14 Eylül 2014 Pazar

TARZ MESELESİ..

            Beni doğma büyüme İstanbul'lu ve bir Türkiye Cumhuriyeti bireyi yapan kişiliğimle, bunu ön plana taşımayan ve nereli olduğumu soranlara da "bu neye lazım" diye tavır koyan bir insanımdır aslında. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kemalist, Türk Milliyetçisi ve Ulusalcısı özeğimle, böylesi soruları ilk gençlik yıllarımdan beri hiç sorulmamış kabul etmiş veya istemeyerek cevaplamışımdır da ondan.

            Doğum teşvikleri ve fukara fonlarıyla artan ve yeni nesillerinin milli eğitimlerinin, çağdaş eğitim yerine, Arapça tedrisatlı İmam Hatiplere kadar ümmet seviyesine düşürüldüğü nüfusumuz, diğer yanda milli kaynaklarını da dış sermayeye satanların seçmen sayısını daha da arttırıyor olacaktır. Seçme haklı eğitimin ise paralı olması ve misyoner okullarında, o da sadece portföyü kalın bir azınlığın uhdesinde kalması, azınlığın nispeten çağdaş eğitilmesini sağlarken, çoğunluğun ise koyun bırakılmak istendiği apaçık ortadadır. İşte asıl hedeflenen de budur esasen. Sabık Başbakanın, nüfusun artması bağlamında "en az 3 çocuk yapın" söylemleri, bu gerçeğin ifadesiydi aslında.

            Bu tehlikeyi yani yurdumuzun kendi nüfusumuzla emperyalist düşman adına içerden, göçmenlerle de dışarıdan işgal edilerek, çağdaş Atatürkçü Cumhuriyet ilkelerimizin tersyüz edilmesine, ancak Atatürk niteliklerinde bir liderin yöneteceği tam bağımsız bir CHP engel olabilir. Ve böyle bir CHP rüştünü ispat ederek yeniden hepimizin partisi olurken, aynı bağlamda tüm ulusal muhalefeti de yine İstiklal Cephesinde bir araya getirebilecektir. İşte görünen köy budur ve bu da kılavuz istemez.

            Bilinmelidir ki; ABD de, AB de Burjuva çocukları "yeni artı artık varyasyonları" açık tabirle de "ülkeler nasıl sömürgeleştirilir" tezleriyle eğitimlerini tamamlayabilmektedirler. Bizim gibi gelişme ülkelerinde ise finanse ettikleri hükümetlerle milli eğitim tersyüz edilerek milletler, yeniden skolâstik ümmetler haline bu yüzden getiriliyor. Yani bizim nesillerimizi geri bırakarak, kendi yeni bitmelerinin önlerini açmak için.

            İnsan ırkının bütün analarından aynı niteliklerde insan türü doğar. Aralarındaki tek fark sadece eğitimleridir. İşte bütün mesele de budur. Bunu da emperyalist çok iyi bilir. İşte o yüzden de kemirdiğinin kemirgenidir ya zaten...


            Bu aralar kafaları karıştırılmış bazı kindar ve yandaş gugukçuların, yaratıcılıklarıyla dünya sevgilisi olmuş ve bütün dikkatleri üstlerine toplamış Gezi liderlikleri nedeniyle de, neredeyse yargılamadan mahkûm etmeye çalıştıkları, Atatürk'ün gençlik yıllarının ilk ateşi BJK’nın, aynı ateşi taşıyan ahde vefa sahibi ve gerçek vatan evladı taraftarı Çarşı grubu aklıma geliyor da; bu memleket bunları da görecek miydi, burası sahiden bizim Türkiye Cumhuriyetimiz mi diye soruyorum zaman zaman kendime.

            Size namusum üstüne yemin ederim ki, İstanbul-Bakırköy doğumlu olduğum halde, şayet Bakırköy’de milli birliğimizi bozacak bir yapılanma olduğu ispat edilmişse ve ben de yetki sahibi olmuşsam, inanın ki gerektiğinde, milli birliğimiz ve ulusal bütünlüğümüz adına, içinde doğduğum evimiz de dâhil olmak üzere tüm beldeyi yerle bir ederdim.

            Daha bitmedi. Şayet, bir zamanlar genç takımında top koşturduğum, babamın da ilk resmi lig şampiyonu kadrosunun - Taksim 1924 - kaptanı olduğu ve kendimin de taraftarı olarak doğduğum BJK’nın bile bünyesinde, bir hain nifak yuvalandığını bilsem, kapısına ilk bombayı koyan olurdum, biline. Şimdi her fırsatta milli birliğimizi yok etmek adına tarih boyunca emperyalist tarafından kaşınmış Dersim ve diğerlerini size havale ediyorum, yorum sizindir artık. Ve diyorum ki; tarihler boyunca anavatanımız olan Türkiye’miz ben Türküm diyenlerindir. Ve en azından, ABD adlı federatif göçmen kampusun da bile "ben Amerikan'ım" diyen Porto Riko’luların ve diğer göçmenlerin söylediği gibi.

            İşte bizde de, vatanımızın nimetlerinden fazlasıyla nemalanıp "ben Türküm" diyemeyenleri vatandaşımız olarak göremeyiz. İşlerine gelirse... Bunu anlamaları bu kadar zor mu? Almanya da kaldığım uzun yıllarda, Alman vatandaşı olmak istiyor musunuz diye sorduklarında da, her seferinde "hayır Türküm ve Türk vatandaşı kalacağım" demiştim de bizatihen. Ve buna rağmen saygı gördüm her zaman. Yani anlayacağınız dürüst ve açık olmak her zaman iyidir ve hep işe yarar.


            Bu bakış açısı, benimle aynı zaviyedeki her vatandaşımın da ortak özelliğidir aslında. İyi de, aziz Atatürk'ün eliyle kurduğu ve Cumhuriyetimizin de banisi olan, Kemalist yani tam bağımsız ve bunu altı okuyla da bütün dünya karşısında başından beri vurgulamış ve bundan sonra da betimlemek zorunda olan CHP gibi Cumhuriyetimizle özdeş bir partinin başkanı, nasıl olur da hem de altını çizerek ben "Dersim’li Kemalim" diyebilir. Ve nasıl olur da "ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk ve Kemalist Kemal'im" diyemez. Bu durumda ise Erdoğan’dan ne farkı kalır acaba?

            Bununla, ülkemizde alenen bölücü kaftanıyla dolaşan; ama partisinin içine de hortumunu sokmuş olan emperyalist vampire, "aynı saftayız bizi hükümet yapın" mesajı mı vermektedirler acaba? Şayet durum buysa kendisi, her fırsatta telin ettiği sabık Başbakandan, partisi de sömürge cemaati AKP den hangi farkla ayrılabilirdi acaba? Yoksa enternasyonalist demokrat(!) olma sanrısı ile ve herkesi kendisi gibi sanan dürüst yanıyla da, farkında olmadan ve istemeden, ülkesinde hiçbir zaman ayrımcı siyasetler, ırkçılık ve etnik baskılar uygulanmamış olduğunu bildiği halde, başka bir TARAF ın oyununa mı getirilmektedir acaba? Keşke böyle olmuş olsa da, muhtemel bir sukutu hayal depresyonunu kapımızın dışında tutmuş olabilsek, tarihi CHP'miz adına.

            Yani parti içinden kuşatılıyor ve Cumhuriyetimizi, onu kuran partiyle yıkma diyalektiği giderek partiye egemen oluyorsa ve şayet Kemalist geleneğin çekirdeği de bu kan emici asosyal katkıyı bağrından söküp atmaya yeterli olamıyorsa - ki buna inanmak mümkün değil -; yapılacak tek iş, tüm Kemalistlerin partiden kendilerini soyutlayarak dışarıda tam bağımsız ve Kemalist tek ve aynı kalpak altında, yeniden bir araya gelmeleridir.


            Bütün bu acabalara verilecek tek bir cevap vardır aslında:
         Şayet CHP bünyesinde olması gereken doğruya salt tokalaşmakla ulaşılamıyorsa veya ulaşılamayacaksa, demek ki avuçlarımızı değil, kenetlenmiş yumruklarımızı buluşturmamız gerekecektir artık. Ne dersiniz arkadaşlar...


            Bu yazı Sayın Kılıçdaroğlu'na direk olarak yollanan bir kişisel mektup mahiyetinde de olabilirdi. Ne ki, bizde ayrı gayrı olmadığı, içimizdeki ne diyorsa dışımızdakinin de aynısını söylediği ve asıl hedef adresim parti bünyesinde ki öz-Kemalistler olduğu için, yazımın açık, toplu bir serzeniş ve parti geneline bir çağrı tarzında olmasını, aslında hepsine hitap etmesini bilhassa tercih ettim. Yine de Sayın Kılıçdaroğlu’ndan, artıları dolayısıyla ümitvar olduğum için, daha şefkatli bir üslup kullanmak, özellikle tercih nedenim oldu...

                                                                                               Serendip Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder