1 Ekim 2014 Çarşamba

SEVGİLİ KULLAR..

            Düşünüyorum da, en yakın komşumuz iyi ki Rusya’dır. Çünkü bir de dost geçinen Kuzey Amerikalı emperyalist herifçioğlunun, ta Okyanus ötelerinden bize kadar sarkıp sinsice, arkamızdan kuyumuzu kazdığına bakınca; Allahın yine de sevgili kullarıymışız dememiz gerekir. Ya bir de Rusya’nın yerinde oturuyor olsaydı.
            ABD diye çağırılan Kuzey Amerikalı ve palikaryası BM, emperyalist Burjuvalı yaşam fiyaskolarını, tek çıkar yolları olan entrikalı gelecekleri üstüne kurmuş devletler topluluğudur aslında. Yani onlardan, ne köy olur ne kasaba. Kendilerinden başka kimseye de fayda gelmez. Hiç boşuna illüzyon üretmesin kimse. Bu bileşkenin dıştaladığı tüm devletlere kalan tek çıkar yol ise KEMALİZM’dir.

§          Birleşik Devletlerin ideali, bizim de idealimizdir. Büyük Millet Meclisinin 1920 Ocağında ilân ettiği Millî Misakımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O, sadece, Türk ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister. Bağımsızlık, hepsi bu. O, halkımızın misakı, anayasasıdır ve ne pahasına olursa olsun, bu misakı korumaya kararlıyız. (Atatürk’ün Amerikalı gazeteciyle görüşmesinden bir alıntı - Prof. Dr. Ergun Özbudun)

            Yukarıdaki, 1923 Temmuzunda yapılan konuşmanın ardından, hemen eliyle kurduğu milli ekonomimizi, dünyanın Amerika’yı bile sollayan bir numaralı ekonomisi haline getiren Atatürk, öldükten kısa bir süre sonra içimize haince sokulan çakma Marshall yardımı(!) kapanlarıyla, ne yazık ki “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” fırtınası esmeye başladı yine ülkemizde ve o rüzgârla birlikte savrularak bugünlere kadar geldik.
            Atatürk’ün Amerikalı gazeteci I. F. Marcosson ile yaptığı o söyleşiden bugüne 92 yıl geçmiş. Bugünkü Amerika’nın o günkü ile uzak ara ilişkisi yoktur artık. Şayet Atatürk yaşıyor olsaydı, bu Amerika (ABD) hakkında acaba neler söylerdi bağlamında bir beyin fırtınası yapmaya kalksak, yine de bizim – ki onun yanında bakar kör kalacağımızdan – söyleyemeyeceğimiz son derece enteresan, gerçekçi ve hepsi işe yarar somut yorumları olacağını, onu iyi tanıması gereken öz-Kemalistlerin çok iyi tahmin edebileceğini de söylemek yanlış olmaz.


            BM içinde direk olarak yer almayan ve bu ben merkezli sahtekârlar arasında yer almak da istemeyen Rusya ise, tek başına Dünyayı yeni bir cihan harbine sokabilecek ayrı bir güçtür. Böyle olduğu halde makûs; ama Komünizm hedefli yakın Bolşevik geçmişine rağmen ve henüz nekahet döneminde yeniden nefes almaya çalışıyorken; diğer yanda, başka işi yokmuş gibi, yine kanını emmeye çalışan emperyalist ahtapotun, orasına burasına uzanan kollarıyla boğuşmaktadır.
            Şimdi bize düşen tek görev ise; zor günlerimizde kendisi yokluk içindeyken bile Atatürk'ümüze ve İstiklal ordumuza tam desteğiyle kaderimizin değişmesine neden olan Rusya’ya, ortak düşmanımız emperyalistin safında kalmak yerine, onun karşısında ve Rusya’nın yanında yer alarak, aynı bağlamda tam destek sağlamak ve kendisiyle helalleşmektir.
            Tabii böyle bir olasılığa da, önce canımızı yakan ve baş derdimiz olan şark çıbanlarından kurtulup, milli ve bağımsız bir hükümet kurmadan ihtimal yoktur. Sanki dertlerimiz yokmuş gibi bir de toprağımızda deve dikeni gibi biten Tezkere genelgesi için bir araya gelen ve koca Türkiye Cumhuriyetimizi temsil eden adamların kimliğine bakıyorum da, sanki kâbus gibi; güleyim mi ağlayayım mı, inanın karar veremiyorum.
            Unutmayalım ki, Rusya’nın misakımız olan müşterek coğrafyamızda havlu atması demek, bu kafadaki, lidersiz ve aynı misakın parçası olan Türkiye’nin umutlarının da havlu atması demek olur. Ayrıca bizim sağlam komşumuz Rusya’yı desteklememiz, bütün Türk i devletlerinde arkamızdan gelmesi ve devasa bir yenidünya gücünün oluşması da demek olacaktır. Ki bu güç bu dünyaya bile fazla gelecektir. Ayrıca Rusya’ya tam destek sağlamamız bizim yanımızda Rusya için de büyük bir stratejik kazanımdır.
            Aynı bağlamda da milli birliğimize uzanan tüm kirli eller omuz başlarından kesilmiş olacaktır. Ve son bir tespite daha yer vermek gerekirse; şayet ülkenin başında, Erdoğan'ın beğenmediği ve Esed dediği Esad gibi bir lider olsaydı en az iki defa bu temennilerimiz gerçek olurdu. Varmısınız bahse...

            Bütün sosyoekonomik yaşam alanının orta saha oyuncusu, ne yazıktır ki özeği entrika olan politikacıdır. Hele de entrikalı özeğini yaşam kültü haline getirmişse, profesyonel de olmuştur bizatihen. Çünkü dönüş trenini isteyerek kaçırmış ve bulunduğu yerde besleniyordur artık o. İşte bu profesyonellerden de asla bir devrim lideri çıkamaz ve devrim ateşi de aleve dönüşemez. Mesela bir rüzgârgülü Erdoğan'dan nasıl milli bir devrim lideri çıkamazsa, bu profesyonellerden de ondan daha fazla işe yarayanı çıkamaz.

            Devrim tabandan ve halkın içinden yavaş yavaş oluşur. Tıpkı küllerin altında alevlenmek üzere ilk esintiyi bekleyen kor gibi. Bu esintiyi verecek olan da herkesin, Mustafa Kemal örneğinde olduğu gibi, hemen bağrına basıp sahiplenebileceği, evrensel niteliklerde bir insanoğludur. Böyle bir liderin vasıflarına da, bağrımızda yetişen ve çirkin politikacı olmayan en iyi örnek, tartışmasız yüce Atatürk kimliğidir. Yeni lider büyük bir olasılıkla Türk doğasına en uygun haliyle, yine asker kökenli olmalı ve etrafında sağlam vücutlardan bir duvar örülerek, Atatürk’ten bile çok daha güvenli korunmalıdır.


            Gelelim görevi Başbakanlık olan; ama ne iş yaptığını henüz çözemediğimiz Davutun oğluna. Türkiye’mizi 3,5 milyar zarara uğrattığını zırvaladığı Suriye gibi yüzlerce yılın ortak geçmişi ve çoğunluğu Türkmen olan nüfusuyla; aynı zamanda ailevi göbek bağımızın da olduğu, bize komşudan yakın bir dost ülkeyi, hangi nedenlerle zorunlu(!) düşman saydığını ve aslında sadece kendi hükümetinin çarpık, sapkın ilişkileri yüzünden bu noktaya gelindiğini de adam olup itiraf etseydi ya!!!

            Ayrıca kendisine hemen bir tavsiye de bulunalım. Suriyeli yaftasıyla oluşan Kürt koridoruyla ilgilensin acilen. Çünkü sözde IŞİD ı bombalayan ABD, onu çabucak bitirmek yerine amaçlı olarak uzatmaları oynatırken, bir yanda bize sığınacak Türkmen koridorunu kapatırken, diğer taraftan içimize bir ayrışımcı Kürt koridoru oluşturmaktadır giderek.
            Sonunda içimizde mevzilenen bu güçler saatleri çaldığında, Ukrayna da olduğu gibi ilk olarak kendi hükümetlerinin ümüğünü sıkacaklardır. Sonra sıra vatandaşa gelecektir. Batı dünyasına sığınmak gibi boş bir düşünceye de sakın ola saplanmasınlar. Zira Batıda kendilerine yer yoktur, ayrıca bunu düşünmeye ve bavullarını hazırlamaya bile fırsatları olmayacaktır. Biz uyaralım da günahını üstümüzden atmış olalım...


            Son söz olarak bir öneride daha bulunalım. Kalan IŞİD artıkları en iyisi kurbanlarının, canlarını yitirmiş ve acılı hırslarıyla gözleri dönmüş yakınlarına teslim edilmelidirler. Ve bütün et ve kemikleri yavaş yavaş budama makaslarıyla kuşbaşı ufalanarak, tüm parçaların da isim ve adreslerini içeren paketler halinde memleketlerine postalanmaları sağlanmalıdır.
            Böylelikle muhtemel yeni sapıklara da ibret olmuş ve belki de bu hasta ruhlu insanların, günahsızların evini köyünü dağıtmak, ocaklarını söndürmek yerine, kendi ülkelerinde yeni saplantılar aramaları sağlanmış olur. Mesela önce de sorumsuzluklarının sorumlusu olan kendi anne ve babalarını doğramakla işe başlayabilirler. Çünkü çok iyi biliriz ki, kimse doğumundan sorumlu değil; ama herkes doğurduğundan sorumludur.


            Ülkemizde neredeyse derisinin bile etinden pahalı hale geldiği gariban kurbanlığın, muhtemelen de Allahın izniyle canını kurtaracağı 'kurbansız ve kansız' bayramınızı, canı yürekten kutluyorum...

                                                                                                      Serendip Altındal

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder