Beni doğma büyüme İstanbul'lu ve bir Türkiye Cumhuriyeti bireyi yapan
kişiliğimle, bunu ön plana taşımayan ve nereli olduğumu soranlara da "bu
neye lazım" diye tavır koyan bir insanımdır aslında. Çünkü Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı Kemalist, Türk Milliyetçisi ve Ulusalcısı özeğimle,
böylesi soruları ilk gençlik yıllarımdan beri hiç sorulmamış kabul etmiş veya
istemeyerek cevaplamışımdır da ondan.
Doğum teşvikleri ve
fukara fonlarıyla artan ve yeni nesillerinin milli eğitimlerinin, çağdaş eğitim
yerine, Arapça tedrisatlı İmam Hatiplere kadar ümmet seviyesine düşürüldüğü
nüfusumuz, diğer yanda milli kaynaklarını da dış sermayeye satanların seçmen
sayısını daha da arttırıyor olacaktır. Seçme haklı eğitimin ise paralı olması
ve misyoner okullarında, o da sadece portföyü kalın bir azınlığın uhdesinde
kalması, azınlığın nispeten çağdaş eğitilmesini sağlarken, çoğunluğun ise koyun
bırakılmak istendiği apaçık ortadadır. İşte asıl hedeflenen de budur esasen.
Sabık Başbakanın, nüfusun artması bağlamında "en az 3 çocuk yapın"
söylemleri, bu gerçeğin ifadesiydi aslında.
Bu tehlikeyi yani
yurdumuzun kendi nüfusumuzla emperyalist düşman adına içerden, göçmenlerle de
dışarıdan işgal edilerek, çağdaş Atatürkçü Cumhuriyet ilkelerimizin tersyüz edilmesine,
ancak Atatürk niteliklerinde bir liderin yöneteceği tam bağımsız bir CHP engel
olabilir. Ve böyle bir CHP rüştünü ispat ederek yeniden hepimizin partisi
olurken, aynı bağlamda tüm ulusal muhalefeti de yine İstiklal Cephesinde bir
araya getirebilecektir. İşte görünen köy budur ve bu da kılavuz istemez.
Bilinmelidir ki; ABD
de, AB de Burjuva çocukları "yeni artı artık varyasyonları" açık
tabirle de "ülkeler nasıl sömürgeleştirilir" tezleriyle eğitimlerini
tamamlayabilmektedirler. Bizim gibi gelişme ülkelerinde ise finanse ettikleri
hükümetlerle milli eğitim tersyüz edilerek milletler, yeniden skolâstik
ümmetler haline bu yüzden getiriliyor. Yani bizim nesillerimizi geri bırakarak,
kendi yeni bitmelerinin önlerini açmak için.
İnsan ırkının bütün analarından aynı niteliklerde insan türü doğar.
Aralarındaki tek fark sadece eğitimleridir. İşte bütün mesele de budur. Bunu da
emperyalist çok iyi bilir. İşte o yüzden de kemirdiğinin kemirgenidir ya zaten...
Bu aralar kafaları
karıştırılmış bazı kindar ve yandaş gugukçuların, yaratıcılıklarıyla dünya
sevgilisi olmuş ve bütün dikkatleri üstlerine toplamış Gezi liderlikleri
nedeniyle de, neredeyse yargılamadan mahkûm etmeye çalıştıkları, Atatürk'ün
gençlik yıllarının ilk ateşi BJK’nın, aynı ateşi taşıyan ahde vefa sahibi ve
gerçek vatan evladı taraftarı Çarşı grubu aklıma geliyor da; bu memleket
bunları da görecek miydi, burası sahiden bizim Türkiye Cumhuriyetimiz mi diye
soruyorum zaman zaman kendime.
Size namusum üstüne
yemin ederim ki, İstanbul-Bakırköy doğumlu olduğum halde, şayet Bakırköy’de
milli birliğimizi bozacak bir yapılanma olduğu ispat edilmişse ve ben de yetki
sahibi olmuşsam, inanın ki gerektiğinde, milli birliğimiz ve ulusal
bütünlüğümüz adına, içinde doğduğum evimiz de dâhil olmak üzere tüm beldeyi
yerle bir ederdim.
Daha bitmedi. Şayet,
bir zamanlar genç takımında top koşturduğum, babamın da ilk resmi lig şampiyonu
kadrosunun - Taksim 1924 - kaptanı olduğu ve kendimin de taraftarı olarak
doğduğum BJK’nın bile bünyesinde, bir hain nifak yuvalandığını bilsem, kapısına
ilk bombayı koyan olurdum, biline. Şimdi her fırsatta milli birliğimizi yok
etmek adına tarih boyunca emperyalist tarafından kaşınmış Dersim ve diğerlerini
size havale ediyorum, yorum sizindir artık. Ve diyorum ki; tarihler boyunca
anavatanımız olan Türkiye’miz ben Türküm diyenlerindir. Ve en azından, ABD adlı
federatif göçmen kampusun da bile "ben Amerikan'ım" diyen Porto
Riko’luların ve diğer göçmenlerin söylediği gibi.
İşte bizde de,
vatanımızın nimetlerinden fazlasıyla nemalanıp "ben Türküm"
diyemeyenleri vatandaşımız olarak göremeyiz. İşlerine gelirse... Bunu
anlamaları bu kadar zor mu? Almanya da kaldığım uzun yıllarda, Alman vatandaşı
olmak istiyor musunuz diye sorduklarında da, her seferinde "hayır Türküm
ve Türk vatandaşı kalacağım" demiştim de bizatihen. Ve buna rağmen saygı
gördüm her zaman. Yani anlayacağınız dürüst ve açık olmak her zaman iyidir ve
hep işe yarar.
Bu bakış açısı, benimle
aynı zaviyedeki her vatandaşımın da ortak özelliğidir aslında. İyi de, aziz
Atatürk'ün eliyle kurduğu ve Cumhuriyetimizin de banisi olan, Kemalist yani tam
bağımsız ve bunu altı okuyla da bütün dünya karşısında başından beri vurgulamış
ve bundan sonra da betimlemek zorunda olan CHP gibi Cumhuriyetimizle özdeş bir
partinin başkanı, nasıl olur da hem de altını çizerek
ben "Dersim’li Kemalim" diyebilir. Ve nasıl olur da "ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk ve Kemalist Kemal'im"
diyemez. Bu durumda ise Erdoğan’dan ne farkı kalır acaba?
Bununla, ülkemizde
alenen bölücü kaftanıyla dolaşan; ama partisinin içine de hortumunu sokmuş olan
emperyalist vampire, "aynı saftayız bizi hükümet yapın" mesajı mı
vermektedirler acaba? Şayet durum buysa kendisi, her fırsatta telin ettiği
sabık Başbakandan, partisi de sömürge cemaati AKP den hangi farkla
ayrılabilirdi acaba? Yoksa enternasyonalist demokrat(!) olma sanrısı ile ve
herkesi kendisi gibi sanan dürüst yanıyla da, farkında olmadan ve istemeden,
ülkesinde hiçbir zaman ayrımcı siyasetler, ırkçılık ve etnik baskılar
uygulanmamış olduğunu bildiği halde, başka bir TARAF ın oyununa mı
getirilmektedir acaba? Keşke böyle olmuş olsa da, muhtemel bir sukutu hayal
depresyonunu kapımızın dışında tutmuş olabilsek, tarihi CHP'miz adına.
Yani parti içinden
kuşatılıyor ve Cumhuriyetimizi, onu kuran partiyle yıkma diyalektiği giderek
partiye egemen oluyorsa ve şayet Kemalist geleneğin çekirdeği de bu kan emici
asosyal katkıyı bağrından söküp atmaya yeterli olamıyorsa - ki buna inanmak
mümkün değil -; yapılacak tek iş, tüm Kemalistlerin partiden kendilerini
soyutlayarak dışarıda tam bağımsız ve Kemalist tek ve aynı kalpak altında,
yeniden bir araya gelmeleridir.
Bütün bu acabalara verilecek tek bir cevap vardır aslında:
Şayet CHP bünyesinde
olması gereken doğruya salt tokalaşmakla ulaşılamıyorsa veya ulaşılamayacaksa,
demek ki avuçlarımızı değil, kenetlenmiş yumruklarımızı buluşturmamız
gerekecektir artık. Ne dersiniz arkadaşlar...
Bu yazı Sayın
Kılıçdaroğlu'na direk olarak yollanan bir kişisel mektup mahiyetinde de
olabilirdi. Ne ki, bizde ayrı gayrı olmadığı, içimizdeki ne diyorsa
dışımızdakinin de aynısını söylediği ve asıl hedef adresim parti bünyesinde ki öz-Kemalistler olduğu için, yazımın açık, toplu bir
serzeniş ve parti geneline bir çağrı tarzında olmasını, aslında hepsine hitap etmesini
bilhassa tercih ettim. Yine de Sayın Kılıçdaroğlu’ndan, artıları dolayısıyla
ümitvar olduğum için, daha şefkatli bir üslup kullanmak, özellikle tercih
nedenim oldu...
Serendip
Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder