Ön
Türk atalarımız, güneşi tanrılaştırmakla (Tengri) ne kadar isabet kaydetmişler
değil mi? Çünkü gözle görülür; ama elle tutulamaz varlığıyla güneşimiz, bu âlemde
bizim varlığımızdan sorumlu tek enerji kaynağımız ve yaratanımızdır. Ve bir gün
enerjisi tamamen soğurulup, o da kendi karadeliğinde yok olurken, beraberinde bütün
uydularını da canlı, cansız küllen kendi karadeliğinde tanrı maddelerine
ayrıştıracaktır. Ve hepimizin kaçınılamaz sonu, sönen güneşimizle ayni anda
gelecektir. Yani kader yazgımız aslında birdir.
Meğerki bir başka güneş sisteminde o
zamana kadar bir koloni kurabilmiş olalım. Tabii oralardaki güneşleri de
sonunda ayni akıbet beklediğinden, anlaşılıyor ki insanoğlunun bu evrende
sonuna kadar var olabilmesi, ancak sistemden sisteme sıçramakla (kaçmakla) mümkün
olabilecektir. Ne acıklı bir durum, kendini dev aynasında gören zavallı insan
adına!
İşte bu durumda da bizler için,
artık bizimkinden başka güneşlerin, uyduların, evrenin veya tüm kâinatın herhangi
bir kıymeti harbiyesi kalır mı o zaman. Yani bizim güneşimizden ya da varlık
nedenimizden sonra, ondan sonrası ise artık tufandır bize dostlar. Acaba bu
tespitlere, Sam Amcanın torunu ve dağ eşkıyası ile metres hayatı yaşayan Trump
ne derdi. Hele de kadim dostu(!) Türkiye’nin hudut güvenliği için, 32
kilometreyi bile çok gördüğü bu günlerde.
Demek ki ön atalarımız bilim
kurgusal ve uhrevi varlıklara, peygamberlere pirim vermemekle, onları varlık
nedeni görmemekle bilimsel, determinist ve bizden çok daha ileri ve akılcı insanlarmış.
Onlardan bir şeyler öğrenemediğimize göre, bunca yıl boşuna yaşamışız meğer.
Bundan belki milyonlarca yıl sonra da, bir takım pozitivist yaklaşımların
dışında ilk yaratıcı hakkında, vaktaki başka sistemlerde de onu arıyor olsak da,
Tengriden öğrendiklerimizden fazla bilgi sahibi olamayacağımız, belki de bu evrensel
özlemin değişmez tek kuralıdır.
O halde doğru olanın sahibi Türk’ü
yok etmek değil, yüceltmek gerekir ki insan nesli de birlikte yücelebilsin. Harp
en mazlum insandan bile sırası geldiğinde gözü kanlı barbar bir vahşi
yaratabilir. Çünkü nefsi müdafaa ateşi sizi teslim aldığında var kuvvetinizle
önce canınızı sonra da cananınızı kurtarmak zorunda olduğunuza iman
etmişsinizdir artık. Çünkü cananınızın canı da, ancak sizin ki kurtulmuşsa var
olacaktır. Hâlbuki toplu mekânımız olan evrenimizde, daha öğrenecek olduğumuz o
kadar çok şey var ki.
Mevcut paradigmalar bolluğunda
Ortadoğu’ya baktığımızda, aslında şimdilerde onunla yatıyor, onunla kalkıyor
olsak da, iştirakçilerin hepsinin gerçekte birbirlerinden çekindiğini ve
içlerinden birinin önce kesin bir çözüme yönelmesini beklerken; ama nedense
turbo-siyasetin de kilitlendiğini anlamakta zorlanıyoruz. Ve bu durumda ani
kararsızlık veya ani bir ters kararın, neler getirip neler götüreceğini
bilemiyoruz. Hatta bakarsınız çok şeyler beklerken, total bir atalet sessizliği
sarmalında sükûtu hayale uğramamız da pekâlâ mümkündür.
Hani kavgada nasıl ilk vuran
kazanırsa, taraflar için öyle bir durum da söz konusudur. Ve bu bileşkede en
sıkıntılı ve tamamen nefsi müdafaa durumunda olan bizim, ilk yumruğu vurma
hakkımız da bakidir laf aramızda hani. Ve kimse de neden vurdun diyemez aslında
bize. Lakin Ortadoğu’nun bir sokak kavgası mizahını aşan çok ciddi bir konumu
olduğu da asla unutulmamalıdır. Çünkü yanlış kararlar ve eylemlerin arkasında
yeni bir Dünya harbi sorumluluğu veya sorumsuzluğunun da gizlendiğini kesinlikle
yadsıyamayız.
İşte bu nedenle de Ortadoğu’da,
bütün oyuncular top çevirip duruyorlar ya zaten. Tamam, da bu işin sonu nereye
varacak o zaman. Dolayısıyla bu konuda şimdilik kesin öngörülerde bulunmak
hatalı olur. Herhalde sadece birinin bile hatalı pas vermesi, topu kendi
kalesine sokacak gibi gözüküyor. Bakalım önce kimin sabır taşı çatlayacak.
Kıbrıs gazı konusunda ise Türkiye
ile antlaşma sağlamayan Yunan’ın; anlaşıldığına göre emperyalist ittifakçılar
yine başını yiyeceklerdir. Tıpkı vaktiyle Yunan Ege’si vaatleriyle başını
yedikleri gibi. Yalnız bu da sonunda Yunan’ın, tekrar aklını başına devşirerek
dost ve düşmanını daha iyi tefrik etmesiyle sonuçlanır elbette yine.
Bölgenin teknik, ekonomik, siyasi ve
stratejik özelliklerine girip kafalarımızı fazla karıştırmadan, çözümün salt
sebep sonuç ve önce de bölgesel Devletlerin yararı, zararı bileşkesinde ele
alınarak, bölge halklarının anlayacağı nitelikte açıklanması da, belki de bu
yüzden çok önemlidir aslında. Tabii şayet milletimizi de arkamızda görmek
istiyorsak. Ki bütün var olmuş ve olacak zaferler için de bu husus
kaçınılamazdır.
En
samimi dileklerimle, bütün okur ve dostlarıma, mutlu gönül aydınlığında Bayram
günleri yaşamalarını, yürekten temenni ediyorum…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder