8 Ekim 2014 Çarşamba

PAGAN DÜNYASI..

             Modern bilimler geliştikçe ve dünün ezoterizmi bugünün pozitif bilimi haline geldikçe; tarihin külleri arasında kalan Pagan dünyası, küllerinden silkinip yeniden ayağa kalkacak gibi gözüküyor. Tüm politeist, monoteist ve ateist tezler son nokta da ister istemez artık tek tanrıda (Büyük Patlamayı oluşturan) karar kılınca, modern bilimsel bulgular, ilahi olanı şimdi farklı bir noktadan alıp, yine ve yeni bir çıkmaza taşımaktadırlar. Ve hiç unutulmamalıdır ki, her şey ilk algılandığı gibi kabul edilseydi, şayet septisizm olmasaydı modern bilimler de olamazdı.

            Quantum dünyasında, materinin en küçük parçası olan quant'ın, vücudun ölümünden sonra mikro evrenle buluşacak ana kütleden geriye kalan ve bilgisayarın bit'i gibi daha fazla bölünemeyecek öz cevherini taşıyan son yüce varlığı (tanrı maddesi) olduğu kabul edilirse, cennet-cehennem enigması da, aslında mikro evrendeki quantın, mekânı olan mikro evrende sonuna kadar yaşam kültü olabileceği kabul göreceğinden; bizim Tengri (tek tanrı) yine ve yeniden kendi paradoksu haline geliverir. Tıpkı bir zamanların Pagan dünyasında olduğu gibi; ama bu defa sofistik değil, pozitivist kulvarda ve deterministik olarak.
            Her evrenin makro ve mikro olarak iki bloktan oluştuğunu biliyoruz bugün. Şayet bir spiral zaman tüneli içinden bir komşu evrene bugün bir yolculuk yapabilseydik, orada bizi karşılayacak önce makro evren olacaktı. Ne var ki biz o evrenin bir quant evreni (mikro evren) de olduğunu ve o evrende ise quantlardan oluşan materi yapısının ölümsüz - insana göre; ama yine de ortalama evren ömrüne sahip - olması gerektiğini de bugün en azından biliyor olacaktık artık.

            Konumuza dönersek; mekânımız olan bizim evren büyük patlamayla oluşurken, nedeni olan bizim tanrı, artık varlıkları tartışılmaz olan paralel evrenlerin de bazılarını bizimkinden önce, birçoğunu da bizimkiyle aynı zamanda mı yaratmaya kalkmıştı acaba? Ve bizimkinden sonra da yeni evrenleri aynı uzay zamanlar; ama farklı mekânlarda yaratmaya devam edecek miydi? Ne var ki bilim dünyasında, iki evrenin bile aynı anda edilgen olarak tek patlamayla oluşması - nasıl ki bir atom iki defa bölünemezse - asla mümkün görülemez.
            Yoksa her evren kendi zamanı ve mekânında kendi tanrısı tarafından mı yaratıldı veya yaratılmaktadır? Ki o zaman yine birden fazla tanrı çıkmış olmazmıydı ortaya? Ve bu tanrılar acaba birbirlerinden haberdar mıydılar? Veya akraba ya da arkadaş mıydılar? Evrenler arasında ki rezonansı ve senkronizasyonu nasıl sağlamışlardı? Yoksa tanrı diye betimlenen sadece farklı mekân ve uzay zamanlarda oluşan çekirdek (tanrı) parçacıklarından mı ibaretti; hal bu olunca da ortada hangi din kalabilirdi acaba? Bu durumda da, böyle düşünen bilimsel görüş sahipleri kendi Pagan dünyalarını; ama geçmişe göre çok daha farklı ve üst bilimsel bir düzeyde yaratmış olmazlar mıydı?

            İşte hal bu olsaydı, ne tekke, dergâh, ne İmam hatip ne de Allah la aldatan siyasi ve ondan da öte dinlerden nemalanan sahtekâr kurumlar, vakıflar vb. kalırdı ortalarda. Laik ve seküler kavramları da lügatten kalkar, dinler kavgası sona erer, insanlık da aksine ve bilakis huzur bulurdu. Ayrıca insanoğlu var kuvvet, kendisini ilerde tanrısına kavuşturacak tek güç olarak kabul edeceği müspet bilimleri kucaklar ve biran evvel bilinçlenmenin çarelerini araştırırken de yeni bir hayat gayesi edinmiş olur, sadece buna odaklanınca da bilimsel yaşamla tanışır, bu da kendisine bambaşka; ama yepyeni bir yaşam gücü sağlardı. Belki de ilahiyatla, fizik, felsefe birleştirilerek yepyeni bir dal ihdas edilerek bu devinim hızlandırılırdı.
            Ve insanlık yeni bir cihan harpsiz sükûnet bulmuş olur, huzura ererdi. İnanınki insanoğlunun tek huzursuzluk kaynağı; ne için yaratıldığını ve kendisini neyin beklediğini bilmemesinden kaynaklanır. Şayet insanoğlu bu soruların cevabını biliyor olsaydı, inanın bütün kavgası biter belki de evrenin en huzurlu yaratığı haline gelirdi. Daha iyi olmazmıydı? İşte o zaman da İNSANA Şeytan/Tanrı demem için de bir sebep kalmazdı artık. Ayrıca, diğer dinler de mevcutken bu dünyada, mesela Hıristiyan’ın sessiz ve derinden usul usul dünyayı soyduğu, Vatikan merkezli (Mason, Siyonist) bir âlemde, bütün kavga neden sadece İslam üzerine yaratılır.
            Neden bu bitmez kavga sadece İslam odaklıdır, oysa en modern din kabul edildiği halde. Bunun nedenini niçin soruşturmuyorsunuz Müslümanlar. Alo açın gözlerinizi, göklerde uçmayı bırakın da ayaklarınız dünyaya bassın artık. Ve biran önce harici ve hurafi tarikatları terk ederek, acilen ve sadece Hz. Muhammedin ve ashabının yolunda, yani Ehli i Beyt altında birleşin. Çünkü şayet gittiğiniz yolda ısrar edecekseniz, asla diğerlerine yem olmaktan kurtulamayacaksınız...


            Tüm bunlardan sonra kocaman bir "Hoppala" ve haydi çık işin içinden bakalım şimdi. 5.000.000 yıl önceki yaradılışından 4.999.997 yıl ve çok yorucu mücadelelerden, toplu katliamlardan sonra kitaplı dinler vasıtasıyla ancak tanrısıyla buluşabilen Homosaphien, şimdi onu yine kaybedip yeniden başladığı noktaya mı dönüyor acaba.

            Her ne kadar yukarıdaki tarih böyle söylüyor olsa da, ön Türklerin runik alfabesiyle 13.000'lerde yazdıkları eski Ahit ve kronolojik olarak İbrahim Peygamberleriyle başlayan dinler tarihiyle birlikte, tebliğe göre de tanrı suretinden gelmiştir, Âdemoğulları olarak da çağrılan tüm insan ırkı. Demek oluyor ki dinler tarihiyle birlikte başlayan uygarlık, bizatihi olarak da tanrıyı temsil eden ön Türk menşelidir. Ve bu tarih, çok yakın bir süreç olan 3000 yıl öncesinin, yine ön Türk alfabesiyle yazılan Tevrat’ıyla değil; ama aslında ondan binlerce yıl daha öncesinde, ön Türk tanrısıyla (Tengri) başlamıştır.
            Bu tarihle birlikte bugünlere kadar gelen ve aynaya baktığında ancak kendi kimliği ile tanışan biz insanları, soğurulduktan (ölümden) sonra, mikro evrende ki sonsuz yolculuğa çıkaracak, kalan son ve tek varlıkları olan quant'larıyla bir eşleşme oluşturabilmek üzere, bir ön eğitim vermek gibi bir görev mi üstlenmişlerdir acaba? Dış âlemlerden gelen, her an, her yanımıza uzanarak, taşıdıkları mesajlarla bütün quantlarımızla iletişime geçen ve tanrı maddesi olarak da adlandırılan nötrino parçacıkları...


            Şimdi Yeni Ortadoğu’ya Türk ordusu ile çeki düzen vermeye ve yeni haritalarını oluşturmaya yönelen emperyalistlerin, provokasyon misyonlu yeni Salip ordularının öncüleri olan IŞİD'ciler, kendileri gibi çıkmaz sokaktaki ve kafayı kaptırmış tüm dinci fanatikler ve yandaş cemaatleri, bu konularda ne düşünürler acaba? Görülen o ki, seküler dünyanın Quantum çağında hala din devleti rüyasının hayal denizlerinde, salvo atışlar yapmaya devam ediyorlar. Ve soğurularak en son enerjilerini de rüzgâra karşı savurup duruyorlar şimdilik.
            Ne ki, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldukları ve Asrı Saadet döneminin sosyal adaletçi Ehli Beyt İslam'ının dışında Selefilik, Sünnilik, Nakşîlik vb. (72 fırkanın) doğmaları, tevatürleri, mugalâtaları ile de kafacıkları fazlasıyla savrulan, kurgularını oluşturan sahipleriyle birlikte bu tarife sığmaz bilimsellerin, bahsetmeye çalıştığımız ve evrenlerin gerçeği olan epistemolojik saçmalıklara (!) fazla zaman ayıramadıkları ve ayıramayacakları da kesindir.
            Öyle ya kendilerine biçilen sahte Müslüman figüranlıklarına ücret olarak, bu kadar kelle kestikten, günahsız kanı döktükten, bu kadar soygun ve tecavüz yaptıktan sonra da, birileri(!) tarafından tartışmasız cennete gideceklerine karar verilmiştir(!). Ayrıca sayısız hurileri de orada hazır ve nazır, mükâfat olarak kendilerini bekliyor olacaklardır nasıl olsa. O halde bu son soruyu sorulmamış farz edebiliriz...

           

            Bir anda bu millet "YETTİN GARİ" deyüp, yıllardır kanını emen provokatör emperyalist sülüklerini sırtından silkeleyecektir nasılsa. Sonrasında tortular durulduğunda geriye kalan manzara ise, sadece ülkenin milli müktesebatı ve milli eğitimlerinin giderek dergâhlar, tekkeler ve Arapça İmam hatiplerle yeniden Ortaçağ skolâstiğine dönüştürüldüğü, türbanları, örtüleri ve çarşaflarıyla yaşayamadıkları çocuklukları, ortaçağların karanlıklarına gömülmekte olan eğitim özürlü çocuklarının kayıp yılları olacaktır.
            Köy Enstitülerinin kaybından sonra, bir de tarikat ve misyoner okulları mağduru çocuklarımızı, revize edilerek çağdaş standartlara kavuşturulacak, kendi ülkelerinin bekasını ve bağımsız refahını sağlayacak olan milli eğitime yeniden adapte ederken de, büyük mücadele verilecektir.
            Aynı bağlamda onurlu, şerefli, adam gibi ahde vefa adamı, günahsız vatan evlatlarının kodeslerde çalınan yıllarını ise geri ödeyebilmeleri, sebep olanlar ömür boyu zindanlarda çürüseler bile asla mümkün olamayacaktır. Bu büyük günahların bedelini de, vücutları bu dünyanın mezarlarında kendilerini bekleyen hurilerin özlemiyle boşuna çürürken ayrışan ve bağımsızlıklarını ilan eden quantları, mikro kozmosun sonsuzluğa açılan azap bahçelerinde belki de yüzlerce yılda ancak geriye ödeyebileceklerdir. Bunu kim bilebilir ki...

           
            Varlığımızı fazlasıyla meşgul eden acabalar, zincir gibi sonsuza kadar uzamadan ve daha fazla da başımızı döndürmeden, en iyisi bu yazıyı burada noktalayalım. Yoksa meraktan alıp başımı gideceğim ta paralel evrenlere kadar anlaşılan.
         Oysa bizim evren mekânda, hele de anavatan toprağımızda yapılacak daha çok işimiz, uluslararası parkurda yeniden düzeltmemiz gereken bozulmuş sicilimiz ve fundamentimize tekrar oturtmak zorunda olduğumuz çok kırılmış taşımız var. AKP hastalığından kurtulduktan sonra, nekahet dönemimizde bütün kayıplarımızı tek yumruk halinde tekrar ve misliyle kapamak zorundayız.
         Giderek kendi bataklığında boğulmakta olan AKP den kurtulmak ve her şeyi yeniden rayına oturtmak mesele değil, ne var ki lidersizlik manyağı olduğumuz bu günlerde, ulusal muhalefetin başına, Atatürk hamurundan, omurgalı, sapına kadar Kemalist, antiemperyalist ve milliyetçi, açılımsız, saçılımsız, ülkenin tüm adam gibi adamlarını birleştirecek bir lideri acilen oturtmuş olalım.

         Ondan sonra gelsin mücadele, yansın devrim ateşi; yedi düvel ne kelime, gökyüzünden taş yağsa, yakın bir süpernova dünyamızla buluşmak üzere randevu verse de bile, tam takım halinde milli mücadelede olduğu gibi, yine tekmile hazır oluruz. Ve bu dik duruşumuz da ilelebet sürer, ta ki kendi adlarımıza soğurulmamız bitene ve bizim mikro evrene kişisel koşumuz start alana kadar...

                                                                                                   Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder