27 Aralık 2015 Pazar

DOĞUM SANCISI..

            Ülkem şimdilerde doğum sancısı çekiyor. Merakla ne doğuracak diye bekliyoruz. İnşallah bir hilkat garibesi doğurmaz da, bundan sonra kalan ömrümüzü onu da yaşatmaya adamayız. ABD’yi geri plana itmeye hazırlanan ve ortak liderli, ulusal haklara saygılı, olması gerektiği gibi cemiyeti akvam mekânı olmaya aday olan yeni bir dünyada yaşıyoruz artık.

Tam da kendisinden beklenen pozisyonunu ve en azından kendi coğrafyasında misakı millisini daha da pekiştirerek sahiplenmesi gereken Türkiye’miz; aslında kendisini kendi eliyle ve âdemi bir ahmaklıkla çıkmaza sokmuştur. Üstüne de devletçilik vasıfları olmayan ucuz siyasiler ve atık yağlarla kavrulmuş liderlerde ısrar eden beyinsizliği ile de, kendi kendisini içine düşürdüğü çaresizliği, adeta yedi düvele açıkça deklare etmiştir.

            Bundan sonra aynı kulvarda, aynı nefes darlığı ile koşmaya devam eden bir atletten başka da ne beklenebilir, ona başka ne söylenebilir ki. Allah yardım etsin de bari yarışın sonunu görebilsin demekten başka. Ne ki, konu Türkiye ve orası da vatanımız olunca durum değişiyor ve nefes darlığını aşmak gerekiyor elbette. Bir şeyler demekten öte de, artık bir şeyler YAPMAK farz oluyor. Ve yeni bir Kuvayı milli rüzgârın acilen pupadan yelkenlerimizi üflemesi gerekiyor. Pekiyi rüzgâr esmezse ne yapacağız. O zaman da çala kürek dostlar. Bilmem anlatabildik mi?

            Tek tek ayrıntılara girip de neden, niçin sorularını ayrıştırmaya gerek yok.  Hele de çalakalem şişirilmiş, çoğu kurgusal, geniş bir ayrıntılar ve fasaryalar denizinde boğuluyorken. Şayet bu denizde boğulmak istemiyorsak, artık biran önce son gücümüzü kullanarak tek hedefe odaklanıp, kendimizi karaya atmamız gerekiyor o halde. “Yoksa” demeye de dilim varmıyor artık. Bilmem anlaşabiliyor muyuz?

Yani bebek normal mi yoksa sezeryanla mı doğacaktır, vakti gelince öğreneceğiz, ne ki önce doğum gününün yaklaşmakta olduğunu bilelim yeter. Şayet arabanızla taşlı ve engebeli bir arazide yol almak zorundaysanız, en azından sağlam bir yedek lastiğiniz, uygun bir bijon anahtarınız – ki yanlış bir anahtarla yolda kaldığımdan bunun eksikliğini çok iyi bilirim – ve krikonuz olmalı mutlaka yanınızda. Demem o ki arzu edilmeyen sürprizlere de hazırlıklı olmalıyız, sözün özüyle.


Tek kutuplu Dünya derken, ABD bloğu ile Rusya paravanı arasında kırmızıçizgilerle ayrılmış iki kutuplu bir Dünya da yaşıyoruz eskiden olduğu gibi bugün de yine. Yani Gorbaçov vizeli Perestroykadan bugüne, bir şey değişmemiş anlayacağınız bu yaşlı Dünyada. İşte böyle bir Dünyada Türkiye’mizin, başındaki iktidarsızlar tarafından tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaştırılıp kaybedenler listesine oturtulmasını, inanın Osmanlı bile yaşamamıştı. Böylesi bir durumda da Türkiye’miz, Dünya siyaset arenasına hem de hiç olmadığı kadar sağlam basması gerekiyorken, bunu sağlayabilmekten çok uzaktaki AKP ve “lilerinden” ilk önce ve acilen kurtulmak zorundadır. Yoksa ülkemizde asla huzur ve güven sağlanamayacaktır.

 Esasen güvenin olmadığı yerde huzur da olamaz. Tıpkı mantığın, dolayısı ile de ahlakın ve dolaylı olarak da adaletin olamayacağı ve bu ögelerden birisinin eksikliğinde dahi, bütün sistemin yerle bir olacağı gibi. Ve bu tarife de bugünkü Türkiye, ne yazık ki cuk oturuyor. İşte sizi böylesi bir keşmekeşin içinde, hem de kendi seçiminizle bırakan farkındasızlığınızın, ne zaman farkına varacaksınız.

Gıdım emekli maaşlarınızı bile çekerken, sizin için önemli meblağların artı faizleri için ATM’lerde alıkonduğu ülkenizde; gözlerinizin artık açılması, uçup kaçan aklınızın başınıza geri dönebilmesi için, bu yetersizlerin size daha neler yapması, sizi daha ne kadar hiçlemesi gerekiyor, ey ümmeti Muhammed! 

Milli varlığımız için aslında en büyük düşman, sıcak para – menşei belirsiz kara sermaye – denilen ABD güdümlü emperyalist finansmandır. Bizi atıl bırakan ana neden de budur. Çünkü bu para ile sivil (kamu kurumları, şirketler, basın vb.) ve resmi (asker, polis, yargı vs.) içinde gizlenen karşı devrim kadrolarının, bordrosuz gizli ücretleri ödenir. AKP partisi ve bilinenden de öte gizli patronları olan bir Erdoğan varlığının gözle görülür, elle tutulur bütün olumsuzluklarına rağmen hala egemen olmalarının tek ana nedeni de işte budur aslında. Çünkü ABD ve emperyalist çetesi, hedefine bunlarsız ulaşamayacağını düşünmektedir. Ne var ki bunlarla da ulaşamayacaktır.

Dolayısıyla da içimizdeki düşman zannedilenden de güçlüdür. Çünkü bunun adı kara sermayedir. Yalnız çok iyi de bilinmelidir ki; Türk varlığının akıl gücü de sonsuzdur. Bu yüzden de zaten, Homosaphien den bu yana varlığını sürdürmemiş midir? Ve bu varlık, kara deliğin diğer ucunda kuantlarına (tanrı maddesi) ayrıştıktan sonrasında, yani halk diliyle mahşerden sonra da, aynı evrenin zaman eğrisi içindeki ışık ötesi mekânlarında veya bir paralel evrende varlığını sürdürmeye devam edecektir. Özetle de Türk ölümsüzdür.

Bilelim ki, insanoğlu için var olan tanrısal karanlık giderek aydınlanmaktadır. Tıpkı bizi yaşatan Güneş doğarken, daha önce karanlık olan bölgelerin yavaş yavaş aydınlandığı gibi. Malum, Felsefe zifiri karanlığın mum ışığıdır. Onsuz da hiç olmaz. Şimdi bunlara birileri kurgu mu, fantezi mi ya da ne diyeceklerse; ama onlara soralım o zaman: Haydi varmısınız bahse. Bana aksini ispat edebilecek misiniz? Ve bu soru evrenseldir, tüm bilim dünyasına da sorulmaktadır aynı zamanda.


Gençliğini yok olmaktaki bir ümmetten soyutlayıp özgün bireyler haline getirdiği ülkesinde, mübarek ismi bile bağnaz müstevliler tarafından gençlerinin spor sahalarından silinmekte olan BİRİNCİ ADAM, bu ahde vefasızlığı hak etmek için ne yapmıştı, günahı neydi acaba? Kendisinden sonraki, silah arkadaşı İKİNCİ ADAMIN ölüm yıldönümünde, gel de derin bir “aaaah” çekme ve tüm alınları öpülesi, hak yoluna Şehit olmuşlarımızın ruhlarına yine ağıt yakma şimdi.

§ İkinci Dünya Savaşından sonraki günlerde “Bizi ekmeksiz bıraktınız” diyen kıza yanıt vermişti o İnönü: “Ama sizi babasız bırakmadım…”
(……..)
Dün İnönü’nün ölüm yıldönümüydü…
Özür dilemelisiniz!...

Gazeteci yazar Bekir Coşkun’un, ibret alınması ve “kalemine sağlık” denmesi gereken dünkü köşe yazısının son paragrafı ile bitirmek istedim yazımı. Bütün olumsuzluklara rağmen 2016 yılının başta aziz vatanımıza, sonra size ve tüm aile bireylerinize, mutluluk ve esenlikler getirmesini dilerim. Sağlıkla; ama başlarınız hep yukarıda kalın…
                                                                     
                                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder