23 Ağustos 2019 Cuma

CEVAPSIZ SORULAR..


            Yaşamakla, yaşamamak arasındaki kılcal olgunun farkındalığından uzakta kalarak geçirdiğimiz son dönemin taşıdığı algıya göre; Türkiye’mizin Avrupa, Asya ve Amerika arasında halen de, Sevr döneminde olduğu gibi bir paylaşım ülkesi olarak kabul gördüğü anlaşılıyor.

            Baksanıza, en değerli gücümüz olan ordumuz ve milli kaynaklarımız bile birkaç besleme ve emperyal planlı ayak oyunuyla saf dışı bırakılmadı mı? Bu demektir ki, milli müktesebatımız bağlamında bundan sonra karar verme hakkına sahip olacakları ilhamını da bizden almış olanlar, ne isterlerse bize yapabileceklerini de düşünüyorlardır şüphesiz artık. Ne ki Atatürk döneminde aynı ilhamı kesinlikle almamış olduklarını da, asla yadsıyamazlar.

            Hele aynı bağlamda, Erdoğan iktidarını başımıza süs olsun diye getirmediklerine göre! Herhalde böyle düşünmekle de yerden göğe kadar haklı olmalıdırlar. Öyle ya biz onlara bütün yolları açıp, imkânları yaratıp, ne istedilerse de vermedik mi? Ve böylelikle de biz hasımlarımıza; daha başından itibaren milli müktesebatımız üstünde oynanan ve oynanacak olan bütün entrikaları, sineye çekmiş bir görüntü vermiyor muyuz?

            Sıkıntılarımız yetmiyormuş gibi şimdi bir de üstüne yangın belası çıktı. Ülkemizin en değerli orman alanları, peş peşe yakılmaya başlandı. Aynı paralelde ise Demokrasi tramvayı içinde Güneydoğumuzda, demokrasi nimetlerinden(!) aşırı nemalanan HDP’li Belediyeler, kendilerine tanıdıkları otonom iradeye dayanıp, eyaletleşmeye doğru ilk adımları atarak, milletin parasını ve rızkını sorgusuz, sualsiz, onun kanına susamış emperyalist lejyonerlerine, peşkeş çekmeye başladılar. 

            Daha BOP projesi yola çıkarken ve ‘çok güzel şeyler olacak’ denirken, bir gün bunların olacağı da belli değil miydi? Kuruluşundan itibaren bölücü teröristle işbirliği yaparak, esasen anayasaya karşı gelen bir Partinin, serbest seçim hakkı dahi kurucu Anayasamıza göre yasal olmazken, sandıktan çıkanların da azledilerek yerlerine kayyum atanması da aynı şekilde bir yasal ihlaldir.

            Yani şimdi Devlet haklı olduğu halde; ama iki defa yasa ihlali yaparak, Dünya kamuoyu önünde haksız duruma da düşmüştür. Böylesi ahmaklık ise ne görülmüş ne de duyulmuştur. Oysa bu Parti daha yolun başında kapatılsaydı, şimdi adı bile çoktan unutulmuştu. Gel de Stalin’i anma şimdi. Bölücülerin alayını temizlemiş olan Kafkas Moğol’u, ülkesinde bölücü amaçlı bir Partiye, seçilme hakkı verecekti ha! İşte buna sadece gülünür. PKK bölgesinden oy umudunuz, bakın sizi ne hale düşürdü Efendiler! Yalnız bilin ki sadece sizler kendinize güldürmüyorsunuz.

            Bu kaotik durumdan, muhalefetin can damarlarına kadar kuruyan mefkûre anlayışının ve inkılapçılığının da aynı hazin iflası, birlikte sorumludur. O halde milli insan kaynağımızın bu kahredici ataletinin ana nedeni nedir. Yoksa sadece tek neden, kaynağın, 1950’lerden itibaren, bugünde tavana vuran ve eğitim mucizesi olan Köy Enstitülerimizden başlayarak; gün be gün yok edilen milli eğitimi midir sadece! Ne oluyor, nereye gidiliyor, ne yapılmak isteniyor!

            Yoksa hepsi, bütün yaşanan Kurtuluş mucizesi hayranlık uyandırıyor ve hala mazlum Devletlerin de ideali oluyorken; ülkemizde Atatürk’ün yüce onur mücadelesi ve inkılaplarına ne oldu? Hepsi buraya kadar mıydı? Ki hiç sanmıyorum. Öyleyse nerede benim aslan yürekli yiğit vatandaşlarım, Emmioğullarım. Çünkü bu sorunun cevabını, sadece onlar verebileceklerdir.

            Böyle evham yazıları mı yazmak zorunda kalacaktık bu güzel vatanımızda. Emperyalist İngiliz bir zamanlar sömürgesi olan Çin’e, ülkeyi terk ederken de afyon savaşları vs. gibi müdahalelerle, çok zarar vermiş; ama yine de kovulmaktan kurtulamamıştı. Tarihçileri H. C. Wells bile bunun nedenini; ‘Çin şartlarını ve idealini bilen bir İngiliz’e karşın,  herhangi bir İngiliz’in bütün bildiklerini bilen 100 Çinli vardır’ sözüyle ifade etmiştir.

            Bütün bu insanlık özürü müdahalelerle, provokasyonlarla, uyuyan ve bir zamanlar, bugün Türkistan denilen, Doğudan Batıya bütün orta Asya’yı işgal eden Göktürk bayrağı altında, bugünkü topraklarının da sahibi olduğumuz ve o zamanlar büyük Göktürk Devletini, Saraylarına ajan kadınlarını sokarak, çeşitli entrikalarla Doğu ve Batı Göktürk Devleti olarak ikiye bölen Çin, uyandırılmış ve şimdilerin haşmetli konumuna yükselmiştir.

            Bugün artık İngiliz’in değil; ama bütün AB’nin gücü bir Çin’e yetebilir mi? Peki biz Türkler bugün onların da üstünde Dünya’nın en büyük tek gücü olabilecekken, bugün neden bizi, bir zamanlar Türk’ün vasalları olanlar bugün fersah fersah geçtiler. Sizin de anladığınız gibi, işte hep bu zaaflarımız ve ikbal düşkünlüğümüz yüzünden.

            Bakın alıcı gözlerle çevrenize, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Aynı ikbal ve kadın entrikaları, Batıda Atilla önderliğindeki Hunlarımız ile Roma arasında da yaşanmıştır. Bütün Avrupa Kıtası Türk vasalı olmuşken, önce Atilla ve kardeşi Bleda arasına sokulan ve bazı Hun – Hun adını Romalılar takmıştır - Komutanlarına ikbal dağıtan Ortodoks entrikalarıyla, Hunların – ki asılları Deşti Kıpçak’ın Kıpçak Türkleridir - hızı, giderek ordunun ve birliğin dağılmasıyla kesilmişti. Bugün de aynı şeyleri yaşamıyor muyuz acaba? Yoksa Türk’ü kim durdurabilir ki?

            Atatürk’le bir emperyalist Kurtuluş savaşı veren Türkiye, Atatürk’ü de örnek alan Çin’le bir tutulamazsa da, Çin’in bizi fersah fersah geçtiği de yadsınamaz. Biz de ise doğru başlamış lakin maalesef yarım bırakılmış Atatürk inkılap devrimi tamamlanmadan, özgün ve bağımsız bir kalkınma mümkün olamaz.

            Diktatör denilen ve iki milyon insanı telef eden Stalin bile rejime sağdık bir milliyetçi olduğu için ülkesini, senelik %20 üstünde istihsal ve milli hâsıla artışıyla bugünkü erişilmez konuma taşımıştı. Ve şayet Stalin olmasaydı, bugün Rusya da bir AB sömürgesi veya tarih olacaktı muhtemelen. Öyleyse böyle diktatöre can kurban.

            İlk Çağların genetik Türklerinin provokasyonlara karşı ne kadar hassas, alerjik ve iş bitirici olduklarını belgeleyen sayısız örnek vardır. Buna rağmen neden Çin olamadıkları ise ancak, Çinliler gibi dar bölgeye yerleşik lakin bir gün patlamaya hazırlanan bir bomba olmadıklarıyla izah edilebilir. Çünkü Türkler asla yerinde durmaz göçer, dar alanlara sığamaz ve sürekli yeni topraklar keşfeder onları sahiplenirlerdi.

            Yani ehil olmayan bir lider emrine asla giremeyen mental ve özgür ruh yapılarıyla elbette Çinli de olamazlardı. Beğendikleri bir mekânda kalınca da zaten çok büyük Devletler çıkmıştır hep ortaya. Sonuncusu da 650 yıllık Osmanlıydı. Bakmayın Osmanlı adına. Osmanlı da, iğneden ipliğe, çıradan çöpe Türkoğlu Türk bir Devletti aslında. Her ne kadar bazı ansızların işine gelmese de. Ne var ki tarih hep gerçekleri söyler.
             
            Ve bir gün ülkemde, neden Erdoğan mefkûresinin bitmek zorunda olduğunu açıklayacak bir insan bile bulunamayacakken, Erdoğan mefkûresiz ligini açıklayacak sayısız tarihi belge bulunacaktır her yerde.

            Doğumuzda kurularak ve Hopa’dan Karadeniz’e çıkması planlanan büyük Kürdistan(!) projesine, bırakın bizi; ama önce Rusya’nın alışılmışın da dışında bir itirazının olması gerekir. Çünkü bu yeni durum, Batı emperyalinin Ukrayna’yı bile aşan büyük bir manipülasyonunun göstergesidir. Rusların ona nasıl cevap verdiği ortadadır. Ve bu durum en fazla da Rusya’yı tehdit eder. Buna rağmen itirazı olmayacak bir Rusya’nın ise artık Devler sofrasında yeri de kalmamış olacaktır.

            Arada sırada bir takım cüceler Kralın soytarıları gibi her fırsatta ortaya çıkıp, boylarına bakmadan koca Dev Atatürk’ü, Menderes, Özal, Demirel vs. gibi çapsızlarla mukayese etmiyorlar mı? Hani teşbihte hata olmaz; ama altın evlilik yüzüklerini geri dönüşümsüz hurdalığa fırlatıyor sanki bunlar. Ne diyelim, artık çok geç olsa da, Allah bunlara da biraz akıl versin. Zira sonları çok karanlık gözüküyor.


            Feyzioğlu’nun vaktiyle Erdoğan’la yarım kalmış bir hesabı vardı. Bana göre Sarayın davetine bütün Barolar Birliği adına icabet ederek, bütün hukukçuları temsilen Saraylılara ve vatandaşlarına duymaları gereken mesajları vermesi çok yerinde olacaktır. Şimdi artık bu beyanların bir milli misyona tekabül edip edemeyeceğini bekleyip göreceğiz. Öyleyse top artık Feyzioğlu’ndadır.

            Birbirinden farklı ve uzak noktalarda neredeyse otomatik bir zamanlamayla çıkarılan orman yangınları, ortalıkta fazla da tetikçi gözükmediğine göre, sanki havadan dronlar ve yüksek teknoloji ürünleriyle yapılıyor intibaını veriyor. O halde soru şu olabilir: Kullanılması bile profesyonel bir eğitim gerektiren bu araçları, terörist çapullara kim veriyor veya daha doğrusu da, kim bizatihi onlar hesabına kullanıyor. Bu meyanda ise hani rüzgârın getirdiğini de hesaba katarsak; acaba Çekiç Güç ne işe yarıyor(!) dostlar…

                                                           Serendip Altındal














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder