1 Ekim 2016 Cumartesi

FARK..

           15 Temmuz arkada kaldı, sular duruldu. Şimdi 15 Temmuz Demokrasi Bayramı olarak da kabul edilsin nameleri çalınıyor artık. Neyin Bayramıdır, hangi ülkede, hangi demokrasiden bahsediliyor ki bunu bir bilen de yok. Birisi geçti suyun başına, aldı sazı eline desteksiz sallamaya başladı yine. Şimdi de ‘Lozan yüzünden şu başımıza gelenlere bak’ türküsüdür yaktığı. Bak sen hele! Oysa görmez, görse de anlayamaz ki; o zaman bize de yedirmeye çalıştıkları Sevr batağı içinde inim inim inleyen Ortadoğu Devletleri içinde, Lozan Antlaşmamız yüzünden ari kalmış tek ülkedir Türkiye Cumhuriyetimiz. Bugün cebinde bir kimliği varsa, bunu da o Lozan zaferine borçludur işte.

Aksi halde şimdi kimliğini bile cebinde taşıyor olamayacaktı. Ne ki 15 yıllık, uluslararası itibarımız açısından bize sadece yüz karası olmuş mevcudiyetleri yüzünden, ülkeyi düşürdükleri durum ortada ve o kimlik yine ve ne yazık ki aslanın ağzındadır şimdi. Ağzından almak yerine, sayelerinde giderek de midesine doğru inmektedir. Ara ki oradan yine söküp alacak bir Atatürk ve bir İsmet Paşa bulabilesin tekrar.


            ‘Lozan’a kimi gönderelim Paşam’ diye sorulduğunda; ‘ben İsmet’i yollamayı uygun görüyorum’ cevabını verendi her zamanki gibi yine ve her şeyin doğrusunu öngörebilen yüce Atatürk. İsmet Paşa da kendisine gösterilen bu güveni boşa harcamamış, Lort Curzon ve hempalarının bırakın ağızlarını, midelerinden söküp almıştı, ikinci kurtuluşumuz olan ‘Lozan Muahedesini’.

Böylece sadece askeri zaferin yetmediği bir sırtlan dünyasında, Sakarya muzaffer komutanı, masada da istediğimizi alarak o sırtlanları bir kere daha Milli Misakımızın dışına kovalamıştı. İşte doğuştan asker ve adam gibi adam olmanın dışında, çekirdeksiz hergeleler karşısında ve haklı iken haksız çıkabilecekleri bir ortamda, siyaset puştluğuna akıl erdiremeyen tüm babayiğitler için, en zor olanı da masadaki zaferi kazanmaktı aslında.

            Erdoğan bunu bilmez mi? Bilmese de nasıl olsa birileri fısıldamıştır bu doğruyu da kulağına. İyi de ne yapmaya çalışmaktadır o zaman. Ya hastalığı nüksetmiştir yine ya da zorunlu ve emperyalist beslemeli ikircikli politikasıyla menfi kararlar katarına ilave vagonlar eklemeden önce, toplumu yeni bir gündemle tekrar ters köşeye yatırmaya kalkmaktadır. Yani ‘çekirgeye bak’ diyerek çocuk kandırmaktadır gerçekte. Dün evet dediğine bugün hayır diyen bir mental fukaralığı veya sapkınlığı içinde giderek yok olurken, millete zarar vermenin anlamı nedir. Bu kadar cemiyet düşmanı olması için, bu millet kendisine ne yapmıştır acaba, onu Cumhur başı yapmaktan başka? Yoksa o milletin hafızası gittikçe büyüyen bir karadelik midir de, içine düşen kayboluyor.

           
            Misak ı Millimizin, ekonomik bağımsızlığımızın – ki buna kapitülasyonlardan kurtulmak da girer – ve Ulusal Bütünlüğümüzün uluslararası güvence altına alındığı bir antlaşma olan Lozan Muahedesi ile ümmetlikten çıkıp nur topu gibi özgün, asal Türkiye Cumhuriyeti vatandaş kimliklerimizin de sahibi olmamızdan bu yana tam 86 yıl geçmiş. İşte o zor şartlarda İsmet Paşa'nın aslanın boğazından, daha doğrusu da midesinden tırnaklarıyla kazıyarak kopardığı 143 maddelik yeniden insan olma veya insan sayılma haklarımızla bugünleri bulabildik. Bu büyük onurun sahiplerini rahmetle anıyor nurlar içinde uyumalarını diliyoruz.

            Öte yanda ‘Lozan da ne kazanılmış’ diye aşağılayıcı turlarda nakarata başlayan birisi, oysa şimdiki benzer zor günlerde bir konu mankeni edasıyla ABD’ne yandaş postası ile birlikte uçup, oradaki semazenle boy boy pozlar çektirmiş ve Türkiye’de ki yandaş patronların yüreklerini ısıtmıştır sadece. Aslında ancak boş salonlar önünde efelenebilen hamaset bezirgânlığına da bakınca, bizim Lozan Fatihi ile arasındaki haşmetli FARK daha da büyüyor ve o İsmet Paşa’ya bir kere daha rahmet okumak geliyor insanın içinden.

    § İşte o günlerden iki gazete manşeti:

       Bugün Sulh Bayramı – Hakiki Halas ve İstiklȃl Bayramı (Tevhid i Efkȃr 23 Temmuz 1923)

        Sulh Akd ve İmza Edildi
        İsmet Paşamız Harp Gazimiz – Hem Sulh Gazimiz Oldu (Tevhid i Efkȃr 25 Temmuz 1923)

            Yukarıdaki başlıklar tam da bugünlerde, Erdoğan’ın ağzından ne çıksa üstüne atlayan bizdeki yandaş medyaya kapak olmalıdır. Ne var ki nereden bakarsak bakalım, altyapı sorunsalı ibretlik haldeki toplumunda, ne yapıp yapıp gündemde kalmayı beceriyor Erdoğan. Anlaşılıyor ki artık, bununla da kafa buluyor. Yani deliğe fırlattığı her çomağın arkasından o deliğe atlayacak yandaş/muhalif ahmakların çokluğunu görünce de, anlaşılan bundan şehevi bir haz da duyuyor. Yoksa bu sapkınlığın başka türlü bir izahı olamaz.

            İnternetteki tacizci aktrollerde aynı şekilde çalışıyor. Yazdıkları her zırvaya anında farklı cevaplar uçuşuyor. Ne gerek varsa. Okumazsın, dinlemezsin, başka siteye veya kanala zıplarsın olur biter. Adam veya adamların üstünde durdukça, yazıp söyledikleri zırvaları ciddiye aldıkça, onlar da bir şeyler yaptıklarını zannediyorlar, kendilerini önemsiyorlar muhtemelen. Aynı bağlamda Erdoğan da hep gündemde kalınca, bu kritik günlerde çok daha ciddiye alınması gereken şahsiyetler ve temalar da ne yazık ki kim vurduya gidiyor. Anlayacağınız bütün bu hik hak, dışımızda ki kuklacılar tarafından sinsice; ama ustaca sahneye konuyor. Ve sonuçta baş keriz hep oyuna gelen millet oluyor. Ve hedefe yönelik bu sinsi oyunda figüran olduğunun maalesef farkına da varamıyor.

            Hâlbuki her şeyin bir sonu vardır. En pahalı, atraktif ve ilgi çekici Oscar’lık filmler bile uzatmalı dizilere dönüşünce bıktırırlar. Bir de bakarsınız ki zirveden bir anda sıfıra inivermişlerdir. Erdoğan’ın da yüzü alışılmadık biçimde eskiyor, bıktırıyor, eriyor git gide. Bu durumu kendisi fark etmediğine göre, danışmanları devreye girmeli; ama onlara da ayrı danışmanlar gerekiyor herhalde. Çünkü seviyeleri ortada, hoş onlarında bu işine gelmez esasen. Çünkü Erdoğan kendisine çeki düzen vermeye kalksa, ilk kurtulmak zorunda oldukları da önce ‘lay, lomcu’ danışmanları olacaktır kuşkusuz. Buna rağmen bilmesi gerekir ki; filmin sonuna gelindiğinde, tokatçı danışmanların her biri bir yana savuşurken faturayı ödemek de bizatihen kendisine düşecektir…
                                                                                              
                                                                                     Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder