19 Kasım 2016 Cumartesi

GARABET..

            Partin ile ilişkin kesilmezse, nasıl tarafsız bir Cumhur başı olarak kalabilirsin ki. Şayet anlayışın ve bilgi düzeyin de buysa, o zaman Fransa ile arandaki OHAL farkını sorgulayarak, onlardakinin anayasal resmiyeti olmayan OHAL; ama sendekinin kendinden menkul BUHAL ve OHAL kararlarının ise sadece süreçle sınırlı olduğunu, öğrenmek zorunda kalacaksın demektir istemesende.

Ne ki yeryüzünde yer almayan, tarihte bile emsallerine az rastlanan, hâsılı garabet tanımlı tüm asosyal modelleri, yüce Türkiye Cumhuriyetine ve onun hümanist anayasasına yakıştıran kafalardaki zihniyeti, bildiğimiz kelimelerle açıklayabilecek tümceleri bir araya getirebilmemiz hayli zorlaşacaktır. Ve bugüne kadar bilinen 39 lehçeli Türkçemize, olası yeni bir lehçe daha yaratmak zorunda kalabileceğiz belki de dostlar.

            Trump’un yönetimini henüz izleyemedik; ama yöntemi şimdiden bellidir. Erdoğan’la diyalog bağını bütün bütün koparmayıp onu, liderliğini yaptığı emperyalist batı bloğundaki askeri kolluk kuvvetine (NATO), yeniden odaklayacak bir ortak çözümde buluşturmak isteyeceği de açıktır.

Bunun için de her şeyden önce, tarafsızlığını çoktan yitiren NATO’dan ayrılmayı düşünen Türkiye’yi, Rusya ve Çin mutabakatından vazgeçirmesi gerekmektedir. Belki Trump kendi algıları bağlamında NATO’yu önemli bulmaz; ama Batı dünyasında liberal kapitalizmin yaşamaya devam edebilmesi ve hayalini kurdukları, Vietnam ve Kore örneğinde olduğu gibi gerektiğinde bir Batı, Doğu Türkiye ikilemini de realize edebilmeleri için, NATO’dan vazgeçilemeyeceğini(!) de iyi bilir.  

Nitekim eli selama bile denk gelmeyen uyurgezer bir asker müsveddesinin arkasında komut bekleyen bir ordunun dramı.  Dış kaynaklı köprüler, kanallar, havaalanları, İstanbul gibi tarihi bir dünya şehrine pompalanarak üst üste istiflenen ve çoğu yabancı, kokarca bir toplum birikimi. Ege Denizinin bir Yunan denizi haline getirilmesi, İzmirli bazı vekiller ağızlarında, “biz ayrılalım da AB ye girelim” zırvalarının dolaşması gibi söylem ve eylemler, Batı ile Doğumuzu ayırmaya yönelik ve böyle bir gelişimi senarize eden çok tehlikeli işaretlerdir, dikkat edile.

Çünkü Türkiye’mizde de sanal İslamcılarla Kemalist milliyetçiler karşı cephelere alınmaya başlamışlardır. Yüzde elli mesajları da açıkça bu durumu betimler. Ve mevzu bölmekse, cephe bayraklarının kıymeti harbiyesi bahse konu bile olmaz artık. Bölünmüş Vietnam, Kore vs. gibi ülkelerin bayrakları, bu ülkelerin nasıl ve kimler tarafından bölündüğü bugün kimin umurunda ki. Bakın çevrelerinde ki ekonomi/politik ve sosyal yaşam takır takır yoluna devam ediyor. Yani sadece vah gidene!

Bir tarafta bu tezgâhlar sessiz, derinden ve alıştıra alıştıra sahnelenirken, siz hala masum çocukların bile dokunulamaz mahremiyetleriyle uğraşıp yandaş sapkınlarınız için ahlaksız kanunlar çıkartarak çakma gündemler yaratıp oturun, ahlak erozyonlu müstevliler sizi. Dikkat edin de, sizler Başkanlık ve yeni Osmanlı teraneleri sallıyorken İstanbul merkezli yeni Bizans kurulmasın. Gökdelenler, konaklar, köprüler diktiğiniz topraklarınızın üstünde. Belki de onları size yaptırıyorlar, sizi ırgat olarak kullanıyorlardır, ilerideki varlıklarını inşa edesiniz diye, kim bilir. Öyle ya kara akçeler, hibeler neden, niçin geliyor sanıyorsunuz?

Sonra hangi mal varlıklarınızdan bahsedebileceksiniz ki. Şakanın sonunda kakaya dönüştüğü de bilinir. Siz birilerini gıdıkladığınızı düşünürken bir anda üstünüze barsakları boşalıverir ve altında boğulur kalırsınız. Ceplerinizdeki, ayakkabı kutularınızda ve kasalarınızdakilere de fazla güvenmeyin, nasılsa aynı mealde haydan gelen de yine huya gidecektir bilesiniz.

O halde bir yanda bu hazırlıklar yapılıyorken, bize öncelikle bazı elma şekeri nitelikli, göstermelik ödünler verileceği de anlaşılır olmalıdır. Bunu biliyor ve bekliyoruz da. Sonrasında, malum eski tas eski hamam vecibeleriyle arkasının da geleceği olasıdır yine. Ve bu yeni durum Erdoğan ve yandaş iş dünyası için hiç de önemli değildir. Zira nasıl olsa kazı çevirmeye alışıktırlar yanmasın diye. Lakin bundan Türkiye’mizin asal kazancı ne olur. İşte asıl soru da budur aslında bizi kucaklayan.

            Bağlamındaki yorumlar, sebep sonuç ilişkileri doğrultusundaki mantık çerçevesinde yapılırken; yazarlarının kişisel tercihlerini de yansıtacaklardır hiç şüphesiz. O halde peşinen kendi adıma; Avrasya öz kaynağımda demir atarak, tam bağımsız, Kemalist kalkınma ile refah geleceğimin ayrılamaz bağını da öngörebilen bir anlayışa sahibim. Ve her halükarda Rusya ve Çin işbirliğinden yanayım.

Bu anlayışla da AB&ABD ilişkilerimi, ancak var olacak yeni bir yapılanma ile pekiştirdiğim milli gücümü tekrar oluşturduktan ve emperyalist Batı karşısında eşit kuvvetler prensibiyle ayakta durabileceğim zaman, ele almayı öngörüyorum. Tıpkı Rusya veya Çin’in ABD karşısında ki ödün vermeyen duruşları gibi anlayacağınız.

            Çünkü her şeyden önce, yeni Cumhuriyetimiz kurulduktan hemen sonra 1923-1938 döneminde, ekonomik tam bağımsızlığını elde etmiş, kalkınan ülkeler yıldızı olmuş bir Atatürk Türkiye’sinin, siyasi bağımsızlığını da yeniden elde etmiş olacağını ve buna olan ihtiyacımızın da milli müktesebatımızı ayakta tutacak bir olmazsa olmaz olduğunu, adım gibi biliyorum. Ayrıca bunun vazgeçilemez müktesep hakkımız olduğuna, dünya uygarlığının atası olmuş Türk Ulusunun özgün bir ferdi olarak da bütün benliğimle inanıyorum.

            İşte ancak tam bağımsız olunduğunda, mesela; Almanya ile Fransa, İngiltere ile ABD vs. ilişkileri mentalinde bir özgüvenle, diğer devletlerle karşılıklı; ama birbirinden tam bağımsız ve iki tarafında kazançlarının olduğu bir ekonomik/siyaset ortaklığı yürütülebileceğine olan inancımı da belirtmek istiyorum. Yani AB şimdi bizi mevcut şartlarımızda hemen üye yapmaya bile kalksa; acaba eniştemiz bizi niye öptü diye sorgulamam ve bu teklife asla balıklama atlamamam gereğini de fazlasıyla idrak edebiliyorum.


            Son günlerde Erdoğan’ın Batıyı hedef gösteren stratejisi, aslında arka plandaki gizli oyuncu İsrail’in işine yarıyor. 18 Ocak 2017 den itibaren resmiyet kazanacak olan Trump misyonu ile Türkiye’mizin siyaset lastiği uluslararası planda daha da gerileceği için, oluşacak siyasi ortamda geri planda kalmamak ve güvenlik umudu olan Türkiye’den azami nasiplenebilmek bağlamında İsrail’in, Türkiye’ye acilen bir Büyük Elçi ataması da dikkatleri çekiyor. Çünkü bu atamanın zamanlaması da iyi seçilmiştir elbette. Yani bunun açık Türkçesi, İsrail’in Trump’dan önce Türkiye’de mevzie yatmaya hazırlanıyor olduğudur.

            Başkanlık projesinin temelinin, daha Bush ile başlayan BOP döneminde Erdoğan’a misyon olarak atıldığı unutulmadı. Türkiye Cumhuriyetinden bozularak, Kürdistan Federasyonlu bir Yeni Osmanlı Cumhuriyetinin şekillendirilmesi hedefli, ayrıca yeni devlet isminde Türk ifadesinin bile yer almayacağı bir devlet karalamasının, aynı projenin Anadolu ayağı olduğu da biliniyordu.

İşte tam da bu günlerde, o projenin devamı olan ve İsrail Büyük Elçiliği yaftasıyla tanımlanan, içinde bürokrattan fazla istihbarat ajanını barındıracak olan ve mevcut olanlar sanki yetmiyormuş gibi bir yenisi daha oluşturulan, bir başka şer yuvasının varlığına da hazırlanalım o zaman. Her şeye rağmen çok iyi biliyoruz ki, bu hikâyenin de bir sonu vardır.

Ve onu da Atatürk’ün Ordumilleti yazacaktır yine…

                                                                                              Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder