Çin’den yeni ipek yolunu takiben gelip, Marmara ray üzerinden Avrupa’ya geçen ilk yük treni, Çin Seddi gibi tarihi bir projenin de kurdelesini kesmiş oldu. Bu tarih, ileride Batı ile Doğu arasındaki 21 Yüzyıl yeni ticaret hattının da miladı olacaktır. Ne hayırdır bize ki böyle bir tarihi projede aynı geçiş kavşağını, Osmanlı döneminde olduğu gibi yine tutmaktayız. Şayet ikinci Dünya harbine girmiş olsaydık acaba bunu görebilir miydik? O halde bu saadeti bize yaşatan yüce Atatürk ve ikinci adamı İnönü’yü rahmetle tekrar anmalıyız.
Şayet bu defa aklımızı
kullanabilirsek, Avrupa sanayi devriminden önce bu güzergâhı elinde boşu boşuna
tutan ve eline akan muhteşem gelirle, daha o zaman Avrupa’yla birlikte ya da
daha önce sanayi devrimini de yapabilecek olan Osmanlının yapamadığını, belki
bugün akacak daha da büyük milli gelirle, bizim yapabilmemiz gerçekleşecektir.
Ve Atatürk inkılabının eksik kalan sanayi devrimini ve toprak reformunu
tamamlayabilmek de, mümkün olabilecektir.
Ne var ki o dönemlerin, bütün
yaşamlarını haremler ve içki safahatı arasında geçiren Sultanlarından, daha iyi
ve bugün bize altyapı olabilecek bir miras kalması da elbette beklenemezdi.
Yani haydan gelen sadece huya gitmişti o dönemde. Bugünse en büyük tehlike,
oligarşik demokrasi başıbozukluğumuz içinde, bir de örtülü ödenekle şişirilen,
denetimsiz milli Bütçemiz ve dolayısıyla da artan dış borç yükümüzdür. Yalnız
bu defa akıllı olabilirsek, bunlar da problem olmaktan çıkar.
Güney Amerika’nın oligarşik
Hükümetleri ülkelerinde, USA hazinesinden beslenen egemen aileleriyle, ülke
Parlamentolarına el koymuşlardır. Oysa
Türkiye Cumhuriyetimizin USA ile onlar gibi jeopolitik bir göbek bağı da
yoktur. İyi ki biz oligark bir Güney
Amerika ülkesi değiliz, ya bir de olsaydık(!), acaba sevinelim mi?
Buna rağmen 1946’dan beri Marshall
yaftalı, sonra da 1950 den itibaren Menderes Hükümetiyle ve Fatin Rüştü
Zorlu’nun tek adam imzalı CENTO paradoksu bağlamında tek taraflı ikili
anlaşmalarıyla – ki bugün bile bu anlaşmaların ne olduğu bilinmemektedir. Çünkü
arşivlerde yokturlar. - USA ile
istemesek de bir göbek bağımız oluşmuş ve bugün Erdoğan ve şürekâsının mal
varlığı nedeniyle de halen ve maalesef bu durum aleyhimize devam etmektedir.
Diğer problemleri bile bastıran asıl sorunumuz budur aslında.
Esasen İnönü 1950 de Menderes’e,
bırakın USA’yı, üstünde hiçbir yabancı Devlet denetimi olmayan ve tam bağımsız
bir ülke teslim etmişti. İşte ne olduysa bu devri teslimden sonra, Menderes
döneminde yapılan tek taraflı sözde ikili anlaşmalarla olmuş ve biz bugünlere
çeşitli emperyalist siyasa oyunlarıyla getirilmişizdir. AKP döneminde ise,
vaktiyle bize kalan bir miktar bağımsızlığımızın üstüne; milli kaynaklarımızın
babalar gibi satılmasından veya özelleştirilmesinden sonra bir de tüy
dikilmiştir.
Bugün bir de FETÖ rüzgârıyla bizi
cereyanda bırakıp ciğerlerimizi üşüten AKP Hükümetiyle, zamanında Menderes’in
Said’i Nursi’ye kol kanat germesi sanki birbirinin kopyası gibidir. Ki burada
Menderes’ten kopya çeken Erdoğan’dır. Ve AKP ile DP’nin, Menderes ile
Erdoğan’ın bu özdeşliği, AKP’nin sonu açısından da düşündürücüdür.
Cumhuriyet Devriminden sonra
Menderes döneminde, din ilk defa siyasete alet edilmiştir. Belki de bu yüzden
Menderes’in gidişi acıklı oldu. Belki dini siyasete alet etmesi, bu son da en
büyük etkendi. Ne var ki 1959’un son döneminde ve partisinin kendisini içine
düşürdüğü siyasi kaos içinde çırpındığı günlerde, şayet aklını kullanıp istifa
etseydi, belki de şimdi yaşıyor ve kendi adına konuşuyor olurdu.
Bu yüzden de bugünkülerin çok daha
dikkatli olmaları gerekir. Çünkü şeriat ateşiyle fazla oynamak, kendileri
içinde çok yakıcı olabilir. Zira Türk Ulusunun can suyu olan, kalbimize
gömülmüş Atatürk inkılabının ve asil Cumhuriyetimizin asla bir geriye dönüşü
yoktur. Çünkü tarih geriye döndürülemez.
İslam’ın dört şartı; inanç, ibadet,
ahret cezaları, insani ilişkilerdir. İlk üç şart kulla, Allah arasında olan ve
Devletin müdahale etmediği şartlardır. İnsan ilişkileri ise Devletin kanunlarla
sağladığı bir düzen içerir. Din budur aslında. Yoksa içinde fırkalara
(tarikat), tekke ve zaviyelere vs. ve hele de din ticaretine asla yer yoktur.
İşte bu gerçekçi, İslam bilinci
kültürüyle konuya bakan Atatürk, Cumhuriyetin laik metaı içinde bu esası,
olması gerektiği aslına uygun bir şekle getirmiştir. Yani İslam’ı aslında özüne
dönüştürmüştür. Ve Hz. Muhammed bugün yaşıyor olsaydı, herhalde Atatürk’ü büyük
bir coşkuyla alnından defalarca öperdi.
Ve onun, biyolojik olarak içinde yaşamadığı (ashap olmadığı) halde, Ehli
Beyt yasalarına nasıl bu kadar sadık olduğuna da, şaşkınlığını gizleyemezdi
mutlaka.
Resimde Atasının posterine çiçek
sunan küçük Azra’nın, Atatürk hayali o kadar canlıydı ki ona Atasının
yaşamadığı nasıl anlatılabilsindi. Çünkü biraz daha büyüdüğünde ancak, diğerleri
gibi Atasının aslında ölmediğini ve asla da ölmeyeceğini anlayabilecekti…
İYİKİ VAR OLMUŞSUN SEVGİLİ ATATÜRK. KALP ÇERÇEVELERİMİZ İÇİNDE SENİNLE
KENETLENMİŞ OLARAK, EBEDİYETE KADAR YAŞAMAK, TÜRK ULUSUMUZA NASİP OLSUN…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder