Tefessüh
(kokuşma) etmiş beyinlerin kusmukları olan; ama bunun için dahi birileri
tarafından bilhassa, yine de bedelleri ödenen, abuk hezeyanlar, tahrif edilmiş
belge, bulgu ve yorumlar, haber, bilgi sanrılı metastaz yapmış saplantılar sağda
solda uçuşmakta, gazete, magazin, mecmua kupürlerinde ve internette bolca
paylaşılmakta ve ne yazık ki çocuklarımızın ham körpe beyinlerini de
kirletmektedirler. Aslında bu maksatlı bilgi kirliliğinden tek nemalanan her
zaman ki gibi sadece emperyalist Batı ve onun içimizdeki Vatikan İslam’ı fırkalarının
herhangi birine üye uzantıları ve şeriat borazanlarıdır.
Ve gün geçmiyor ki bu bağlamda bilgiç(!)
dondurmacılar, acılı turşucular, yandaş bozacılar - ki bu mesleklerden olan tüm
kardeşlerimi tenzih ederim – teşbih sıfatlarını unutup asıl işlerini ele alıp oraya
buraya kokuşmuş beyin kusmuklarını bırakmasın. Üstüne bu saray soytarılarının finansal
ödüllendirildikleri yetmiyor, bir de sarayın ziyafet masalarında ağırlanıyorlar.
Sosyeteye
gel, zevklere, arkadaşlıklara bak, yurdum insan kaynağının hazin ve yerlerde
sürünen çelişkisine, torbalanışına bak sen. Bunlar olurken de, ‘umurumda mı
dünya’ diyen saray bülbülü, sadece becerebildiği kahvehane notalarıyla, Lozan’dan
Yenikapı’ya, birbiri peşine uvertür üstüne potpuri şakıyor.
Ötede
geçim sıkıntısında ağlamaklı ve artık havlu atmış, hatta çoluğunu çocuğunu
yüzüstü bırakıp kaçar gibi dünyayı terk etmişlerin (intiharlar) ve acılı şehit
ailelerinin tahammül edilemez, yürek yakan yaşam dramlarına bak sen. Ve aynı
seri numaralı bazı ansız uyanık çakallar senin paranla (örtülü ödenekle)
sarayda ziftlenirken, mutfağında koca bir delik olan şu sendeki suratından akan
eleme bak. Şimdi sor istersen kendine! Aslında sen ellerinle başına oturtmadın
mı, bu gerçekte kendilerine bile yar olamayacak olan kafaları.
Şimdi
de ağlayıp, sızlayıp bende duygu sömürüsü mü yapmaya çalışıyorsun. İyi de, ben
sen değilim ve istesem de olamam ki, çünkü mantalitem buna geçit vermez.
Aslında sendeki sıkıntı bende ki de, aynı zamanda; ama benimki senin sayende
oldu ve hem de ben bunu hiç de hak etmemiştim. Bak, unutmadan söyleyeyim,
senden daha az Müslüman olduğum da söylenemez hani, bilesin!
Çünkü
benden böyle kafalara hiç oy çıkmadı şimdiye kadar ve asla çıkmaz da; ama yine
de sana serzenişte bulunmuyorum aslında kardeş. Bir de böyle düşün ve suçluyu yanlış
yerde arama. Şöyle de bir bakın istersen etrafına daha alıcı bir gözle, ne
dersin! Ve hala uyumaya devam ediyorsan, belki de uyanıverirsin bir anda zira
Allahtan ümit kesilmez.
Çin,
Orta Asya ve Rusya’nın tamamı Avrupa’nın Kuzey, Güney ve merkezi alanlarını
Misakı Millisine katmış, Selçuklu öncesinin son Ön Türk (öz Tengri) Devleti
olan, Deşti Kıpçak olarak da adlandırılan Büyük Türk Devleti (bak.
Kıpçaklar Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi – Murat Adji) tarihi dikkatle incelenip, doğru
yorumlanmalıdır.
Bunu yaparken de Aryan ırk kabul edilen ve
Dünya insanlığının başlangıcı olan Türklerin kadim tarihi; son dönemlerin baş
emperyalistleri olan Romalılar sonra da Bizanslılar tarafından nasıl
çarpıtılıp, kendi soylarının da babası olan asil Türklerin tarihini daha o
zamanlar bile nasıl yok etmeye, unutturmaya çalıştıklarını daha iyi anlamak
gerekiyor. Bu yapılınca da bugün yapılmak istenenlerin kökünün nereye dayandığı
daha iyi anlaşılacaktır kuşkusuz.
Güneş Tanrısı Tengriyi sembolize eden
yeşim taşını çevreleyen ve dört cihete yayılan Güneş ışınlarını tasvir eden dört
oklu (Haç denilen) sembolü ve at figürü taşıyan bayraklarıyla, sarışın mavi
gözlü (güneş yüzlü) güzel ve güçlü insanlardılar. Demir kılıçlar, kalkanlar, rakiplerinin
tunç kalkanlarını delen ağır demir oklar, güçlü yaylar taşıyan ve atlarıyla adeta
yekvücut olmuş süvarilerden oluşan Kıpçak Türkleri, yerliler için yeni ve yabancı
olan kuşamları ve silahlarıyla sanki uzaydan gelmişler intibaı uyandırmışlardı.
Dolayısıyla da ortalığı o günlere kadar haraca kesen Roma ve Bizans Orduları
önlerinde duramadılar bile. İlkel taş ve henüz tunç devrine girmiş Avrupalıların
da aynı bağlamda, uygarlıkta ve savaşta çok
ileri olan Türkleri, Tanrı gibi kabul etmeleri kaçınılmazdı.
Özetle Barbar(!) dedikleri Türklerden,
insan gibi yaşamayı öğrenmişlerdi Avrupalılar da artık. Yazılarından, müziklerine,
çağdaş mimaride evlerine, saraylarına, asma ve taş köprülerine, tek tek inşa
ettikleri uygar şehirlerine, geniş yollarına, şehir merkezlerinde yaptıkları büyük
toplantı meydanlarına, - bugün Rusya’da ve Avrupa’nın büyük şehirlerinde ki geniş
meydanlara bakınca bunu daha iyi anlarsınız - silah, tarım ve diğer aletlerine,
ilaçlarına hatta bugün bile kullandıkları birçok şehir, kasaba, dağ, tepe
nehir, orman vs. isimlerine kadar, hemen her şeylerini de Türklere borçludurlar.
Bu emsalde muhtemelen de çok sayıda
büyük baş hayvanın çektiği tekerlekli büyük seyahat otağları – çünkü bütün
hayati kararların alındığı otağ (meclis) varılan yerleşkede ilk önce kurulurdu
- yüzünden ‘göçebe’ sanılan Türklerden, uygar şehirciliğin ve Devletçiliğin de
ne olduğunu öğrenmişler, böylece tarihlerinin en bereketli ve mutlu dönemini de
yaşamışlardı onlarla birlikte. Hristiyanlığın da çıkış nedeni olmuş Tengri ile
başlayan teslis olgusunu ve Tanrının oğlu denen Kevser’i de (sonrasında İsa dendi
- Kevser Suresi 108) Türklere borçludurlar.
Her yılın 25 Aralık günü kutladıkları
Çam Bayramı (Noel Yortusu) dedikleri ve evlerine soktukları çam ağacına
astıkları hediyelerin dağıtıldığı ve Ülgen Dedeye (Noel Baba) atfedilen kutsal
bayramları da, Hristiyanlığa keza bu vasıtayla girmiştir. Ve bugün Hristiyan tüccarlarının
önde gelen bir gelir kaynağı da böylece sayelerinde oluşmuştur. Ne ki bugüne
kadar da muhteremlerden(!) en ufak bir patent hakkı bile talep edilmemiştir!!!
‘Hun’, ‘Barbar’, ‘Got’ gibi çakma isimlerle
banileri olan Kıpçak Türklerini kasıtlı olarak adlandıran Romalıların, aslında birbirinden
güzel Türk kadınlarının, yakışıklı erkeklerinin her giyip çıkardıklarını moda
kabul edip saygı duydukları; ama Azrail gibi de korktukları Kıpçak adını bile duymaya
tahammülleri yoktu. O yüzden de Barbar Hunlar tabiri yerleşmiştir kendilerinden
çaldıkları çakma tarihlerine, bu çakma tarihi esas alan ve korku içinde kalan dünyanın
geri kalanı da Barbar Hunlar olarak yanlış tanımıştır Kıpçak Türklerini.
Oysa bırakın ezeli sahtekârlıklarını,
yalancılıklarını gerçek Barbarların önde gideniydi bilhassa da emperyalist Romalı
ve Bizanslılar. Aslında Türkler sayesinde hizaya sokulup adam edilmişler ve
insan gibi yaşamayı öğrenmişlerdir. Ne ki Tengriyi ve teslisi yanlış anlayıp putperest
olan biraderler, Başbuğ Atilla ve kardeşi Bleda’yı sonunda Bizans
entrikalarıyla birbirlerine düşürerek amaçlarına ulaşmışlar ve tarihte daha
önce de birçok defa olduğu gibi yine Türklerin bölünmesini sağlamışlardır.
Görüldüğü gibi de tarihte, Türk’ün
başını hep bir diğer Türk yemiştir. Ne ki her şeye rağmen daima seküler
kalmışlar, kimsenin maneviyatına ambargo koymamışlar, kimsenin kimliği ile de uğraşmamışlardır.
Ve görülüyor ki Türk’ün bundan sonra ki ebedi müktesebatı için yeniden tarih
öncesi özeğine dönmesi, ilk ve tek şarttır.
Türkler
her şeylere ve de büyük güçlerine rağmen, ruhlarında asla haramilik yer
almadığı için, gittikleri yerleri aslında zapt etmemişler bilakis himayelerine
alarak, o ülkelere sadece adalet ve uygarlık getirmişlerdir. Bu yüzden de yerlileri
tarafından derhal kabul görüp sahiplenilmişlerdir her zamanda. Ve diğer uluslarla
da intibakları çok kolay olmuştur esasen. Bu ön Türk ihtişamının son Osmanlı
döneminde de fazlasıyla görülmedi mi? Ne var ki işin aslının da, yani sebep
sonuç ilişkisinin de nereden geldiğini bilmek lazım şüphesiz.
Hayati
kararlar daima meclislerinde Ulema ile birlikte müştereken alınır ve Başbuğ’a
sadece kendi mühürüyle kararı yasalaştırmak kalırdı. Bu özellik Osmanlıda da
aynen sonuna kadar uygulanmıştır. Kendi adına karar almaya kalkan Ulema ise
Saraya şirk koşuyor kabul edilir ve bunu kellesiyle öderdi. Hatta bu bizatihi
Başbuğ bile olsa lider olarak kalamazdı artık. Türkler kurtlar gibidir. Şayet
kendilerinden olmayan başlarına lider olmaya kalkarsa, kokusunu daha uzaktan
alır ve önce de onu paralarlardı.
§ Ey Müslümanlar buna çok dikkat edin!
Siz en iyisi yine Cumhuriyetle kalın. Anayasaya şirk bile koysanız, en azından
kelleniz omuzlarınızın üstünde kalır, bakın ona göre. Sonra söylemedin demeyin.
Türk ordularını yenebilmek için de
ordularında ağırlıklı olarak para ile olmasa da; ancak ikballe devşirebildikleri
Türk savaşçılarını ve Kumandanlarını kullanmışlardır. Türklerde ihanet asla
affedilmediği için de Atilla Romalıları yine yenerken içlerinde ki, özellikle de
çeşitli ikbal ve ödüllerle devşirilmiş olanları, elleriyle inşa ettikleri modern
şehirleriyle birlikte yok etmiştir. Belki de bu yüzden muhtemelen kendilerine
de büyük utanç vesilesi olduğu ve bu durum işlerine de gelmediği için ‘Barbar’
demişlerdir Atilla’ya ve aslı Kıpçak Türkleri olan Hunlara(!)
Yani özünde çok dürüst ve saflık
derecesinde iyi niyetli olan Türk insanı, kendisini yenebilecek başka da bir
insan gücü olmadığından, düşmanları tarafından tarihte hep kendisine rakip
yapılmıştır. İşte şimdi de bunu yaşıyor veya yaşamak durumuna getiriliyoruz. Tarihten
artık bir şeyler öğrenmiş olup, aynı oyuna tekrar gelmemeliyiz. Şayet aynı
tarihte var kalmak istiyorsak şüphesiz de.
Şimdi bu bağlamda da ilk önce,
Erdoğan ve AKP Hükümetinin yine düşman eliyle neden başımıza yerleştirilmiş
olduğunu, bunun tek amacının da bizden istenen ve beklenen, yeni bir kardeş
kavgamız olduğunu artık idrak etmiş olmalıyız. Milli misakımız ve
hudutlarımızın dışında yine bu amaca yönelik oynanan tanıdık Bizans entrikalarına
da işte bu yüzden de, çok daha tecrübeli olarak dikkat kesilmeliyiz.
Bir zamanlar Atilla’nın son büyük Başbuğu
olduğu Kıpçak Türklerinin, bugünün bütün uygar toplumlarının dinleriyle
birlikte var oluş nedenleri olduklarını bile bile, onlara ‘Barbar’ demelerinin
nedenini de anlamış oluruz böylelikle. Çatal, bıçakla yemek yiyen Türkleri,
hayvan gibi yemek yiyorlar diye vasıflayan, oysa kendileri ne buldularsa yerken
elleriyle, neredeyse de ayaklarıyla yiyen; ama bugün Avrupalı geçinen ve bizi
aralarına bile layık görmeyen; ama eskiden adam ettiğimiz Taş Devri Barbarlarını,
belki de daha iyi tanımış oluruz.
Banyoya ‘Banyan’ diyen ve inançları
gereği – ki ruhun gece bedeni terk edip evreni dolaştığı ve sabah bedene geri
döndüğü inancıyla ve sabah kirli vücuda geri dönmeyebilir korkusuyla da – Günde
iki defa yıkandıkları, tırnaklarını bile – ki geceleri gücün saçlarda, gündüzleri
ise tırnak aralarında olduğu inancıyla – tırnak kirlerini bile itinayla
temizlediklerini bir kenara koyarsak da, buna mukabil öteki ilkeller, insan
sağlığında olmazsa olmaz yıkanma ihtiyacını bile, hamam (banyan) gerçeğiyle
Türklerden öğrenmek zorunda kalmışlardı.
İşte tüm bu ve benzeri nedenler bir
araya gelince, üstüne Atalarının da Türk olduğunu kabul etmek zorunda kalınca, nedense
daha da büyüyen kompleksleri – hâlbuki aryan (asil) olmuşlardır bu sayede - sanki
babasız büyüdüğü için ölmüş veya kaybolmuş babasına kin duyan ve onu reddeden
çocuklar gibi Türk’ü neden dışladıkları belki de daha iyi anlaşılıyor olacaktır
artık…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder