Sokaklarda,
her geçen gün kimisi daha bedbahtlaşan kimisi de bedhahlaşan insan
manzaralarına bakıyorum. Bir de şayet Başkanlık gelirse ilk Başkan kim olsun
sorularına; sorunların küllen tepe noktası olduğu halde utanmadan ve hala yüzde
elli üstünde, kendi Başkanlık darbesini bile senarize etmiş, nemalandırmış bir Erdoğan
cevabı çıkınca, ‘bilmem ki daha ne desek’ demek zorunda kalıyorum.
Çarşı,
Pazar ve marketlerde, park, bahçe ve mesire yerlerinde ansız ve hep böyle gideceğini
düşünen; ama kredi batağında boğulmak üzere olan diğer insan katmanlarını da bu
sözde seçmen ümmetinin üstüne koyduğumuzda, yurdum genelinde bıkkınlık veren,
ruh karartan ve ikrah uyandıran bir tabloyu tamamlamış oluyoruz.
Ve bize de, Mevla bu ülkeye yardım
etsin demekten başka da bir söz kalmıyor artık. Oysa Mevla’nın da bize ‘kul ben
sana aklı bunun için verdim’ dediğini de düşünmeden edemiyoruz hani. Şimdi,
peki çözüm nedir mi diye soruyorsunuz, gözlerimin içine bakarak bana, alışıldık
bir klasikle. O halde bir an için benim de size aynı soruyu sorduğuma empati
oluşturun lütfen. Çünkü ben de sizden fazla bilmiyorum. Aslında gerçek ve tek
ortak paydamız, hanidir kaybetmiş olduğumuz milli huzur ve güvenin biran önce,
tekrar aziz yurdumuza avdet etmesidir herhalde.
Ne yazıktır ki, halen ve utanmadan
BOP atanmışı misyoner bir Erdoğan bu ülkede Başkan lider dahi seçilebilecekse,
durum milletim adına hiç de normal değildir ve Türk Milleti aziz kimliğinden bile
feragat etme istidadında demektir. O halde bu durumda, ipek yolu, Rusya ve
Türki Avrasya’nın da Batı kapısı olan son Anadolu Türk Devleti için de deniz
bitmiş demek olur ki; Allah yazdıysa bozsun. Çünkü emperyalist Batı ile oluşacak
ardışıklı yakınlık, tarihi Asya’nın da karanlığını hazırlayan ana faktör
olacaktır. Yani Asya kökenli Türkiye’nin ebedi varlığı, Asya’nın da ebedi garantörüdür
aslında.
MHP gibi tarihi bir muhalefet
Partisi Başkanı(!) Bahçeli bile, muhalefeti unutmuş bir parti ortağı edasıyla,
Erdoğan’ın Başkanlığını ilan etme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bakıyorum
da, herhalde kendisini ve partisini huzur içinde öldüreceklerini ona vaat etmiş
olmalılar diye düşünmeden konuyu geçemiyorum.
Cemaatler, tarikatlar fırtınası altında
türbülans mağduru olmuş Türkiye’miz, üstüne bir de Dolar çıbanı ve Suriye
çıkmazı binince, azgın sularda alabora olmamaya çalışan bir kanonun içindeki
yolcu görüntüsü vermeye başlamıştır bu günlerde. Ne ki asil damarlarında Öztürk
kanı taşıyan milletimin çelik bağrından elbette her sıkıştığı zamanlarda olduğu
gibi yine Atatürkleri çıkıverir bir anda. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ne var
ki emsal Atatürk’ü, yanlış adres ve burnunun kılı bile olamayacak kimliklerden
beklememek şartıyla.
İnsan faktörlü sosyal yapıların
ruhani çerçevede baş aktörü olan dinler, toplumların bilimsel/ekonomik
kalkınmaları, artan bireysel GSMH payları, seküler gelecekleri, savunu
refleksleri, toplumsal refahları, ekonomi/politikaları ve ulusal devamlılıkları
bağlamında epistemolojik faktör olarak alınamazlar. O halde nedir, nedendir bu
tarikat ve cemaat işleri.
Hangi
menfaatlere yönelik, hangi çakalları besleyen tekke, dergâh, vakıf vs. birliktelikleridir
bunlar. Adları ne olursa olsun mevcudiyetleri, tanrıyı çeşitli biçim ve savlarla
pazarlamaktan, kendilerini ve yandaşları üretim araçlarına patron yapmaktan, Kuranı
Ehli Beyt özeğinden sapkın, şeri, epikürist yorumlamaktan başka neye yararlar.
Ve
bunların aslında kimler ve ne amaçlar için kullanılmış olduklarını ve/veya
olacaklarını araştırmak için, tarihte kısa bir gezinti bile yapmak, ulusal devleti
bozmaya, ülkelerini sömürgeleştirmeye yönelik kirli yüzlerini bütün çıplaklığı
ile ortaya koymaya fazlasıyla yeterli olacaktır.
Asla
unutulmamalıdır ki en hümanist ve bilimsel gözüken, böyle olduğunu iddia eden
her tarikat, vakıf, dernek vs. ikonlu bir başkalaşım dahi, sürüden ayrılmayı
çağrıştırdığı için emperyalistin hemen iştahını tetikler ve derhal ülkesini
sömürgeleştirmeye odaklı angaje edilir. Tıpkı mevcutları gibi amacından sapacak
bir parti kurmuş veya elinizle hırsıza yol göstermekle eşdeğerli bir olgu yaratmış
olursunuz anlayacağınız.
Ey
cemaatler ve tarikatlar; siz hala atı altınızdan kapanların sizi semersiz bıraktıkları
yerlerde misiniz? Uyanın ulan, bakın biraz etrafınıza da, idrak edin artık
trajikomik hali pür melalinizi. İdrak edin de düşün bari günahsız yavrucukların
yakalarından hiç olmazsa, başka da bir halta yaramıyorsanız. Düşün de, o
gariplerin de bir tutam yaşam hakları olsun bari sayelerinizde geriye kalan kahırlı
ömürlerinde.
Onların
da azıcık sevinme, sevme, sevilme nedenleri olabilsin, minimal bile olsa bu
yalan dünyada. Gün göremeden yanıp, kavrulup, heder olup göçmesinler
dünyalarından. Çünkü onlarda insan olarak doğmuştur hepiniz gibi ve bütün
insanlar da doğuşlarından itibaren aynı varoluş hakkına sahiptirler. Ve hayvan
dâhil, hiçbir can yaradılışından asla sorumlu tutulamaz. Çekin artık uğursuz
ellerinizi, o körpelerin narin bedenlerinden, Allahsızlar!
Gazete
de “Badem bıyık ve Turban Akademisi Kanunu” yaftalı bir haber ilişti gözüme. Yani
AKP eşrafına, yeni bir kaymaklı getiri daha söz konusuydu yine sonuçta. Düşündüm,
kanunlar vakti dolduğunda, yeni kanunlara bırakırlar yerlerini. Demek ki
böylesi asosyal çakma kanunların da fazla uzamayacağı açık olan bir süre
sonunda yenilenecekleri ve varlıkları dahi hatırlanamayacaklar listesinde yer
alacakları kesindir.
Ne ki bu neviden, OHAL bahanesiyle alelacele
çıkarılan ve asla devamlılıkları olamayacak kanunlardan yararlanacak olanlar,
bütün aile planlarını yeniden yapmak zorunda kalacaklardır işte o zaman. Yani devran
AKP’yi de bitirdiğinde. Onlar için vah ki ne vah demek bile sadece üslupta yer
alacaktır!!!
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder