19 Ekim 2016 Çarşamba

TEFESSÜH..

           Tefessüh (kokuşma) etmiş beyinlerin kusmukları olan; ama bunun için dahi birileri tarafından bilhassa, yine de bedelleri ödenen, abuk hezeyanlar, tahrif edilmiş belge, bulgu ve yorumlar, haber, bilgi sanrılı metastaz yapmış saplantılar sağda solda uçuşmakta, gazete, magazin, mecmua kupürlerinde ve internette bolca paylaşılmakta ve ne yazık ki çocuklarımızın ham körpe beyinlerini de kirletmektedirler. Aslında bu maksatlı bilgi kirliliğinden tek nemalanan her zaman ki gibi sadece emperyalist Batı ve onun içimizdeki Vatikan İslam’ı fırkalarının herhangi birine üye uzantıları ve şeriat borazanlarıdır.

            Ve gün geçmiyor ki bu bağlamda bilgiç(!) dondurmacılar, acılı turşucular, yandaş bozacılar - ki bu mesleklerden olan tüm kardeşlerimi tenzih ederim – teşbih sıfatlarını unutup asıl işlerini ele alıp oraya buraya kokuşmuş beyin kusmuklarını bırakmasın. Üstüne bu saray soytarılarının finansal ödüllendirildikleri yetmiyor, bir de sarayın ziyafet masalarında ağırlanıyorlar.

Sosyeteye gel, zevklere, arkadaşlıklara bak, yurdum insan kaynağının hazin ve yerlerde sürünen çelişkisine, torbalanışına bak sen. Bunlar olurken de, ‘umurumda mı dünya’ diyen saray bülbülü, sadece becerebildiği kahvehane notalarıyla, Lozan’dan Yenikapı’ya, birbiri peşine uvertür üstüne potpuri şakıyor.

Ötede geçim sıkıntısında ağlamaklı ve artık havlu atmış, hatta çoluğunu çocuğunu yüzüstü bırakıp kaçar gibi dünyayı terk etmişlerin (intiharlar) ve acılı şehit ailelerinin tahammül edilemez, yürek yakan yaşam dramlarına bak sen. Ve aynı seri numaralı bazı ansız uyanık çakallar senin paranla (örtülü ödenekle) sarayda ziftlenirken, mutfağında koca bir delik olan şu sendeki suratından akan eleme bak. Şimdi sor istersen kendine! Aslında sen ellerinle başına oturtmadın mı, bu gerçekte kendilerine bile yar olamayacak olan kafaları.

Şimdi de ağlayıp, sızlayıp bende duygu sömürüsü mü yapmaya çalışıyorsun. İyi de, ben sen değilim ve istesem de olamam ki, çünkü mantalitem buna geçit vermez. Aslında sendeki sıkıntı bende ki de, aynı zamanda; ama benimki senin sayende oldu ve hem de ben bunu hiç de hak etmemiştim. Bak, unutmadan söyleyeyim, senden daha az Müslüman olduğum da söylenemez hani, bilesin!

Çünkü benden böyle kafalara hiç oy çıkmadı şimdiye kadar ve asla çıkmaz da; ama yine de sana serzenişte bulunmuyorum aslında kardeş. Bir de böyle düşün ve suçluyu yanlış yerde arama. Şöyle de bir bakın istersen etrafına daha alıcı bir gözle, ne dersin! Ve hala uyumaya devam ediyorsan, belki de uyanıverirsin bir anda zira Allahtan ümit kesilmez.


Çin, Orta Asya ve Rusya’nın tamamı Avrupa’nın Kuzey, Güney ve merkezi alanlarını Misakı Millisine katmış, Selçuklu öncesinin son Ön Türk (öz Tengri) Devleti olan, Deşti Kıpçak olarak da adlandırılan Büyük Türk Devleti (bak. Kıpçaklar Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi – Murat Adji)  tarihi dikkatle incelenip, doğru yorumlanmalıdır.

 Bunu yaparken de Aryan ırk kabul edilen ve Dünya insanlığının başlangıcı olan Türklerin kadim tarihi; son dönemlerin baş emperyalistleri olan Romalılar sonra da Bizanslılar tarafından nasıl çarpıtılıp, kendi soylarının da babası olan asil Türklerin tarihini daha o zamanlar bile nasıl yok etmeye, unutturmaya çalıştıklarını daha iyi anlamak gerekiyor. Bu yapılınca da bugün yapılmak istenenlerin kökünün nereye dayandığı daha iyi anlaşılacaktır kuşkusuz.

Güneş Tanrısı Tengriyi sembolize eden yeşim taşını çevreleyen ve dört cihete yayılan Güneş ışınlarını tasvir eden dört oklu (Haç denilen) sembolü ve at figürü taşıyan bayraklarıyla, sarışın mavi gözlü (güneş yüzlü) güzel ve güçlü insanlardılar. Demir kılıçlar, kalkanlar, rakiplerinin tunç kalkanlarını delen ağır demir oklar, güçlü yaylar taşıyan ve atlarıyla adeta yekvücut olmuş süvarilerden oluşan Kıpçak Türkleri, yerliler için yeni ve yabancı olan kuşamları ve silahlarıyla sanki uzaydan gelmişler intibaı uyandırmışlardı. Dolayısıyla da ortalığı o günlere kadar haraca kesen Roma ve Bizans Orduları önlerinde duramadılar bile. İlkel taş ve henüz tunç devrine girmiş Avrupalıların da aynı bağlamda,  uygarlıkta ve savaşta çok ileri olan Türkleri, Tanrı gibi kabul etmeleri kaçınılmazdı.

Özetle Barbar(!) dedikleri Türklerden, insan gibi yaşamayı öğrenmişlerdi Avrupalılar da artık. Yazılarından, müziklerine, çağdaş mimaride evlerine, saraylarına, asma ve taş köprülerine, tek tek inşa ettikleri uygar şehirlerine, geniş yollarına, şehir merkezlerinde yaptıkları büyük toplantı meydanlarına, - bugün Rusya’da ve Avrupa’nın büyük şehirlerinde ki geniş meydanlara bakınca bunu daha iyi anlarsınız - silah, tarım ve diğer aletlerine, ilaçlarına hatta bugün bile kullandıkları birçok şehir, kasaba, dağ, tepe nehir, orman vs. isimlerine kadar, hemen her şeylerini de Türklere borçludurlar.

Bu emsalde muhtemelen de çok sayıda büyük baş hayvanın çektiği tekerlekli büyük seyahat otağları – çünkü bütün hayati kararların alındığı otağ (meclis) varılan yerleşkede ilk önce kurulurdu - yüzünden ‘göçebe’ sanılan Türklerden, uygar şehirciliğin ve Devletçiliğin de ne olduğunu öğrenmişler, böylece tarihlerinin en bereketli ve mutlu dönemini de yaşamışlardı onlarla birlikte. Hristiyanlığın da çıkış nedeni olmuş Tengri ile başlayan teslis olgusunu ve Tanrının oğlu denen Kevser’i de (sonrasında İsa dendi - Kevser Suresi 108) Türklere borçludurlar.

Her yılın 25 Aralık günü kutladıkları Çam Bayramı (Noel Yortusu) dedikleri ve evlerine soktukları çam ağacına astıkları hediyelerin dağıtıldığı ve Ülgen Dedeye (Noel Baba) atfedilen kutsal bayramları da, Hristiyanlığa keza bu vasıtayla girmiştir. Ve bugün Hristiyan tüccarlarının önde gelen bir gelir kaynağı da böylece sayelerinde oluşmuştur. Ne ki bugüne kadar da muhteremlerden(!) en ufak bir patent hakkı bile talep edilmemiştir!!!

‘Hun’, ‘Barbar’, ‘Got’ gibi çakma isimlerle banileri olan Kıpçak Türklerini kasıtlı olarak adlandıran Romalıların, aslında birbirinden güzel Türk kadınlarının, yakışıklı erkeklerinin her giyip çıkardıklarını moda kabul edip saygı duydukları; ama Azrail gibi de korktukları Kıpçak adını bile duymaya tahammülleri yoktu. O yüzden de Barbar Hunlar tabiri yerleşmiştir kendilerinden çaldıkları çakma tarihlerine, bu çakma tarihi esas alan ve korku içinde kalan dünyanın geri kalanı da Barbar Hunlar olarak yanlış tanımıştır Kıpçak Türklerini.

Oysa bırakın ezeli sahtekârlıklarını, yalancılıklarını gerçek Barbarların önde gideniydi bilhassa da emperyalist Romalı ve Bizanslılar. Aslında Türkler sayesinde hizaya sokulup adam edilmişler ve insan gibi yaşamayı öğrenmişlerdir. Ne ki Tengriyi ve teslisi yanlış anlayıp putperest olan biraderler, Başbuğ Atilla ve kardeşi Bleda’yı sonunda Bizans entrikalarıyla birbirlerine düşürerek amaçlarına ulaşmışlar ve tarihte daha önce de birçok defa olduğu gibi yine Türklerin bölünmesini sağlamışlardır.

Görüldüğü gibi de tarihte, Türk’ün başını hep bir diğer Türk yemiştir. Ne ki her şeye rağmen daima seküler kalmışlar, kimsenin maneviyatına ambargo koymamışlar, kimsenin kimliği ile de uğraşmamışlardır. Ve görülüyor ki Türk’ün bundan sonra ki ebedi müktesebatı için yeniden tarih öncesi özeğine dönmesi, ilk ve tek şarttır.

            Türkler her şeylere ve de büyük güçlerine rağmen, ruhlarında asla haramilik yer almadığı için, gittikleri yerleri aslında zapt etmemişler bilakis himayelerine alarak, o ülkelere sadece adalet ve uygarlık getirmişlerdir. Bu yüzden de yerlileri tarafından derhal kabul görüp sahiplenilmişlerdir her zamanda. Ve diğer uluslarla da intibakları çok kolay olmuştur esasen. Bu ön Türk ihtişamının son Osmanlı döneminde de fazlasıyla görülmedi mi? Ne var ki işin aslının da, yani sebep sonuç ilişkisinin de nereden geldiğini bilmek lazım şüphesiz.

            Hayati kararlar daima meclislerinde Ulema ile birlikte müştereken alınır ve Başbuğ’a sadece kendi mühürüyle kararı yasalaştırmak kalırdı. Bu özellik Osmanlıda da aynen sonuna kadar uygulanmıştır. Kendi adına karar almaya kalkan Ulema ise Saraya şirk koşuyor kabul edilir ve bunu kellesiyle öderdi. Hatta bu bizatihi Başbuğ bile olsa lider olarak kalamazdı artık. Türkler kurtlar gibidir. Şayet kendilerinden olmayan başlarına lider olmaya kalkarsa, kokusunu daha uzaktan alır ve önce de onu paralarlardı.

§ Ey Müslümanlar buna çok dikkat edin! Siz en iyisi yine Cumhuriyetle kalın. Anayasaya şirk bile koysanız, en azından kelleniz omuzlarınızın üstünde kalır, bakın ona göre. Sonra söylemedin demeyin.

Türk ordularını yenebilmek için de ordularında ağırlıklı olarak para ile olmasa da; ancak ikballe devşirebildikleri Türk savaşçılarını ve Kumandanlarını kullanmışlardır. Türklerde ihanet asla affedilmediği için de Atilla Romalıları yine yenerken içlerinde ki, özellikle de çeşitli ikbal ve ödüllerle devşirilmiş olanları, elleriyle inşa ettikleri modern şehirleriyle birlikte yok etmiştir. Belki de bu yüzden muhtemelen kendilerine de büyük utanç vesilesi olduğu ve bu durum işlerine de gelmediği için ‘Barbar’ demişlerdir Atilla’ya ve aslı Kıpçak Türkleri olan Hunlara(!)

Yani özünde çok dürüst ve saflık derecesinde iyi niyetli olan Türk insanı, kendisini yenebilecek başka da bir insan gücü olmadığından, düşmanları tarafından tarihte hep kendisine rakip yapılmıştır. İşte şimdi de bunu yaşıyor veya yaşamak durumuna getiriliyoruz. Tarihten artık bir şeyler öğrenmiş olup, aynı oyuna tekrar gelmemeliyiz. Şayet aynı tarihte var kalmak istiyorsak şüphesiz de.

Şimdi bu bağlamda da ilk önce, Erdoğan ve AKP Hükümetinin yine düşman eliyle neden başımıza yerleştirilmiş olduğunu, bunun tek amacının da bizden istenen ve beklenen, yeni bir kardeş kavgamız olduğunu artık idrak etmiş olmalıyız. Milli misakımız ve hudutlarımızın dışında yine bu amaca yönelik oynanan tanıdık Bizans entrikalarına da işte bu yüzden de, çok daha tecrübeli olarak dikkat kesilmeliyiz.

Bir zamanlar Atilla’nın son büyük Başbuğu olduğu Kıpçak Türklerinin, bugünün bütün uygar toplumlarının dinleriyle birlikte var oluş nedenleri olduklarını bile bile, onlara ‘Barbar’ demelerinin nedenini de anlamış oluruz böylelikle. Çatal, bıçakla yemek yiyen Türkleri, hayvan gibi yemek yiyorlar diye vasıflayan, oysa kendileri ne buldularsa yerken elleriyle, neredeyse de ayaklarıyla yiyen; ama bugün Avrupalı geçinen ve bizi aralarına bile layık görmeyen; ama eskiden adam ettiğimiz Taş Devri Barbarlarını, belki de daha iyi tanımış oluruz.

Banyoya ‘Banyan’ diyen ve inançları gereği – ki ruhun gece bedeni terk edip evreni dolaştığı ve sabah bedene geri döndüğü inancıyla ve sabah kirli vücuda geri dönmeyebilir korkusuyla da – Günde iki defa yıkandıkları, tırnaklarını bile – ki geceleri gücün saçlarda, gündüzleri ise tırnak aralarında olduğu inancıyla – tırnak kirlerini bile itinayla temizlediklerini bir kenara koyarsak da, buna mukabil öteki ilkeller, insan sağlığında olmazsa olmaz yıkanma ihtiyacını bile, hamam (banyan) gerçeğiyle Türklerden öğrenmek zorunda kalmışlardı.   

İşte tüm bu ve benzeri nedenler bir araya gelince, üstüne Atalarının da Türk olduğunu kabul etmek zorunda kalınca, nedense daha da büyüyen kompleksleri – hâlbuki aryan (asil) olmuşlardır bu sayede - sanki babasız büyüdüğü için ölmüş veya kaybolmuş babasına kin duyan ve onu reddeden çocuklar gibi Türk’ü neden dışladıkları belki de daha iyi anlaşılıyor olacaktır artık…
 
                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder