2
yıl kadar sağlık nedenleriyle siyasadan uzak kalan Baykal, sanki ilk günlerdeki
gibi taze bir dimağ ile yine vatandaşların karşısına çıktı. Ve derhal bıraktığı
noktadan, ülkesinin aymaz siyasilerine, tekrar yakın tarihle karışık bir Demokrasi
dersi vermeye başladı.
Söyleşide Baykal’ın, İnönü’nün, 27
yılın tek Parti lideriyken, emsalsiz bir özveriyle tek partili; ama partiler
üstü, asla diktatör olmayan bir milli Şef rejimini, çok partili bir demokratik
düzene geçirmiş olduğu ve o zamana kadar da rakipsiz olan CHP iktidarını, DP’ye
kendi eliyle devredişinin tarihi değerinin ötesinde, Dünya siyasi tarihinde de
emsali olmayan bir zafer olduğu mealinde sözleri, noktası, virgülüyle büyük
ustanın ağzından dökülürken, kulaklarımızın 17 yıllık pası da silindi.
Aslında bu sözler son günlerde
siyasi güncelimizde oluşan büyük siyasal değerler ve kalite boşluğunu da
pozitif anlamda doldurmuştur. Baykal’ın tespit ve tarihsel beyanlarından
anladığımıza göre, şayet sağlam bir Devletçilikle (İnönü dönemi gibi) 2002 den
bu güne kadar yürünmüş olsaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti olarak çok farklı ve
kıskanılacak bir noktada olacaktık.
Çünkü milli sanayi kalkınması adına
konjonktürel çok müsait bir dönemi, savurganlık ve sadece safahatla geçirdik. Cumhuriyetimizin
ilk dönemindeki denk bütçeden, bugün milli kaynaklarımızı yok ederken, dış
borçların tarihimizin rekorlarını kırdığı ve gelecek nesillerimizin hayatlarını
karartacak bir bütçeyi ülkeye miras bırakacak olan bir iktidarın, el
değiştireceği günlere hızla yaklaşıyoruz. İşte bize bu savurganlığın tescilini
yaptıran ve bu ilhamı veren Baykal’a, teşekkürü bir borç biliyoruz.
Ayrıca büyük ustanın, bugünkü
harabiyetin mimarı olan iktidara bile kesin bir tavır koymadan, sadece yumuşak
bir üslupla ders verirken de iktidarı sanki yok sayması, izleyicide siyasal bir
ustalık bağlamında da ayrı bir takdir dalgası yarattı. Netice de Baykal’lı
program, başlığında da belirtildiği gibi gerçekten tarihi bir program olmuştu.
Öyle ki Baykal ‘sız geçen bir 17 yıl aslında Türk siyasası adına telafisiz bir
kayıptır.
!7 yılın iktidarı bu kayıp yıllar
içinde dış Politikayı öyle bir içinden çıkılmaz hale getirdi ki, kafası iyice
karışan vatandaş, alakasızca çapraz meselelerle uğraşırken, varlığını teslim
ettiği haramilerin ülkeyi nasıl soyup soğana çevirdiğinin farkına bile
varamadı. Yani kendisini yönetenler bütün bu kargaşayı yaratırken, sadece ballı
ganimeti çaktırmadan kaldırabilmek için iktidar ömürlerini uzatma gayreti
içindeydiler. Yoksa Devlet, mevlet hikâyeydi anlayacağınız. Yani onların millet
kavramı olmadığı gibi Devlet kavramları da yoktu aslında.
İmamoğlu fırsatıyla da şapkaları
düştü kelleri çıktı ortaya ve yenir yutulur tarafları da kalmadı artık. Baykal’ı
izledikten sonra da kendi kendime bir daha düşündüm ve bütün hayat tecrübeme
rağmen bir kere daha inandım ki, çok güzel şeyler, çok iyi insanlarla tecelli
bulmuş, bulur ve bulacaktır ancak. Yoksa kendimizi yine aldatmış olurduk.
Birincisinde bizi de harbe sürükleyip,
harp mağlubu olarak Sevr muahedesiyle yüzleşmemizi sağlayan, sonra da neden
olduğu ikinci Cihan savaşında da mağlupları oynayan Almanya’dır sonuçta. Buna
rağmen sosyal ve milli kalkınma doğrularında, iki Dünya harbi mağlubu olarak
enkazların altından dimdik ayağa dikilerek, yine lider Devletler safında yer
alan Almanya’dır aslında örnek almamız gereken Devlet de. Lakin Türk ruhuna ve
ordu-milli özeğine de sahip bir Almanya bileşkesi olursa ancak.
Çünkü hem de 23 yıl arayla iki Dünya
harbinin hem de mağlup safta olmakla çok daha ağırlaşan yükünün altından, kısa
zamanda tekrar dimdik ayağa kalkarak, yeniden en güçlü Dünya Devletleri
arasında baş sıralara yükselmek öyle her ülkenin başarabileceği iş değildir.
Ne ki 1’ci Cihan harbi
mağluplarından olan bitmiş bir Osmanlı’dan da, dimdik bir Türkiye Cumhuriyeti
çıkaran Atatürk’ün liderliğini, kendisinden sonra devralan bir İnönü’nün
başarılı, özgün milli Şefliği olmasaydı ne olurdu? Ve yine Almanya (Hitler)
yüzünden tekrar girmek zorunda kalabileceğimiz yeni bir Dünya savaşı sonrasında
da, zorunlu bir ittifak mağlubu olarak, körpe ve de artık Atatürk’süz Cumhuriyetimizin
başına neler gelebilirdi acaba? Düşünmek bile istemiyorum. Sadece İnönü’ye
medyunu şükran olmak gereğini biliyorum. İyi ki Atatürk’ün bir de can dostu İsmet’i
vardı.
Nitekim başımıza gelebilecek kâbustan,
Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ düsturuna noktasına kadar sadık kalan milli
Şef İnönü sayesinde kurtulmuş olduk. Ayrıca İnönü’nün başarısında, İstiklal
döneminin kadim dostu ve destekçisi yakın komşumuz Rusya ile de saldırmazlık
paktının devamda oluşu, yıpratıcı değil; ama yapıcı bir faktör olmuştu
kuşkusuz.
Milli beka politikası her şeyin
önünde ve üstündedir. Ancak ondan sonra diğer politikalar gelir. Müttefikim
dediğin şayet seni saymıyor, adam yerine koymuyor, salt kendi menfaatleri
doğrultusunda takılıyorsa, milli menfaatlerin ve bekan bağlamında en doğru ve
isabetli kararları alman, elbette vazgeçilmezin olur. Ki bunlara S-400’ler,
milli silah sanayin filan da dâhildir.
Yani müttefik yaftalı, gerçekte ise düşmanın,
şayet bu alışverişten korkuyor, sana engel olmaya çalışıyorsa, doğru yoldasın
demektir aslında. Ve sonuna kadar da o yolda yürümelisindir artık. Dolayısıyla
da milli muhalefet sözcüleri, şayet vatandaşlarını ikna etmek istiyorlarsa, her
şeyden önce beyanlarına, milli bekamız bağlamında ayar çekmek zorundadırlar.
Son sözü de güncelin en taze İmamoğlu,
Binali buluşmasına ayıralım: Hakkında Binali ile öncelere dayanan bir dostluğu
olduğu söylenen konuşmacıların moderatörö, acaba neden Amerikancı bir kanaldan
seçildi. Acaba Binali’ye soruların önceden servis edilip cevaplarının da
danışmanlarca hazırlanmış olabileceği düşünülüyor mu? Bunun böyle olmayacağına
ne kadar inanabiliriz. Zira iktidarın, imtihan sorularının önceden servisi
konusunda da ne kadar uzman olduğu, tecrübeyle sabittir.
Çünkü televizyonda kırılma
noktasından Bahseden Erdoğan’ın sesindeki gizli istihza, akla kötü şeyler
getirdi yine ve de şüphesiz. Lakin Binali nasılsa kopyayla da çuvallar. İftarlık
talebe İmamoğlu’nun ise kesinlikle kopyaya ihtiyacı yoktur. Nasıl olsa yine ne
söyleyeceğini bilecektir. Hatta inanırım ki Binali’nin kopyaya rağmen yanlış
olacak cevaplarını bile düzeltecektir. İşte tek tesellim de budur...
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder