25 Haziran 2019 Salı

YENİ DEMOKRASİYE BAŞLARKEN..


            Pontus filan gibi tutarsızlıkları, yalan, yanlış ve aslını astarını bilmeden ortaya atarak kendilerine bir seçim rantı yaratacaklarını umanlara, konuyla alakasız gibi görünse de, yine de okuyarak bir şeyler öğrenebilmelerini ve aslında nelerle uğraşılması gereğini anımsatacak bir alıntıyla başlayalım isterseniz.

§          1941’de ilk şekli hazırlanan ve daha önce değindiğimiz gibi son şekli Vekâletler arası temsilcilerle Merkez Bankasının mümessilinin iştirakiyle tamamlanan, Başvekil Refik Saydam’a sunulan ilk raporda «şahsî servet vergisi, malî sahada başvurulacak en son tedbir olarak» ifade edilmişti. Varlık vergisi ise, bir şahsî servet vergisinden başka bir şey değildi. Hatta münhasıran bir sermaye vergisi bile değildi, Çünkü sermaye niteliği taşımayan varlıklar da vergiye matrah oluyordu. Fakat gene de bir «mali yüzkarası» ve bir «piç vergi» değildi.
Bu kanunun çıkışı çeşitli yankılar uyandırdı. Uygulama sırasında gene eski işimde, yani Sanayi Tetkik Heyeti Başkanlığı vazifemde bulunuyordum. Herkes gibi ben de bu uygulamanın yankılarını dinlerdim. Bir gün evime Prof. Avram Galanti Efendi geldi. O zaman İstanbul milletvekili de bulunuyordu. Uzun boylu ve o sıralarda yaşlı bulunduğu için biraz iki tarafa sarsılarak yürüyen, fakat bilgili, muhterem bir insandı. Bize kanunların en eskisi olarak kabul edilen «Hamurabi Kanunu» nu o tanıtmış, o dilimize çevirmişti. Galiba İstanbul Musevîlerinin cismanî heyetinin de başkan veya üyesiydi. Yanında, İzmir Musevîlerinin cismanî başkanı olan Baba Gomel de vardı. Söz tabiî gene varlık vergisi yakınmalarına geldi. Baba Gomel:
— Siz koyunun postunu kırkacağınıza, koyunun kendisini kesiyorsunuz! Şeklinde hoş ve pratik benzetişlerle, sermayenin zedelenmemesini savunuyordu. Kendisine düşen büyük vergiyi de tamamen ödemişti. Fakat ben işi başka bir yönden aldım:
— Galanti Efendi, dedim, siz tarihçisiniz, işi şöyle almalısınız: Biz Türkler asırlardan beri bin bir savaşta, sanayie, para ve sermaye biriktirmeye vakit bulamadık. Sizler, yani bütün azınlıklar ise bunları yaptınız. Biz sizi savaşlardan koruduk. Siz orduya asker vermediniz, Hatta birtakım yollarla vergi de vermediniz. Ticareti, sanayii, ithalat ve ihracatı, para ve sermayeyi ellerinizde topladınız.
Bu işler, bizim asırlarca döktüğümüz kanlar pahasına ve hele Tanzimat’tan sonra münhasıran siz azınlıkların ellerinde toplanan imkânları korumak için oldu. Tanzimat Fermanı bile, bizleri bu savaşlardan kurtarmak için değil, sizlerin «mal, can emniyetinizi» korumak gerekçesi ile ilân olundu. Bu bizim asırlarca dökülen kanımızla, sizin bu sefer vereceğiniz bir iki yüz milyon kâğıt liralık varlık verginizi karşılaştırırsak ve buna hatta bir «Kan Vergisi» desek, hesaplaşmamız acaba çok zalimane olur mu? Ne dersiniz? İsterseniz bizim dökülen kanlarımız ve sonu gelmez askerlik emeklerimizle, sizin şu bir avuç vergi fazlanızı karşılaştıracağımıza, sizin biriken servetlerinizle, bizim biriken kan ve askerlik haklarımızı teraziye koyarak hesaplaşalım. Eğer biz haksız çıkarsak vergileriniz silinsin. Ne dersiniz…
Avram Galanti Efendi dürüst bir bilgindi. Bizim tarihimizi de biliyordu. Baba Gomel de pratik bir iş adamıydı. Her ikisi de haykırdılar. Galanti Efendi şöyle konuştu:
«Asla. Böyle bir hesaplaşmaya gidemeyiz! Çünkü o zaman yalnız bütün malımızı, mülkümüzü değil, cemaatlarımızın bütün fertlerinin canlarını da teraziye koyarsak, biz sizin asırlık kan ve askerlik haklarınızı ödeyemeyiz. Aldığınız vergi helâl olsun. Bu vergi, senin dediğin işler teraziye dökülünce, bizim ödememiz lâzım gelenin, bir zerresi bile değildir...»
O gün aramızda konuşulan bu sözler, şu piç ve yüzkarası denilen ve töhmeti hâlâ İnönü'nün omuzlarına yükletilen varlık vergisinin, galiba en doğru değerlendirme ve hesaplaşmasıdır... (İkinci Adam C. 2 S. 235-236 Ş. S. Aydemir)
               
            Alakasız gibi görünen yukarıdaki değerlendirme; galiba hazine vergisini, sadece zaruri icat ürünü çeşitli kalemlerle, sırtında yabancı sermayenin dış borç yükünü de taşıyan vatandaştan almayı düşünen ve icra eden, yandaşının varlık vergisini ise aklına bile getirmeyen veya getiremeyen, 17 yılın AKP iktidarı ve Erdoğan’ın vergi anlayışına atılan sağlam bir tokat gibi şakladı herhalde, değil mi? Oysa aynı bağlamda Türkiye’nin nimetlerinden faydalandıkları halde Türkiye için çalışmayan bazı Musevi, yerli veya diğer azınlık işadamları da okumalıdır bu ibretlik belgeleri.


            Tükenmiş bir neslin evrakı metrukesi ya da tanrılarının duymadığı lakin rüzgârın alıp götürdüğü o menfur haykırışları yapacağına, 31 Mart’ta hakkına razı olsaydın, bu kadar fark da yemeyecek, demokrasi suçu işleyip rezil de olmayacaktın. Serde akıl olmayınca mabut neylesin ki. Oysa seçimden önce, bu defa farkın daha da büyük olacağını söylemiştik.

            31 Mart seçimini iptal ettirmekle, daha son durağa bile varmadan Demokrasi tramvayından düşmüştünüz aslında. 17 yılın seçimlerinde AKP olarak en büyük farkı yemeniz başka nasıl izah bulur acaba? Sonuçta çakma cumhur ittifakınız ile Ulusal milli ittifak karşısında daha başından itibaren sıfırlayıp, neden kaybetmeye mahkûm olduğunuzu nihayet anlayabildiniz mi bari!

            Yıllarca susuz çöllerde dolaşan, kir, pas içinde bir kova kirli suya bile hasret kalan millet, sanki bir serap gibi ortaya çıkan ve gürül gürül akan, tertemiz İmamoğlu şelalesinde, bir anda bütün kirlerinden arınıp, yeniden can bulmuş gibi hissetti kendisini. Sağ ol oğul İmamoğlu! İyiki doğurmuş o mübarek anacığın seni.

            Herhalde Erdoğan sayende bir şey daha öğrenmiştir. O da şudur: Las Vegas’ta bile bir gecede bütün servetini kumar masasında, bu kadar göstere göstere kaybetmezdi inan! Siyasa budur işte. Senelerle ve zahmetle vardığın noktadan bir gecede savrulur uçuverirsin. Adamda önce sağlam temel olması gerekir. Bu temelde farklı kriterler içerir. Karışımda şayet bir kriter bile eksik kalsa, bil ki siyasa kendisini derhal yok sayar.

            Belki de Erdoğan önüne geleni kendisine danışman yapmayıp ta politize monşerlerin(!) de arada fikirlerini sorsaydı, herhalde onlardan çok şeyler öğrenir, durumu da bu kadar çaresiz ve hüsranlı olmazdı. Şayet kalan aklını kullanmak isterse; önce Bahçeli enkazından kurtulup sonra da İmamoğlu’nun önünü tamamen açarak İstanbul’un bir Dünya metropolü vasfına uygun olarak yeniden yapılandırılmasına birlikte yardımcı olursa, belki o zaman kara kaplı defterdeki birikmiş borçlarının bir kısmının, alacak hanesine virman edilmesi mümkün olabilir.  

            İmamoğlu’na gelince: Artık bundan sonra altına girdiği sorumluluğun, vaatlerine ve güvenilir kimliğine yakışır sadakatle sapına kadar hakkını verecektir. Ve şayet vaatlerinin sadece üçte birini bile görev döneminde yerine getirebilirse, inanıyorum ki siyasa ömrü bir Cumhur reisliğine kadar ulaşabilir.

            Yoksa etrafında hemen çöplenme mevzilerini alacak olan yalakalara kapılıp, önüne açılacak tuzaklara düşerse, kendisinin de bir anda, terkedilmişlerin atıldığı bir köşeye savrulacağını ise asla unutmayacaktır. Ayrıca İstanbul’un AKP kalelerinde İmamoğlu’nun yaktığı ışığı görüp, kendi yolunu aydınlatan AKP seçmenlerine de, sonunda doğru yolu gördükleri için, ortak demokrasi yolunda teşekkür borcu vardır milletimizin.


            Bitirirken; İmamoğlu’nun yaktığı demokrasi ışığında yeni bir milli demokrasi seferberliğine çıkarken bazı vazgeçilemez değerlerimizi eski ve sararmış sayfalarından ayıklayarak yeniden anımsamadan geçmeyelim:
            Yarım kalan Atatürk Devrimini toprak reformuyla taçlandırmadan, zirai kalkınma sağlanamaz. Zirai kalkınma olmayınca da sınai kalkınmadan bahsedilemez bile. Bir de bunlara ilaveten kendi milli savunma sanayiine sahip güçlü bir ordusu olmayınca da, bir büyük Dünya Devleti asla olunamaz.

            Ve o zamanda büyük Devletlere biat ederek veya sömürge olarak, talimatlarıyla yaşamak durumu kendiliğinden hâsıl olur. Hoş bu durumdan, avanta sağlayan bazı ihanet çevreleri mutlu olsa da, ulus Devlet milletiyle birlikte giderek tarihten silinir. Böyle bir çerçevede ise karar artık ulus-milletindir.

            Demek ki her şeyin başı önce zirai kalkınmadır. Öyleyse aşağıda ki Atatürk’ün buyruklarını, İmamoğlu bileşkesiyle bütün genç ve milli demokratlarımız kulaklarına küpe yapmalı ve bu ideallerin doğrultusunda imanla yürümelidirler.

            §          «Millî ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki ziraatta kalkınmamıza büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada ermeyi kolaylaştıracaktır. Fakat etütlere dayanan bir ziraat siyaseti tespit etmek lâzımdır. Onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği bir ziraat rejimi kurmak icap eder...» (Atatürk - 1.3.1922 3 Meclis açılış nutkundan)

                                                                                   Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder