Dün
olduğu gibi bugünde bizden bile acil olarak, bütün komşularımızın, yine Atatürk
gibi bir lidere ihtiyacı, hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Çünkü Atatürk
sadece bizim değil başta kadim komşularımız olmak üzere bütün mazlumların da
lideriydi. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözü; hele de Atatürk gibi bir ilkeler ve
ülküler adamının ağzından çıkıyorsa, bu gerçeği bize ne kadar da anlamlı ve ikna
edici anlatıyor değil mi?
İnanın şayet Atatürk bugün yaşıyor
olsaydı; başta Türk Dünyası olmak üzere Asya ve Avrupa’da önce güvene, sonra da
huzura kavuşurdu. Çünkü korkusuz bir özgüvenin olduğu yerde, huzursuzluk asla
barınamaz. USA ya ise böyle bir Dünya da usluca ve edebiyle yer almaktan başka
da bir çıkar yol kalmazdı. Aslında USA’da özgürlük yoluna çıktığında,
samimiydi. Lakin bugünkü imajı, artık bu dünyaya yakışmıyor.
Hele Wilson’un ‘Cemiyeti Akvam’
projesiyle, ümit de vaat ediyordu aslında. Ne var ki birinci Dünya harbinin
harp zengini, ikincisinin de galibi bir güç Devleti olunca, bu gücü kendi menfaatleri
bileşkesinde kullanan çıkarcı ve doymak bilmez Siyonist, liberal emperyalist parababalarının
ihtirasları; bugün kendi geleceğini de, dünyanın geri kalanıyla birlikte; ama
belki de medeniyeti bitirecek yeni bir Dünya harbinin eşiğine getirdi.
Hepimizin ve kendi azınlığı
tarafından soyulan mütevazı Amerikan vatandaşlarının da tek mekânı olan güzel mavi
gezegenimizi, tanrı korusun demek kalıyor bize de. Ve bu yozlaşmış Amerikan
varlığına tahammül ise, gerçekten hepimizi aşan bir lüks haline gelmiştir ve
bunun fazlası da abesle iştigaldir bundan böyle artık.
Bugünkü endişe verici durumumuza
gelince: 27 Mayıs İhtilali, aslında kaçırılmaması gereken bir fırsattı, yarıda
kalan Atatürk inkılabının bitirilmesi bağlamında, şayet ihtilalin başında
Atatürk hamurunda bir lider olabilseydi. Demek ki her doğruya birden sahip
olmak mümkün değil, hep bir veya birden fazla eksik kalıyor ne hikmetse.
Lakin o dönem hukukçularının askeri
darbeyi haklı bir ihtilal meşruiyetine taşıyan raporu; bugünde aksi kabul
edilemeyen ve dünyada emsali de olmayan evrensel bir hukuk belgesidir. Ve her
türlü eleştiriye karşı panzehir de olan bu belge, aslında bugün de fazlaca
ihtiyaç hissettiğimiz, 1961 anayasasını da inşa eden gerekçe olmuştur.
O halde gelelim şimdi 2020’ye: O
günlerin 60 devriği DP Hükümetiyle aynı metodolojik oligarşik-demokrasi
bileşkesinde ki AKP Hükümetinin de; umuma açık yüzme havuzu talimatlarından
farkı olmayan doldur boşalt KHK’larıyla hele de Türkiye Cumhuriyeti gibi bir
büyük Devleti yönetebilmelerine imkân yoktur.
Ve elbette kendileri de bu durumun
farkında olmalıdırlar. Öyleyse devamda ısrarın da kendilerine, sadece zarardan
başka da bir getirisi olmayacaktır. O halde 1960 da olduğu gibi adamlığına
güvenen bilhassa da anayasa hukukçularının ciddi olarak çıkıp ‘durun bakalım
artık’ diyebilmeleri gerekmektedir. İşler daha fazla da şirazesinden çıkmadan
ve çok daha radikal önlemlere gerek kalmadan. Bu nedenle de 1960 dönemi, özellikle
ibret alınması gereken bir olgu değil de nedir.
Yeni ya da revize edilmiş bir 1961
anayasasına ve bu doğrulta karar alabilecek tam bağımsız bir milli Hükümete,
her zamankinden fazla ihtiyacımız olduğu günlerde böylesi bir müdahaleyle, yere
düşen Devlet büstünün tekrar kaldırılıp saygın mihrabına geri konulması
gerekmektedir. İnanın ki bu güncellenmeye, artık vurgun yeme günleri yaklaşan
mevcut Hükümetin ihtiyacı çok daha fazladır.
Anayasada ki değişmez veya
değiştirilemez maddeler esası aslında bir kendini aldatmacadır. Öyle ya,
adamlar yandaşları yundaşlarıyla geldiler, azınlıkken ekseriyet oldular ve referandum
da kadük olunca, değişmez maddeler de değişiverdiler. Şimdi kısmen de olduğu
gibi. Ne olacak o zaman. Yani oligarşik Hükümeti devirmeden, hangi bağımsız hukukçunuzla
yasal revizyon yapabilirsiniz ki artık.
İşte bu nedenle de anayasa
yapılmadan önce kuvvetler ayrımının değiştirilemezliği eskiden olduğu gibi
yeniden güven altına alınmalı ve orduya da gerektiğinde, 1960 da olduğu gibi
kaotik durumlarda Hükümete müdahil olma hakkı tanınmalıdır. Yeni anayasa da bilhassa da bu maddeler
vurgulanmalıdır. Özetle de Ordu-milletin millet tarafı, ordu tarafının daha
fazla itibar kaybına da asla müsaade etmemelidir. Yani hukukçu da millettir,
dolayısıyla da anayasa bundan böyle artık cevherine puntalanmalıdır.
Bu arada iktidar ortağı Bahçeli, ‘Erdoğan
çekilirse iç harp çıkar’ diyor. Eğer bir iktidar ortağı böyle bir ifade
kullanıyorsa, anayasal bir suç işliyor olmalıdır kanımca. Bahçeli Türk
milletinin kardeşine silah doğrultmayacağını bilmiyorsa, nasıl milliyetçidir? Hükümete
artık yol göründüğünde; kapının önünde aport tutulan terörist köpeklere mi
kapıyı açmayı düşünüyor yoksa? Pekiyi ondan sonra kendilerini nasıl aklayabileceklerinin
de hesabını yapıyor mu acaba???
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder