9 Kasım 2013 Cumartesi

TOLSTOY'UN SAKLI CENNETİ..

           Her şeyi var eden tek bir tanrıya (yaratıcıya) inancın sadeliği, basitliği ve akılcılığı, insanlık tarihinde ön Türklerin Gök Tanrılarıyla (Tengri) başlayıp Şamanizm’le devam ederek ve çeşitli ara istasyonlarda (diğer dinler) kalıptan kalıba girdikten sonra, nihayet Muhammedî din olan İslam’la buluştu. Mekânımızla birlikte sonsuz sayıda ki evrenlerin var oluş nedenlerinin, acaba bir komplodan ibaret olup olamadığını, acaba gerçekten var olup olmadığımızı zaman zaman düşünmezmiyiz?
            İşte bunları düşünürken, ister istemez içlerinde çıkış yolu aradığımız tüm bu dinlerin, uzay zaman devinimleri esnasında, en başında ki ile sonuncusu arasında ki ortak olguya, şimdi kendisinin hiç bilinmeyen özelliği ile ışık tutan ve ölmeden önce Müslüman olan Lev Tolstoy'un, kendi kalemiyle bir bakış atalım ve bu görüşümüzün teyidini kendisinden de alalım o zaman.

            Önce Tolstoy'un gizlenen ve Rusya’da uzun yıllar, İslama övgüleri nedeniyle basımı yasaklanmış, pek tanınmayan, “Hz. Muhammed” (Kuranda olmayan hadisler) adlı kitabından seçtiğim bazı hadislerle başlayalım:


§  'Muhammed her zaman Evangelizm'in (Hıristiyanların) üstüne çıkıyor. O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilâhı yoktur ve Muhammed onun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur.'
Lev Nikolayeviç TOLSTOY


“O kimse ki, bizi zulmetmeye çağırır, o bizden değildir. Kendi halkını cehalette, yalan içinde bırakanlar da bizden değildir. Kendi halkını zorluğa ve sıkıntıya maruz bırakanlar da bizden değildir."

“Kendisi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemeyen gerçek mü'min değildir."

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir”.

“Allah'ım, beni miskin (fakir) olarak yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret."
Hz. Ayşe ileri atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Resulü?" "Çünkü dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Ayşe! Fakirleri sev ve onları (rivayet meclisine) yaklaştır, ta ki kıyamet günü Allah da sana yaklaşsın." "Allah'ım! Beni fakirlerle yaşat, fakirlerle öldür ve fakirlerle birlikte haşreyle".

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz".

“Allah Teâlâ buyurur: "Ben, gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim ve insanı yarattım".

Hz. Muhammed'den sordular ki: "Dinin esası ne üzerine kurulmuştur?" O da şöyle cevap verdi: "Kendiniz için istediğinizi başkaları için de isteyin; kendiniz için istemediklerinizi başkaları için de istemeyin".

Her Müslüman'ın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine: "Ya bulamayan olursa?" diye soruldu. "Eliyle çalışır, hem şahsı için harcar, hem de sadaka verir" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu. "Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder" dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "İyiliği veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?" diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zira bu da bir sadakadır" buyurdu.

Vâbisa İbni Ma'bed diyor ki, Resul-i Erkem'in huzuruna varmıştım. Bana: "İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?" dedi. "Evet" dedim. O zaman şunları söyledi: "Kalbine danış." "İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını onayladığı şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice nice fetvalar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir".

“Mülayimlik ve itaat, imanın alâmetleri; boşboğazlık ve cerbezeli konuşmalar ikiyüzlülüğün alâmetleridir".

"Zalimlerle birlikte olmaktansa, kendi başına, yalnız kalmak daha iyidir. Kendi kendine olmaktansa hayırlı insanlarla birlikte olmak daha iyidir. İlim öğrenmek isteyene ilim öğretmek susmaktan iyidir. Boş konuşmaktansa susmak iyidir".

“Tevazu ve anlayış olmadan iman olmaz”.

“Allah'ın en büyük düşmanları, mü'min oldukları halde haksız yere zulmedip cana kıyanlardır".

“Fakirliğim, benim övünç kaynağımdır".

“Allah Teâlâ, kendi kazancıyla geçinenlere merhamet eder, dilenerek geçinenlere değil".

“Kadın erkeğin ikinci parçasıdır".

“Allah'ın en büyük düşmanları, mü'min oldukları halde haksız yere zulmedip cana kıyanlardır".

“İlim öğrenmek her Müslüman'a farzdır. İlmi, ehil olmayana öğretmek, domuzların boyunlarına cevher, inci ve altın takmaya benzer".

“Herkes için yaratılan bir şeyi yalnız kendi hesabına kullanan kimse, suçlu ve kanun karşısında sorumludur" .

“İşçinin hakkını alnının teri kurumadan (yorgunluğu geçmeden) veriniz".

“Kardeşine karşı göstereceğin tebessümün bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır".

“Bir insanı güzel bir sözle teselli etmek, başkasına hak ve adaleti sevdirmek, yazılı talimatlara, istemeyerek ve isteksizce riayet etmekten iyidir".


            Şimdi de Tolstoy’un, bir Türk ve Müslüman Rus Generali’nin, babaları gibi Müslüman olmak isteyen oğulları karşısında, nasıl davranması gerektiğini kendisine soran, çaresiz bir Hıristiyan anneye yazdığı cevabi mektubu okuyalım:


§         Yelena Yefimovna (Vekilova)'ya

            Sizin oğullarınızın Tatar(Azeri Türk)  halkının bilgilenmesine yardım etme arzusunu takdir etmemek olmaz. Böyle olduğu halde Muhammed'in dinini kabul etmenin de ne derece lâzım olduğunu da anlatamam. Genellikle size demeliyim ki, hükümete itiraf etmeden, insanın hangi dine mensup olması hakkında kime olursa olsun artık kendinin bilgi vermesini gerekli sayıyorum. Buna göre de sizin oğullarınızın Muhammed'in dinini Hıristiyanlıktan üstün tutarak kabul etmeleri yani bir dinden başka bir dine geçmeleri hakkında kimseye bilgi vermeleri gerekmez. Belki bu zaruridir. Fakat ben bu konuda bir şey diyemem. Ona göre de sizin evlâtlarınız bu konuda hükümet organlarına haber verip vermemeleri hakkında kendileri karar vermelidirler.

            Müslümanlığın Hıristiyanlık karşısındaki üstünlüğüne ve özellikle sizin evlatlarınızın hizmet ettikleri maksadın âlicenaplığına gelince, bu konuya bütün kalbimle katılıyorum. Hıristiyan ideali ve öğretisini, onun hakiki manasında, her şeyden üstün tutan bir insan için bunu söylemek ne kadar garip olsa da demeliyim ki, Müslümanlığın kendine has dış görünüşüne göre Kilise Hıristiyanlığından kıyas kabul etmez derecede üstün durması, bende hiçbir şüphe doğurmuyor. Eğer ki, bir kimsenin karşısına kilise Hıristiyanlığı veya İslâm dinine girme hakkında bir tercih koyulsa, o zaman her bir akıllı adam, mürekkep ve anlaşılmaz ilâhiyatın üç sıfatlı Allah'ın, günah çıkarma merasiminin, dinî ayinlerin, İsa'nın anasına yalvarışın, mukaddeslerin ve onların resimlerine sayısız hesapsız ibadetlerin yerine, hükümleri bir Allah'ı ve peygamberi olan İslâm dinini, şüphesiz ki üstün tutar. Bu başka türlü de olamaz.

            Ayrı ayrı fertlerin, bütün insanlığın ve bütün insanların hayatının esasını teşkil eden dinî şuurun mükemmelleştiği (olgunlaştığı) gibi, hayatta her şey gelişir ve mükemmelleşir. Dinin gelişip mükemmelleşmesi ise, onun sadeleşmesinden, anlaşılmasından ve onu anlaşılmaz yapan her şeyden kurtulmasından ibarettir. Dini hakikatlerin, onu anlaşılmaz yapan her şeyden kurtarılması en eski zamanlardan beri dinlerin esasını koyan düşünürler tarafından hayata geçirilmiştir. Böylelikle bize malum olan bütün dinlerin hepsinden önce böyle yüce ve yüksek din anlayışı, Veda'nın (Veda-Hinduizm) kitaplarında, daha sonra Musa'nın, Buda'nın, Konfüçyüs'ün, Lao Tzu'nun, Hıristiyanlık ve Muhammed'in Öğretilerinde verilmiştir. Dini, onun eski kaba manasından kurtarıp, daha derin, sade ve akla uygun hakikatlerle değiştiren bütün yeni din hadimleri (hizmetçileri/tebliğcileri) büyük adamlar olmuşlardır. Fakat sırf büyük adam olduklarındandır ki, hakikati olduğu gibi, bütün aydınlığı, derinliği ve sadeliği, saflığı ile eski yanlış fikirlerinden kurtarılmış şekilde ifade edememişler. Bu kimselerin hata yapmayacakları, onların bütün söylediklerinin tekzip edilmez asıl gerçekler olduğu farz edilse bile, onların kendisinden çok çok aşağıda bulunan şakirtleri(öğrencileri), hakikati bütün derinliği ile anlamadan, onu daha gösterişli ve herkes için uygun hale getirme arzusu ile ona pek çok gereksiz eklemeler, özellikle acayip şeyler karıştırdıklarından, herkesin gerçeği görmesi oldukça zor olur.

            Gerçeğin din tarafından böyle tahrifi ne kadar çok itiraf edilmişse, bu tahrifler o kadar çok artmış, neticede dine hizmet edenler tarafından keşfedilmiş asıl hakikat karanlıkta kalmıştır. Buna göre de en eski dinlerde gerçeği gizleyen mucize ve uydurmalar her şeyden çoktur. Bu, en çok en eski dinde, Brahman dininde, ondan az Yahudi dininde, ondan az Buda, Konfüçyüs, Taoizm dinlerinde, onlardan daha az Hıristiyan dininde ve nihayet en az, en son din olan İslâm dininde vardır. Bu bakımdan Müslümanlık en elverişli durumdadır.

            İslâm dini, onda harici, tabii olmayan ne varsa, hepsini atsa ve öz temeline Muhammed'in dinî -manevi öğretilerinin esaslarını koysa- tabiidir ki, bütün büyük dinlerin esasları ve özellikle, gerçeği itiraf eden Hıristiyan öğretilerinin esasları ile birleşir.

             Size böyle uzun uzadıya yazıyorum ki, siz benim fikirlerimi oğullarınıza ulaştıracaksınız ve bu fikirler de onların güzel düşüncelerini hayata geçirmeye yarayabilirler. Dinin mahiyetini teşkil eden büyük hakikatlerin, onu karanlıklaştıran her şeyden temizlenmesine yardım etmek, insanın yapabileceği en güzel işlerden biridir. Eğer sizin evlâtlarınız bu işleri ailevi bir görev hesap etseler, o zaman hayatları dolu ve tam olacak.

             Bilmiyorum, Müslümanlıkta benim bildiğim, yüksek esaslı hakikatleri gizleyen yanlış fikirlerden ve mevhumlardan kurtarılmasına hizmet ettiklerini iddia eden iki öğreti sizce ve sizin evlatlarınızca biliniyor mu bilinmiyor mu?

             Buna göre söz konusu her iki grup, araştırılmış ve hâlâ da araştırılmaktadır. Bunlardan biri İran'da çıkmış sonra Türkiye'ye geçmiş olan ve orada yerleşmeye çalışan Bahaîlik'tir. Bahâilik, Akka'da yaşayan Bahaullah'ın oğlunun adından yola çıkılarak kurulmuştur. Ancak bütün insanlık için bir olan sevgi dinini kabul eden bu dinî mezhep, ibadetin hiçbir şeklini kabul etmiyor!

            İkincisi, Kazan'da ortaya çıkmış, taraftarları, kendilerini kurucularının adıyla adlandırıp kendilerine "Allah'ın ordusu" veya "Vaisovçular" diyorlar. Bunlar da inancın aslını sevgide görürler ve sevgiye zıt olan her şeyden uzak dururlar. Bu mezhep veya tarikat da takip edilmekte, rehberleri yakalanıp hapse atılmaktadır.

            Eğer benim düşüncelerim hiç olmasa bir şeye yarasalar, siz veya oğullarınız kendi faaliyetleri hakkındaki kararlarını bana bildirseler çok memnun olurum."

Lev TOLSTOY 


            Hiç şüphesiz ki Tolstoy’u da Müslüman olmaya ikna eden en mühim özellik Hz. Muhammed'in su gibi duru, berrak ve adil kişiliği yanında, Allahtan başka bir tanrısı olmayışı, ona biat ederken, teslis (baba, oğul, kutsal ruh) saçmalıklarından ve hurafelerden uzak olması, İsa gibi tanrı statüsünde değil; ama onun hizmetkârı bir fani olması ve her imana saygı duyan Ehli Beyt kişiliğiydi.
            Şayet tanrı ve peygamber kabul edilen havas dışında ki üçüncüler, egosantrik tefsir ve yorumlarıyla dinleri temel esaslarından saptırıp, yeni mezhepler (fırkalar) ve cemaatlere dönüştürmemiş olsalardı; müritler de bu fırkaları bir şey sanıp, karanlıkta mum ışığına uçuşan kelebekler gibi etraflarında toplanarak, esastan sapmamış olsalardı, dünya mükemmel olacak ve bütün dinlerin aslında İslam’da buluşmuş olacaklarını da söylemiştir Kendisi. Ayrıca dini duyguları istismar ederek üstünden kazanç sağlayanların da aslında imansız olduğunu da ifade etmiştir.

            Temanın ruhu olan mektupla uzayan ve özür dileyerek uzattığım yazıyı yazmamın asıl amacı; dahi yazar Tolstoy’un yanında Prens Bismark, Goethe, Puşkin ve dünya genelinde birçok entelektüelin tercihte Muhammedî olmalarının ana nedeninin, İslam’ın sadeliğinin yanında, Ehli Beyt özelliği olduğunu vurgulamak ve onlardan eksiği değil fazlası olan dahi Atatürk'ün de, adil kişiliğinden ötürü, neden bir Hz. Muhammed hayranı ve hepimizden daha özde bir Müslüman olduğuna atıfta bulunmak içindir.
            Bu bağlamda, yukarda tasvir edilen cennet bahçesinin dışında ki bizim olmayan bir dünyadan özenle seçilmiş ve bugün bizi yöneten, başa bakanından, ayağa bakanına kadar tüm zevatın gerçek kimliklerinin artık farkına varın. Aynı zamanda bütün varlığımızın üstüne oturmayı hedefleyen ortak; ama aslında kendilerinin de düşmanı olan emperyalistin, bilhassa(!) bu seriden, yani gerçek Muhammedî olmayan yapay Müslümanları, neden seçmiş olabileceğine de odaklanabilmeniz ve onların maskelerini düşürebilmeniz içindir.

            Tolstoy’un bilemediğini de biz söylemeye çalışalım. Çünkü insan her şeyi bilmeye muktedir değildir, ancak birbirini tamamlar. Her şeyi bilip düşünmüş olmaksa, sadece ön yaratıcıya (Tengri) mahsus bir husustur. Eğitim nedir dersek. Aslında canlı ve maddeyi (ki maddenin de ruhu vardır) belirli çağdaş yasalar ve kurallar kalıbına sokmak işidir. Bırakın her şeyi, içinde oturduğunuz eviniz bile maddenin eğitilmiş bir hali değilmidir? Esasen insanın din ve imana ihtiyacını bile kazanç unsuru haline getiren imansızlar, aynı sebeple onun mekân ihtiyacını bile,  çevresinden solunumu olan yeşil alanlarını kazıyarak yaşanamayacak beton yığınlarına dönüştürmediler mi? Ne ki, insan ve hayvana şekil verirken onu kırmamalısınız. Yoksa bir daha iflah etmez.

            Bizim Atatürk’ümüz de dahi bir önder olarak insanlarını eğitirken kimseyi kırmamıştır. Sadece biçimlendirmeye, onlara sosyal birey kalıbına uygun bir kimlik vermeye çalışmıştır. Şayet kendisine bütün yüce fedakârlığına rağmen, zamanında yapılmaya çalışılan suikastların etkisinde kalıp, çileden çıkan bir tiran olsaydı, fırsatı yakalamışken, bütün asosyallerin belini kırar, neslini bile kuruturdu bu ülkede.
           
            Her insan, bastırılmış hisler ve bükülmüş duygularla dolu bir Pandora kutusudur. Onu iyi tanımak için kapağını kaldırmak gerekir. İşte esas tiran Erdoğan’ın da artık kapağı açılmış ve içinde ki eski hurda yığını ortaya saçılmıştır.
           
                                                                                             
                                                                                              Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder