Türkiye’nin
Ortadoğu’da gölge boksuna devamla, Amerikan güdümlü Peşmerge durumuna giderek
getiriliyor olması, milli güvenlik perspektifiyle de hiç güven vermiyor.
Nitekim önce Suriye sonra da Libya da başlayan meşru ve milli yapılanmalarda
yürütülen askeri ve istihbarî müdahaleler, her şeyden önce iktidar Partisinin
değil; ama ülkemizin bir milli sorunudur.
Aynı bağlamda Suriye’de ÖSO yaftalı Milli
Hükümet karşıtları desteklenirken, Libya’ da ulusalcı Hafter güçlerinin
destekleniyor olması. İnsana bizim Hükümet sahiden oralarda neler yapıyor ya da
yaptığını sanıyor veya yapmak istediğini gerçekten biliyor mu, sorusunu
sorduruyor.
Çünkü her noktadan ülkemiz
yalnızlığa terkedilip aynı bileşkede ise terörist Devlet yaftası ile de mevcut
Hükümet vasıtasıyla hızla yol alırken yakında kendi karasularımızda ve
Kıbrıs’ta hiçbir söz hakkımızın kalmayacağı günlere doğru adım adım
yaklaşıyoruz. Yakında gaz arama gemilerimizin başına da havadan bir şeyler
yağarsa kime müracaat edeceğimizi bile bilmiyoruz.
Öyle ki bırakın karasularımızın
altını, kendi sahillerimizde bile denize ayağımızı sokarken birilerinden
müsaade almak zorunda kalırsak şaşırmayalım. Esasen kendi sahillerimizde bile sahil
mafyası ve birtakım başıbozuklar yüzünden, tatil yörelerinde tek başına tatil
yapmak, denize girmek bile bir mesele olmuşken mesela 2 çocuklu normal gelirli bir
ailenin bile tatil yerinde denizi arkasına alıp selfie çekmekle yetinmekten ve
komşularına işte burada tatil yaptık demekten başka da çaresi kalmıyor.
Bu arada USA’nın niyeti sahiden de kötü,
aslında s-400’lere karşı çıkmasının tek nedeni, Türkiye’ye muhtemelen yapmayı
düşündüğü hava baskınının, Suriye de olduğu gibi akamete uğramasıdır. En azından
ve hiç olmazsa ancak önceden ilan edilmiş bir savaş durumunda füzelerin devreye
sokulmasını sağlayarak, ani baskın opsiyonunu kendine saklamak istiyordur herhalde.
Her neyse biz dolmuşa gelmeyelim de.
Hırsızıyla, terörist ve bölücüsüyle
pazarlık yapan Devlete Devlet denmez. O halde Türkiye Cumhuriyeti’nin de Devlet
kalabilmesi için bütün siyasa suçlularının da sırası geldiğinde Devlet katında istisnasız
hesap vermeleri mecburiyeti vardır. Öyleyse sabıkalı siyasilerin şimdiden ve
hiç vakit kaybetmeden kendilerini bu geleceğe göre ayarlamaları veya güvenilir
menfez yolları aramaları, menfaatleri icabıdır.
Yandaş medya Çin’deki Uygur
Türklerinin çakma çileli yaşamlarını büyük başlık yaparak emperyalist Dünyanın
yanında yer alırken, Başkanlarının, Çin Devlet Başkanına Uygurların mutluluğundan
söz ederek, aslında bir doğruya da işaret etmesi, kendisi için olumlu olurken,
ikircikli tutumu yine yandaşlarda kafa karışıklığı yarattı.
Bir zamanlar Atatürk’ün ön tensibi
ve İnönü’nün 27 yıllık bir Devlet yönetiminden – ki CHP bir parti değil, fırka
amblemli bir Devlet Kurumuydu aslında – İnönü’nün seçim kanununu da
değiştirerek tensibi seçim yolunu açması sonunda bir Menderes’i de gördü bu
ülke. Şimdi bir iki alıntıyla o döneme
de uzanalım ve en büyük başarısının aslında hatası olduğunu kendisi de kabul
eden rahmetli İnönü’nün bitmeyen çilesine bir göz atalım.
§ «Ak saçlı bir General; Milli Şef unvanını senelerce üzerinde taşımış
bir insan, devlet idaresi mesuliyetini bunca yıllar tek başına omuzlarında
taşımak mesuliyetinden kaçınmamış, ürkmemiş, hatta bunu yaparken; kendi
kanaatlerine göre vatandaş hak ve hürriyetlerini haciz altına almak cüret ve
cesaretini göstermiş, bu mesuliyeti dahi üzerine almış bir insan; 1946
seçimlerini yapmış bir insan, Tek Parti idaresinin kahramanı ve şampiyonu olarak
kendisini tanıtmış bir insan, bugün karşımıza çıkıyor: Büyük mücadelelerle
bugünkü demokratik inkılâbı bugünkü hak ve hürriyet rejimini, bugünkü hukuk
devletini tahakkuk ettiren bir Partinin karşısında, vatandaş hak ve
hürriyetlerinin müdafii kesiliyor! Hayatının bir kısmını muharebe meydanlarında
geçirmiş, yaşlanmış, ak pak olmuş bir zatın, böyle bir derekeye düşmüş olması,
hakikaten elem vericidir...»
«Dünkü diktatörün, bugün huzurunuza çıkarak, vatandaş hak ve
hürriyetlerinin müdafii vazifesini üzerine alması gülünçtür, İşte bir taraftan
da gülünç olan böyle bir sahnenin karşısında bulunmaktayım arkadaşlar!»
«Anlaşılıyor ki, zaman gelmiştir. Anlaşılıyor ki. Kader konuşuyor.
Anlaşılıyor ki, Kader hükmünü vermek üzeredir!»
«Biz, millet iradesiyle geldik. Bundan şüphe yok! Bir İçtimaî ve siyasî
cereyan, sili hurûşan (coşkun sel) halinde gelir, eskiyi yıkar. Eski yıkıntının
bekası, bakiyyetüs-sûyûfu (kılıç artığı) kendisini yenen silâhın ne olduğuna,
yattığı yerden bakar. Onu elde edip tekrar varlığını devam ettirmek yollarını arar.
Yattığı yerden görüp de elde etmek istediği silâh, hak ve hürriyet silâhıdır.
Bunu sizlerden almak istiyorlar. Sizler, hak ve hürriyet silâhını, hak ve
hürriyet bayrağını elinizden başkalarına kaptıracak bir teşekkül değilsiniz arkadaşlar
«Muhterem arkadaşlar! Bir sözlü soru münasebetiyle benim adımdan, mesul
Bakanlar muhtelif şekillerde bahsettiler. Demokrasilerde, hükümetlerden
istihzah (soru) yapıldığı görülür. Fakat hükümetlerin muhalefet Partisi
liderlerini, halk efkârında olduğu kadar, Meclis kürsüsünde de mesuliyetsiz,
ölçüsüz olarak itham ettikleri görülmez. Biz, kanunlara göre hakkımız olan bir
vazifeyi yaparken, kanunların teminatı altında bulunduğumuzu zannederken
tecavüze uğradık. Bu tecavüze karşı kanundan beklemeye hakkımız olan himayeyi
görmedik. Bizim hükümet bize bunu reva görüyor...»
<Arkadaşlar! Bu memlekette zulüm yoktur. Bu memlekette zulüm devri
ismet Paşa ile onun iktidardan düşmesiyle kapanmıştır!»
<Alacaksınız hepsinin cevabını. Ebediyete kadar! Arkadaşlar, bir adamın kendi ihtirasıyla,
memlekette bir mülkiyet iddiasıyla ortaya çıkıp da bu memleketin istikbalini
köreltmeye çalışmasına imkân ve ihtimal mevcut değildir...» (Menderes’in meclis konuşmalarından)
Menderes,
hem de İnönü gibi Atatürk’ün ardından hiç gönüllüsü olmadığı halde; ama ikinci
adam olduğu için üstlenmek zorunda kaldığı Milli Şefliği, 27 yıl şaibesiz ve
kusursuz yürüten, kendi iktidar varlığını bile borçlu olduğu bir Saygın Devlet
büyüğüne karşı bu tutarsız, hezeyan ve kin dolu hitabetiyle aslında kendi
kaderini noktalamıştı.
Çünkü
halkın hürriyetini gasp eden bir diktatör olarak betimlediği insan 27 yıllık
meşru tek milli Şef iktidarını, kendi eliyle çok Partili sisteme teslim eden
emsalsiz bir Devlet lideriydi. Ve bu nasıl bir diktatördü? Dış ülkelerdeki
sayısız aydın ve liderlerin ve Dünyanın en ciddi basın kuruluşları tarafından
da takdirle onore edilerek anılan bir insanın, siyasi muhatabı bile olabilmenin
belki de şaşkınlığını taşıyordu muhtemel Menderes.
Belki
de bu şaşkınlığı, savrukluğu kendisine bağışlanırdı da. Lakin öyle olmadı.
İnönü’ye kalsa asılmazdı da asla. Ne var ki kendisinin de söylediği gibi artık
onu İnönü bile kurtaramazdı.
§ «Vaktiyle Başbakan, benim
“deham, irşadımla memleketi ihya ediyor” diye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde
bana hitap ederdi. Yazardı. Ben bunların hiç birisine asla iltifat etmezdim.
Zulüm yapan adam ise, dalkavuğa muhtaçtır ve dalkavuğa itibar eder.
Büyük Millet Meclisinin karşısında nasıl konuşulacağını bilirim. Ve hiçbir
zaman Büyük Millet Meclisine, Başbakan gibi hitap etmek seviyesine düşmem».
«Arkadaşlar, ben İzmir'deki nutkumda zulme misal olarak, muayyen bir
konuyu söyledim: Demokratik bir rejimde muhalefet Partisi hususî bir kanun
tehdidi altında yaşarsa, zulüm vardır demektir dedim. Söylesin Başbakan,
muhalefet Partisi aleyhine hususî bir kanun çıkarmak, bununla muhalefeti
bertaraf etmek teşebbüsü var mıdır? Bu teşebbüs yürürlükte midir? Bu teşebbüs
çıkacak mıdır? Söylesin».
«Sözlerinde Başbakan, benim yaptığım zulümlerden bahsediyor. Benim
yaptığım zulümlere dair söylediklerinin hepsi yalandır. Hepsi iftiradır.
«Başbakan âdeti olduğu üzere, bir tez tertip eder. Bunu bana veya
muhalefet Partisine mal eder. Sonra onunla mücadele eder. Şimdi öteden beri
söylediği bir sözü burada tekrar edeyim: Biz, milleti yalnız biz idare ederiz,
bizden başkası idare edemez kanaatini taşıyormuşuz. Bu sadece bir iftiradır.
Eğer hakikaten buna inanıyorsa, bu yanlış telâkkiden kendisini tedavi etsin...»
«Gerek şahsı gerek Partisi bu memleketi idare etmek için tek mercidir, tek
ehliyet sahibidir kanaatinde olan insanlar, ellerinde bulunan kudret ile
mücadele ederler, içinde bulundukları devri tekemmül ettirerek bu hale
getirirler mi?»
«C.H.P. Cumhuriyet devrinde yaptığı ıslahatın bir sonuncusu olarak. Bu
memleketin idaresini demokratik tekâmüle (evrime) mazhar etmiştir».
«Biz, memlekette ıstırabın, şikâyetin ifadesiyiz».
«Başbakanın zihninden geçen, tekrar Tek Parti devrine dönmektir!»
«Bu hükümet, çok teessüf ediyorum ki, iktidar Partisi içinde bulunan
ifrat zümresinin içindedir ve başındadır...» (İnönü’nün Meclis Konuşmalarından)
Yukarıda,
iki büyük cihan Savaşı ve tarihte emsali olmayan bir Kurtuluş Savaşını,
arkasında bırakan ötesinde de İstiklal Savaşı veren bir ülkenin, Dünya
genelinde Devlet olmasını da sağlayan Lozan savaşının da galibi, kocaman; ama basit
bir tevazu adamıydı İnönü.
Menderesin
uçuk, kaçık, isterik ve ihtirastan, maksadını aşmış Parlamento seviyesinin
dışında kalan – ki bugünkü meclisin acınası haline ne kadar oturuyor- ifadelerine
itidalli, sabırlı, olgun bir büyük Devlet adamı olarak, Parlamento diliyle ve asla
polemiğe girmeden verdiği cevaplardan da ikili arasındaki uçurum fark daha iyi
anlaşılıyor.
Ve
Atatürk’ün milletine neden ‘benden sonra İnönü’nün peşinden gidin’ dediğini
daha iyi anlatıyor herhalde bu ifadeler. Yani İnönü’nün itidal ve olgun Devlet
adamlığının sadece üçte biri Menderes’te olsaydı herhalde asılmasına da gerek
kalmazdı. Yani kendi etti kendi buldu sonunda. Daha ne söylenebilir ki.
İşte
kadir bilmez ve ahde vefasızların sonu hep böyle olmuş ve her zaman da böyle
olmaya devam edecektir. Bilinsin ki şayet Atatürk ve İnönü diktatör olsalardı,
27 yılda Menderes gibilerinin alayı, cümlesiyle ki buna irtica da dâhil olmak
üzere, bu ülkeden ebediyen kazınır ve tarihin mezarlığında yok olurlardı.
Ne
ki her şerde bir hayır vardır. DP’ler, AKP’ler ve diğer ibretlikler yeni
nesillerimizi değişik varyasyonlarla eğitiyorlar sadece, onlara tecrübe
kazandırıyorlar. Böylece geleceğimiz eğitimli kuşaklarla daha bir güven
kazanıyor herhalde. Menderes’in bilmediği veya bilmek istemediği; CHP’nin DP
gibi sıradan bir Parti olmadığı, bizatihi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kadim varlığından
sorumlu Partiler üstü bir Devlet kurumu olduğuydu.
Aslında
bu cehaleti veya gafleti kendi sonunu da getiren nedendi. Hâlbuki her
konuşmasını çılgınca ve isterik alkışlarla teşyi eden partililer müsait olan
ruhsal yapısını gaza getirmeselerdi, adamın sonu belki de böyle olmayacaktı.
İşte bir öğreti daha çıktı ortaya. Tabii anlayacak olanlar için. Demek oluyor
ki çevrendeki menfaatçi dalkavukların gazına da fazla gelmeyeceksin.
Demek
ki Devlet gücünü eline geçiren bir muktedir. Devlet idaresini bir kıraathane vs.
patronluğu ile eş tutarsa, sonunda idam edilme riskini bile taşıyor demektir. Bir
başka deyişle de top yerde kalmaz oyun bitene kadar. Bir anda dönüp kendi
kalene de girer. Oyunun kurallarına, dengeli ve itidalli bir taktiğe, oyun
bitene kadar disiplinle uymak, rakip kim olursa olsun en azından hezimete
uğramanın da önüne geçer,
Buraya
kadar anlatılanlardan, seçmenin kültür seviyesinin, adayın itidalini, liyakatini
bir demagog popülistten ayırabilen en büyük etken olduğu, bir kere daha ortaya
çıkmış olmuyor mu? Yoksa neydi ülkemizin arada sırada yetiştirmiş olduğu itidal
ve liyakat sahibi Devlet adamlarımızın günahı…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder