3 Temmuz 2019 Çarşamba

İNKILAP ATEŞİ..


            Tamamen bir emperyalist sermayedarlığı – ki BOP Eş başkanlığından bu güne – bileşkesinde olan AKP iktidarının, Türkiye’mizin milli varlığına yönelik mental sahibi bir Hükümet olmadığı ve olamayacağı, avucunuzun vücut sağlığınızı da raporlayan berrak çizgileri kadar açık ve seçik olarak ortadadır.

     ¶     «Devletin gerçek vazifesi, sosyal kuvvetleri uzlaştırarak politikayı cemiyetin ilerleyişine çevirmektir.
Devrimler, birtakım basit sebeplerle meydana gelmiş gibi görünürse de, bunlar, birikmiş birçok kötülüklerin sonucudur. En sonunda demokrasi gelir. Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Otokrasi de diktatör yaratır.». 
«Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.
Hulâsa, bütün sorumlulukların altında, beşer tabiatı gizlidir..,» (Eflatun – Devlet)

      Yukarıda Eflatun’un 2500 yıllık ‘Devlet’ adlı eserindeki öğretilerine bakınca, emperyalizmden, sosyalizmden henüz bahsediliyor olmasa da, tespitlerin güncelimize ne kadar uyduğu açıkça görülüyor. Esasen Türk Etrüsk uygarlığı üstünde kurulan ve Latinlerin biricik gurur kaynağı olan Roma/Bizans İmparatorluğunun, Etrüsk uygarlığını özüne mal ederek nerelere geldiğini hep biliyoruz.

      Öyleyse, Eflatun ve dönem filozoflarının kendilerini yönlendiren kaynakların aslında çook daha öncelerden ve kimlerden(!) alındığına veya alınmış olabileceğine de empati oluşturmaya bilmem gerek var mı?

      O halde böyle muhteşem bir tasavvufi derinliğe sahip yüce bir ulusun bugünkü çocukları, neden acaba kendi ulusal kimliklerine yakışır Hükümetleri başlarına getiremezler. Sebep sadece yarıda kesilen Köy Enstitüleri eğitimi midir? Ve bütün başarı Atatürk’ün inkılap ateşinin yandığı, 1920-1938 arası 18 yıllık bir süreçte mi kalacaktır sadece.

      1938-1950 arasını da İnönü ve çoğunluğu kültürlü, dirayetli, liyakatli vekilleriyle dolu Hükümet meclisleriyle yok sayamayız; ama ne yazık ki o dönemin de, Atatürk’lü yıllarının inkılapçı ve devrimcilik ruhu yokluğunu veya yorgunluğunu yadsıyamayız. Velhasıl o ateşe yeni bir körük lazımdır şimdi. Ekremler ise yoldalar, ne ki henüz kıvılcım halindeler. Ve bakalım ne zaman alevlere dönüşecekler.

      Hele bugün Demokrasi diyerek, aslında kokokrasi tramvayını kastedenler, aslında milli ve çağdaş eğitimden nasibini alamamış olan kara cahillerdir. Çünkü bırakın çok daha gerilerini, 2500 yıl öncesinin mentali bile bunların asla uzanamayacakları bir zirvede durmaktadır. Ne var ki biz yine buraya not alalım da belki birilerine fayda sağlar diye düşündük. Malum biz Türk’üz ve her şeyden önce de adil, herkese eşit, iyi niyetli ve geniş yürekliyiz.

      Okumuş veya okumamış olmak adamı ne dahi ne de ahmak yapar. Çünkü bu ayrı bir husustur. Lakin ulusal eğitimden katre nasip alamamaksa, gerçek vatandaş kimliğinden yoksun kalmak demektir. Öyleyse hadi gelin de AKP iktidarı ile menfaat yoldaşlarına milli deyin bakalım şimdi. Herkesi de kendileri gibi vatansız liberal veya dünya vatandaşı yapma gayreti içinde ne maksatla oldukları, böylece daha iyi anlaşılır olur.

      Bakmayın siz milli yaftalı ayak oyunlarına, çakma milliyetçi hezeyanlarına, yakmayan ateşlerine. Asıl niyet, terörist başlıklı bir İslamiyet’i ön plana taşıyarak, aslı Ehli Beyt (sosyal adalet) olan gerçek İslam’ı sonunda yörüngesinden çıkartıp emperyalist güdümüne veya daha doğrusu Vatikan denetimine sokmaktır.

      Bu işin sonunda da, Türkiye Cumhuriyetinin kadim İslam bağını da koparıp, bir eyaletler manzumesi kampus Devlete dönüştürülmesi amaçlanmaktadır. İşte G20’ler denilen Dünya artistleri film setinde buluşan artistlerin ele aldığı senaryolar da, bunlardır esasen.

      O zaman AKP misyonu gerçek anlamda tamamlanmış olacaktır. Şayet buna inanmıyorsanız, o zaman hala içerde çile dolduran çakma Ergenekon mahkûmlarını neden soruşturamıyor, haklarını araştıramıyorsunuz. Ama ‘Çok güzel şeyler olacak’ demeyi biliyorsunuz! Öyle ya Ergenekon’un büyük bir yalan olduğu çıkmadı mı ortaya ve pasifize edildikleri için, kendilerine artık her nedense korku veremeyecek bazı mağdurlar, hem de ballı tazminatlarla çoktan özgür kalmadılar mı?


      Çin’in yeni İpek Yolu projesi AB’nin de gözünü kamaştırıyor. Lakin hiç unutmayalım ki Türkiye’mizin her iki taraf için de vazgeçilemez olan jeopolitiği, herkes için hayati önem taşıyor. İşte tam da bu noktada ülkemizin başında 1923-1938 döneminde olduğu gibi liyakatli, kültürlü, gerçek aydın ve Atatürk inkılapçısı bir Devlet kadrosuna ihtiyacımız hiç olmadığı kadar fazladır.

      Yani AKP iktidarı artık tarih olmak zorundadır. Ki bu belki de son ve hayati fırsatı da kaçırmış olmayalım. İstiklal Harbi ve Cumhuriyetle son bulan Atatürk inkılabından sonra, yakın tarihte yaptığımız en isabetli iş, ikinci Dünya Savaşına girmemek oldu. Ki bunun için de İnönü’ye minnet borcumuz vardır. Şayet başarabilirsek üçüncü en büyük işimiz de ‘yeni İpek Yolu Projesinin’ içinde tam aktif ortak olarak yer almak olacaktır.


      O halde bırakalım biran önce AB, USA paradigmalar safsatasını ve kendi işimize odaklanalım. Çünkü onların tarihte olduğu gibi yine gelecekleri yoktur. Unutmayalım ki Etrüsk Türk İmparatorluğunun ihtişamlı uygarlığına borçluydu Roma&Bizans İmparatorluğu bütün varlığını. Ne ki yine Türk eliyle tarihe gömüldüler. İşte yeni Dünya tarihi de yine Türk ’süz olamayacaktır.

      İhtiyacımız olan her şeyi, bize ortak olacak inançlı ve güvenilir dostlardan en uygun şartlarda sağlayabiliriz. Yalnız bütün mesele vizyon sahibi, Türkiye Cumhuriyeti kimliği ve bilincinde bir milli Hükümete sahip olmaktır önce. Yoksa AKP vs. gibi Partiler, aynı fasıldan bütün dernek ve cemaatler, muhteşem Türk tarihinde iz dahi bırakamayan çiçek bozukları, şark çıbanları gibi kalmışlar ve her zaman da kalacaklardır.


      F35’lerin dikine veya uzunlamasına kalkıyor, iniyor, attığını vuruyor olması bizi bağlamaz. Ne ki Cumhuriyetimizin başlangıçtan bu yana nice değerleri üstüne hala kendi bağımsız silahına sahip olamaması önce ordumuzu sonra da dolayısıyla cümlemizi bağlar.

Tavistok projeleriyle yapay zekâların peşinde koşan, dünya insanını bile çip(chip)leyerek uzaktan güdümlü robotlara dönüştürmeye kalkan ve bu işe milyarlar harcayan emperyalistin, bizatihi harp araç ve gereçlerini ne denli kendisine tam bağımlı hale getirdiği ve getireceği ise artık tartışma konusu bile yapılamaz.

      İkinci Dünya harbi döneminde değiliz ki hatta USA dan bile silah alabilesin. Hoş o dönemlerde USA’nın, hurda envanterinde gözüken araç ve gereci askeri yardım adı altında bize gazladığını, onu bile borç yazdığını gençler pek bilmez; ama Bahriye askerliğimin İskenderun’daki eğitim döneminde, Amerika’da bile tarih olmuş, bir günü dahi onarımsız geçmeyen cip(Jeep)’ler de asker öğrencilere ne şartlarda direksiyon öğretmeye çalıştığımı, ben hala hüsranla anımsarım.

      S-400’ler ise mukayeseli olarak, bana göre de alınabilecek tek caydırıcı alternatif savunma aracıdır. Lakin bunların daha da gelişmişlerinin ve çok daha caydırıcı taarruz silahlarının da tamamen bağımsız ve ordumuzun en üst seviyede kontrolünde olarak, ülkemizde imal edilmelerinin imkân dâhilinde olması da acilen gerekmektedir.

      Ki o zaman büyük askeri güce sahip bir büyük Devlet olduğumuzu da bihakkın iddia edebilelim. İşte o zaman, vaktiyle rahmetli Atatürk’ün başladığı ve hep tamamını görmek istediği bir hayali de gerçek olacaktır. Bir diğer büyük hayali de Toprak Reformu ve ülkesinde topraksız köylünün kalmamasıydı.

      Belki bu inkılap ateşini de yeni Ekremlerimiz, Kıpçaklarımız körükleyeceklerdir, kim bilir. İnsan sarrafı Atatürk, Roma Fatihi Atilla’nın torunlarının nabzını ölçerek, boşuna mı önce Karadeniz’den başlamıştı Anadolu seferine…

                                                                       Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder