Düşünüyorum da, en yakın komşumuz iyi ki Rusya’dır. Çünkü bir
de dost geçinen Kuzey Amerikalı emperyalist
herifçioğlunun, ta Okyanus ötelerinden bize kadar sarkıp sinsice, arkamızdan
kuyumuzu kazdığına bakınca; Allahın yine de sevgili kullarıymışız dememiz
gerekir. Ya bir de Rusya’nın yerinde oturuyor olsaydı.
ABD diye çağırılan
Kuzey Amerikalı ve palikaryası BM, emperyalist Burjuvalı yaşam fiyaskolarını, tek çıkar yolları
olan entrikalı gelecekleri üstüne kurmuş
devletler topluluğudur aslında.
Yani onlardan, ne köy olur ne kasaba.
Kendilerinden başka kimseye de fayda
gelmez. Hiç boşuna illüzyon üretmesin
kimse. Bu bileşkenin dıştaladığı tüm devletlere kalan tek çıkar
yol ise KEMALİZM’dir.
§ Birleşik Devletlerin ideali, bizim de idealimizdir.
Büyük Millet Meclisinin 1920 Ocağında ilân ettiği Millî Misakımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O, sadece, Türk
ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister. Bağımsızlık, hepsi bu. O, halkımızın misakı, anayasasıdır ve ne pahasına olursa olsun, bu misakı korumaya kararlıyız. (Atatürk’ün
Amerikalı gazeteciyle görüşmesinden bir alıntı - Prof. Dr. Ergun Özbudun)
Yukarıdaki, 1923 Temmuzunda yapılan
konuşmanın ardından, hemen eliyle kurduğu milli ekonomimizi, dünyanın Amerika’yı bile sollayan bir numaralı ekonomisi haline getiren Atatürk, öldükten kısa bir süre sonra içimize
haince sokulan çakma Marshall yardımı(!) kapanlarıyla, ne yazık ki “Çanlar
Kimin İçin Çalıyor” fırtınası esmeye başladı yine ülkemizde ve o rüzgârla birlikte savrularak bugünlere kadar geldik.
Atatürk’ün Amerikalı
gazeteci I. F. Marcosson ile yaptığı o söyleşiden
bugüne 92 yıl geçmiş. Bugünkü Amerika’nın o günkü ile uzak ara ilişkisi yoktur
artık. Şayet Atatürk yaşıyor olsaydı, bu Amerika (ABD) hakkında acaba neler
söylerdi bağlamında bir beyin fırtınası yapmaya kalksak, yine de bizim – ki
onun yanında bakar kör kalacağımızdan – söyleyemeyeceğimiz son derece
enteresan, gerçekçi ve hepsi işe yarar somut yorumları olacağını, onu iyi
tanıması gereken öz-Kemalistlerin çok iyi tahmin edebileceğini de söylemek
yanlış olmaz.
BM içinde direk olarak
yer almayan ve bu ben merkezli sahtekârlar arasında yer almak da istemeyen
Rusya ise, tek başına Dünyayı yeni bir cihan harbine sokabilecek ayrı bir güçtür. Böyle
olduğu halde makûs; ama Komünizm hedefli yakın Bolşevik geçmişine rağmen ve henüz nekahet döneminde yeniden nefes almaya çalışıyorken; diğer yanda, başka işi yokmuş gibi, yine kanını emmeye çalışan
emperyalist ahtapotun, orasına burasına uzanan kollarıyla boğuşmaktadır.
Şimdi bize düşen tek
görev ise; zor günlerimizde kendisi yokluk içindeyken bile Atatürk'ümüze ve
İstiklal ordumuza tam desteğiyle kaderimizin
değişmesine neden olan Rusya’ya, ortak düşmanımız emperyalistin
safında kalmak yerine, onun karşısında ve Rusya’nın yanında yer alarak,
aynı bağlamda tam destek sağlamak ve kendisiyle helalleşmektir.
Tabii böyle bir
olasılığa da, önce canımızı yakan ve baş derdimiz olan şark çıbanlarından kurtulup,
milli ve bağımsız bir hükümet kurmadan ihtimal yoktur. Sanki dertlerimiz yokmuş
gibi bir de toprağımızda deve dikeni gibi biten Tezkere genelgesi için bir
araya gelen ve koca Türkiye Cumhuriyetimizi temsil eden adamların kimliğine
bakıyorum da, sanki kâbus gibi; güleyim mi ağlayayım mı, inanın karar
veremiyorum.
Unutmayalım ki,
Rusya’nın misakımız olan müşterek coğrafyamızda havlu atması demek, bu kafadaki,
lidersiz ve aynı misakın parçası olan Türkiye’nin
umutlarının da havlu atması demek olur. Ayrıca bizim sağlam
komşumuz Rusya’yı desteklememiz, bütün Türk i devletlerinde arkamızdan gelmesi
ve devasa bir yenidünya gücünün oluşması da demek olacaktır. Ki bu güç bu
dünyaya bile fazla gelecektir. Ayrıca Rusya’ya tam destek sağlamamız bizim
yanımızda Rusya için de büyük bir stratejik kazanımdır.
Aynı bağlamda da milli
birliğimize uzanan tüm kirli eller omuz başlarından kesilmiş olacaktır. Ve son bir tespite daha yer vermek gerekirse; şayet ülkenin başında,
Erdoğan'ın beğenmediği ve Esed dediği Esad gibi bir lider olsaydı en az iki
defa bu temennilerimiz gerçek olurdu. Varmısınız bahse...
Bütün sosyoekonomik
yaşam alanının orta saha oyuncusu, ne yazıktır ki özeği entrika olan
politikacıdır. Hele de entrikalı özeğini yaşam kültü haline getirmişse, profesyonel de olmuştur bizatihen.
Çünkü dönüş trenini isteyerek kaçırmış ve
bulunduğu yerde besleniyordur artık o. İşte bu
profesyonellerden de asla bir devrim lideri çıkamaz ve devrim ateşi de aleve dönüşemez. Mesela bir rüzgârgülü
Erdoğan'dan nasıl milli bir devrim lideri çıkamazsa, bu profesyonellerden de ondan daha fazla işe yarayanı çıkamaz.
Devrim tabandan ve
halkın içinden yavaş yavaş oluşur. Tıpkı küllerin altında alevlenmek üzere ilk esintiyi bekleyen kor gibi. Bu esintiyi verecek olan da herkesin, Mustafa Kemal
örneğinde olduğu gibi, hemen bağrına basıp
sahiplenebileceği, evrensel niteliklerde bir insanoğludur. Böyle bir liderin
vasıflarına da, bağrımızda yetişen ve çirkin politikacı olmayan en iyi örnek,
tartışmasız yüce Atatürk kimliğidir. Yeni lider büyük bir olasılıkla Türk
doğasına en uygun haliyle, yine asker kökenli olmalı ve etrafında sağlam
vücutlardan bir duvar örülerek, Atatürk’ten bile
çok daha güvenli korunmalıdır.
Gelelim görevi
Başbakanlık olan; ama ne iş yaptığını henüz çözemediğimiz Davutun oğluna. Türkiye’mizi 3,5 milyar zarara uğrattığını
zırvaladığı Suriye gibi yüzlerce yılın ortak geçmişi ve çoğunluğu Türkmen olan
nüfusuyla; aynı zamanda ailevi göbek bağımızın da olduğu, bize komşudan yakın
bir dost ülkeyi, hangi nedenlerle zorunlu(!) düşman saydığını ve aslında sadece kendi
hükümetinin çarpık, sapkın ilişkileri yüzünden bu noktaya gelindiğini de adam
olup itiraf etseydi ya!!!
Ayrıca kendisine hemen
bir tavsiye de bulunalım. Suriyeli yaftasıyla oluşan
Kürt koridoruyla ilgilensin acilen. Çünkü sözde IŞİD ı bombalayan ABD, onu
çabucak bitirmek yerine amaçlı olarak uzatmaları oynatırken, bir yanda bize
sığınacak Türkmen koridorunu kapatırken, diğer taraftan içimize bir ayrışımcı Kürt
koridoru oluşturmaktadır giderek.
Sonunda içimizde
mevzilenen bu güçler saatleri çaldığında, Ukrayna da olduğu gibi ilk olarak kendi hükümetlerinin ümüğünü sıkacaklardır. Sonra sıra vatandaşa gelecektir.
Batı dünyasına sığınmak gibi boş bir düşünceye de sakın ola saplanmasınlar.
Zira Batıda kendilerine yer yoktur, ayrıca bunu düşünmeye ve bavullarını
hazırlamaya bile fırsatları olmayacaktır. Biz uyaralım da günahını üstümüzden
atmış olalım...
Son söz olarak bir
öneride daha bulunalım. Kalan IŞİD artıkları en iyisi kurbanlarının, canlarını yitirmiş
ve acılı hırslarıyla gözleri dönmüş yakınlarına teslim edilmelidirler. Ve bütün
et ve kemikleri yavaş yavaş budama makaslarıyla kuşbaşı ufalanarak, tüm
parçaların da isim ve adreslerini içeren paketler halinde memleketlerine
postalanmaları sağlanmalıdır.
Böylelikle muhtemel
yeni sapıklara da ibret olmuş ve belki de bu
hasta ruhlu insanların, günahsızların evini köyünü dağıtmak, ocaklarını söndürmek yerine,
kendi ülkelerinde yeni saplantılar aramaları sağlanmış olur. Mesela önce de
sorumsuzluklarının sorumlusu olan kendi anne ve babalarını doğramakla işe
başlayabilirler. Çünkü çok iyi biliriz ki, kimse doğumundan sorumlu değil; ama
herkes doğurduğundan sorumludur.
Ülkemizde neredeyse derisinin bile etinden pahalı hale
geldiği gariban kurbanlığın, muhtemelen de Allahın
izniyle canını kurtaracağı 'kurbansız ve kansız' bayramınızı, canı yürekten
kutluyorum...
Serendip
Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder