17 Kasım 2019 Pazar

YAPRAK DÖKÜMÜ..


             Ölüsünden bile duyulan korku, çaresizlik ve emperyalist misyon gereği de hedef yapılan Atatürk, son tepkide, Osmanlı dan hazır bir miras aldığı savıyla da gülünç ve akıl dışı yeni bir gündeme taşındı. O zaman sormak lazım bu okuma özürlülere; acaba hangi Atatürk Osmanlı dan elle tutulur bir alt yapı mirası almıştı. Atatürk İnkılabı ortadadır, acaba hangi reformun Osmanlı da daha öncesi bir karşılığı vardı ki Atatürk ondan istifade ederek işini kolaylaştırmış olsundu.

            Bu bizim milli Şefimiz ve bütün Dünya’nın asrın lideri olarak kabul ettiği Atatürk’se asla olamaz. Başka bir Atatürk’se onu da bu masalı uydurana sormak lazım. Çünkü tarih bile böylesini tanımıyor. En iyisi bu abesi iddia edenlere; tarafsız olmak için hadi bırakın bizim arşivleri, yabancı ülkelerin arşivlerinde Atatürk adıyla bir araştırma yapın demek daha uygun düşer. Bilmediklerinizi de misliyle öğrenirsiniz ve bir daha da kendi tarihlerini bile bilmeyenlerin böylesi trajikomik durumlarına düşmezsiniz, muhteremler.

            Daha da ötesi, Akşener tabiriyle, pelüş kafalı dostunuz Trump’ın ülkesindeki arşivlere önce bakın ki hani aradığınız ve sizi teyit edip Atatürk’ü yeren negatif ifadeleri belki bulabilesiniz. Ama hiç zahmet etmeyin, çünkü orada da duvara toslarsınız. İyisi mi siz vazgeçin bu abesle iştigalden ve Devletinizi yönetmeye bakın, becerebildiğiniz kadar, hiç olmazsa son yaprak dökümünüzde, daha fazla da gülünç ve itici olmayın. Bu belki biraz fayda sağlar İzmir marşıyla ve hızlı adımlarla son gidişinize.

§          Aziz Vekilim,
Dün geceki münakaşalarımızın ışığı altında zatıâlinize, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkında görüşlerimi bildirmeyi, milli, vatani bir vazife bilirim.
Sayın başvekilin açıklamalarını dinledim ve okudum. Bunlarda, benim düşündüklerimin kabulüne müsait bir zemin, henüz mevcut olmadığı, aşikâr olarak belliyse de, gene de düşüncelerimin sizlere iblağının zaruretine inanıyorum.

Muhterem Vekilim,
      Şu hakikati kabul etmek lazımdır ki, Kayseri hadiseleriyle başlayıp, son karar ve feci olaylara kadar varan sahneler, vatandaş ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi kabil olmayan hoşnutsuzluklar yaratmıştır.

Sayın Vekilim,
Bu ahval küçümsenecek, cebir ve şiddetle değiştirilecek şeylerden değildir. Memleket, hükümet ve partinizin düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için, sükûnetli, fakat ciddi ve zecri tedbirler almak lazımdır. Bu tedbirler şunlar olmalıdır:

1. Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında umumi bir kanaat vardır.
      2. Kabinede iyi kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat, çıkarılmalıdır. Ve yeni kabine, mutlaka, dürüst, makul, zorcu değil, adalet ve şefkat hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır.
      3. İstanbul, Ankara valileri ve emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir.
      4. Ankara örfi idare kumandanı derhal değiştirilmelidir.
      5. Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun kaldırılmalıdır.
      6. Mevkuf gazeteciler, bir af kanunuyla, kısa zamanda tahliye edilmelidir.
      7. Son hadisede tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalı, ilim müesseseleri, yeniden faaliyete geçmelidir.
      8. Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokratik kanunlar, tedricen kaldırılmalıdır.
      9. Vatandaşın hürriyet ve eşit muamele hakkına, mutlak surette riayet edilmelidir.
      10. Din simsarlığından vazgeçilmelidir.
      11. Suiistimaller oluyor mu bilmiyorum. Fakat olduğu hakkında umumi bir kanaat mevcuttur. Ve milletin, hükümete karşı itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddete bertaraf edilmeleri lazımdır.
      12. Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet büyüklerinin memleket gezilerinde, suni büyük vatandaş topluluklarıyla karşılanmaları usulü terk edilmelidir.

Muhterem Vekilim,
Bu yazdıklarım, asla bir parti ve politika mülahaza ve tesiriyle yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir. Sizlerin vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz. İyi hareketler yapınız. Memlekette çok şeyler yapacağınız muhakkaktır. Fakat bu, asla kâfi değildir. Bu yapılan işleri, müstemleke idareleri de yapar, yapıyor ve yapmıştır. Asıl mühim olan, toplumun ruhunda, yaşama şevk ve azminin geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin, yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır.
Olaylar, bu yolda olmadığınızı göstermektedir. Talebelerin, hürriyet duygusuyla yaptıkları masumane tezahürata karşı, kıtalar sevk edilmesi ve onların desteğiyle, emniyet kuvvetlerinin, ilim yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleriyle beraber coplarla ve kurşunlarla tedip etmesi, dünyada görülmemiş feci bir şeydir. O hengâmede kız talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının, analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak, memleketin huzuru bakımından büyük bir hata ve hazin bir gaflet olduğuna kaniim. Bizim gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi? İstikbali, hissiz, duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak istiyorsunuz?

Sayın Vekilim,
Maruzatım muhakkak ki, çok mühim ve hatta çok cüretkâranedir. Fakat memleket için, milletin selameti için, hükümet ve hatta partinizin kurtarılması için, dikkate alınması lazımdır.
Ve hatta çok lazımdır. Saygılarımla.

            3.V.1960
            Kara Kuvvetleri Kumandanı
            Orgeneral Cemal Gürsel

MEKTUBUN DİĞER BİR ÖNEMİ
Ama bu mektubun diğer bir önemi de var. O da, yalnız o güne ve o günün problemlerine değil, her zaman için hele günümüze de ışık tutan birtakım toplum gerçeklerine temas etmesidir. Yani şu demektir ki, toplumda şartlar, Cemal Gürsel’in mektubunda sıralandığı gibi birikirse, toplum hasta demektir. Yani bir toplumda eğer din simsarlığı yapılırsa, coplu, silahlı kuvvetle üniversitelere saldırılırsa, meydanlarda hak ve hürriyet için gösteri yapan gençlere çullanılır ve bu meydanlardan taşan çığlıklar yeri göğü çınlatırsa, hulasa toplumun ruhunda gelişen çağdaş ve ileriye müteveccih hamleler zorla, baskıyla bastırılır zannedilirse, suiistimaller alır yürür, hatta suiistimal, bir nizam-ı âlem haline gelirse ve fazla olarak da bir iktidar, tıpkı bu mektubun yazıldığı zamanki iktidar gibi:
— Ben’i m, başkası yok!
Derse, o zaman ve o ülkede Gürsel’in bu mektubunu, her gün vatandaşa yaymak, her gün bu nasihatlere ihtiyacı olanlara duyurmak, galiba bir toplum vazifesi halini alır...
                                                                       (Menderesin Dramı, s. 392-393, Ş. S. Aydemir)

            Cemal Gürsel’in 27. Mayıs.1960 İhtilali öncesi Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı bu mektup şayet DP adresli değil de bugün AKP adresli olsaydı, herhalde AKP’lilerin bile itirazı olmazdı. Dolayısıyla ‘mektubun önemi’ maddesini uygulayarak bizde toplumsal görevimizi yerine getirmiş olalım. Ve hiç unutmayalım ki şayet o zaman, çıkmaz yolda olan DP Hükümeti istifa edip yeni seçimlerin önünü açmış olsaydı, İhtilal de olmaz, Yassıada mahkemelerine de gerek kalmazdı.

Ne var ki Bayar, istifa etmeye kararlı ve bunu da açıklamış olan Menderesi de engelleyerek ve ‘Seçimle geldim seçimle giderim’ diyerek, bu son kurtuluş yolunu da tıkamıştı. Oysa Bayar’ın unuttuğu veya hiç kabul etmek istemediği, seçim yoluna, artık istibdata dönüşmüş DP iktidarında bariyer döşenmiş olduğundan, DP’yi çoktan dıştalamış olan seçmenin, hangi seçim olanağı kalmıştı ki. Belki de Anayasa ihlalcilerinin başı olarak, ilk önce asılması gereken, Bayar’dı aslında…

            Kırılan ve artık Cumhuriyet resmine zarar vermekte olan çerçeveyi, biran önce bir yenisiyle değiştirmek gerekmektedir. Trump buluşmasında; USA ile Türkiye arasında, dışarıda güvercin içeride atmaca kesilen Cumhurbaşkanı nedeniyle, AB’nin de desteklediği yeni bir yol gündeme geldiyse de, Erdoğan İslamcılığı paradoksuyla, Türkiye Cumhuriyeti gerçeği ne kadar uyum sağlar. Veya bu ikilinin yeni emperyalist yolda birlikte yer alıp alamayacağı da açıklık kazanmış değildir. Tabii konuya bir de bu perspektiften bakmak gerekir.  İşte bizim için ele alınması gereken asıl mesele de budur.

            Bu arada söylememiş de olmayalım! Ali Babacan, biyolojik olarak Menderes’e benzer bir görüntü veriyor hani. Hele yüklendiği USA misyonuna, ülkesine zarar vermek pahasına bu kadar göbekten bağlı bir Erdoğan yanında, Ali Babacan göstergesi, çok daha bağımsız ve güvenilir kalıyor. Elbette aklı başında AKP’liler de bu farkı, kesinlikle yadsımayacaklardır. 

            Diğer yanda sınır komşusu ve her zaman güvenilecek Atatürk hamurunda bir lideri de olmayan; ama güçlü bir NATO Türkiye’si yerine, bugünkü güvenilmez yönetim anlayışı ve jeostratejik şartları nedeniyle, kontrol edilmesi hatta zorunlu hale gelmiş olan bir Türkiye’nin, neden Rusya’nın menfaatine daha uygun olduğuna da anlayış göstermek gerekir. Çünkü her Devletin her türlü antlaşmada, önce kendi menfaatini ön planda tutması eşyanın tabiatı gereğidir.

            Ki bu görüşte ne kadar haklı olduğumuz, Barış Pınarı hareketindeki Rusya’nın, ikircikli tutumuyla daha da anlaşılır olmuştur herhalde. Yani bizdeki lider kendi üslubuna yakışan bir karşılık bulmuştur sonuçta. Yalnız bu durum, karşı tarafın da aynı üslubu benimsediği anlamını taşımaz şüphesiz.

                                                           Serendip Altındal





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder