Ülkem
şimdilerde doğum sancısı çekiyor. Merakla ne doğuracak diye bekliyoruz.
İnşallah bir hilkat garibesi doğurmaz da, bundan sonra kalan ömrümüzü onu da
yaşatmaya adamayız. ABD’yi geri plana itmeye hazırlanan ve ortak liderli, ulusal
haklara saygılı, olması gerektiği gibi cemiyeti akvam mekânı olmaya aday olan yeni
bir dünyada yaşıyoruz artık.
Tam
da kendisinden beklenen pozisyonunu ve en azından kendi coğrafyasında misakı
millisini daha da pekiştirerek sahiplenmesi gereken Türkiye’miz; aslında
kendisini kendi eliyle ve âdemi bir ahmaklıkla çıkmaza sokmuştur. Üstüne de devletçilik
vasıfları olmayan ucuz siyasiler ve atık yağlarla kavrulmuş liderlerde ısrar
eden beyinsizliği ile de, kendi kendisini içine düşürdüğü çaresizliği, adeta
yedi düvele açıkça deklare etmiştir.
Bundan sonra aynı kulvarda, aynı nefes
darlığı ile koşmaya devam eden bir atletten başka da ne beklenebilir, ona başka
ne söylenebilir ki. Allah yardım etsin de bari yarışın sonunu görebilsin
demekten başka. Ne ki, konu Türkiye ve orası da vatanımız olunca durum
değişiyor ve nefes darlığını aşmak gerekiyor elbette. Bir şeyler demekten öte
de, artık bir şeyler YAPMAK farz oluyor. Ve yeni
bir Kuvayı milli rüzgârın acilen pupadan yelkenlerimizi üflemesi gerekiyor.
Pekiyi rüzgâr esmezse ne yapacağız. O zaman da çala kürek dostlar. Bilmem
anlatabildik mi?
Tek tek ayrıntılara girip de neden,
niçin sorularını ayrıştırmaya gerek yok.
Hele de çalakalem şişirilmiş, çoğu kurgusal, geniş bir ayrıntılar ve
fasaryalar denizinde boğuluyorken. Şayet bu denizde boğulmak istemiyorsak,
artık biran önce son gücümüzü kullanarak tek hedefe odaklanıp, kendimizi karaya
atmamız gerekiyor o halde. “Yoksa” demeye de
dilim varmıyor artık. Bilmem anlaşabiliyor muyuz?
Yani
bebek normal mi yoksa sezeryanla mı doğacaktır, vakti gelince öğreneceğiz, ne
ki önce doğum gününün yaklaşmakta olduğunu bilelim yeter. Şayet arabanızla
taşlı ve engebeli bir arazide yol almak zorundaysanız, en azından sağlam bir
yedek lastiğiniz, uygun bir bijon anahtarınız – ki yanlış bir anahtarla yolda
kaldığımdan bunun eksikliğini çok iyi bilirim – ve krikonuz olmalı mutlaka
yanınızda. Demem o ki arzu edilmeyen sürprizlere de hazırlıklı olmalıyız, sözün
özüyle.
Tek
kutuplu Dünya derken, ABD bloğu ile Rusya paravanı arasında kırmızıçizgilerle
ayrılmış iki kutuplu bir Dünya da yaşıyoruz eskiden olduğu gibi bugün de yine.
Yani Gorbaçov vizeli Perestroykadan bugüne, bir şey değişmemiş anlayacağınız bu
yaşlı Dünyada. İşte böyle bir Dünyada Türkiye’mizin, başındaki iktidarsızlar
tarafından tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaştırılıp kaybedenler listesine
oturtulmasını, inanın Osmanlı bile yaşamamıştı. Böylesi bir durumda da Türkiye’miz,
Dünya siyaset arenasına hem de hiç olmadığı kadar sağlam basması gerekiyorken,
bunu sağlayabilmekten çok uzaktaki AKP ve “lilerinden” ilk önce ve acilen
kurtulmak zorundadır. Yoksa ülkemizde asla huzur ve güven sağlanamayacaktır.
Esasen güvenin olmadığı yerde huzur da olamaz.
Tıpkı mantığın, dolayısı ile de ahlakın ve dolaylı olarak da adaletin
olamayacağı ve bu ögelerden birisinin eksikliğinde dahi, bütün sistemin yerle
bir olacağı gibi. Ve bu tarife de bugünkü Türkiye, ne yazık ki cuk oturuyor.
İşte sizi böylesi bir keşmekeşin içinde, hem de kendi seçiminizle bırakan
farkındasızlığınızın, ne zaman farkına varacaksınız.
Gıdım
emekli maaşlarınızı bile çekerken, sizin için önemli meblağların artı faizleri
için ATM’lerde alıkonduğu ülkenizde; gözlerinizin artık açılması, uçup kaçan
aklınızın başınıza geri dönebilmesi için, bu yetersizlerin size daha neler
yapması, sizi daha ne kadar hiçlemesi gerekiyor, ey ümmeti Muhammed!
Milli
varlığımız için aslında en büyük düşman, sıcak para – menşei belirsiz kara
sermaye – denilen ABD güdümlü emperyalist finansmandır. Bizi atıl bırakan ana
neden de budur. Çünkü bu para ile sivil (kamu kurumları, şirketler, basın vb.)
ve resmi (asker, polis, yargı vs.) içinde gizlenen karşı devrim kadrolarının,
bordrosuz gizli ücretleri ödenir. AKP partisi ve bilinenden de öte gizli patronları
olan bir Erdoğan varlığının gözle görülür, elle tutulur bütün olumsuzluklarına
rağmen hala egemen olmalarının tek ana nedeni de işte budur aslında. Çünkü ABD
ve emperyalist çetesi, hedefine bunlarsız ulaşamayacağını düşünmektedir. Ne var
ki bunlarla da ulaşamayacaktır.
Dolayısıyla
da içimizdeki düşman zannedilenden de güçlüdür. Çünkü bunun adı kara
sermayedir. Yalnız çok iyi de bilinmelidir ki; Türk varlığının akıl gücü de
sonsuzdur. Bu yüzden de zaten, Homosaphien den bu yana varlığını sürdürmemiş
midir? Ve bu varlık, kara deliğin diğer ucunda kuantlarına (tanrı maddesi)
ayrıştıktan sonrasında, yani halk diliyle mahşerden sonra da, aynı evrenin zaman
eğrisi içindeki ışık ötesi mekânlarında veya bir paralel evrende varlığını
sürdürmeye devam edecektir. Özetle de Türk ölümsüzdür.
Bilelim
ki, insanoğlu için var olan tanrısal karanlık giderek aydınlanmaktadır. Tıpkı
bizi yaşatan Güneş doğarken, daha önce karanlık olan bölgelerin yavaş yavaş
aydınlandığı gibi. Malum, Felsefe zifiri karanlığın mum ışığıdır. Onsuz da hiç
olmaz. Şimdi bunlara birileri kurgu mu, fantezi mi ya da ne diyeceklerse; ama
onlara soralım o zaman: Haydi varmısınız bahse. Bana aksini ispat edebilecek
misiniz? Ve bu soru evrenseldir, tüm bilim dünyasına da sorulmaktadır aynı
zamanda.
Gençliğini
yok olmaktaki bir ümmetten soyutlayıp özgün bireyler haline getirdiği
ülkesinde, mübarek ismi bile bağnaz müstevliler tarafından gençlerinin spor
sahalarından silinmekte olan BİRİNCİ ADAM, bu ahde vefasızlığı hak etmek için
ne yapmıştı, günahı neydi acaba? Kendisinden sonraki, silah arkadaşı İKİNCİ
ADAMIN ölüm yıldönümünde, gel de derin bir “aaaah” çekme ve tüm alınları
öpülesi, hak yoluna Şehit olmuşlarımızın ruhlarına yine ağıt yakma şimdi.
§
“İkinci Dünya Savaşından sonraki günlerde
“Bizi ekmeksiz bıraktınız” diyen kıza yanıt vermişti o İnönü: “Ama sizi babasız
bırakmadım…”
(……..)
Dün
İnönü’nün ölüm yıldönümüydü…
Özür
dilemelisiniz!...
Gazeteci
yazar Bekir Coşkun’un, ibret alınması ve “kalemine sağlık” denmesi gereken dünkü
köşe yazısının son paragrafı ile bitirmek istedim yazımı. Bütün olumsuzluklara
rağmen 2016 yılının başta aziz vatanımıza, sonra size ve tüm aile
bireylerinize, mutluluk ve esenlikler getirmesini dilerim. Sağlıkla; ama
başlarınız hep yukarıda kalın…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder