Hurufi
veya muhtemelen de yaban ellerde ihmale uğramış, dış güdümlü bir kimlikle büyütülmeleri
nedeniyle ve milli üretime kapanmış kurak beyinleriyle, ürün sanrısıyla
çıkardıkları zırvaları satırlandırıp, okuyanlarından önce de kendilerini
kandıranlar tarafından işgal altındaki Internet medyası, yeni bir tanımlamanın
da babası oldu bu günlerde. OÖY olarak betimleyebileceğimiz bu kısaltmanın
açılımı, Okumayın, Öğrenmeyin, Yazın olarak ifade edilebilir.
Yani
aslında ciddi geçerliliği olmayan, size zaman kaybına sebebiyet verirken de, kendilerini
bu bağlamda görevlendiren patronlarına zaman kazandıracak ve seküler gerçeklerinizin
dışında kalan, onları özellikle de çarpıtan, bilinçsiz; ama bilhassa da milli etiğinizi
dışlatamaya odaklı bütün zırvaları bulabilirsiniz, sizi de kendileri gibi
mankurt farz eden bu komedyenlerin yayınlarında.
Ki bu medyayı oluşturanlar arasında;
zırvalarına bir de paralar ödenen besleme sayfa yazarlarından, yandaş reklam
ajanslarına, sahte kimlik ve intihallerle çakma haber oluşturan, sitelere
saldıran, adam karalayanlarından, son günlerin patlamış mısırlar gibi çoğalttığı
AK troller de denilen acayip, ne idüğü belirsiz, tuluat meddahı tuhaf
yaratıklar vb. grupçuklar sayılabilir. Bunların hepsini alıp birbirine çarpsanız
ses bile duyamazsınız. Her biri öylesine içi boş ve birbirinden kopyalanarak karalanmış
sayfalardır anlayacağınız. Bilin ki yuva çocukları bile ilk karalamalarıyla çok
daha anlaşılır ve ciddi kalıyorlar onların yanında. Zamanınıza yazık, Unutun
gitsin. Ki biz de öyle yapıyoruz esasen.
Ülkem getirilmiş uçurumun kenarına.
Düşman ve işbirlikçileri ülkemi, içinde aslında kendilerinin boğulmakta oldukları
lağım bataklığının kıyısına kadar taşımışlar; tam da böyle bir durumda sen
mücadeleyi bırak, bir de bu kışlık gübre çuvallarına çeki düzen vermeye çalış.
Akıl alır gibi değil hani. Bu nedenle de tufaya gelip, çok değerli üretici zamanlarınızı
boşa sarf etmeyin sakın. Çünkü siz onlardan değilsiniz. O nedenle de derekelerinde
işiniz olamaz. Amaçları zaten sizi provoke edip açık vermenizi sağlamaktır.
Özgün
bir Kemalist, ahde vefa sahibi bir vatan gönüllüsü ve kimseden de menfaat
beklemeyen bir Internet yazarı olarak, bundan sonra bu konuda tek satır bile
yazmayacağım kendi adıma. Çünkü milli bekamız adına sarf edeceğimiz her
dakikanın, hayati önemi vardır bizim için. Bakın bu yazının bile yarısını, bana
kalsa yazmayacağım; ama talep doğrultusunda yazmak zorunda kaldığım satırlara
harcamak zorunda kaldım. Oysa tek satır bile fazla olurdu…
Rus
uçağını kimin neden düşürdüğünü sorgulamaya gerek var mı? Ortadoğu yolgeçen
hanı olmadı mı nasılsa. Bu bağlamda da, ben, sen, o, biz, siz, onlar yani.
Erdoğan, ben düşürdüm diyorsa, demek ki kendisi düşürmüştür. Sonuçta Türk
Milletinin önünde itiraf etmiştir. Dolayısıyla da olabileceklerin tek sorumlusu
kendisidir. Bunun başka da bir izahı var mıdır?
O
halde hesabını da kendisi verecek demektir, Türk Milleti değil. Çünkü savaşlar
sadece acılar değil, çok daha hazin yıkımlar da bırakır geride. Ve böyle
durumlarda da arkada ki günahsız milletler değil, Sultan, Başkan, Lider,
Hitler, Mussolini ya da neyse ve yakın çevreleri sorumlu tutulacaklardır
neticede. Zira BM bu işler için vardır. Ve suçlunun hesabı da orada, zevahiri
kurtarmak adına da olsa, yine de kesilir. Öyle de olmadı mı şimdiye kadar.
Bakın günahsız Almanlar hala çekiyor Hitler’in ceremesini. Üstelik milli kaynaklarının
içi boşaltılmış bugünkü Türkiye, bir Almanya da hiç değildir.
Böyle
bir durumda Erdoğan’ın ikili görüşme teklifini, değil Putin, aklı başında
hiçbir devlet adamı ciddiye almaz. Çünkü siyasa topacını durmaması için sürekli
çeviren, ne yapıp yapıp hesaba çekilmemek adına, kendi siyasi ömrünü uzatmaya
çalışmaktan başka da bir becerisi olmayan bir siyasa oyuncusunun, ciddi
uluslararası siyaset arenasında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur da ondan.
Birilerine
göre de Rusya, Türkiye’nin kırmızıçizgilerini aşıyormuş. Ulan her yanını
kırmızıya boyasan ne yazar. Güvendiğin yüce Atatürk’ün bağımsız ve şerefli
ordusu, saldırgan emperyalist blok da kaldığı sürece bir defa haksızsın. Bu
ordunun nefsi müdafaa maneviyatı en büyük gücüdür, siyasi prioriteni yanlış
tarafta kullanıp, o gücü deaktive ederek sıfırlıyorsan, işin de bitmiştir.
Dolayısıyla da ordunla birlikte kaybetmeye mahkûmsun. Milleti kandıramayacağın
açık da, kendini mi aldatmaya ihtiyacın var yoksa.
Diğer
taraftan Ruslar bilir aslında Türk Ulusuyla papaz olmamaları gerektiğini. Çünkü
Atatürk’ün, “yurtta sulh, cihanda sulh” özeline sahip Türkiye Cumhuriyeti,
aslında kendi mevcudiyetleri için de en sağlam bir garantördür. Unutulmamalıdır
ki, şayet komşusu Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı, Sovyetler bittikten sonra
Ruslar, emperyalist Batıya karşı bu kadar güvende olamazlardı. Ve ayrıca da
bilmelidirler ki; Türk Milleti ile manevi bağı olmayan Erdoğan Hükümeti,
geçicidir ve yakında da toprak olacaktır; ama Türk Ulusu bakidir…
Emperyalist şayet Asya'ya giremiyorsa ve Ortadoğu’da hala
babasının çiftliği gibi oldubitti sağlayamıyorsa, hepiniz bunu her şeyden önce
de bölgenizde ki Türk varlığına borçlusunuz. Bunu asla unutmayın komşular ve
arkadaki diğerleri. İşte Atatürk'ün, hele de Türk'ün aslında neden
istenmediğini, şimdi daha da açık anlayabilecek misiniz acaba?
Şimdi
yeni lider mi gerekiyor? Unutmayalım ki denenmiş adamlardan toplum lideri falan
çıkmaz. Lider sürecinde kendiliğinden oluşur ve bir anda da halk tarafından sahiplenilir.
Tıpkı Atatürk gibi, yalnız şartlar doğrultusunda evrim geçirmiş, yine Atatürk
gibi bir lider de olacaktır bu yeni aday kuşkusuz. Şimdi evrim derken de, sakın ola bir ulusun
bekası için olmazsa olmazlarından ödül veren bir lider bozuntusundan bahsettiğimiz
düşünülmesin. Bilmem anlatabildim mi? Esasen bütün halk katmanlarının ya da
ekseriyetin itirazsız kabul edeceği bir adayın, kendisine güvenen toplumuna lider
olmaktan başka da bir alternatifi kalmamıştır.
Lider
olduktan sonra da icraatlarının bütün sorumluluğuna ortak olacak halk tabanının
onayını da alarak aksiyonlarını, sistematik bir program çerçevesinde sıralamak
zorunluluğudur bundan sonra ki bütün işi artık. Sonuç ise bütün halkı ile
birlikte hedefe ulaşmaktır böylece. Bu bir devinimdir ve halkın onayı tamsa ve
eksik veya tatmin etmeyen bir şeyler kalmamışsa, mutlaka da devrime dönüşür.
Süreç
şayet devrime dönüşemezse, asal rotasından sapmış, kuraklaşmış ve ayaksız
kalmış demektir, o zaman da düşer veya sürüngen olur. Kafası yukarıda, alnı hep
açık, göğsü ileride, asla harama el
uzatmamış, ayakları sağlam yere basan, elleriyle tuttuğunu koparan, toplumunun
bütün katmanlarını kucaklayan, ayrıştırmayan ve Türk’ün anavatanında Federasyon
zırvaları savurmayan, Ulusal bütünlük, milli misak ve tam bağımsızlıktan başka da
düşünce ve emeli olmayan liderdir. Türk Milletinin derhal ve sorgusuz kucaklayacağı
bir lider, onay vermeden evvel ilk önce de içinizdeki Atatürk’le istişareye
geçin, derhal öğrenirsiniz nasıl bir lidere ihtiyacınız olduğunu.
Diyarbakır’daki
Baro Başkanının vurulmasıyla ilgili görüntülerde, tam bir çakma polisiye diziyi
anımsatan vuruşmaları görünce, “Arka Sokaklar” izliyorum sandım kendimi birden.
Bilmem siz de fark ettiniz mi? Yakın geçmişteki, gerçek terörist vuruşmaları
gizlenirken, bu çatışmanın bilhassa da yandaş medya kanallarında bütün
safahatıyla sergilenmesi esnasında, neredeyse atılan bütün mermiler
sayılabiliyordu. Bu durum ne kadar garip ve bir o kadar da düşündürücü değil
mi?
Güncelimizin
ısrarlı yaftası haline getirilmiş(!) olan çakma Kürt meselesine analitik
baktığınızda, içinde görev alan bütün aktif aktörlerin ya Ermeni ya da Arap
kökenli olduğunu görürsünüz. Bir miktar da ne idüğü belirsiz başka sünnetsizler
var içlerinde. Bizim gerçek Kürtlerin ise çoğunlukla olandan bitenden haberleri
bile yok. Geriye kalan iki etnik grubun bilinen Türk düşmanlığı ise
tartışılmaya bile değmez.
Elçi’nin
öldürülmesine gelince, ulusal birlik ve bütünlükten yana Türk milliyetçisi bir Kürt
bile yapmış olabilir. Neden yaptın diye de soramazsınız, çünkü onunda kendince
yeterli sebepleri vardır. Bir Arnavut, Gürcü, Laz veya bir Çerkez vb. de yapmış
olabilir ve onlar içinde aynı durum geçerli olurdu. Olayı asla desteklemiyor
olsak da, neticede hepsi İstiklal Türkiye’sini kurmuş olan Türklerdir. Hepsinin
yeterinden fazla nedenleri de vardır aslında. Öyle ya! Mevta, emperyalist
Batının yetiştirip Türkiye’mizin bölünmesi mealinde desteklediği bir aktivist
(muhtemel ajan) değil miydi sonuçta?
Ne
ki, neresinden bakarsanız bakın, olay tam bir “Arka Sokaklar” dizisinin, hakiki
mermilerle gerçekleştirilmiş prova çekimleri gibi yerleşti hafızalarımıza. Belki
de Elçi adlı Hukukçu bu kadar atıp tutanın bol olduğu ortamda, bir mermi
sekmesiyle kazara vurulmuş da olabilirdi. Hoş balistik, uzak menzilli bir
silahtan tek atışla vurulmuş diyorsa, denecek bir şey de kalmaz kuşkusuz.
Öyle
veya böyle sonunda baş oğlan hemen fırsata oturup yine sahne aldı ve mevtaya “rahmet”
diledi, eksik olmasın. Siz ona bakın işte, fazla da sorgulamayın artık. Öyle
ya! Putin’e de “ateşle oynama” demedi mi? Elçi olayı da neticede ABD
mandaterleriyle, bölünemez Türkiye Milliyetçilerinin arasındaki zorunlu
ihtilafın, son göstergelerinden biridir. Daha fazlası değil…
Hıristiyan,
Müslüman çoğunluğu da AB vatandaşları olduklarından, içlerinde daha da kolay
hareket kabiliyetine sahip teröristlerden oluşan IŞİD’in, kendi silahlarıyla
Batılıları da telef ederek korkulu rüyaları olduğuna bakılırsa, anlaşılan
Batılılar da, ABD’nin tufasına gelip bu terör olayına bulaştıklarına bin pişman
olmuşlardır artık. Olacağı buydu, ABD İblisinin ipiyle kuyuya inersen, bir daha
da güneşi göremezsin. Hangisi görebildi ki?
Bir
zamanlar ABD’nin Marsahll yardımlarıyla – yani adı yardım olan uzun vadeli
krediler – elinden tuttuğu(!) bir DP vardı. Baldıran otu bile çiğneseydi, daha
yakışan bir sonu olurdu Başkanları Menderes’in. Tarih dikkatle ve Atatürk’ün
yaptığı gibi de önemleri itibarıyla satırların altları çizilerek okunması
gereken sayfalar ve alınan derslerle doludur. Ama kime söylüyoruz ki.
İçi
boş çakaralmazların göstermelik kütüphanelerinde, hep kapalı duran tarih
kitabının içinden sızan ışık huzmeli sayfalar açıldığında, karşılarına Atatürk
çıkacaktır. İşte dünya tarihini bile değiştiren, kendi mevcudiyetlerinin bile
nedeni olan, sahibi olmakla da adlarına iftihar edilmesi gereken böylesi öz
beşer varlıklarını dahi, yok sayar bu sefiller. O dâhinin 100 yıl evvel
öngördüğü günlere düşürdünüz bu aziz vatanı. Şimdi alın Kobani’nizi,
IŞIDİ’inizi PYD’nizi, ABD’nizi, PKK’nızı vs. hepsi sizin olsun, paket halinde koyun
münasip yerlerinize. Bize biz yeteriz nasıl olsa…
Halk
Partisinin, kendilerininkiler gibi 3-5 menfaatperest uyanığın birleşerek
kurduğu dayatma partilerinden olmadığını, halkın eliyle, emeğiyle kurduğu kendi
partisi olduğunu nasıl mı biliyoruz? Bizatihi kurucusunu dinleyelim o zaman.
Bizimle birlikte, kendilerinden neden revizyon beklediğimiz CHP kurmayları da dinleyiversinler
bir zahmet. Belki gerçek liderliğin nasıl olması gerektiğini öğrenebileceklerdir,
kim bilir…
§ Atatürk. 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasında halka şunları
söylemiştir:
Barıştan sonra Halk Fırkası (Partisi) adı
altında bir parti kurmayı düşünüyorum. Bu partinin programını belirlemek için,
bütün yurttaşların ve uzman kişilerin kendi görüşlerini bana iletmelerini rica
etmiştim. Şimdi, birçok rapor, program ve görüş geliyor bana… Benim düşündüğüm
şey, bütün bu görüşleri bir araya getirerek ayırmak ve onlardan bir program
çıkarmaktır.
Ben kendi kendime düşünür, bir program
hazırlar ve “İşte benim programım, buna katılanlar buyursun, birlikte
çalışalım” da diyebilirdim! Ancak ben böyle yapmadım; çünkü bunun hatalı
olduğuna inanıyorum. Ben istedim ki izlenecek program herhangi bir kişinin
değil, ulusun kendi programı olsun. Ulus yalnızca kendi arzu ve istencinin
arkasından gitsin. Bunu sağlamak için, mümkün olsaydı bütün yurttaşları, hiç
olmazsa bütün uzman kişileri bir araya toplamak, onlarla büyük bir kongre
halinde görüşmek ve bir program vücuda getirmeyi çok isterdim. Fakat bunu maddi
olarak gerçekleştiremediğimden, yazılı olarak yapma yolunu benimsedim” (Borak,1997: 217).
Biliyor musun ki; sende ki yüreğe
sahip olmayan bütün ezik uluslar, yine yolunu gözlüyor. Acaba ne zaman ayağa
kalkacaksın diye bekliyor. Kalk artık ayağa! Sizi bize sayıyla mı verdiler de
tüm müstevlilere ve yeniden kaşınmaya başlayan mandaterlerine. Sıyır önce kirli
çamaşırların gibi üstünden, ülkende sinsi faaliyetler içinde olan tüm
Amerikalıları, sür vatan topraklarından. Sonra da silkele NATO’yu ve tüm AB
işbirlikçilerini olmuş armutlar gibi dallarından. Sana korkma diyemiyorum.
Çünkü zaten korkmadığını adım gibi biliyorum. Ama atılsın, silkin ataletinden
artık, zira daha fazlası seni bozar.
Seni yolundan saptırmak isteyen üç
buçuk para babası çakalı, sakın ola dinleyip de ciddiye alma. Onların asla seni
değil; aslında sadece kendi menfaatlerini düşündüğünü artık anlamış olmalısın.
Yeter ki sen bir ayağa kalk, daha önceleri defalarca da yaptığın gibi. Sana
yağacak yardımların altında kalırsın yine ve şaşarsın. Haydi, varmısın bahse tekrar
TÜRKOĞLU…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder