Tamamen
bir emperyalist sermayedarlığı – ki BOP Eş başkanlığından bu güne –
bileşkesinde olan AKP iktidarının, Türkiye’mizin milli varlığına yönelik mental
sahibi bir Hükümet olmadığı ve olamayacağı, avucunuzun vücut sağlığınızı da raporlayan
berrak çizgileri kadar açık ve seçik olarak ortadadır.
¶ «Devletin gerçek vazifesi,
sosyal kuvvetleri uzlaştırarak politikayı
cemiyetin ilerleyişine çevirmektir.
Devrimler, birtakım basit sebeplerle meydana gelmiş gibi görünürse de,
bunlar, birikmiş birçok kötülüklerin sonucudur.
En sonunda demokrasi gelir. Demokrasinin esas
prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin
kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu
sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir.
Otokrasi de diktatör yaratır.».
«Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel
sözlü demagoglar, kötü de olsalar başa
geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.
Hulâsa, bütün
sorumlulukların altında, beşer tabiatı gizlidir..,»
(Eflatun – Devlet)
Yukarıda Eflatun’un 2500 yıllık ‘Devlet’
adlı eserindeki öğretilerine bakınca, emperyalizmden, sosyalizmden henüz
bahsediliyor olmasa da, tespitlerin güncelimize ne kadar uyduğu açıkça
görülüyor. Esasen Türk Etrüsk uygarlığı üstünde kurulan ve Latinlerin biricik
gurur kaynağı olan Roma/Bizans İmparatorluğunun, Etrüsk uygarlığını özüne mal
ederek nerelere geldiğini hep biliyoruz.
Öyleyse, Eflatun ve dönem filozoflarının kendilerini
yönlendiren kaynakların aslında çook daha öncelerden ve kimlerden(!) alındığına
veya alınmış olabileceğine de empati oluşturmaya bilmem gerek var mı?
O halde böyle muhteşem bir tasavvufi derinliğe
sahip yüce bir ulusun bugünkü çocukları, neden acaba kendi ulusal kimliklerine yakışır
Hükümetleri başlarına getiremezler. Sebep sadece yarıda kesilen Köy Enstitüleri
eğitimi midir? Ve bütün başarı Atatürk’ün inkılap ateşinin yandığı, 1920-1938 arası
18 yıllık bir süreçte mi kalacaktır sadece.
1938-1950 arasını da İnönü ve çoğunluğu kültürlü,
dirayetli, liyakatli vekilleriyle dolu Hükümet meclisleriyle yok sayamayız; ama
ne yazık ki o dönemin de, Atatürk’lü yıllarının inkılapçı ve devrimcilik ruhu yokluğunu
veya yorgunluğunu yadsıyamayız. Velhasıl o ateşe yeni bir körük lazımdır şimdi.
Ekremler ise yoldalar, ne ki henüz kıvılcım halindeler. Ve bakalım ne zaman
alevlere dönüşecekler.
Hele bugün Demokrasi diyerek, aslında
kokokrasi tramvayını kastedenler, aslında milli ve çağdaş eğitimden nasibini
alamamış olan kara cahillerdir. Çünkü bırakın çok daha gerilerini, 2500 yıl
öncesinin mentali bile bunların asla uzanamayacakları bir zirvede durmaktadır.
Ne var ki biz yine buraya not alalım da belki birilerine fayda sağlar diye
düşündük. Malum biz Türk’üz ve her şeyden önce de adil, herkese eşit, iyi
niyetli ve geniş yürekliyiz.
Okumuş veya okumamış olmak adamı ne dahi ne
de ahmak yapar. Çünkü bu ayrı bir husustur. Lakin ulusal eğitimden katre nasip
alamamaksa, gerçek vatandaş kimliğinden yoksun kalmak demektir. Öyleyse hadi
gelin de AKP iktidarı ile menfaat yoldaşlarına milli deyin bakalım şimdi.
Herkesi de kendileri gibi vatansız liberal veya dünya vatandaşı yapma gayreti
içinde ne maksatla oldukları, böylece daha iyi anlaşılır olur.
Bakmayın siz milli yaftalı ayak
oyunlarına, çakma milliyetçi hezeyanlarına, yakmayan ateşlerine. Asıl niyet,
terörist başlıklı bir İslamiyet’i ön plana taşıyarak, aslı Ehli Beyt (sosyal
adalet) olan gerçek İslam’ı sonunda yörüngesinden çıkartıp emperyalist güdümüne
veya daha doğrusu Vatikan denetimine sokmaktır.
Bu işin sonunda da, Türkiye Cumhuriyetinin
kadim İslam bağını da koparıp, bir eyaletler manzumesi kampus Devlete
dönüştürülmesi amaçlanmaktadır. İşte G20’ler denilen Dünya artistleri film
setinde buluşan artistlerin ele aldığı senaryolar da, bunlardır esasen.
O zaman AKP misyonu gerçek anlamda
tamamlanmış olacaktır. Şayet buna inanmıyorsanız, o zaman hala içerde çile
dolduran çakma Ergenekon mahkûmlarını neden soruşturamıyor, haklarını
araştıramıyorsunuz. Ama ‘Çok güzel şeyler olacak’ demeyi biliyorsunuz! Öyle ya
Ergenekon’un büyük bir yalan olduğu çıkmadı mı ortaya ve pasifize edildikleri
için, kendilerine artık her nedense korku veremeyecek bazı mağdurlar, hem de ballı
tazminatlarla çoktan özgür kalmadılar mı?
Çin’in yeni İpek Yolu projesi AB’nin de
gözünü kamaştırıyor. Lakin hiç unutmayalım ki Türkiye’mizin her iki taraf için de
vazgeçilemez olan jeopolitiği, herkes için hayati önem taşıyor. İşte tam da bu
noktada ülkemizin başında 1923-1938 döneminde olduğu gibi liyakatli, kültürlü,
gerçek aydın ve Atatürk inkılapçısı bir Devlet kadrosuna ihtiyacımız hiç
olmadığı kadar fazladır.
Yani AKP iktidarı artık tarih olmak
zorundadır. Ki bu belki de son ve hayati fırsatı da kaçırmış olmayalım. İstiklal
Harbi ve Cumhuriyetle son bulan Atatürk inkılabından sonra, yakın tarihte
yaptığımız en isabetli iş, ikinci Dünya Savaşına girmemek oldu. Ki bunun için
de İnönü’ye minnet borcumuz vardır. Şayet başarabilirsek üçüncü en büyük işimiz
de ‘yeni İpek Yolu Projesinin’ içinde tam aktif ortak olarak yer almak
olacaktır.
O halde bırakalım biran önce AB, USA
paradigmalar safsatasını ve kendi işimize odaklanalım. Çünkü onların tarihte
olduğu gibi yine gelecekleri yoktur. Unutmayalım ki Etrüsk Türk
İmparatorluğunun ihtişamlı uygarlığına borçluydu Roma&Bizans İmparatorluğu
bütün varlığını. Ne ki yine Türk eliyle tarihe gömüldüler. İşte yeni Dünya
tarihi de yine Türk ’süz olamayacaktır.
İhtiyacımız olan her şeyi, bize ortak
olacak inançlı ve güvenilir dostlardan en uygun şartlarda sağlayabiliriz. Yalnız
bütün mesele vizyon sahibi, Türkiye Cumhuriyeti kimliği ve bilincinde bir milli
Hükümete sahip olmaktır önce. Yoksa AKP vs. gibi Partiler, aynı fasıldan bütün
dernek ve cemaatler, muhteşem Türk tarihinde iz dahi bırakamayan çiçek
bozukları, şark çıbanları gibi kalmışlar ve her zaman da kalacaklardır.
F35’lerin dikine veya uzunlamasına
kalkıyor, iniyor, attığını vuruyor olması bizi bağlamaz. Ne ki Cumhuriyetimizin
başlangıçtan bu yana nice değerleri üstüne hala kendi bağımsız silahına sahip olamaması
önce ordumuzu sonra da dolayısıyla cümlemizi bağlar.
Tavistok
projeleriyle yapay zekâların peşinde koşan, dünya insanını bile çip(chip)leyerek
uzaktan güdümlü robotlara dönüştürmeye kalkan ve bu işe milyarlar harcayan
emperyalistin, bizatihi harp araç ve gereçlerini ne denli kendisine tam bağımlı
hale getirdiği ve getireceği ise artık tartışma konusu bile yapılamaz.
İkinci Dünya harbi döneminde değiliz ki
hatta USA dan bile silah alabilesin. Hoş o dönemlerde USA’nın, hurda
envanterinde gözüken araç ve gereci askeri yardım adı altında bize gazladığını,
onu bile borç yazdığını gençler pek bilmez; ama Bahriye askerliğimin İskenderun’daki
eğitim döneminde, Amerika’da bile tarih olmuş, bir günü dahi onarımsız geçmeyen
cip(Jeep)’ler de asker öğrencilere ne şartlarda direksiyon öğretmeye çalıştığımı,
ben hala hüsranla anımsarım.
S-400’ler ise mukayeseli olarak, bana göre
de alınabilecek tek caydırıcı alternatif savunma aracıdır. Lakin bunların daha
da gelişmişlerinin ve çok daha caydırıcı taarruz silahlarının da tamamen
bağımsız ve ordumuzun en üst seviyede kontrolünde olarak, ülkemizde imal
edilmelerinin imkân dâhilinde olması da acilen gerekmektedir.
Ki o zaman büyük askeri güce sahip bir
büyük Devlet olduğumuzu da bihakkın iddia edebilelim. İşte o zaman, vaktiyle
rahmetli Atatürk’ün başladığı ve hep tamamını görmek istediği bir hayali de
gerçek olacaktır. Bir diğer büyük hayali de Toprak Reformu ve ülkesinde
topraksız köylünün kalmamasıydı.
Belki bu inkılap ateşini de yeni Ekremlerimiz,
Kıpçaklarımız körükleyeceklerdir, kim bilir. İnsan sarrafı Atatürk,
Roma Fatihi Atilla’nın torunlarının nabzını ölçerek, boşuna mı önce
Karadeniz’den başlamıştı Anadolu seferine…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder