Tanrı
bile Evren üzerindeki hakkını izhar etmiyorken; bazı ölümlü iki ayaklıların, ne
badireler geçirmiş şu Dünya ya sahip olma sapkınlıklarına ise ancak gülünür.
Binlerce yıllardır bu emeli hiç ardına koymayan Homosapien, sonunda her zaman
başını taşlara vurmak zorunda kalmış ve tarihin gayya kuyusunda yok olup
gitmiştir. Ne ki her zaman da bir yenisi çıkmıştır ortaya.
Ve yeni sapkınlarda aynı temayül ve
ihtirasları doğrultusunda bok yolunda helak olup gitmişlerdir. Lakin insanoğlu
denen Şeytan/tanrı yine de bu kayıplardan hiçbir şey öğrenemez. Hey tanrı, ne
salak şeydir aslında, şu insan denilen mahlûkun. İyiki bir de akıl vermişsin
ona. Ya bir de vermemiş olsaydın ne olacaktı kim bilir.
Akıl dediğimiz kafamızın içindeki tutanak
mübaşirine, sormadan, ona danışmadan alelacele yaptığımız işlerin hep elimizde
patladığı da tecrübeyle sabittir. Buna rağmen o mübaşire danışmadan rastgele
yaşayanlar, acaba nasıl yorumluyorlar kendi hayatlarını diye de hep sormuşumdur
kendime.
Öyle ya bakın, USA markalı Çekiç güç
tam tekmil Şanlıurfa da. Oysa bizim bu çekiç gücü, çok iyi analiz etmiş olmamız
gerekmiyor muydu? Hele de Irak, Libya ve Suriye felaketleri daha sıcakken. Eh
artık şimdi o bölgemizden başlayarak Batıya doğru, Türkiye Eyalet bayrakları da
yavaş yavaş dokunmaya başlayacaktır artık.
Öyleyse ‘sabrımızı test etmeyin’
diyen birilerinin avazları, Batı rüzgârına kapılıp Ağrı dağında buhar olup yok
oldu anlaşılan. Esasen iktidar yaftalı iktidarsız beyinlerden, daha fazlası da beklenemezdi.
Arkadan gelecekleri avucumun içi gibi öngörebiliyor olsam da, onları yazmaya
inanın, ne elim ne de gönlüm yetiyor.
Madenler meselesi, yabancı ve farklı
görüşler, anti milli yorumlar kervanına kaptırılmayacak kadar ciddi ve
bağlamında milli bir meselemizdir. Kaz Dağları veya Ördek Bahçeleri, ormanları
falan derken, dikkat edilmesi gereken ilk hususun; milli madenler istihsalinden
elde edilecek ana gelirin, önce kimin Devlet hazinesine akacak olduğunun, biran
bile gözardı edilmemesi olduğudur.
Kara gün rezervimiz olan Hazine
altınımızı bile, kuyruklarına tutunarak yol almaya çalıştığımız beslemeler,
İngiliz’e – ki kimdir bu İngiliz – teslim ettiler. Yani ciğerimizi bile kediye teslim etmediler
mi bunlar? Biz de oturmuş milli madenlerimizden bahsediyoruz hala. Amma da
abesle iştigal hani yaptığımız. Yalnız unutulmasın ki yaptıkları yapacaklarının
asla garantisi değildir Türk milletinin. Çünkü sağı, solu hiç belli olmaz
anlayacağınız.
Sözün özü; bizim milli kaynağımız
bizim milli hazinemize akıyorsa mesele yok.
Yoksa derdimiz daha da artmış demektir kısaca. Amerika’nın güçle
korkutma siyaseti artık ölüm uykusuna yatmıştır. Şimdi sırada kalbi tekleyen
Doları vardır artık. Yakında o da tedavülden kalkınca, Amerika için hala Dünya
liderliği, birinci temayülü olarak kalacaksa, bundan böyle bütün varlığını
ortaya koyup, total bir savaşa girmekten başka bir çıkar yolu kalmayacaktır. Bu
da esasen en son hatası olacaktır bu Dünyada.
Ya da yine aşağıdan alıp, birinci
Dünya Harbinde olduğu gibi hazırlanabilmek üzere zamana oynayacak ve yeni bir
Baharı bekleyecektir. Yalnız bu dönemde ise Liberalleriyle tek parça halinde
kalabileceğinin de hiçbir garantisi olmayacaktır artık. Yani nereden bakılsa
durumu pek iç açıcı değildir yakın gelecekte biraderin.
İşte ister istemez bir gün Dünya
insanını yeniden düzene sokacak olan tarihi devinim, yine icraatını yapacak ve
bu Dünya’nın toprakları, tüm hayat varlığı yine gelecek nesillere, dolayısıyla
da sadece tanrıya kalacaktır. Yani ‘vay gidene mi’ dersiniz, yoksa ‘bak şu
konuşana mı’ bu da size kalmıştır artık dostlar.
Yalnız bu arada insanoğlu da
kendisiyle kavgalı olmamalıdır. Çünkü bu Dünyadaki gerçek dostu aslında yine
kendisidir. Bir misal verelim; Şayet milli halterci Naim Süleymanoğlu kendi
rekorlarını peş peşe kırmaya kalkmasa, sadece başkalarının rekorlarını egale
etseydi, muhtemelen kalbini genç yaşta bu kadar zorlamayacak ve hala şampiyon
olarak bugün de yaşayacaktı şüphesiz. Ve şimdi kendisi gibi başarılı olabilecek
milli sporcularımızı da yetiştiriyor olacaktı. İşte bu da kendisiyle statik mücadele
halinde ve ihtiraslarına dur diyemeyen bütün muhterislere kapak olsun.
Bakanlıkların bir bir Ankara’dan
ayrılıyor olması, giderek eyaletlere dönüşümün de habercisidir aslında. Böylece
Cumhuriyet Devletimiz giderek adım adım elimine edilerek parçalanıyor. Biz ise
afakla dans ediyor, önümüze atılan gündem çerezleriyle birbirimize kadeh
kaldırıyor, avunuyoruz. Bu arada bozuk düzenden bir o kadar sorumlu olan
muhalefet ise, içi boş rüyalarla güzellik uykusuna devamda ısrar ediyor, etsin
bakalım, nereye kadar!
Akıl taşıyan herkes kendisinin
peygamberidir aslında. Lakin ne hikmetse bunu bilmez veya böyle düşünmez ve hep
başkalarından bir lider arar kendisine. Belki de milletine ‘hepiniz bir
Atatürk’sünüz’ diyen Atatürk, bu hususu en güzel ifade edendir…
Erken seçim olsun mu, olmasın mı
paradoksu üstünde dikkatle durulması gereken bir meseledir. CHP tarafına göre erken
seçim, giderek kendi batağında boğulmakta olan AKP’ye can simidi atmak olur. Hâlbuki
AKP kendi ipini çekmektedir nasılsa. Eko-politik bir kaos kavşağında ve
dizlerinin üstündeki Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmak içinse ancak, yeni bir
Sivas Kongresi bileşkesinde kurulmuş acil bir milli Hükümete ihtiyaç vardır.
İş bu safhaya gelince de, gerçekte
CHP içinde de ilk önce, kuruluş ilkelerine dönüşüm kaçınılamaz olacaktır. İşte
bu tarihi revizyon da ülkemizin gelecek müktesebatı bağlamında, çok ihtiyacımız
olan ve dört elle sarılmak, onu korumak zorunda olduğumuz tarihi bir misyonun
miladı olacaktır…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder