7 Ocak 2013 Pazartesi

YARADILIŞ..

           Yaklaşık 15 milyar yaşında olan, içinde yaşadığımız evrenin, 4,5 milyar uzay yaşında ki körpe dünyamıza, bundan 5 milyon sene kadar önce, çok ileri zamanlardan gelen atalarımız tarafından ekildiğimizi var sayalım. Şöyle ki; içinde bulunduğumuz evrenin bütün gizemini keşfeden ve sonunda tefekkür dünyasının engin boşluğuna asılıp kalan atalarımız, tek çözemedikleri, ışıktan da hızlı şuur denen olgunun gizemini de keşfedebilmek ve belki de son durakları olacak tanrıyla buluşma operasyonları için, kendi evrimlerini yapay olarak simule etmeye kalktılar.
            Bu nedenle de genetik yapılarını ihtiva eden bir parçacıklar paketini, içinde bulundukları komşu evrenin sanal zamanından gelerek, beş milyon yıl öncesinde – bulunduğumuz zaman diliminden sayarak – çok daha eskilerde yaşamış oldukları kendi dünyalarının, bir yapay kopyası olan bizim dünyamıza ektiler. Ve varlık nedenimiz olan tüm geçmişimizi bizlere yeniden yaşatarak, şuur denen olgunun bilimsel evrimini araştırmak istediler. Bu nedenle de, kendimize dünya insanı dediğimiz bizler, aslında böyle bir kozmolojik araştırmanın kobayları olarak yaratılmış olduk.
            Atalarımızın şimdi içinde oldukları sanal zamanda, dünyamızın hala var olup olmadığını bilmiyoruz. Yalnız böylesi medeniyetlerin teknolojilerine erişmiş olacaklarından, kendi dünyaları yok olmadan önce sonsuz boşluğun galaksilerinde kendilerine yeni mekânlar edinmiş olacakları da kesin gözüküyor. Hal böyle olunca da varlık nedenimiz aslında kendi atalarımız olurdu. Biz de o zaman, düşündüğümüz gibi direk olarak tanrı tarafından değil; ama atalarımız olan bilim adamları tarafından yaratılmış, ikinci el deney ürünleri olmuş olurduk.
            Bu durum ise, kazayla yaratılmış olmaktan bile daha hazin bir kaderle buluştururdu bizleri. Şimdi yaklaşık beş milyon yaşında olan bizlerin, yani yapay dünya insanlarının, ancak 4.997.000 yıllık bir gecikmeyle tanrılarını keşfedebilmiş olmaları ve tanrının bizi yaratırken genlerimize neden kendi biyografisini de koymamış olduğu, patent babalarımız için de bir muamma olmuştu anlaşılan. Öyle ya, önümüzde heyula gibi uzanan evrenimizin bütün sırlarına, gelecekte vakıf olacak olan Homosaphien’in, bu kadar ebleh(!) olmadığı da ortadayken.

            İşte anlayacağınız fatura bize çıktı ve anlaşılan böyle bir kuşkunun da kurbanı olmuş olduk dostlar. Şimdi bu bilimkurgu ötesi sanrı, gerçek olsaydı, benim üstümde aslında fazla da bir etkisi olmazdı. Olsa olsa geleceğimizde bütün evrenin sırlarını keşfetmiş, bununla da yetinmeyerek, belki de paralel evren ve sanal zamanda, sonsuz yaşam adasını da keşfedip, kendisini oraya ışınlamış bir medeniyetin kurucularının ahfadı olarak, hatta kıvanç bile duyardım. Uzay zamanlarda sanal zamanlar arası köprüler oluşturan, paralel evrenlere turistik geziler tertipleyen atalarımızla, yaratıcım olmakla beni hüsrana uğrattıkları halde, neticede iftihar etmez de ne yapardım.
            En fazla kendi kendime, onları hangi tanrının yarattığını sorardım. Tıpkı onların da bunu kendilerine sorduğu ve taraflarından yaradılış nedenimizin de aslında bu olduğu için. Yine de bize verilen dünyanın, üç tane zibidinin küresel(!) dünyası olamayacağını bir kere daha; ama çok daha derinden anlamış olurdum. Belki yaratıcımız olan atalarımız tanrılarıyla da buluşmuşlar ve umduklarını bulamadıkları için, bizi de kendi halimize bırakarak, insanlığın toplu selameti adına, kendi evrim öykümüzü, mihmandarsız yazmamızı istemişlerdir, kim bilebilir ki? Ne var ki, durum benim cephede bu perspektifteyken, hemcinsim olan dünya insanı denen diğer kobaylar, bu duruma ne derler ve bu yeni konumdan nasıl bir algı sahibi olurlardı acaba?

            O halde şimdi yazımızı, iki final soruyla noktalayalım. Ve unutmayalım ki, adına evren dediğimiz bu heyulanın tarifsiz sürprizlerine de, her zaman hazırlıklı olmalıyız.

Soru 1: Durumun böyle olduğunu şayet Tayyip Erdoğan bilseydi, acaba yaşam felsefesinde ve hayatının yapısal mimarisinde bir düzeltmeye gidermiydi.

Soru 2: Kendi adıma, her türlü tefekkür boyutunda saplantısız, tarafsız ve korkusuz düşünebileceğimden ötürü, benim için her ne kadar fark etmese de, böyle bir gerçek, bırakın ötekileri de, İslamın 73 fırkasının(!) – mezhepler - cemaat ve müritlerinin, temel felsefi strüktüründe nasıl bir yapısal fırtınaya etken olurdu acaba.

                                                                                  Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder