Bana göre Atatürk inkılabının mihenk
noktası, Devletçi bir milli kapitalizmdir. Çünkü bizim gibi Avrupa sanayi ve
fikri kalınma devrimini kaçırmış, 150 yıllık bir uykudan sonra ancak ikinci Meşrutiyetle,
modern Dünyaya gözlerini açabilmiş bir Devletin, başka da milli bir kalkınma
modeline yönelme lüksü de yoktu. Dolayısıyla Atatürk de bu en doğru modeli
uygulamıştı ülkesinin şartlarında.
Öyle ki; bundan sonra da önce,
Devlet korumacılığını yarı yolda bırakarak milli kaynak ve sanayimizi emperyalist
Devletlerin tensiplerine terk eden angaje siyasilerden, sahte sanayicilerden
biran önce kurtularak, Atatürk inkılabını tamamına erdirmek üzere, milli
kalkınmamızın kaldığı yerden yoluna devam ettirilmesi acilen sağlanmalıdır.
Ancak ondan sonra ve eğitilen milli
sanayicilerle birlikte ve tam bağımsız bir stratejiyle, liberal kapitalist
düzenden söz etmek mümkün olabilir. İşte bu doğrultuda Atatürk inkılabını
terkedildiği noktadan tekrar ayağa kaldıracak sihirli ele sahip ve milli bir
Hükümete hiç olmadığı kadar acilen, ihtiyaç vardır. Ve bu sayede, yeniden Dünya
Devleri arasında yer alabilmemiz mümkün olabilecektir ancak.
Yalnız bu işler için aynı bağlamda;
yapay İslam paradigmasını, yani menşei belirsiz lakin Vatikan vaftizli terörist
İslam himayesini terk etmiş, çevre ilişkilerinde en doğruyu bulmuş, yurtta sulh
cihanda sulh zırhına bürünmüş bir Devleti elbette şiar aldığımızı, bilmem
tekrar söylemeye gerek var mıydı?
Buna rağmen hiç unutulmaması
gerekense, bu yeni Hükümetin, Cumhuriyetimizin bin bir meşakkat, bühtan ve
dökülen kanlarımızla yerine koyduğu tüm milli kazanımlarımızı, AKP Hükümetinin
iktidar yılları içinde babalar gibi yok ettiğini de düşünürsek; bu büyük hasarı
da sil baştan yerine koymak zorunda da kalacak olduğudur.
Yani Devletin yeni sanayi
fabrikalarını iğneden ipliğe kadar kurup, eskileri revize edip yeni olanlarıysa
tam millileştirerek yeni veya eski sahiplerine nominal değerlerle ve faizsiz
uygun geri ödemelerle teslim edip, usulen ve hakça vergi ödemeleriyle de, kendi
hazine tahsilatını geri alması gerektiği, bilhassa vurgulanmalıdır.
Bu bağlamda da serbest liberal kapitalist; ama
yabancı sermayeye haraç ödemeyen bir milli ekonomik sistemin, tıpkı Atatürk
döneminde olduğu gibi önünün açılması gerekmektedir.
Yani amaç, Atatürk’ün de formüle
ettiği gibi Devlet desteğiyle bütün zirai, ticari ve sanayi kalkınma için
gerekli tüm alt yapısal desteği sağlayarak, bütün faaliyetlerin, araç ve
gereçlerin, tam bir düzen ve nizam altında o ilk inkılap ruhuyla, adil ve hakça
milli ve özel teşebbüse devrinin sağlanması olmalıdır.
Sonra da her şeyin ki sistem
kusursuz, tam ve istence uygun olarak, salt milli işleyinceye kadar da Devlet
kontrolünün eksiksiz uygulanması elzemdir. Şayet işçi eğitimine ve milli
üretime katkı sağlayacak yabancı sermayenin de sisteme girmesi isteniyorsa; yabancı
sermayenin yerli ve sözde ortak birlikteliğine, asla ve zinhar izin
verilmemelidir. Dolayısıyla milli müteşebbis yabancı sermayeye ancak rakip
olmalıdır, sözde ortak değil. Ve hiç yadsınmamalıdır ki ancak bu düzen, atalet
uykusuna dalmış inkılap ateşini, yeniden alev haline getirecektir.
Bu görüş ilk Cumhuriyet döneminde de
savunulan lakin değeri pek kavranamayan, inkılapçı kadro hareketlerinin de
özeğidir aslında. Atatürk, İnönü gibi mümtaz Devlet adamlarımızdan sonra ne
yazık ki ekseriyeti vasıfsız, liyakatsiz,
idraksiz, demagog ve sadece kendi menfaat ve ikballerine yönelik
siyasilerin keyfi ve başıbozuk idarecilikleri sayesinde, ne yazık ki bu
günlerimiz yaşanır olmuştur. Lakin elbette bu da ülkemizin kaderi olmayacaktır.
Ve bugünlerde tarih olacaktır kuşkusuz.
Nato dâhil bundan sonra da yabancı
ordularla yapacağınız ittifaklarda şayet ordu Komutanlığınız Korgeneral
seviyesinde kalırsa, ordunuzun diğer ittifak Ordularının Orgenerallerinden hep
emir alan durumunda kalacağını da biliyor musunuz bre Şahinler. Bu da çook
düşünerek tek başınıza aldığınız bir karar mı? Yoksa başkalarına mı ait bu
dâhiyane fikir. Sizin Reisiniz var, alışıksınız emir altına. Lakin Liderini de kendisi
seçen Türk Milleti, acaba öyle mi?
Muhalefetin ısrarlı konu mankenliği
ve Erdoğan’ın Başbuğluğunun yakında ülkemin ipini çekecek sinsi birliktelikte
olduğunu, ne zaman anlayacaksınız acaba? Ülkemiz yabancı komuta kademesi
altında eyaletler bileşkesi olarak, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kimliğini
kaybettiği ve YAPAY DEVLET konumuna indirgendiğinde mi?
Devletimize o zaman Yeni Amerika da
denmeyeceğine göre, ne deneceğini de bir düşünüverin bir zahmet. En iyisi siz
vasıfsız demagoglar, bugüne kadar en iyi yaptığınız işi, kalan sayılı
günlerinizde de yapmaya devam edin de, hiç olmazsa ballı maaşlarınızı, masallarınızla,
en azından meddahlar gibi biraz hak etmiş olun.
Kapitalist, liberalist, emperyalist
üç ayrı adam gibi görünse de aslında tek bir emperyalist yumruğun
bileşkesidirler. Karşılarındaki Sosyalisti şaşırtmak için üç ayrı sanal hedef
algısı yaratırken yine de, ağır ve emin adımlarla hedefe yaklaşan bilge Sosyaliste,
sonunda savaşı kaybedeceklerinin de bilincindedirler neresinden bakılsa.
Feyzioğlu’na gelirsek: Bana göre kendisine
Sarayda, düşündüğüm ve beklediğim konuşmayı, Cumhuriyetin bir Baro Başkanına
yakışır üslupta yaparak, 30 Ağustos gününün bütün vakarı ve dik duruşuyla bir
Atatürk ve Cumhuriyet çocuğu olduğunu da ortaya koyarak, bütün hukukçuları ve
vatandaşlarını temsil etmek düşerdi. Ve bunu da yapmıştır.
Esasen Saraylı hazırun ve orada ne
aradıklarını bilmediğimiz Arap misafirlerin de belki duymayı pek beklemediği,
ama asla da yadsıyamadığı, hukukun tarafsızlığı vurgusu da tam yerine nokta
atışı oldu. Sayın Feyzioğlu, Sarayda kendisiyle birlikte kurumunu da başarıyla
temsil etiği için kendisini kutlamak yakışır bize de. Ne var ki milletin Vekili
geçinen birileri, Feyzioğlu’ndan Sarayda neredeyse silah çekmesini bekliyorlardı
herhalde. Öyleyse bu nasıl bir etik siyaset ve nasıl bir anarşist mebus
anlayışıdır.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder