8 Ekim 2016 Cumartesi

ARTI ARTIK..

             Algı olmadan bilgi de olmaz. Tez, hipotez veya antitez, sonra da sentez, kendi özeklerinde ayrı algılardır; ama sonuçta bizi sentezde yani adına bilim dediğimiz son algıda buluştururlar. Buradan da aslında Felsefenin bütün bilimlerin beyni olduğunu anlarız. Çekirge deyip geçmeyin. Bir defa da, on defa da sıçrasa, önü açık olan ve düşerken ayaklarının üstünde kalabileceğine güvendiği alanlarda sıçrar sadece. Yani onun da doğru algıyı sentezleyen bir felsefesi vardır. 

              Buradan, böceğin de bir akıl taşıdığı, dolayısı ile de bir ruha sahip olduğu anlaşılır olacaktır artık. Ne ki insanı hayvandan ayıran, bize göre üst akıl dediğimiz insani felsefedir. Fakat bu da bizim gerçekte, hayvandan daha akılcı olduğumuzun göstergesi kesinlikle olamaz veya ben böyle olmadığını düşünüyorum en azından. Çünkü insan birey ele alındığında bu görüşü teyit eden bir hayli ters parametre de çıkıyor karşımıza. Bu nedenler de esasen toplumu (ulus, millet) olmayan bireye insan bile denemeyeceğini ortaya koyuyor.

            Algı dediğimiz olgunun, aslında üstünde çok düşünülmesi gereken bir görüngü olduğu da kendiliğinden ortaya çıkıyor. İşte birileri de bu olguyu, aynı nedenle kendi amaçlarına yönelik kullanmayı çok iyi bilirler ya zaten. Mesela para babaları olarak betimlediğimiz dünyayı idare eden sermaye sınıfının, bilmediğimiz tarafı, onlarda herkesten fazla geliştiğini düşündüğümüz kendi epikürist ihtiras ve egolarının tutkunu değil; bilakis yöneticisi olduklarıdır. 

             Çünkü fon denilen döner sermayelerinin (artı artık) aslında kendi paraları olduğunu çok iyi bilirler. Ve bütün yatırımlarını da kendi fonlarından yapmaya azami özen gösterirler. Yani elin parasını kesinlikle kullanmazlar. Fonlarını da, gerçekte bir miktarını sattıkları fonlarından artıklamışlardır işin özünde de. Yani paradan para kazanmak da budur işte. Para Babalarının bu nedenle yedi düvele para satan ciddi bankaları da vardır. Veya banker olmayana para babası da denmez finans dünyasında.

            Diğer sıradan ve ekonomi fakirleştikçe de her köşede mantar gibi biten tüccar ve sanayici, son yıllarda da inşaatçı sermayedarlar ise liberal egolarının, doymaz ihtiraslarının esiri olduklarından; iş kurmak üzere para satın aldıkları için, kredi mahkûmu olarak, daha işin başında temerrüde düşmüşlerdir. Bu da kendi sonlarını getiren ana neden olacaktır kısa zamanda. Şimdi Devlet borçları şiddetle artan ve kredi kartları üstünde yükselen bir ekonominin baş mağduru olarak, kredi finansmanı ayağının en altında ezilen mütevazı ve bilinçsiz tüketici vatandaşın, neden ve nasıl ters algıya sahip iş adamları gibi giderek yok olduğu, daha kolay anlaşılır olmalıdır artık.


            Vah benim Köy Enstitülerim. Atatürk’ün yurdumun efendisi dediği köylüsünü eğitmek ve her birinden bir filozof yaratmak için büyük bir özveriyle kurduğu okulları, ısrarla vurguladığı toprak reformundan önce, birkaç toprak ağasının dolmuşuna gelinip, hemen kendisinden sonra alelacele nasıl da yok edildiler ve kendi çocukları da nasıl Marshall eğitimine ve anne sütü yerine bozuk süt tozuna angaje ediliverdiler. 

             Oysa Antigon, Aristo, Sokrat vb. diğerlerini ezbere bilen, paydoslarda aralarında felsefe tartışan, ellerinden her iş gelen köylü gençlerimiz, aslında geleceğimizin de en büyük umuduydular. Ne yazık ki cehalet karanlığının ümmet tarlalarında, boynu bükük, ellerine üç kuruş sıkıştıranın üstünde kalan çaresiz marabalara dönüştüler yeniden. Yetmedi Amerikan piçlerine paralı asker de oldular, hem de vatan topraklarını savunan kendi kardeşlerine karşı. İşte bu yüzden de hep birlikte bu günlere geldik maalesef.

            Okullarından felsefesi de alınan toplum, suyu kesilen buğday tarlası gibi kurudu ve böylece. Bakın Ortadoğu’da ki hazin duruma. Her biri mahiyeti belirsiz ve kimliksiz bir terörist kampında, emperyalist tuzağına düşürülüp, nasıl da patlamaya hazır bombalara dönüştüler. Ve ne yazıktır ki bu bombaların birçoğu da, ellerinden Köy Enstitüleri ile birlikte geleceklerini de çaldığımız bizim kendi çocuklarımızdır.

            Algı dedik de, ters algı da vardır ve hayli de yaygındır kuşkusuz. Tengirizm, İsa, Teslis, Haç gibi kavramların, kaynakları araştırılınca ve sayısız bulgu ve belge incelenince, bu kayıtların Türk’ü daha fazla Türk yaptıkları görülürken; ısrarla biz diğerleriyiz diyenleri sadece salt Hristiyan yaptığı görülüyor. İbrahim, Sara, Musa nasıl Türk kökenli ise ve ilk Ahit, Tevrat vs. hepsi runik ön Türkçe alfabe ile yazılmış olsa da bütün bu kavramların; biz illaki Türk değiliz diyenlere kabul ettirilmesi zordur. 

             Çünkü bu da ters algıdır ve insanda bir kere yerleşmeye görsün. İnsanlık tarihi ile başlayan ilk dinleri, Tengri dedikleri tek tanrılı Tengirizm olan ve sonradan devinimsel değişimle Gök tanrılı Şamanizm’e dönüşen ruhani inançları, zamanla Hristiyanlık ve Yahudilikte yeni kimlik aramış ya da şartlar nedeniyle oluşturmuştur. İslam’da da Anadolu Türkmen’i olan Muhammedin ata mirası, Kevser suresinde de atıfta bulunulduğu gibi baba oğul ve kutsal ruh ilişkisinin kaynağını oluşturduğu Tengirizmin, ilahi akdini onaylar.


              Bir inşaata başlarken önce çatıdan başlamanız mümkün değildir. Plan, proje yapılmadan ve temel atılmadan duvar çekemezsiniz. Ne ki inşaat bittikten, yapınız tamamlandıktan sonra ancak olası bir restorasyon için gerekirse önce çatıdan da başlayabilirsiniz. Bu Amerikalı için de böyledir. Yani ‘Top-down (yukarıdan aşağıya)’ olabilmesi için önce gereken ‘Bottom-up (aşağıdan yukarıya)’ olma zorunluluğudur. Bir sistem analizinde de esas olan, önce ilgili komponentin varlığı, nasıl var olduğu ve var olmak için nelere ihtiyacı olduğudur.

Toplum ise sistem analizdir, ikamesi plan ve proje ile sağlanır. İşte bu doğru olan algıdır. Birey ise tuğladır, kiremittir. Ve temel (Toplumbilim) olmadan tuğla ve kiremit kullanılamaz. Salt kiremit ve tuğla ile bina inşa etmeye kalkmak ise ters algıdır. Dolayısıyla da toplum bireye indirgenip asla ona kul edilemez. Şimdi bırakalım tersini, düzünü de, toplumun, felsefesi dolayısıyla da bilimi elinden alınarak genetik olarak yapılanması da, sadece onu temelden yok edecek olan bir facia ile sonuçlanır.  İşte bu bilince de ‘Toplumbilim’ denir. Ne ki şimdi üstümüzde oynanan oyun budur ve bu facia vatan dediğimiz sathımızda gerçekleşsin istenmektedir. O halde sathı müdafaa saati yine gelmiş demektir.


Bir başka ifadeyle de yani Amerika’dan bahsetmek içinde önce Amerika’yı keşfetmek gerekiyordu. İşte atalarımız olan ön Türkler bu işi de Kolomb’dan binlerce yıl önce becermişlerdi. Demek oluyor ki Amerikalının Türkiye’mizde, en ufak bir toprak iddiası olamazken, Amerika’da Avrupalı göçmenlerden binlerce yıl önce sosyalleşen Kızılderili denilen Şamanist atalarımızla başlayan tevarüse bakıldığında, aslında bizim Amerika topraklarından bir miras hakkımız olduğu da anlaşılıyor. 

İşte bu da bir algıdır yerli yabancı tüm algı severler için. Ayrıca Avrupalı ve Amerikalı birçok tarihçi de bunu teyit ettiğine göre, ters algı olduğu da söylenemez. Tengirizm de böyle bir şeydir, Türklerin kafasını fazla çalıştırıyor işte. İslam’a geçiş şayet Ehli Beyt döneminde kalabilseydi Tengirizm zirveye varabilecekti. Tıpkı tarih öncesi dönemlerinde binlerce yıl mutlu, mesut ve barış içinde yaşayabildikleri gibi bütün ulusların bir arada sulh içinde yaşayabilmeleri mümkün olabilecekti.

Bu makaleyi defalarca aşabilecek sayısal nedenlerle, neden ve nasıl oldu da böyle olduyu bir kitap konusu olarak kabul edip, bu noktada haddimizi bilelim artık. Lakin sadece diyebiliriz ki; adam olarak yaratılıp öyle de yaşayarak dünya insanının ve uygarlığın doğuş nedeni olmuş Türk varlığı, belki de Muhammedin vaktiyle el atıp kendi İmamet dönemi boyunca ancak 23 yıl yürütebildiği ve İslam olarak betimlediği aslı kadim Tengirizmi, bilimsel Sosyalizm aşamasından sonra mutlak erdeme – Komünizm olarak da tasvir edilir - ulaşarak yeniden sağlayabilecek, bütün insanlığı, bir zamanlar olduğu gibi mutlu bir yaşama ve huzura kavuşturabilecektir tekrar kim bilir.

Ve bu hayati konuları çocuklarımızın, torunlarımızın ihtirasla araştırmalarına bırakarak, onların birbirinden çarpıcı tezler, projeler hazırladıklarını görebilmek, bu dünyadan ayrılmadan yaşamayı arzuladığım mutlulukların en başında gelir, lütfen bana inanın ve hep sağlıkla kalın.

                                                                                   Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder