelerine hiç benzemeyen, din görevlilerinin giysilerinden, dini sembollerin dağılımına kadar, alışmadığımız; ama Hıristiyan ritüellerini anımsatan bir manzara vardı ortada.

            İşte şimdi geldik aslında, şapkanın altından çıkan güvercin kakasına. Bunların daha başından beri Müslümanlıklarının bir acayip(!) olduğunu, buna yeni bir mezhep de denemeyeceğini görüp anlıyorduk zaten. Bu olsa olsa, var olan eski, bildik bir şeyin yeni bir tezahürüydü. Ayrıca bu yeni durum, daha önce tanıdığımız bir resme de çok benziyordu. Şimdi artık bu noktadan, asıl hedefe doğru biraz daha sarmaya devam edelim o zaman.
      Arap baskısıyla ve nasıl insanlık dışı zalim kıyımlarla, desiselerle birbirlerinden koparılıp yalnız bırakılarak zorla Müslüman yapılan aşağı Türkeli boylarının, İslami başlangıcından Osmanlının sonuna kadar ki geneline baktığımızda, muhtemelen de Abbasilerden sonra, Türk’ün onbinlerce yıllık tek tanrı geleneğinde, Şamanizm’den Budizm’e kadar uzanan zengin tefekkür tarihinden aldığı fundamental mirasla, genel bir revizyon kazandırdığı ve evrenselleştirdiği derin İslamiyet’in (Hıristiyan Reformu gibi), ancak Türk’ün eliyle bugünlere ulaşabildiğini görüyoruz. Böylece şimdi, Türkün eli değmemiş olsaydı ne İslam ve ne de din kardeşliği koruma zırhının arkasına gizlenmiş; ama Türkü her zaman arkadan vurmuş, ona tarihinin zulmünü, kalleşçe uygulamış nankör Arap Samiler, bugün var olabilirdi diyebiliriz. Kimbilir belki de kendilerini ve dinlerini kurtarsınlar diye, Türkleri ille de Müslüman yapmaya çalışmışlardır.

            Bir yanda dünya bu geçmişiyle yaşlanırken, diğer yanda sanki başka bir dünya varmış gibi, başından beri Amerikan kovboyunun bize yutturmaya çalıştığı, BOP, Arap baharı, insan hakları, liberal Demokrasi(!) maskaralıkları aslında, Anadolu’muzu yeni bir Hıristiyan, Ortodoks, azıcık ta yumuşatılmış(!) Müslüman’ın – ki yeni bir mezhep olmalı - birlikte otlayacağı bir çayır haline dönüştürüp, bu otlağın ticaret odasının başına da kendisini atayacağı bir projenin parçalarıydı anlaşılan.
            Bu bağlamda çevremize daha dikkatli baktığımızda, tam mevsimi de olduğu için, toplumun nerdeyse yarısının hasta olduğunu görüyoruz. Demek oluyor ki, mevcut ilaçlara uyum sağlamış bir mikrop ordusu istilası altındayız. Bu ordunun bir kısmı normal evolüsyon ürünüyken, daha büyük bir kısmının ise hiç kuşkusuz, çok uluslu ilaç şirketlerinin ‘Önce hasta yap, sonra tedavi et’ pazarlama stratejisi yaratıkları oldukları kesin.
            Hal böyle olunca da, bize yaşamı kâbus haline getiren bütün melanetin başında, yetmiyormuş gibi birde sağlığımızı bile sömüren bir emperyalist zihniyet olduğu, daha da açıkça sırıtıyor. Hele bir de başınızda ki hükümetin, özelleştirdiği sağlığımızla, bu uluslar arası soygunda paydaş olduğunu biliyorsanız, artık iki defa düşünmeniz gerekiyor. Bu soygun düzeninin de en tepe noktasında, neresinden bakılsa, bir zamanlar Amerikanın gerçek sahipleri Indiana (Kızılderili) denilen atalarımızın da kasabı olan ve ne yazık ki bugün Amerikalı dediğimiz kovboylar (Sığır çobanları) oturuyor.
            Durum bu hale gelmişken, sömürülen, varlıkları gasp edilen bir de sağlığını kaybeden dünya ulusları, yakın bir gelecekte ‘Yeter artık, seni bize sayıyla mı verdiler’ deyip de öküz çobanını hedef tahtasına yatırıverirlerse, acaba bu nasıl bir son demek olacaktır onun için o zaman. İşte artık keyfiyet buraya doğru koşar adım gidiyor, ucu göründü bile.  Mademki “Aklın yolu bir” diyoruz, o halde kovboyun da kendi geleceğinin farkında olduğunu düşünmemiz gerekir. Belki de son zamanlarda ki panik hali, kendi ince hesapçı gerçeğini bile riske atarak, her yola dalmaya başlaması da bundandır kimbilir.

            Şimdi Amerikanın masaya yatırdığı yeni resimde, Müslüman Türk yer alamazdı hiç şüphesiz. Ya yumuşatılmalı ya da yok edilmeliydi. Eee tabiatıyla da bizim, menşei şifreli(!) Tayyipler cemaati, Türk’ün bu bölgeden temizlenmesi için biçilmiş kaftan olacaktı. Yurdumuzda 10 yıldır oynanan ve artık sona yaklaşan, şapkanın altından güvercini kaçıp, kakası kalmış bu vodvilin, iştirakçi ve şakşakçı devşirmeleri buna hazırlık yaparken, bizlerin, yüce Atatürk’ün aziz Türkiye Cumhuriyeti ve bu evrende bizi BİREY yapan tek vatanımıza, kılımız kıpırdamadan, güle güle diyeceğimizi mi bekliyorlar ACABA???

                                                                                  Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder