3 Eylül 2019 Salı

YAPAY DEVLET..



            Bana göre Atatürk inkılabının mihenk noktası, Devletçi bir milli kapitalizmdir. Çünkü bizim gibi Avrupa sanayi ve fikri kalınma devrimini kaçırmış, 150 yıllık bir uykudan sonra ancak ikinci Meşrutiyetle, modern Dünyaya gözlerini açabilmiş bir Devletin, başka da milli bir kalkınma modeline yönelme lüksü de yoktu. Dolayısıyla Atatürk de bu en doğru modeli uygulamıştı ülkesinin şartlarında.
           
            Öyle ki; bundan sonra da önce, Devlet korumacılığını yarı yolda bırakarak milli kaynak ve sanayimizi emperyalist Devletlerin tensiplerine terk eden angaje siyasilerden, sahte sanayicilerden biran önce kurtularak, Atatürk inkılabını tamamına erdirmek üzere, milli kalkınmamızın kaldığı yerden yoluna devam ettirilmesi acilen sağlanmalıdır.

            Ancak ondan sonra ve eğitilen milli sanayicilerle birlikte ve tam bağımsız bir stratejiyle, liberal kapitalist düzenden söz etmek mümkün olabilir. İşte bu doğrultuda Atatürk inkılabını terkedildiği noktadan tekrar ayağa kaldıracak sihirli ele sahip ve milli bir Hükümete hiç olmadığı kadar acilen, ihtiyaç vardır. Ve bu sayede, yeniden Dünya Devleri arasında yer alabilmemiz mümkün olabilecektir ancak.

            Yalnız bu işler için aynı bağlamda; yapay İslam paradigmasını, yani menşei belirsiz lakin Vatikan vaftizli terörist İslam himayesini terk etmiş, çevre ilişkilerinde en doğruyu bulmuş, yurtta sulh cihanda sulh zırhına bürünmüş bir Devleti elbette şiar aldığımızı, bilmem tekrar söylemeye gerek var mıydı?

            Buna rağmen hiç unutulmaması gerekense, bu yeni Hükümetin, Cumhuriyetimizin bin bir meşakkat, bühtan ve dökülen kanlarımızla yerine koyduğu tüm milli kazanımlarımızı, AKP Hükümetinin iktidar yılları içinde babalar gibi yok ettiğini de düşünürsek; bu büyük hasarı da sil baştan yerine koymak zorunda da kalacak olduğudur.
             
            Yani Devletin yeni sanayi fabrikalarını iğneden ipliğe kadar kurup, eskileri revize edip yeni olanlarıysa tam millileştirerek yeni veya eski sahiplerine nominal değerlerle ve faizsiz uygun geri ödemelerle teslim edip, usulen ve hakça vergi ödemeleriyle de, kendi hazine tahsilatını geri alması gerektiği, bilhassa vurgulanmalıdır.


             Bu bağlamda da serbest liberal kapitalist; ama yabancı sermayeye haraç ödemeyen bir milli ekonomik sistemin, tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi önünün açılması gerekmektedir.

            Yani amaç, Atatürk’ün de formüle ettiği gibi Devlet desteğiyle bütün zirai, ticari ve sanayi kalkınma için gerekli tüm alt yapısal desteği sağlayarak, bütün faaliyetlerin, araç ve gereçlerin, tam bir düzen ve nizam altında o ilk inkılap ruhuyla, adil ve hakça milli ve özel teşebbüse devrinin sağlanması olmalıdır.

            Sonra da her şeyin ki sistem kusursuz, tam ve istence uygun olarak, salt milli işleyinceye kadar da Devlet kontrolünün eksiksiz uygulanması elzemdir. Şayet işçi eğitimine ve milli üretime katkı sağlayacak yabancı sermayenin de sisteme girmesi isteniyorsa; yabancı sermayenin yerli ve sözde ortak birlikteliğine, asla ve zinhar izin verilmemelidir. Dolayısıyla milli müteşebbis yabancı sermayeye ancak rakip olmalıdır, sözde ortak değil. Ve hiç yadsınmamalıdır ki ancak bu düzen, atalet uykusuna dalmış inkılap ateşini, yeniden alev haline getirecektir.

            Bu görüş ilk Cumhuriyet döneminde de savunulan lakin değeri pek kavranamayan, inkılapçı kadro hareketlerinin de özeğidir aslında. Atatürk, İnönü gibi mümtaz Devlet adamlarımızdan sonra ne yazık ki ekseriyeti vasıfsız, liyakatsiz,  idraksiz, demagog ve sadece kendi menfaat ve ikballerine yönelik siyasilerin keyfi ve başıbozuk idarecilikleri sayesinde, ne yazık ki bu günlerimiz yaşanır olmuştur. Lakin elbette bu da ülkemizin kaderi olmayacaktır. Ve bugünlerde tarih olacaktır kuşkusuz.

            Nato dâhil bundan sonra da yabancı ordularla yapacağınız ittifaklarda şayet ordu Komutanlığınız Korgeneral seviyesinde kalırsa, ordunuzun diğer ittifak Ordularının Orgenerallerinden hep emir alan durumunda kalacağını da biliyor musunuz bre Şahinler. Bu da çook düşünerek tek başınıza aldığınız bir karar mı? Yoksa başkalarına mı ait bu dâhiyane fikir. Sizin Reisiniz var, alışıksınız emir altına. Lakin Liderini de kendisi seçen Türk Milleti, acaba öyle mi?

            Muhalefetin ısrarlı konu mankenliği ve Erdoğan’ın Başbuğluğunun yakında ülkemin ipini çekecek sinsi birliktelikte olduğunu, ne zaman anlayacaksınız acaba? Ülkemiz yabancı komuta kademesi altında eyaletler bileşkesi olarak, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kimliğini kaybettiği ve YAPAY DEVLET konumuna indirgendiğinde mi?

            Devletimize o zaman Yeni Amerika da denmeyeceğine göre, ne deneceğini de bir düşünüverin bir zahmet. En iyisi siz vasıfsız demagoglar, bugüne kadar en iyi yaptığınız işi, kalan sayılı günlerinizde de yapmaya devam edin de, hiç olmazsa ballı maaşlarınızı, masallarınızla, en azından meddahlar gibi biraz hak etmiş olun.

            Kapitalist, liberalist, emperyalist üç ayrı adam gibi görünse de aslında tek bir emperyalist yumruğun bileşkesidirler. Karşılarındaki Sosyalisti şaşırtmak için üç ayrı sanal hedef algısı yaratırken yine de, ağır ve emin adımlarla hedefe yaklaşan bilge Sosyaliste, sonunda savaşı kaybedeceklerinin de bilincindedirler neresinden bakılsa.

            Feyzioğlu’na gelirsek: Bana göre kendisine Sarayda, düşündüğüm ve beklediğim konuşmayı, Cumhuriyetin bir Baro Başkanına yakışır üslupta yaparak, 30 Ağustos gününün bütün vakarı ve dik duruşuyla bir Atatürk ve Cumhuriyet çocuğu olduğunu da ortaya koyarak, bütün hukukçuları ve vatandaşlarını temsil etmek düşerdi. Ve bunu da yapmıştır.

            Esasen Saraylı hazırun ve orada ne aradıklarını bilmediğimiz Arap misafirlerin de belki duymayı pek beklemediği, ama asla da yadsıyamadığı, hukukun tarafsızlığı vurgusu da tam yerine nokta atışı oldu. Sayın Feyzioğlu, Sarayda kendisiyle birlikte kurumunu da başarıyla temsil etiği için kendisini kutlamak yakışır bize de. Ne var ki milletin Vekili geçinen birileri, Feyzioğlu’ndan Sarayda neredeyse silah çekmesini bekliyorlardı herhalde. Öyleyse bu nasıl bir etik siyaset ve nasıl bir anarşist mebus anlayışıdır.

                                                           Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder