19 Eylül 2019 Perşembe

KADER ORTAĞI..


            Dün olduğu gibi bugünde bizden bile acil olarak, bütün komşularımızın, yine Atatürk gibi bir lidere ihtiyacı, hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Çünkü Atatürk sadece bizim değil başta kadim komşularımız olmak üzere bütün mazlumların da lideriydi. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözü; hele de Atatürk gibi bir ilkeler ve ülküler adamının ağzından çıkıyorsa, bu gerçeği bize ne kadar da anlamlı ve ikna edici anlatıyor değil mi?

            İnanın şayet Atatürk bugün yaşıyor olsaydı; başta Türk Dünyası olmak üzere Asya ve Avrupa’da önce güvene, sonra da huzura kavuşurdu. Çünkü korkusuz bir özgüvenin olduğu yerde, huzursuzluk asla barınamaz. USA ya ise böyle bir Dünya da usluca ve edebiyle yer almaktan başka da bir çıkar yol kalmazdı. Aslında USA’da özgürlük yoluna çıktığında, samimiydi. Lakin bugünkü imajı, artık bu dünyaya yakışmıyor.

            Hele Wilson’un ‘Cemiyeti Akvam’ projesiyle, ümit de vaat ediyordu aslında. Ne var ki birinci Dünya harbinin harp zengini, ikincisinin de galibi bir güç Devleti olunca, bu gücü kendi menfaatleri bileşkesinde kullanan çıkarcı ve doymak bilmez Siyonist, liberal emperyalist parababalarının ihtirasları; bugün kendi geleceğini de, dünyanın geri kalanıyla birlikte; ama belki de medeniyeti bitirecek yeni bir Dünya harbinin eşiğine getirdi.

            Hepimizin ve kendi azınlığı tarafından soyulan mütevazı Amerikan vatandaşlarının da tek mekânı olan güzel mavi gezegenimizi, tanrı korusun demek kalıyor bize de. Ve bu yozlaşmış Amerikan varlığına tahammül ise, gerçekten hepimizi aşan bir lüks haline gelmiştir ve bunun fazlası da abesle iştigaldir bundan böyle artık.

            Bugünkü endişe verici durumumuza gelince: 27 Mayıs İhtilali, aslında kaçırılmaması gereken bir fırsattı, yarıda kalan Atatürk inkılabının bitirilmesi bağlamında, şayet ihtilalin başında Atatürk hamurunda bir lider olabilseydi. Demek ki her doğruya birden sahip olmak mümkün değil, hep bir veya birden fazla eksik kalıyor ne hikmetse.   

            Lakin o dönem hukukçularının askeri darbeyi haklı bir ihtilal meşruiyetine taşıyan raporu; bugünde aksi kabul edilemeyen ve dünyada emsali de olmayan evrensel bir hukuk belgesidir. Ve her türlü eleştiriye karşı panzehir de olan bu belge, aslında bugün de fazlaca ihtiyaç hissettiğimiz, 1961 anayasasını da inşa eden gerekçe olmuştur.

            O halde gelelim şimdi 2020’ye: O günlerin 60 devriği DP Hükümetiyle aynı metodolojik oligarşik-demokrasi bileşkesinde ki AKP Hükümetinin de; umuma açık yüzme havuzu talimatlarından farkı olmayan doldur boşalt KHK’larıyla hele de Türkiye Cumhuriyeti gibi bir büyük Devleti yönetebilmelerine imkân yoktur.

            Ve elbette kendileri de bu durumun farkında olmalıdırlar. Öyleyse devamda ısrarın da kendilerine, sadece zarardan başka da bir getirisi olmayacaktır. O halde 1960 da olduğu gibi adamlığına güvenen bilhassa da anayasa hukukçularının ciddi olarak çıkıp ‘durun bakalım artık’ diyebilmeleri gerekmektedir. İşler daha fazla da şirazesinden çıkmadan ve çok daha radikal önlemlere gerek kalmadan. Bu nedenle de 1960 dönemi, özellikle ibret alınması gereken bir olgu değil de nedir.

            Yeni ya da revize edilmiş bir 1961 anayasasına ve bu doğrulta karar alabilecek tam bağımsız bir milli Hükümete, her zamankinden fazla ihtiyacımız olduğu günlerde böylesi bir müdahaleyle, yere düşen Devlet büstünün tekrar kaldırılıp saygın mihrabına geri konulması gerekmektedir. İnanın ki bu güncellenmeye, artık vurgun yeme günleri yaklaşan mevcut Hükümetin ihtiyacı çok daha fazladır.

            Anayasada ki değişmez veya değiştirilemez maddeler esası aslında bir kendini aldatmacadır. Öyle ya, adamlar yandaşları yundaşlarıyla geldiler, azınlıkken ekseriyet oldular ve referandum da kadük olunca, değişmez maddeler de değişiverdiler. Şimdi kısmen de olduğu gibi. Ne olacak o zaman. Yani oligarşik Hükümeti devirmeden, hangi bağımsız hukukçunuzla yasal revizyon yapabilirsiniz ki artık.

            İşte bu nedenle de anayasa yapılmadan önce kuvvetler ayrımının değiştirilemezliği eskiden olduğu gibi yeniden güven altına alınmalı ve orduya da gerektiğinde, 1960 da olduğu gibi kaotik durumlarda Hükümete müdahil olma hakkı tanınmalıdır.  Yeni anayasa da bilhassa da bu maddeler vurgulanmalıdır. Özetle de Ordu-milletin millet tarafı, ordu tarafının daha fazla itibar kaybına da asla müsaade etmemelidir. Yani hukukçu da millettir, dolayısıyla da anayasa bundan böyle artık cevherine puntalanmalıdır.


            Bu arada iktidar ortağı Bahçeli, ‘Erdoğan çekilirse iç harp çıkar’ diyor. Eğer bir iktidar ortağı böyle bir ifade kullanıyorsa, anayasal bir suç işliyor olmalıdır kanımca. Bahçeli Türk milletinin kardeşine silah doğrultmayacağını bilmiyorsa, nasıl milliyetçidir? Hükümete artık yol göründüğünde; kapının önünde aport tutulan terörist köpeklere mi kapıyı açmayı düşünüyor yoksa? Pekiyi ondan sonra kendilerini nasıl aklayabileceklerinin de hesabını yapıyor mu acaba???

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder