15
Temmuz arkada kaldı, sular duruldu. Şimdi 15 Temmuz Demokrasi Bayramı olarak da
kabul edilsin nameleri çalınıyor artık. Neyin Bayramıdır, hangi ülkede, hangi
demokrasiden bahsediliyor ki bunu bir bilen de yok. Birisi geçti suyun başına,
aldı sazı eline desteksiz sallamaya başladı yine. Şimdi de ‘Lozan yüzünden şu başımıza
gelenlere bak’ türküsüdür yaktığı. Bak sen hele! Oysa görmez, görse de
anlayamaz ki; o zaman bize de yedirmeye çalıştıkları Sevr batağı içinde inim
inim inleyen Ortadoğu Devletleri içinde, Lozan Antlaşmamız yüzünden ari kalmış
tek ülkedir Türkiye Cumhuriyetimiz. Bugün cebinde bir kimliği varsa, bunu da o
Lozan zaferine borçludur işte.
Aksi
halde şimdi kimliğini bile cebinde taşıyor olamayacaktı. Ne ki 15 yıllık, uluslararası
itibarımız açısından bize sadece yüz karası olmuş mevcudiyetleri yüzünden,
ülkeyi düşürdükleri durum ortada ve o kimlik yine ve ne yazık ki aslanın
ağzındadır şimdi. Ağzından almak yerine, sayelerinde giderek de midesine doğru inmektedir.
Ara ki oradan yine söküp alacak bir Atatürk ve bir İsmet Paşa bulabilesin
tekrar.
‘Lozan’a kimi gönderelim Paşam’ diye
sorulduğunda; ‘ben İsmet’i yollamayı uygun görüyorum’ cevabını verendi her
zamanki gibi yine ve her şeyin doğrusunu öngörebilen yüce Atatürk. İsmet Paşa
da kendisine gösterilen bu güveni boşa harcamamış, Lort Curzon ve hempalarının
bırakın ağızlarını, midelerinden söküp almıştı, ikinci kurtuluşumuz olan ‘Lozan
Muahedesini’.
Böylece
sadece askeri zaferin yetmediği bir sırtlan dünyasında, Sakarya muzaffer
komutanı, masada da istediğimizi alarak o sırtlanları bir kere daha Milli Misakımızın
dışına kovalamıştı. İşte doğuştan asker ve adam gibi adam olmanın dışında,
çekirdeksiz hergeleler karşısında ve haklı iken haksız çıkabilecekleri bir
ortamda, siyaset puştluğuna akıl erdiremeyen tüm babayiğitler için, en zor olanı
da masadaki zaferi kazanmaktı aslında.
Erdoğan bunu bilmez mi? Bilmese de
nasıl olsa birileri fısıldamıştır bu doğruyu da kulağına. İyi de ne yapmaya
çalışmaktadır o zaman. Ya hastalığı nüksetmiştir yine ya da zorunlu ve emperyalist
beslemeli ikircikli politikasıyla menfi kararlar katarına ilave vagonlar
eklemeden önce, toplumu yeni bir gündemle tekrar ters köşeye yatırmaya
kalkmaktadır. Yani ‘çekirgeye bak’ diyerek çocuk kandırmaktadır gerçekte. Dün
evet dediğine bugün hayır diyen bir mental fukaralığı veya sapkınlığı içinde
giderek yok olurken, millete zarar vermenin anlamı nedir. Bu kadar cemiyet
düşmanı olması için, bu millet kendisine ne yapmıştır acaba, onu Cumhur başı
yapmaktan başka? Yoksa o milletin hafızası gittikçe büyüyen bir karadelik midir
de, içine düşen kayboluyor.
Misak ı Millimizin, ekonomik
bağımsızlığımızın – ki buna kapitülasyonlardan kurtulmak da girer – ve Ulusal
Bütünlüğümüzün uluslararası güvence altına alındığı bir antlaşma olan Lozan
Muahedesi ile ümmetlikten çıkıp nur topu gibi özgün, asal Türkiye Cumhuriyeti vatandaş
kimliklerimizin de sahibi olmamızdan bu yana tam 86 yıl geçmiş. İşte o zor
şartlarda İsmet Paşa'nın aslanın boğazından, daha doğrusu da midesinden
tırnaklarıyla kazıyarak kopardığı 143 maddelik yeniden insan olma veya insan
sayılma haklarımızla bugünleri bulabildik. Bu büyük onurun sahiplerini rahmetle
anıyor nurlar içinde uyumalarını diliyoruz.
Öte yanda ‘Lozan da ne kazanılmış’
diye aşağılayıcı turlarda nakarata başlayan birisi, oysa şimdiki benzer zor
günlerde bir konu mankeni edasıyla ABD’ne yandaş postası ile birlikte uçup, oradaki
semazenle boy boy pozlar çektirmiş ve Türkiye’de ki yandaş patronların
yüreklerini ısıtmıştır sadece. Aslında ancak boş salonlar önünde efelenebilen
hamaset bezirgânlığına da bakınca, bizim Lozan Fatihi ile arasındaki haşmetli FARK daha da büyüyor ve o İsmet Paşa’ya bir kere daha
rahmet okumak geliyor insanın içinden.
§
İşte o günlerden iki gazete manşeti:
Bugün Sulh Bayramı – Hakiki Halas ve
İstiklȃl Bayramı (Tevhid i Efkȃr 23 Temmuz 1923)
Sulh Akd ve İmza Edildi
İsmet Paşamız Harp Gazimiz – Hem
Sulh Gazimiz Oldu (Tevhid i Efkȃr 25 Temmuz 1923)
Yukarıdaki başlıklar tam da
bugünlerde, Erdoğan’ın ağzından ne çıksa üstüne atlayan bizdeki yandaş medyaya
kapak olmalıdır. Ne var ki nereden bakarsak bakalım, altyapı sorunsalı ibretlik
haldeki toplumunda, ne yapıp yapıp gündemde kalmayı beceriyor Erdoğan.
Anlaşılıyor ki artık, bununla da kafa buluyor. Yani deliğe fırlattığı her
çomağın arkasından o deliğe atlayacak yandaş/muhalif ahmakların çokluğunu
görünce de, anlaşılan bundan şehevi bir haz da duyuyor. Yoksa bu sapkınlığın
başka türlü bir izahı olamaz.
İnternetteki tacizci aktrollerde aynı
şekilde çalışıyor. Yazdıkları her zırvaya anında farklı cevaplar uçuşuyor. Ne
gerek varsa. Okumazsın, dinlemezsin, başka siteye veya kanala zıplarsın olur
biter. Adam veya adamların üstünde durdukça, yazıp söyledikleri zırvaları
ciddiye aldıkça, onlar da bir şeyler yaptıklarını zannediyorlar, kendilerini
önemsiyorlar muhtemelen. Aynı bağlamda Erdoğan da hep gündemde kalınca, bu
kritik günlerde çok daha ciddiye alınması gereken şahsiyetler ve temalar da ne
yazık ki kim vurduya gidiyor. Anlayacağınız bütün bu hik hak, dışımızda ki
kuklacılar tarafından sinsice; ama ustaca sahneye konuyor. Ve sonuçta baş keriz
hep oyuna gelen millet oluyor. Ve hedefe yönelik bu sinsi oyunda figüran
olduğunun maalesef farkına da varamıyor.
Hâlbuki her şeyin bir sonu vardır. En
pahalı, atraktif ve ilgi çekici Oscar’lık filmler bile uzatmalı dizilere
dönüşünce bıktırırlar. Bir de bakarsınız ki zirveden bir anda sıfıra
inivermişlerdir. Erdoğan’ın da yüzü alışılmadık biçimde eskiyor, bıktırıyor,
eriyor git gide. Bu durumu kendisi fark etmediğine göre, danışmanları devreye
girmeli; ama onlara da ayrı danışmanlar gerekiyor herhalde. Çünkü seviyeleri
ortada, hoş onlarında bu işine gelmez esasen. Çünkü Erdoğan kendisine çeki
düzen vermeye kalksa, ilk kurtulmak zorunda oldukları da önce ‘lay, lomcu’ danışmanları
olacaktır kuşkusuz. Buna rağmen bilmesi gerekir ki; filmin sonuna gelindiğinde,
tokatçı danışmanların her biri bir yana savuşurken faturayı ödemek de bizatihen
kendisine düşecektir…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder