1 Aralık 2015 Salı

KURAKLIK..

           Hurufi veya muhtemelen de yaban ellerde ihmale uğramış, dış güdümlü bir kimlikle büyütülmeleri nedeniyle ve milli üretime kapanmış kurak beyinleriyle, ürün sanrısıyla çıkardıkları zırvaları satırlandırıp, okuyanlarından önce de kendilerini kandıranlar tarafından işgal altındaki Internet medyası, yeni bir tanımlamanın da babası oldu bu günlerde. OÖY olarak betimleyebileceğimiz bu kısaltmanın açılımı, Okumayın, Öğrenmeyin, Yazın olarak ifade edilebilir.

Yani aslında ciddi geçerliliği olmayan, size zaman kaybına sebebiyet verirken de, kendilerini bu bağlamda görevlendiren patronlarına zaman kazandıracak ve seküler gerçeklerinizin dışında kalan, onları özellikle de çarpıtan, bilinçsiz; ama bilhassa da milli etiğinizi dışlatamaya odaklı bütün zırvaları bulabilirsiniz, sizi de kendileri gibi mankurt farz eden bu komedyenlerin yayınlarında.

            Ki bu medyayı oluşturanlar arasında; zırvalarına bir de paralar ödenen besleme sayfa yazarlarından, yandaş reklam ajanslarına, sahte kimlik ve intihallerle çakma haber oluşturan, sitelere saldıran, adam karalayanlarından, son günlerin patlamış mısırlar gibi çoğalttığı AK troller de denilen acayip, ne idüğü belirsiz, tuluat meddahı tuhaf yaratıklar vb. grupçuklar sayılabilir. Bunların hepsini alıp birbirine çarpsanız ses bile duyamazsınız. Her biri öylesine içi boş ve birbirinden kopyalanarak karalanmış sayfalardır anlayacağınız. Bilin ki yuva çocukları bile ilk karalamalarıyla çok daha anlaşılır ve ciddi kalıyorlar onların yanında. Zamanınıza yazık, Unutun gitsin. Ki biz de öyle yapıyoruz esasen.
             
            Ülkem getirilmiş uçurumun kenarına. Düşman ve işbirlikçileri ülkemi, içinde aslında kendilerinin boğulmakta oldukları lağım bataklığının kıyısına kadar taşımışlar; tam da böyle bir durumda sen mücadeleyi bırak, bir de bu kışlık gübre çuvallarına çeki düzen vermeye çalış. Akıl alır gibi değil hani. Bu nedenle de tufaya gelip, çok değerli üretici zamanlarınızı boşa sarf etmeyin sakın. Çünkü siz onlardan değilsiniz. O nedenle de derekelerinde işiniz olamaz. Amaçları zaten sizi provoke edip açık vermenizi sağlamaktır.

Özgün bir Kemalist, ahde vefa sahibi bir vatan gönüllüsü ve kimseden de menfaat beklemeyen bir Internet yazarı olarak, bundan sonra bu konuda tek satır bile yazmayacağım kendi adıma. Çünkü milli bekamız adına sarf edeceğimiz her dakikanın, hayati önemi vardır bizim için. Bakın bu yazının bile yarısını, bana kalsa yazmayacağım; ama talep doğrultusunda yazmak zorunda kaldığım satırlara harcamak zorunda kaldım. Oysa tek satır bile fazla olurdu…


Rus uçağını kimin neden düşürdüğünü sorgulamaya gerek var mı? Ortadoğu yolgeçen hanı olmadı mı nasılsa. Bu bağlamda da, ben, sen, o, biz, siz, onlar yani. Erdoğan, ben düşürdüm diyorsa, demek ki kendisi düşürmüştür. Sonuçta Türk Milletinin önünde itiraf etmiştir. Dolayısıyla da olabileceklerin tek sorumlusu kendisidir. Bunun başka da bir izahı var mıdır?

O halde hesabını da kendisi verecek demektir, Türk Milleti değil. Çünkü savaşlar sadece acılar değil, çok daha hazin yıkımlar da bırakır geride. Ve böyle durumlarda da arkada ki günahsız milletler değil, Sultan, Başkan, Lider, Hitler, Mussolini ya da neyse ve yakın çevreleri sorumlu tutulacaklardır neticede. Zira BM bu işler için vardır. Ve suçlunun hesabı da orada, zevahiri kurtarmak adına da olsa, yine de kesilir. Öyle de olmadı mı şimdiye kadar. Bakın günahsız Almanlar hala çekiyor Hitler’in ceremesini. Üstelik milli kaynaklarının içi boşaltılmış bugünkü Türkiye, bir Almanya da hiç değildir.

Böyle bir durumda Erdoğan’ın ikili görüşme teklifini, değil Putin, aklı başında hiçbir devlet adamı ciddiye almaz. Çünkü siyasa topacını durmaması için sürekli çeviren, ne yapıp yapıp hesaba çekilmemek adına, kendi siyasi ömrünü uzatmaya çalışmaktan başka da bir becerisi olmayan bir siyasa oyuncusunun, ciddi uluslararası siyaset arenasında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur da ondan.

Birilerine göre de Rusya, Türkiye’nin kırmızıçizgilerini aşıyormuş. Ulan her yanını kırmızıya boyasan ne yazar. Güvendiğin yüce Atatürk’ün bağımsız ve şerefli ordusu, saldırgan emperyalist blok da kaldığı sürece bir defa haksızsın. Bu ordunun nefsi müdafaa maneviyatı en büyük gücüdür, siyasi prioriteni yanlış tarafta kullanıp, o gücü deaktive ederek sıfırlıyorsan, işin de bitmiştir. Dolayısıyla da ordunla birlikte kaybetmeye mahkûmsun. Milleti kandıramayacağın açık da, kendini mi aldatmaya ihtiyacın var yoksa.

Diğer taraftan Ruslar bilir aslında Türk Ulusuyla papaz olmamaları gerektiğini. Çünkü Atatürk’ün, “yurtta sulh, cihanda sulh” özeline sahip Türkiye Cumhuriyeti, aslında kendi mevcudiyetleri için de en sağlam bir garantördür. Unutulmamalıdır ki, şayet komşusu Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı, Sovyetler bittikten sonra Ruslar, emperyalist Batıya karşı bu kadar güvende olamazlardı. Ve ayrıca da bilmelidirler ki; Türk Milleti ile manevi bağı olmayan Erdoğan Hükümeti, geçicidir ve yakında da toprak olacaktır; ama Türk Ulusu bakidir…

Emperyalist şayet Asya'ya giremiyorsa ve Ortadoğu’da hala babasının çiftliği gibi oldubitti sağlayamıyorsa, hepiniz bunu her şeyden önce de bölgenizde ki Türk varlığına borçlusunuz. Bunu asla unutmayın komşular ve arkadaki diğerleri. İşte Atatürk'ün, hele de Türk'ün aslında neden istenmediğini, şimdi daha da açık anlayabilecek misiniz acaba?


Şimdi yeni lider mi gerekiyor? Unutmayalım ki denenmiş adamlardan toplum lideri falan çıkmaz. Lider sürecinde kendiliğinden oluşur ve bir anda da halk tarafından sahiplenilir. Tıpkı Atatürk gibi, yalnız şartlar doğrultusunda evrim geçirmiş, yine Atatürk gibi bir lider de olacaktır bu yeni aday kuşkusuz.  Şimdi evrim derken de, sakın ola bir ulusun bekası için olmazsa olmazlarından ödül veren bir lider bozuntusundan bahsettiğimiz düşünülmesin. Bilmem anlatabildim mi? Esasen bütün halk katmanlarının ya da ekseriyetin itirazsız kabul edeceği bir adayın, kendisine güvenen toplumuna lider olmaktan başka da bir alternatifi kalmamıştır.

Lider olduktan sonra da icraatlarının bütün sorumluluğuna ortak olacak halk tabanının onayını da alarak aksiyonlarını, sistematik bir program çerçevesinde sıralamak zorunluluğudur bundan sonra ki bütün işi artık. Sonuç ise bütün halkı ile birlikte hedefe ulaşmaktır böylece. Bu bir devinimdir ve halkın onayı tamsa ve eksik veya tatmin etmeyen bir şeyler kalmamışsa, mutlaka da devrime dönüşür.

Süreç şayet devrime dönüşemezse, asal rotasından sapmış, kuraklaşmış ve ayaksız kalmış demektir, o zaman da düşer veya sürüngen olur. Kafası yukarıda, alnı hep açık,  göğsü ileride, asla harama el uzatmamış, ayakları sağlam yere basan, elleriyle tuttuğunu koparan, toplumunun bütün katmanlarını kucaklayan, ayrıştırmayan ve Türk’ün anavatanında Federasyon zırvaları savurmayan, Ulusal bütünlük, milli misak ve tam bağımsızlıktan başka da düşünce ve emeli olmayan liderdir. Türk Milletinin derhal ve sorgusuz kucaklayacağı bir lider, onay vermeden evvel ilk önce de içinizdeki Atatürk’le istişareye geçin, derhal öğrenirsiniz nasıl bir lidere ihtiyacınız olduğunu.


Diyarbakır’daki Baro Başkanının vurulmasıyla ilgili görüntülerde, tam bir çakma polisiye diziyi anımsatan vuruşmaları görünce, “Arka Sokaklar” izliyorum sandım kendimi birden. Bilmem siz de fark ettiniz mi? Yakın geçmişteki, gerçek terörist vuruşmaları gizlenirken, bu çatışmanın bilhassa da yandaş medya kanallarında bütün safahatıyla sergilenmesi esnasında, neredeyse atılan bütün mermiler sayılabiliyordu. Bu durum ne kadar garip ve bir o kadar da düşündürücü değil mi?

Güncelimizin ısrarlı yaftası haline getirilmiş(!) olan çakma Kürt meselesine analitik baktığınızda, içinde görev alan bütün aktif aktörlerin ya Ermeni ya da Arap kökenli olduğunu görürsünüz. Bir miktar da ne idüğü belirsiz başka sünnetsizler var içlerinde. Bizim gerçek Kürtlerin ise çoğunlukla olandan bitenden haberleri bile yok. Geriye kalan iki etnik grubun bilinen Türk düşmanlığı ise tartışılmaya bile değmez.

Elçi’nin öldürülmesine gelince, ulusal birlik ve bütünlükten yana Türk milliyetçisi bir Kürt bile yapmış olabilir. Neden yaptın diye de soramazsınız, çünkü onunda kendince yeterli sebepleri vardır. Bir Arnavut, Gürcü, Laz veya bir Çerkez vb. de yapmış olabilir ve onlar içinde aynı durum geçerli olurdu. Olayı asla desteklemiyor olsak da, neticede hepsi İstiklal Türkiye’sini kurmuş olan Türklerdir. Hepsinin yeterinden fazla nedenleri de vardır aslında. Öyle ya! Mevta, emperyalist Batının yetiştirip Türkiye’mizin bölünmesi mealinde desteklediği bir aktivist (muhtemel ajan) değil miydi sonuçta?

Ne ki, neresinden bakarsanız bakın, olay tam bir “Arka Sokaklar” dizisinin, hakiki mermilerle gerçekleştirilmiş prova çekimleri gibi yerleşti hafızalarımıza. Belki de Elçi adlı Hukukçu bu kadar atıp tutanın bol olduğu ortamda, bir mermi sekmesiyle kazara vurulmuş da olabilirdi. Hoş balistik, uzak menzilli bir silahtan tek atışla vurulmuş diyorsa, denecek bir şey de kalmaz kuşkusuz.

Öyle veya böyle sonunda baş oğlan hemen fırsata oturup yine sahne aldı ve mevtaya “rahmet” diledi, eksik olmasın. Siz ona bakın işte, fazla da sorgulamayın artık. Öyle ya! Putin’e de “ateşle oynama” demedi mi? Elçi olayı da neticede ABD mandaterleriyle, bölünemez Türkiye Milliyetçilerinin arasındaki zorunlu ihtilafın, son göstergelerinden biridir. Daha fazlası değil…


Hıristiyan, Müslüman çoğunluğu da AB vatandaşları olduklarından, içlerinde daha da kolay hareket kabiliyetine sahip teröristlerden oluşan IŞİD’in, kendi silahlarıyla Batılıları da telef ederek korkulu rüyaları olduğuna bakılırsa, anlaşılan Batılılar da, ABD’nin tufasına gelip bu terör olayına bulaştıklarına bin pişman olmuşlardır artık. Olacağı buydu, ABD İblisinin ipiyle kuyuya inersen, bir daha da güneşi göremezsin. Hangisi görebildi ki?

Bir zamanlar ABD’nin Marsahll yardımlarıyla – yani adı yardım olan uzun vadeli krediler – elinden tuttuğu(!) bir DP vardı. Baldıran otu bile çiğneseydi, daha yakışan bir sonu olurdu Başkanları Menderes’in. Tarih dikkatle ve Atatürk’ün yaptığı gibi de önemleri itibarıyla satırların altları çizilerek okunması gereken sayfalar ve alınan derslerle doludur. Ama kime söylüyoruz ki.


İçi boş çakaralmazların göstermelik kütüphanelerinde, hep kapalı duran tarih kitabının içinden sızan ışık huzmeli sayfalar açıldığında, karşılarına Atatürk çıkacaktır. İşte dünya tarihini bile değiştiren, kendi mevcudiyetlerinin bile nedeni olan, sahibi olmakla da adlarına iftihar edilmesi gereken böylesi öz beşer varlıklarını dahi, yok sayar bu sefiller. O dâhinin 100 yıl evvel öngördüğü günlere düşürdünüz bu aziz vatanı. Şimdi alın Kobani’nizi, IŞIDİ’inizi PYD’nizi, ABD’nizi, PKK’nızı vs. hepsi sizin olsun, paket halinde koyun münasip yerlerinize. Bize biz yeteriz nasıl olsa…


Halk Partisinin, kendilerininkiler gibi 3-5 menfaatperest uyanığın birleşerek kurduğu dayatma partilerinden olmadığını, halkın eliyle, emeğiyle kurduğu kendi partisi olduğunu nasıl mı biliyoruz? Bizatihi kurucusunu dinleyelim o zaman. Bizimle birlikte, kendilerinden neden revizyon beklediğimiz CHP kurmayları da dinleyiversinler bir zahmet. Belki gerçek liderliğin nasıl olması gerektiğini öğrenebileceklerdir, kim bilir…

§  Atatürk. 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasında halka şunları söylemiştir:

    Barıştan sonra Halk Fırkası (Partisi) adı altında bir parti kurmayı düşünüyorum. Bu partinin programını belirlemek için, bütün yurttaşların ve uzman kişilerin kendi görüşlerini bana iletmelerini rica etmiştim. Şimdi, birçok rapor, program ve görüş geliyor bana… Benim düşündüğüm şey, bütün bu görüşleri bir araya getirerek ayırmak ve onlardan bir program çıkarmaktır.
    Ben kendi kendime düşünür, bir program hazırlar ve “İşte benim programım, buna katılanlar buyursun, birlikte çalışalım” da diyebilirdim! Ancak ben böyle yapmadım; çünkü bunun hatalı olduğuna inanıyorum. Ben istedim ki izlenecek program herhangi bir kişinin değil, ulusun kendi programı olsun. Ulus yalnızca kendi arzu ve istencinin arkasından gitsin. Bunu sağlamak için, mümkün olsaydı bütün yurttaşları, hiç olmazsa bütün uzman kişileri bir araya toplamak, onlarla büyük bir kongre halinde görüşmek ve bir program vücuda getirmeyi çok isterdim. Fakat bunu maddi olarak gerçekleştiremediğimden, yazılı olarak yapma yolunu benimsedim” (Borak,1997: 217).



            Biliyor musun ki; sende ki yüreğe sahip olmayan bütün ezik uluslar, yine yolunu gözlüyor. Acaba ne zaman ayağa kalkacaksın diye bekliyor. Kalk artık ayağa! Sizi bize sayıyla mı verdiler de tüm müstevlilere ve yeniden kaşınmaya başlayan mandaterlerine. Sıyır önce kirli çamaşırların gibi üstünden, ülkende sinsi faaliyetler içinde olan tüm Amerikalıları, sür vatan topraklarından. Sonra da silkele NATO’yu ve tüm AB işbirlikçilerini olmuş armutlar gibi dallarından. Sana korkma diyemiyorum. Çünkü zaten korkmadığını adım gibi biliyorum. Ama atılsın, silkin ataletinden artık, zira daha fazlası seni bozar.


Seni yolundan saptırmak isteyen üç buçuk para babası çakalı, sakın ola dinleyip de ciddiye alma. Onların asla seni değil; aslında sadece kendi menfaatlerini düşündüğünü artık anlamış olmalısın. Yeter ki sen bir ayağa kalk, daha önceleri defalarca da yaptığın gibi. Sana yağacak yardımların altında kalırsın yine ve şaşarsın. Haydi, varmısın bahse tekrar TÜRKOĞLU…

                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder