15 Haziran 2019 Cumartesi

BEYANLARA AYAR..


            2 yıl kadar sağlık nedenleriyle siyasadan uzak kalan Baykal, sanki ilk günlerdeki gibi taze bir dimağ ile yine vatandaşların karşısına çıktı. Ve derhal bıraktığı noktadan, ülkesinin aymaz siyasilerine, tekrar yakın tarihle karışık bir Demokrasi dersi vermeye başladı.

            Söyleşide Baykal’ın, İnönü’nün, 27 yılın tek Parti lideriyken, emsalsiz bir özveriyle tek partili; ama partiler üstü, asla diktatör olmayan bir milli Şef rejimini, çok partili bir demokratik düzene geçirmiş olduğu ve o zamana kadar da rakipsiz olan CHP iktidarını, DP’ye kendi eliyle devredişinin tarihi değerinin ötesinde, Dünya siyasi tarihinde de emsali olmayan bir zafer olduğu mealinde sözleri, noktası, virgülüyle büyük ustanın ağzından dökülürken, kulaklarımızın 17 yıllık pası da silindi.

            Aslında bu sözler son günlerde siyasi güncelimizde oluşan büyük siyasal değerler ve kalite boşluğunu da pozitif anlamda doldurmuştur. Baykal’ın tespit ve tarihsel beyanlarından anladığımıza göre, şayet sağlam bir Devletçilikle (İnönü dönemi gibi) 2002 den bu güne kadar yürünmüş olsaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti olarak çok farklı ve kıskanılacak bir noktada olacaktık.

            Çünkü milli sanayi kalkınması adına konjonktürel çok müsait bir dönemi, savurganlık ve sadece safahatla geçirdik. Cumhuriyetimizin ilk dönemindeki denk bütçeden, bugün milli kaynaklarımızı yok ederken, dış borçların tarihimizin rekorlarını kırdığı ve gelecek nesillerimizin hayatlarını karartacak bir bütçeyi ülkeye miras bırakacak olan bir iktidarın, el değiştireceği günlere hızla yaklaşıyoruz. İşte bize bu savurganlığın tescilini yaptıran ve bu ilhamı veren Baykal’a, teşekkürü bir borç biliyoruz.

            Ayrıca büyük ustanın, bugünkü harabiyetin mimarı olan iktidara bile kesin bir tavır koymadan, sadece yumuşak bir üslupla ders verirken de iktidarı sanki yok sayması, izleyicide siyasal bir ustalık bağlamında da ayrı bir takdir dalgası yarattı. Netice de Baykal’lı program, başlığında da belirtildiği gibi gerçekten tarihi bir program olmuştu. Öyle ki Baykal ‘sız geçen bir 17 yıl aslında Türk siyasası adına telafisiz bir kayıptır.

            !7 yılın iktidarı bu kayıp yıllar içinde dış Politikayı öyle bir içinden çıkılmaz hale getirdi ki, kafası iyice karışan vatandaş, alakasızca çapraz meselelerle uğraşırken, varlığını teslim ettiği haramilerin ülkeyi nasıl soyup soğana çevirdiğinin farkına bile varamadı. Yani kendisini yönetenler bütün bu kargaşayı yaratırken, sadece ballı ganimeti çaktırmadan kaldırabilmek için iktidar ömürlerini uzatma gayreti içindeydiler. Yoksa Devlet, mevlet hikâyeydi anlayacağınız. Yani onların millet kavramı olmadığı gibi Devlet kavramları da yoktu aslında.

            İmamoğlu fırsatıyla da şapkaları düştü kelleri çıktı ortaya ve yenir yutulur tarafları da kalmadı artık. Baykal’ı izledikten sonra da kendi kendime bir daha düşündüm ve bütün hayat tecrübeme rağmen bir kere daha inandım ki, çok güzel şeyler, çok iyi insanlarla tecelli bulmuş, bulur ve bulacaktır ancak. Yoksa kendimizi yine aldatmış olurduk.


            Birincisinde bizi de harbe sürükleyip, harp mağlubu olarak Sevr muahedesiyle yüzleşmemizi sağlayan, sonra da neden olduğu ikinci Cihan savaşında da mağlupları oynayan Almanya’dır sonuçta. Buna rağmen sosyal ve milli kalkınma doğrularında, iki Dünya harbi mağlubu olarak enkazların altından dimdik ayağa dikilerek, yine lider Devletler safında yer alan Almanya’dır aslında örnek almamız gereken Devlet de. Lakin Türk ruhuna ve ordu-milli özeğine de sahip bir Almanya bileşkesi olursa ancak.


            Çünkü hem de 23 yıl arayla iki Dünya harbinin hem de mağlup safta olmakla çok daha ağırlaşan yükünün altından, kısa zamanda tekrar dimdik ayağa kalkarak, yeniden en güçlü Dünya Devletleri arasında baş sıralara yükselmek öyle her ülkenin başarabileceği iş değildir.

            Ne ki 1’ci Cihan harbi mağluplarından olan bitmiş bir Osmanlı’dan da, dimdik bir Türkiye Cumhuriyeti çıkaran Atatürk’ün liderliğini, kendisinden sonra devralan bir İnönü’nün başarılı, özgün milli Şefliği olmasaydı ne olurdu? Ve yine Almanya (Hitler) yüzünden tekrar girmek zorunda kalabileceğimiz yeni bir Dünya savaşı sonrasında da, zorunlu bir ittifak mağlubu olarak, körpe ve de artık Atatürk’süz Cumhuriyetimizin başına neler gelebilirdi acaba? Düşünmek bile istemiyorum. Sadece İnönü’ye medyunu şükran olmak gereğini biliyorum. İyi ki Atatürk’ün bir de can dostu İsmet’i vardı.

            Nitekim başımıza gelebilecek kâbustan, Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ düsturuna noktasına kadar sadık kalan milli Şef İnönü sayesinde kurtulmuş olduk. Ayrıca İnönü’nün başarısında, İstiklal döneminin kadim dostu ve destekçisi yakın komşumuz Rusya ile de saldırmazlık paktının devamda oluşu, yıpratıcı değil; ama yapıcı bir faktör olmuştu kuşkusuz.

            Milli beka politikası her şeyin önünde ve üstündedir. Ancak ondan sonra diğer politikalar gelir. Müttefikim dediğin şayet seni saymıyor, adam yerine koymuyor, salt kendi menfaatleri doğrultusunda takılıyorsa, milli menfaatlerin ve bekan bağlamında en doğru ve isabetli kararları alman, elbette vazgeçilmezin olur. Ki bunlara S-400’ler, milli silah sanayin filan da dâhildir.

            Yani müttefik yaftalı, gerçekte ise düşmanın, şayet bu alışverişten korkuyor, sana engel olmaya çalışıyorsa, doğru yoldasın demektir aslında. Ve sonuna kadar da o yolda yürümelisindir artık. Dolayısıyla da milli muhalefet sözcüleri, şayet vatandaşlarını ikna etmek istiyorlarsa, her şeyden önce beyanlarına, milli bekamız bağlamında ayar çekmek zorundadırlar.

            Son sözü de güncelin en taze İmamoğlu, Binali buluşmasına ayıralım: Hakkında Binali ile öncelere dayanan bir dostluğu olduğu söylenen konuşmacıların moderatörö, acaba neden Amerikancı bir kanaldan seçildi. Acaba Binali’ye soruların önceden servis edilip cevaplarının da danışmanlarca hazırlanmış olabileceği düşünülüyor mu? Bunun böyle olmayacağına ne kadar inanabiliriz. Zira iktidarın, imtihan sorularının önceden servisi konusunda da ne kadar uzman olduğu, tecrübeyle sabittir.

            Çünkü televizyonda kırılma noktasından Bahseden Erdoğan’ın sesindeki gizli istihza, akla kötü şeyler getirdi yine ve de şüphesiz. Lakin Binali nasılsa kopyayla da çuvallar. İftarlık talebe İmamoğlu’nun ise kesinlikle kopyaya ihtiyacı yoktur. Nasıl olsa yine ne söyleyeceğini bilecektir. Hatta inanırım ki Binali’nin kopyaya rağmen yanlış olacak cevaplarını bile düzeltecektir. İşte tek tesellim de budur...
           
                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder