3 Ağustos 2019 Cumartesi

27 MAYIS ÜZERİNE..


            Milletin milli, uhrevi duygularıyla ve müktesebatıyla oynayarak iktidarda kalma düşüncesinde olanlar her zaman açık düşmüş ve bu günahlarının kefaretini çok acı ve elemli biçimlerde ödemişlerdir. Bu nedenle uzağa gitmeye, çözümü ve bilgiyi yabancı ellerde ve kaynaklarda aramaya hiç gerek kalmadan, kendi zengin tarihimizin en yakın kaynaklarında bile bu konuda istediğimizden fazlasını bulabiliriz.

            Bugün yaşadıklarımızla benzer olaylar bileşkesinde, 27 Mayıs ihtilalinde darbe olarak betimlenen askeri müdahaleyi, aslında bir ihtilal olarak meşrulaştıran, hoş bugün nesilleri kurumuş olsa da, aşağıdaki gibi adil ve mukaddesatçı anayasa hukukçularımızda vardı bir zamanlar. O nedenle bu Saygın büyüklerini genç kuşak hukukçularımızın dikkatle okumalarında yarar vardır.


«Millî Birlik Komitesi ve Türk Silahlı Kuvvetler Başkumandanlığı tarafından yeni bir Anayasa ön projesi hazırlamak üzere Ankara'ya çağrılarak görevlendirilmiş olan İstanbul Üniversitesi Rektörü ve Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ord. Profesörü Sıddık Sami Onar, İstanbul Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi Esas Teşkilât Hukuku Profesörü Hüseyin Nail Kubalı, İstanbul Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Profesörü Ragıp Sanca, İstanbul Hukuk Fakültesi Esas Teşkilât Hukuku Prof. Tarık Zafer Tunaya, İstanbul Hukuk Fakültesi Doçenti İsmet Giritliden kurulmuş olan Komisyon, Rektör Sıddık Sami Onarın başkanlığında toplanarak, aşağıdaki esasları tespit etmiş ’ve Millî Birlik Komitesi Başkanlığına sunmuştur.

            Bugün içinde bulunduğumuz durumu adi ve siyasî bir hükümet darbesi saymak doğru değildir Devlet, hukuk, adalet, ahlâk, amme menfaati ve amme hizmeti fikrini temsil etmesi ve amme haklarını koruması gereken siyasî kudret maatteessüf aylardan, hatta senelerden beri bu mahiyetini kaybetmiş, şahsi nüfuz ve ihtiraslarla zümre menfaatini temsil eden maddî bir kuvvet haline gelmiştir. Her şeyden evvel hukuka bağlı sosyal bir kuvvet olması lazım gelen devlet kudreti, bu hırs ve etkinin gerçekleşme vasıtası haline getirilmiştir.

            Bunun içindir ki siyasî güç, asıl devlet kuvveti olan ordusuyla, adliyesi ve barolarıyla, üniversiteleriyle, kamu efkârının mümessili olan basını ve öteki sosyal kuruluş ve kuvvetleriyle her türlü manevî bağlantısını kaybederek devletin öz ve ana kuruluşlarına ve Türkiye’nin dünya devletler camiasında medenî bir devlet olarak lâyık olduğu yeri muhafaza etmesi bakımından olağanüstü değer ve önemde olan Atatürk inkılâplarına karşı yapılan baskı, üniversite gençliğine ve üniversitenin, 30 ve hatta 40 senelik meslek hayatını idrak etmiş eski hocalarına ve büyük bir istikbal vaat ederek yetişmiş ve yetişmekte olan yeni öğretim üyelerine ve yardımcılarına ve öğrencilerine karşı harekete geçmiştir.

            Şöyle ki: Kendi menfaat ve ihtirasına bağlanmayı kabul ederek meslek ve vazife şuurunu ve bunun kutsiyetini kaybeden birtakım idare âmirlerini ve polislerini veya polis kıyafetine sokulmuş meçhul kimseleri üniversiteye saldırtmıştır; hiç bir hukuk ve idare ilminin ve hukuka bağlı devlet rejiminin kabul etmeyeceği sahalarda silâh kullandırarak masum üniversite gençlerinin ölümüne, ağır yaralanmasına ve bir kısmının sakat kalmasına sebep olmuştur. Öğrencisini korumak ve vazifesini görmek isteyen üniversite hocalarını, dekanlarını ve rektörünü dövdürmüş, yerlerde sürükletmiş ve yaralatmış ve bunlara medeni bir memlekette en kötü insanlara yapılmayacak muameleleri yaptırmak suretiyle siyasal etkisini sürdüreceğini ummuştur.

Hak ve hukukla, devlet fikriyle hiç bir alâkası olmayan bu gibi hareketleri yaptıran bir zümre, artık sosyal bir kuruluş özelliğini yitirmiş bulunuyordu. Bu vakıa hükümetin sosyal ve milli bir kuruluş olmaktan çıkarak şahsi bir nüfuz ve ihtiras âleti haline gelmiş bulunduğunu göstermektedir. Meşruiyet bakımından da durum aynıdır: Bir hükümetin meşruiyeti sadece menşeinde, yani iktidara gelişinde değil, iktidarda, kendisini bu mevkie getiren Anayasaya riayeti ve millet efkâr, ordu, yargı ve bilim kuruluşları gibi kuruluşlarla işbirliği yaparak, hukuk nizamı içinde yaşaması ile ve devamı ile mümkündür. Hâlbuki hükümet ve siyasî iktidar, bir taraftan Anayasayı ihlâl etmiştir; kanunsuz icraatta bulunmuştur. Diğer taraftan hükümetin bir muvazene, sükûn ve huzur amili olması gerekli olduğu halde hükümet, devlet kuruluşlarını, politik ve sosyal kurumlan ve hatta bunların içinde yaşayan insanları birbirine düşürmek, halka ve dış âleme karşı bunları kötüleyerek bir anarşi amili yapmak suretiyle meşruiyetini kaybetmiştir.

Milleti temsil etmesi gereken Büyük Millet Meclisi de siyasî iktidar taralından hakikî bir teşri organı olmaktan çıkarılarak, şahıs ve zümre olmak suretiyle fiilen münfesih hale gelmiştir. Böyle bir durum karşısında devletin ordusu, idaresi ve her çeşit kurumlan kendilerine temel olacak devlet fikrini temsil etmek vasfını ve adı geçen kuruluşlar arasında denge amili olmak hürriyetini, siyasî kudretini, çoktan kaybetmiş eski iktidar bulunuyordu. İşte bugün ve bu sebeplerle devlet kurumları, siyasî kudreti ve meşru hükümeti yeniden kurmak mecburiyeti hâsıl olmuştur.

Millî Birlik Komitesi hareketini yani devlet kurum ve kudretlerinin idareyi ele almasını bu mecburiyetin, yani Devlet nizamını bozan, halkı birbirine düşürerek anarşiye yol açan, sosyal kurumlan işleyemez hale koyan ve bu kuruluşların dayandığı ahlâk temellerini yok etmeye çalışan fiili bir durumu önleyerek meşru ve sosyal nizamı tekrar kurmak ihtiyacının bir neticesi sayıyoruz.

Bu durum karşısında ilk olarak alınması gereken iki tedbir vardır.
Birincisi: Amme hizmetlerini, gerçekleşmesi istenilen ve milletçe özlenen demokratik icaplara şimdiden uygun yürüyecek ve insan hak ve özgürlüklerini koruyacak, kamu çıkarlarını gözetecek fiilî ve geçici hükümet kurarak idareyi devam ettirmek.

İkincisi: Devletin ihlâl edilmiş ve işleyemez bir hale gelmiş Anayasası yerine bir hukuk devletinin gerçekleşmesini sağlayacak devlet organlarını kuracak ve sosyal kuruluşların hak ve adalet prensiplerine, demokrasi esaslarına dayanmasını sağlayacak bir Anayasa hazırlamak, ayrıca milletin gerçek iradesinin ifadesine imkân verecek, bir çoğunluk istibdadına mâni olarak, siyasi kuvvetin soysuzlaşmasını önleyecek esaslar dâhilinde bir seçim kanunu meydana getirmek.

Kısa bir zaman zarfında başarılacak ve hazırlıktan sonra seçimlerle, demokratik kuruluşlar vücuda getirilecek ve hukuk devleti yeniden, gerçek ve tam manasıyla kurulmuş olacaktır. İşte Komisyonumuz bu Anayasayı hazırlamak üzere vazifeye çağrılmıştır. Bu, bir ön proje olacaktır. Bu vazifeyi en büyük ve şerefli bir millet, memleket ve meslek vazifesi olarak büyük bir şevkle geceli, gündüzlü çalışmakla yerine getireceğiz.

Komisyonumuz ilk olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden davet edilen görevli öğretim üyeleriyle, Ankara üniversitesinden davet edeceği avretim üyelerinden mürekkep bir hazırlayıcı küçük komisyon olarak çalışacak, hazırlayacağı projeyi Yargıtay, Devlet Şurası, Sayıştay, Askeri Kaza Hâkimleri gibi en yüksek kaza kuruluşlarından, basından, barolardan ve benzeri sosyal kurumlarla, uzmanlardan meydana getirilecek daha geniş bir heyetin ve Millî Birlik Komitesi tarafından kurulacak hükümetin tetkikine arz edecektir; Bu Anayasa projesinin hukukî şeklini alması için takip edilecek usul de ayrıca tespit edilerek umumî efkâra arz olunacaktır.

Müstakbel Anayasanın hakikî hukuk devleti fikrini gerçekleştirmesi, insan şeref ve haysiyetini, fert hak ve hürriyetlerini olduğu kadar sosyal hakları da güvence altına alması, devlet organlarını sosyal kuruluşların kuran ve koruyan bir denge amili olması, kanunların Anayasaya uygunluğunu sağlayacak kuruluşlara yer vermesi, bunun için de iktidarı teşkil eden bir Meclis çoğunluğunun meşru hak ve yetkilerini aşarak yarının iktidarı olabilecek bir Meclis azınlığını ezmemesi, demokrasinin en esaslı varlık şartı olan siyasi hayatı felce uğratmaması için gerekli bütün esasları ihtiva etmesi lâzımdır.

Bu prensipler üzerinde Komisyon üyeleri kendi aralarında olduğu gibi, Millî Birlik Komitesi Başkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetler Sayın Başkumandanlığı ile tamamen müttefiktir.
28 Mayıs 1960           Başkan: İstanbul Üniversitesi Rektörü,
                                    Ord. Prof. Sıddık Sami Onar
Üye                                                                Üye
İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanı               İstanbul Hukuk Fakültesi Medeni
Ceza Hukuku Prof. Naci Şensoy                Hukuk Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu

Üye                                                                Üye
İstanbul Hukuk Fak. Anayasa                    İstanbul Hukuk Fak. İdare Hukuku
Prof. Hüseyin Nail Kübalı                           Prof. Ragıp Sarıca
Üye                                                                Üye
İstanbul Hukuk Fak. Anayasa                    İstanbul Hukuk Fak. İdare Hukuku
Prof. Tarık Zafer Tunaya                             Doçenti İsmet Giritli

            Şayet milli tarihimiz içinde sadece kendi çözümlerimizle bile yetiniyor olsak bize yeterli olurdu. Lakin bunun için her şeyden önce o çözümleri üretenlerinki gibi tertemiz bir vicdana, ahde vefaya, sosyal bilince, adalet etiğine ve aydın bir düşünce yapısına sahip olmak gerekir. Esasen aydın bir düşünce sermayemiz varsa bu diğer öğeler için de yeterli olurdu aslında.

            Aydın hukukçumuzun dün var olan sesi, bugün aynı hudutlar içinde neden duyulamıyor acaba? Kabahat iktidarın mı, milletin mi, hukukçuların bizatihi kendi yetersizliklerinde mi acaba?

            Şayet 27 Mayıs 1960 İhtilali, milli inkılabın devamı yapıda ve bir lidere de sahip olsaydı. Bugün Atatürk devrimini de sonuçlandırmış olacak ve muhtemelen bu günleri de yaşamamış olacaktık. Demek ki her eksik yeni bir öğreti fazlalığı oluyor insan aklı için. İşte bu fazlalıklarda gelecek nesillerimize mihmandar olacaktır artık.

            Yani 27 Mayıs, aslında bir ihtilal olduğu halde Milli Birlik Komitesinin iç ihtilafı nedeniyle ki daha önce komiteden ihraç edilen Türkeş liderliğindeki 14’ler ve daha sonra da Albay Talat Aydemir bileşkesinde iki darbe teşebbüsünün de - ki bunlar İnönü sayesinde akamete uğramıştı – eklenmesiyle, hatta bugün bile hala, siyasa ansızları ve muhterisleri ağzıyla darbe olarak vasıflandırılmaktadır ki bunun gerçekle hiçbir alakası yoktur. Bu yüzden de belgeli tarihin ne kadar önemli olduğu, bir kere daha görülüyor ya zaten.

            Aslında 27 Mayıs İhtilalini hazırlayanlar, başta Cemal Gürsel olmak üzere çok vatansever ve iyi niyetli askerlerdi. Bütün gayeleri, siyasi rejimi tıkanmış ülkeyi, yeniden yapılandırarak birliği ve bölünmezliği perçinlenmiş anayasa şemsiyesi altında, bir geçici milli birlik Hükümetiyle yeniden, demokratik ve tarafsız bir genel seçime hazırlamak ve iktidarı, vatandaşın seçtiği Hükümete derhal devretmekti. Öyle de yaptılar esasen. Ve şayet 1961 Anayasası olmasaydı, belki bugün Devlet bile değildik. Bu anayasa da özünde gençliğimize diğer; ama ibretlik bir armağandır esasında.

§    «Yeni Anayasanın başlangıç metni»
«Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan; Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak, 21 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk milleti; Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin, eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak Millî Birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinin, millî mücadele ruhunun millet egemenliğinin, Atatürk devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahip olarak; insan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini, bütün hukukî ve sosyal temellerle kurmak için;
Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Meclis tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabul ve ilân ve onu; asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile hürriyete, adalet ve fazilete âşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine emanet eder».
     
      27 Mayıs sonrası darbe teşebbüslerinde Harbiye’nin itici rolü olması nedeniyle uykuları kaçan bugünün iktidarının, neden önce Harbiye’den kurtulmak istediğinin gerekçesi de ortadadır artık. Yalnız bilmek zorundayız ki, Ordusuz bir Devlet nasıl Devlet olamazsa; Harbiye siz bir orduya da ordu denemez.

Maalesef o dönem tek parti olarak iktidara gelemeyen; ama DP artıkları ve nemadaşları nedeniyle iki defa ancak koalisyon Hükümetlerinde yer almak zorunda kalmıştı CHP. Başvekil İnönü’ye rağmen daha fazla etken olamayınca ve bu Hükümetler savsaklamaya başlayınca da mevcut durum, iki darbe girişimine ve hazır sular da ısınmışken, bir an önce dinamik kalkınmayı arzulayan bazı askerlere (Albaylar cuntası) ışık tutmuştu.

            Ne var ki içinde bulunduğu, destek vermeyen; ama aksine köstekleyen şartlara rağmen İnönü, yine de her şeyi tersine döndürebilecek bu iki darbe macerasını, daha başlarken engelleyerek, ileri yaşında yine ülkesine ve bizi biz yapan Atatürk inkılabına, değeri ödenemeyecek en son hizmetlerini de armağan etmiştir.

            Aşağı da, affedilemez bir haksızlıkla Menderes ve arkadaşlarının ölümlerinden de sorumlu tutulan İnönü’nün, bu konuya da, cezaların açıklanması sırasında verdiği cevabı, yine kendine has yorumundan okuyacaksınız. Son karar da sizindir artık Sayın okurlar. Lakin tarafsız; ama lütfen adil (aydın) kalalım.

§          İNÖNÜ’NÜN İDAMLARDAN ÖNCE MİLLİ BİRLİK KOMİTESİNE            GÖNDERDİĞİ MEKTUP

«Millî Birlik Komitesine»
«Siyasî suçlardan dolayı ölüm cezası bugün dünyada kalmamış gibidir».
«İnfaz meselelerinde düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebildiğim Millî Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur etmedim. Şimdi resmî vazife olarak son karar vereceğiniz anda Millî Birlik Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz ediyorum».

«Orgeneral Cemal Gürsel
Sayın Silahlı Kuvvetler Başkumandanı ve Millî Birlik Komitesi Başkanı, Yassıada kararları tebliğ ve ilân edilmek üzeredir. Kararlar arasında ölüm cezaları bulunursa; bunların infazı Anayasaya göre Millî Birlik Komitesinin tasdikine bağlı olacaktır.
Kararın tebliğinden iki gün evvel yüksek makamınıza müracaat ederek ölüm cezalarının infazı hususundaki ciddî endişelerimin Millî Birlik Komitesine duyurulmasına tavassut buyrulmasını istirham ediyorum.
Memleketin siyasî hayatında mesuliyet sahibi olarak idam cezalarının tasdikindeki büyük zararları arz etmek için başka bir vasıtamız ve çaremiz olmadığından, müracaatımın zarurî görülmesini saygılarla rica ederim.
Mahkemenin her tesirden uzak olarak tam bağımsızlıkla karar vereceğine ve mahkemenin vereceği kararların âdil olacağına şüphe yoktur. Ancak Millî Birlik Komitesi üyeleri, ölüm cezalarının infazı için son söz sahibi olmak salâhiyetiyle teçhiz edilmişlerdir. Bu hususta Millî Birlik Komitesi üyeleri hâkimlerin kararlarına mesnet teşkil eden hukukî ve kanunî unsurlar dışındaki bazı gerçekleri ve zaruretleri göz Önünde bulundurmak mevkiindedirler. Ben bu müracaatımla, memleketin selâmeti bakımından hayatî ehemmiyette saydığım bu gerçekleri ve zaruretleri ortaya koymak istiyorum.

Sayın Orgeneralim;
Memleketimizin bugünkü halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı yüksek millî menfaatlere her suretle aykırıdır. Kansız bir ihtilâl yapıldı. Böyle bir ihtilâlden bir buçuk sene sonra, geçmiş bir iktidar erkânının siyasî suçlarından dolayı idam edilmeleri, siyasî idamların bünyesinde zaten mevcut olan hak tereddüdünü azamî ölçüde artırmış olacaktır.
Suçluların en ziyade kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir olacaklardır. İhtilâlden bir buçuk sene sonra seçimlere gidiyoruz. Eski, yeni siyasî Parti mensupları arasında yaklaşma ve anlaşma çareleri arıyoruz. Bu çabalama içinde artık eskimiş olan siyasî suçlardan dolayı idam cezası tatbik etmek, siyasî Partiler arasında ve memlekette manen huzur teessüsünü imkânsız kılacaktır. Unutulmamalı ki yarın seçime gidecek ve seçimlerden sonra idareye katılacak siyası Partilerin çoğu, geçmiş iktidar Partisinin mensuplarına büyük mikyasta istinat etmektedir. Bunlar yalnız seçim esnasında, değil, seçimden sonra da ruhlardaki daimî bir yarayı işletmekten geri kalmayacaklardır. Ceza tatbikinin bünyesinde taşıdığı ibret ve tembih hassaları, şimdi infaz yapılmamasında daha ziyade mevcuttur. Memleket huzurunun ve vatandaş münasebetlerinin iyi yola girmesi için ümitlerin bağlanabileceği tek çare bundan ibarettir. Suçluların idam olunmaması, ayaklanma teşebbüsünde olacakların cüretini artıracağı endişesi mübalağa edilmemelidir. Ayaklanma teşebbüsünün maddî kuvveti hiçbir zaman devlet ve hükümetin kuvvetiyle başa çıkamaz. Bu teşebbüslerin dikkate alınacak tarafları daha ziyade ruhî ve manevî kuvvetleridir. Bu kuvvetler ise, idam cezasının infaz olunmasıyla artmak ve infaz olunmamasıyla zayıflamak istidadındadır. İnsanların tecrübesinin bir değeri varsa, bizim her yerde gördüğümüz sonuç budur.

Sayın Orgeneral;
Biraz da infaz meselesinin bir diğer önemli tarafına temas etmek isterim. Mahkemenin vereceği kararlara tesir edilmemesi ve mahkemece verilen kararların tatbik edilmesi, ordunun isteği olduğundan bahsedilmektedir Mahkeme kararlarına tesir edilmemesi arzusu ordu için tabiî bir ihtiyaçtır. En büyük millî müessesemiz olan ordumuzun adalet bağımsızlığı fikri ile dolu olmasını, millet anlayışının bir yankısı saymak lâzımdır. Bu arzu takdire ve saygıya lâyıktır. Yalnız, ölüm cezasının infazı ayrı bir meseledir. Nitekim Anayasa bunu, Millî Birlik Komitesinin hususî kararına bağlayarak kayıt ve şart altına almıştır. Eğer varit ise, ordu adına Millî Birlik Komitesinin idam kararının tasdikine icbar edilmesi haksız ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir mevzuda kullanılması, Türk Ordusunun ebedî şerefi ne karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiriyle bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır. Milletle ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek insana dehşet veriyor. Hulâsa, infaz kararında ordunun tesirini Millî Birlik Komitesince yerine getirmek, akla gelebilecek mahzurların en büyüğünü taşır ve tarih önünde, karar verenlere de verdirenlere de hesapsız vebal yükler. Ordunun böyle bir tesir yaptığına ve yapacağına asla inanmıyorum. Millî Birlik Komitesinin, ağır ve şerefli vazifesini tamamlarken, memleketin selâmeti bakımından duyduğum endişelerin üzerinde duracağını ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral;
Türkiye bugün bir ittifak manzumesi içindedir. Her meselenin önünde, millî savunma için müttefikler arasında haysiyetli ve itibarlı bir mevkide bulunmamızın büyük ehemmiyeti vardır. Bu bizim için öyle bir ihtiyaçtır ki, bunda kusurlu olmak, hatta ittifak manzumesi içinde bizden daha kusurlu üyelerin bulunması ihtimalinde bile bizim için mazeret teşkil edemez.
Siyasi suçlardan dolayı ölüm cezası, bugün yeryüzünde hemen hiç bir medenî ülkede kalmamış gibidir. Türlü tehlike karşısında bulunan memleketimizin bekçileri ve koruyucuları olan Millî Birlik Komitesi üyelerinin ellerindeki aziz emaneti vahim bir itibar buhranına maruz bırakmayacaklarını hulûs ile ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral;
İnfaz meselesinde düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebildiğim Millî Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur etmedim. Şimdi resmî vazife olarak son kararı vereceğiniz anda Millî Birlik Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz ediyorum.
Üstün saygılarımın kabulünü istirham ederim Sayın Orgeneralim.
13 Eylül 1961 İSMET İNÖNÜ»

            Çağ dışı bir İstibdatı deviren, yedi düvele Devlet kimliğini kabul ettiren İstiklal kahramanı dâhilerimize sarhoş diyenlerin, onların doğru, berrak ve pürüzsüz akıllarına bakarak sadece kendi kafalarını değil, saatlerini de ayarlamaları gerekir aslında.

            O halde yere batsın benim kişisel ikbalim. Hele de bir tarafta Turancıların diğer yanda şeriatçıların arasında sıkışan ve biz büyüklere yardım dilenen sorgulu gözlerle bakan körpelerimizin feryatları tavan yapıyor ve karartılan gelecekleri yeni ışıklar bekliyorken…
           
                                                                                   Serendip Altındal





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder