28 Aralık 2016 Çarşamba

İBİŞİN DÜDÜĞÜ..

            Acılı güncelin elle tutulur en yeni teması, Suriyeli gençlerin vatanlarına geri kazandırılmaları için yürütülen kampanyadır. Sözcü Gazetesinin açtığı kampanyaya, bende imzamı attım hemen kendi hesabıma. Bizim çocuklar Suriye topraklarında kırılırken, Suriyeli eşek kadar heriflerin vatanlarından kaçıp kurtardıkları kıçlarını bize dayamalarının anlam veya anlamsızlığını tartışmaya açmak bile amaçsızlıktır.

            Oysa bizim GENKUR un, bunların yaşı tutanlarını eğiterek silah tutacak hale getirip, sonra da vatanı savunmaları için ülkelerine geri postalaması, daha insancıl ve komşuluk haklarına daha saygılı, ayrıca ülkelerinde vatanları için mücadele veren diğer vatandaşlarının hayır dualarına da vesile olmaz mıydı? Geçtik eko-politikayı da, her şeyden önce konuya bu perspektifle bakılması, daha akılcı değil miydi? Öyle ya hem de hiç ilgileri olmadığı halde, neden bizim çocuklarımız onların yerine heder olup gidiyor. Dikkat edilirse biz bu vatansızlardan daha fazla ülkelerine huzurun gelmesini arzu ediyoruz.

            Kök-Türk geçmişimizi bir kenara koysak da ülkemizin, bilinmez diyarın ekilmemiş topraklarına sahip bir Tatitata Cumhuriyeti olmadığını, milyonlarca Türk evladını besleyen anlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bilmek zorundayız. Yakın geçmişte bir emsali daha olmayan total yapısal bir devrime de imza atmış ve dünyanın en saygın laik humaniter, devlet modeli olan salt Cumhuriyet ile yönetilen, jeopolitik konumu itibarıyla da ebediyete kadar böyle kalmak zorunda olan, bir Türk birliği lider ülkesi olduğunu da asla akıldan çıkarmamak mecburiyetindeyiz.

            Daha yeni Osmanlı bakiyesi kokuşmuş bir feodaliteden, Atatürk mucizesiyle arınmış bir Cumhuriyetin, eşit adalet iksirini tatmış bir Ulusun ülkesinde, öyle çakma başkanlık, maşkanlık masalları da anlatılmaz, ola ki sözü bile edilemez. Özgüveni yüksek eşit vatandaş kimliğini benimsemiş bir milletin, başı yukarıda özgün bireylerinden, yeniden taksiratı bağlanmış, saray köpekliğine tersine terfi(!) eden bir ümmet toplumu yaratılamaz, biline.

            Kilise Korosu Başkanımı sanmıştın yoksa kendini. Ne başkanlığı, böyle bir ülkenin bırak protokol bandosunu, panayır cazbandına bile başkan olamazsın. Artık uyanın da ayaklarınız yere bassın biran önce. Yoksa havada savrulup bir yerlere dağılacaksınız ki sizi bir araya getirebilmek de mümkün olmayacak sonra.

Âdemi Merkeziyetçi Prens Sabahattin dönemi İttihatçıları da henüz unutulmadı. Ve öylesi hastalıklara artık aşılıdır bu millet. Onların son döküntüleri olan liboşların da hali pür melalleri ortadadır. Zatı Alilerinizin iplerini tuttuğu bu sonuncu güruh ise ülkeyi 700 milyar Dolarlar seviyesinde bir borç batağına saplamaktan başka da bir halta yaramadı bugüne kadar, kalkındık masalıyla aslında.

Osmanlı’nın borçlarını Atatürk ve Cumhuriyet Türkiye’si son kuruşuna kadar ödemişti. Sizler basıp gittikten sonra sizden sarkacak olan borçları kim ödeyecek sanıyorsunuz? Ben söyleyim; hepimizin gariban torunları, gelecek nesilleri. Yoksa kendinizi ve milletinizi kalkındık masalıyla aldatmaya, sonuna kadar asılmaya hala kararlımasınız? Şayet öyleyse bunu bir daha; ama ciddi olarak düşünün derim.

Ne ki birilerinizin aşırı kalkındıkları ise tartışmasızdır yine de. Kalkınma başlığı altında bütün yaptığınız, aslı Amerikan Müslümanı, Vatikan İmamları yetiştiren okulları çoğaltmak, çağdaş milli eğitimi tersine işletmek, ulus bilincini yok etmek ve ülkeyi sinsice aynı bağlamda sömürgeleştirmek sadece. Bir de seferberlikten bahsediyorsunuz. Seferberlik, bağımsız ulus devletler içindir. Dış borçla da bağımsız filan olunmaz. Neyinizle milli ve de Müslümansınız acaba? Olanınsa iman olmadığı kesin!

Yoksa iftihar mı ediyordunuz akut bağnazlık, utanmazlık ve aymazlığınızla. Değil şanlı Türk Ulusunun, körlük derecesinde kaygusuz bir dolap beygirinin bile tekmesi çok haşindir. Tarifsiz can yakar. Bunu da bir kere kemikleri dağılmadan anlayamaz insan, bilesiniz. Son ittihatçı liboşların kabalist masallarını dinlemeye de şerbetlidir bu millet. Yeter artık!

            Ne Osmanlısı, neyin Başkanlığı, söyletmeyin insanı, akıllı olun ulan biraz. 15 yılcık adam evladı, o beğenmediğiniz Atatürk döneminde dünya yıldızı bir ekonomimiz vardı. Ve arkasından da kuruş borç bırakmamıştı bizlere. Ki buna yüzyılların birikmiş Osmanlı Kapitülasyon borçları da dâhildir. Ülkeyi yeniden Düyunu Umumiye çıkmazına getirdiniz. Azıcık dahi olsa, biraz utanma, sıkılma olur adına insan denen her Şeytan-tanrıda.

            Ekran başında bile, utanç veren ruhsal düşüklüğünüzü izlerken, adınıza yüzümüz kızarıyor. Esef ki esef, hâlbuki sizde tık yok. Oysa o düşkün beşer görüntülerinizi izleyin de kendiniz ibret alın biraz, bilhassa da sizler; Vekil, vükela takımının iktidar yaftalıları. Muhalefetinizi konuşturmuyordunuz dahi, çünkü Başkanlık halüsinasyonu altında ötüp duruyordunuz hep birlikte. Ülkemi, Boğazından GAP’ına kadar elin gâvuruna – ki gâvur lafının dinsizle alakası yoktur, emperyaliste takılan bir lakaptır özeğinde, arif olan anlar – sattınız ulan, sıkılmanız olsun biraz. Dinli, dinsiz olmak değil; ama adam olamamak, öyle anılamamak olsun tek kaygınız.

Zurna klarneti çağrıştırır, asil enstrümandır aslında. Yoksa İbişin düdüğü mü deseydim. Siz artık beğendiğinizle çağırın birbirinizi, fark etmez nasılsa…


2016 yılını evrensel zamana arşivlerken; içinde yaşadığımız, körlerin bile gözünü açan dehşetengiz günlere rağmen, olayların analizinde, hala kendi algı merkezleriyle sorunlar yaşayanlara öncelikle acil şifalar diliyor ve 2017 yılında en azından bu sorunlarından kurtulmalarını yürekten temenni ediyorum.
Diğer dostlarım, yakınlarım ve okurlarımın da yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, aile bireyleriyle birlikte kendilerine, huzur, sağlık ve esenlik dolu günler diliyorum.

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder