13 Şubat 2019 Çarşamba

NE YAPARIZ..


            Vatanımız bizim anamızdır, namusumuzdur. O nedenle de aslında anavatanımızdır ya zaten. Biz Türk’üz, anamıza küfredene ve de namusumuza kastedene biz ne Yaparız? O halde, ellerindeki bölünmüş Türkiye (anavatanımız) haritasını ırzımıza geçer gibi sallayarak ‘size bunu önce de defalarca göstermiştik. Bakın şimdi nasıl gerçeğiniz oldu. Biz ne dersek odur’ diyecek veya diyebileceğini düşünenlere de aynısını yaparız?

            Geçen günlerde ülkemizde komşu Çipras Efendi vardı. Bizdeki kankasıyla birlikte ikili, baba dilleriyle acaba neler sohbetleştiler dersiniz. Muhtemelen ‘vaktiyle atalarımızın kılıçla, topla, tüfekle başaramadıklarını, bugün oturduğumuz yerden entrikayla nasıl hallettik’ mealinde birlikte gülüşmüşler midir acaba?

            Çipras’a hiçbir soru sorulmadığına hele de ‘şaka bile olsa bizimkinin kendisine; ‘sana verdiklerimi geri ver’ demediğine de bakılırsa; beraberce teşhir ettikleri resme başka da bir senaryo uygun düşmüyor dostlar. Ya da ben bulamadım. Yoksa adam, misyoner Ruhban kışlası bahanesiyle, adaların üstüne birde ‘İstanbul’u ne zaman, uluslararası merkezi federal yönetime teslim edeceksiniz’ oldubittisini mi kapalı kapılar ardında konuşmaya gelmişti.

            Çipras’ın Anıt Kabiri de ziyaret etmediğine bakılırsa; Pontus bahanesinden ziyade, Atatürk’ün birden ayağa kalkıp kızgınlıkla, ‘ulan yetmedi mi hala’ diyerek kendisine sağlı sollu iki haşmetli tokat atmasından korkmuş olması gerekir. Çünkü Pontus hareketi PKK olayında olduğu gibi o zaman da İngiliz liderliğinde bir bölücü isyandı, birkaç yağma ve cinayetten başka da bir varlık bile olamadı. Ve Pontus çapullarına, bizim bir Topal Osman bile fedaileriyle yetmişti. Dolayısıyla Pontus Anıt Kabir yanında kurusıkı bir bahaneden öteye gidemez.

            Ayrıca tokat demişken, vaktiyle o tokatları yedi düvele de attığı gibi bugün de arkasında bıraktığı yüce ruhtan nasıl rahatsız oldukları, sürekli olarak milletine miras bıraktığı manevi varlığıyla uğraştıkları da göz önüne alındığında, rahmetlinin ölüsünden bile yüreklerinin nasıl korkuyla titrediği kendiliğinden anlaşılıyor. Ne ki korkunun ne zaman ecele faydası olmuştur ki bundan sonra olsun.

            Çipras hangi Pontus Krallığından söz etmiştir acaba? Yoksa atadaşı ve ana dilinde sohbetleştiği bizdeki Reise dedesinden ötürü bir jest mi yapmak istemişti. Çipras’a kimsenin soramadığı soruların Papazını Albay Ümit Yalım gözlerinin içine bakarak, ‘işgal ettiğiniz adalarımızı ne zaman terk edeceksiniz’ mealinde sorunca, neye uğradığını şaşıran Çipras’dan, doğru dürüst bir karşılık alınamayacağı da elbette beklenen olmuştu.

            Ne var ki böyle bir zaman ve mekânda bizatihi Erdoğan tarafından halkın önünde sorulması hayati önemde olan böylesi bir milli sorunun, onu soran Yalım’ın ismiyle şerefli Türk tarihinin altın sayfaları arasında yerini alacağı ise hiç tartışılamazdı. Böylece Erdoğan bir kere daha ulusal birlik trenini kaçırmış oldu. Son günlerde ortaya atılan, 31 Mart’ta darbe olacağı söylemlerinin, bizatihi AKP kanadından yayılıyor olması; yoksa seçimleri yine Örfi idare altında mı yapmayı düşünüyorlar kuşkusunu da akla getiriyor…

           
            Demokrasi, işportada bir Liralık malı 10 Liraya satarak ticarete başlayan ve giderek şiştikçe de kendisini herkesten akıllı sanan, özgün liberal, doymaz bir azınlığın, çoğunluğu sömürme hakkını korur. Sömürülen çoğunluğun olmazsa olmaz ve değişmez varlığının devamlılığını da sömüren hesabına uzatarak denetim altında tutar. Yani soyanla soyulan arasındaki ekonomik dengeyi, daha doğrusu dengesizliği, ekonomi-politik otoriteyle muhafaza eden, yapay ve sınıfsal bir rejimdir.

            Cumhuriyet ise halkın dolayısıyla da ulusun hakkı; ama hakkı gasp edenin de cezasıdır. Bu nedenle de ben kendi adıma cumhuriyetçiyimdir. Ne idüğü belirsiz bir demokrat değil. İşte Atatürk’te esasen bu nedenle Cumhuriyeti, Türk özüne ve töresine yakışan en asil bir rejim olduğu için tensip buyurmuştur. Öyleyse kurucu anayasamızın ilkesel ve etiksel yasalarının kutsiyeti, milli müktesebatımızın da garantörü olduğu için, her şeyin üstünde tutulmalıdır…
 
                                                           Serendip Altındal





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder