3 Ekim 2013 Perşembe

TOPRAĞIN NEYDİ GÜNAHI..

Sapına kadar Atatürkçü bir adamım; ama konu Atatürk de, onun dünya tarihinde bir eşi daha olmayan devrimi de olsa, eksik gördüğümü veya öyle algıladığımı da söylemek zorundayım. Yoksa ben de yalaka olmuş olurum ki, işte bu beni fena halde bozar. Nedir bu eksik bırakılan? Sorusuna verebileceğim tek cevap ise "Toprak Reformu" olur.
Çünkü 1789 Fransız devriminde toprak reformu da yapılarak, Fransa’da Feodal yapının tarihe gömülmesi hadisesi, Fransızların, dünyanın geri kalanına verdiği evrensel bir derstir de aynı zamanda. İşte o devrimden ilk önce alınması gereken ders de aslında bu olmalıdır kanımca. Yanı sıra dinci Monarklara atarak onları tarihe gömdükleri muhteşem tokat ise, Avrupa’nın laik döneminin de tetikçisi olmuştur aynı bağlamda.

            Türkiye’mizin 20 li yıllar güncelinde ise, Orta çağların karanlığında kalmış, bitik Osmanlı'nın enkazında, perişan ve yerlerde yatan ümmetini, zorluklarla temin edebildiği bütün imkânların yanında, milliyetçi toprak ağalarının ve aşiretlerinin de desteğini alarak, hem de bağımsız bir Türk Ulusu olarak tekrar ayaklarının üstüne dikerken, şüphesiz ki Atatürk’ün işi Fransa'nın 1789 dönemindekinden çok daha zordu. Çünkü Atatürk devrimi, yedi düvele karşı yürütülen ve arkasında on binlerce cansız beden ve yoksul bir ülke bırakan; ama sonucu zaferle biten muhteşem bir istiklal savaşının üstüne oturtulmuştu.
Fransa’da Danton, Roberspierre, San Just ve diğerlerinin ise böyle bir sorunu yoktu kendi dönemlerinde. Çünkü ayaklanmış hazır kıta bekleyen hırslı ve inançlı bir millet vardı arkalarında Bastille’e yürüyen. Onların lider bolluğu yanında, bizde Mustafa Kemal adlı bir TEK ADAM vardı sadece her şeyi üstlenen ve hatta vuruşacak bilinçsiz ümmeti de arkasında bilinçli bir milli ordu haline getiren. Şimdi buna bir emsal göstersinler bakalım tüm ansızlar yeryüzünde. Tabii yüce Atatürk’e inanmış İstiklal dokusunu özünde hisseden onlarca arkadaşını ve tüm ahde vefa sahibi vatan evlatlarımızı tenzih etmek kaydıyla yazıyorum bu satırları.
           
            Şimdi gelelim o zaman bitirici noktaya ve diyelim ki; şayet yüce Atatürk birilerinin iddia ettiği gibi makyavelist bir lider olsaydı, ülkesinin tek adamı olmuşken, bütün kozlarını oynar ve ne yapar yapar, demokratik Cumhuriyetinin olmazsa olmazı olduğunu çok iyi bildiği ve hemen de öngördüğü toprak reformunu da, aradan çıkarmış olurdu. Çünkü Makyavelizm, aslında iktidarı önce elde etmek, sonra korumak ve halkların sahiplenmesini de sağlayarak uzun vadeye yaymak adına da her türlü ahlaksızlığın meşru olduğunu kabul eden bir siyasi görüş değil midir aslında.
Peki, Atatürk toprak reformunun önceliğini çok iyi bildiği halde, bunu kendi sağlığında neden yapmasındı. Hem yurdun efendisi dediği köylüsünü, çiftçisini mutlu ederken, hem de kendi şöhretini de ikiye katlamış olmazmıydı?
            Yoksa yapamadı mı veya yapmak mı istemedi. Sorulması gereken soru budur aslında. Kendi görüşüme göre, ben Atatürk hamurunda bir liderin bunu "yapamayacağına" kesinlikle inanmıyorum. Yapmak istemediğini ve daha ileride yapılmasını, gelecek nesillere bıraktığını düşünüyorum sadece. Çünkü bana göre, azimli, sağlam, çivi gibi doğru kişiliğinin yanında, duygusal, hassas ve erdemli bir insan da olan sevgili Atatürk, birlikte kurtuluş savaşını gerçekleştirdiği Diyap Ağa gibi milliyetçi aşiret reisi; ama toprak ağalarını gücendirmemek ve belki de kendilerini arkalarından vurduğunu düşünmesinler diyerek, insani zarafetiyle bu hayati reformu gelecek nesillere bırakırken, aynı zamanda akamete uğramasına da ne yazık ki istemeden sebep olmuştur. Oysa demir tavında dövülmeliydi aslında.

            Sevgili Atatürk’ümüzü tenzih etmek ve her yaptığına şapka çıkarmak kaydıyla şimdi gel de tam da bu noktada bir makyavelist olsaydı ne yapardı diye sorma. Bir acımasız, ahlak ve vicdan kurallarını işine geldiğinde, hiç düşünmeden bir kenara atıveren Erdoğan gibi bir makyavelist’in, böyle bir fırsata nasıl balıklama dalacağının gel de hesabını yapma. Ve şimdi gel de, adam olanın bir elin parmakları gibi sayılabildiği bugünkü ortamda her şeye rağmen, adam gibi adam olan asil Atatürk'ümüze, yine de gani gani rahmet okuma. Bu tespitler tepegözü (beyin gözü) açık olanlar içindir, aşağıda ki ikisiyle her şeyi gördüğünü sananlara hitap etmeyecektir ne yazık ki. Bunun izahını ise en iyi ama olanlar yapacaktır sanırım.

Ne var ki Allahsız Müslüman’ın(!) işi zordur şimdi. Zira Amerikalı patronu kepenkleri indirdi. Memurlarının çoğunu zorunlu izine yolladı. Sokaklarda vatandaşlarla yapılan söyleşilerde genelde söyledikleri ise; “Bizim nafakalarımızı keseceklerine, kendi vekillerinin ödeneklerini bloke etsinler” oluyor. Ve bizde ki, çakma anayasalarla bölücülüğü hızlandırmakla meşgul biraderleri de, muhtemelen artık diyordur ki;

Ufak ufak aşırırken üzümlerini komşumun
Kafalarını, gözlerini yararken
Körpe canlarına kıyarken
Üstünde yorgun ayaklarının
O bahar yürekli mektepli çocukların

Bak ne hale geldi birden hal i pür melalim
Ben ettim sen etme
Söyle be tanrım
Şimdi günüm buysa
Acep nasıl biter benim istikbalim…


§ "Şark vilayetlerimizin bir kısmında ihdas edilen(oluşturulan)umumi müfettişlik isabetli ve faydalı olmuştur. Cumhuriyet'in kanunlarının emniyetle sığınılacak yegâne yer olduğunun anlaşılması bu havalide huzur ve inkişaf(gelişme) için esaslı bir mebdedir(başlangıçtır).Yeni faaliyet devrimizde, gerek bu havalide, gerek memleketin diğer kısımlarında toprağı olmayan çiftçilere toprak tedarik etmek(sağlamak) meselesiyle ehemmiyetli olarak iştigal buyuracaksınız(meşgul olacaksınız/uğraşacaksınız). Hükümetin şimdiye kadar bu yolda devam eden gayretine yenin tedbirlerimizle daha ziyade vüsat vermeye (genişletmeye/artırmaya) muvaffakiyetinizi temenni ederim". (1 Kasım 1928 de TBMM’nin üçüncü dönem ikinci toplantısı – Mustafa Kemal)

“Çiftçiye arazi vermek de hükümetin mütemadiyen takip etmesi gereken bir keyfiyettir. Çalışan TÜRK köylüsüne isleyebileceği kadar toprak temin etmek memleketin istihsalatini(üretimini) zenginleştirebilecek baslıca çarelerdendir."
(1 Kasım 1929 da TBMM’nin üçüncü dönem açılış konuşması – Mustafa Kemal)

" Toprak Kanunu'nun bir neticeye varmasını Kamutay’ın yüksek himmetinden beklerim. Her TÜRK çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması, behemehâl lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve imarı bu esastadır"
(1 Kasım 1936 5.dönem 2. Toplantı yılı açılış konuşması – Mustafa Kemal)


Toprak Kanunu nihayet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu adıyla 11 Haziran 1945 de yasallaştırıldı. Kanunla, mülkiyet sınırı tavan 5000, taban ise 50 dönüm olarak öngörülmüştü. Aslında daha 20’li yıllarda Cumhuriyetin ilanından sonra yasallaşması gerekirken, bu kanun 1945 de ancak kabul edilebildi ve zınk diye de 1950 DP iktidarıyla birlikte, Atatürk’ün Rus tarımcılarına iki yılda yaptırmış olduğu iki ciltlik güzelim reform çalışması, icraata konmak yerine, tozlu arşivlerdeki yerini aldı.

Toprak reformu yasasına karşı çıkanların başında gelen Celal Bayar, Adnan Menderes, Celal Ramazanoğlu, F. Lütfi Karaosmanoğlu, Emin Sazak, Cavit Oral gibi anti reformist toprak ağaları ve halk adını kullanıp aslında halka karşı olan DP kurucuları ve yandaşları neredeydiler Cumhuriyetin ilk yıllarında. O yıllarda şayet makyavelist(!) Atatürk oldubittiye getirmiş olsaydı, toprak reformu 1945 de çoktan unutulmuş ve nemaları da milletle paylaşılıyor olacaktı. Ve bu durumda artık kimin sesi çıkacak, kimin gücü yetebilecekti reformu, tekrar deforme etmeye.
Hele reformlarının hepsini tamamlamış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin köylü ve çiftçileri kendi topraklarını işleyip yurdun efendisi olmanın tadına da varınca, kim o toprakları tekrar ellerinden alabilecekti acaba geriye. Bugün 2013 yılında, koca Türkiye Cumhuriyetinin trajikomik günceline ibretle bakın. Hala aşiret beslemeleri, toprak ağaları, kılığına bürünmüş Ermeni atıklarına emperyalistin döşettiği yeni bölücülük mayınlarını temizlemeye çalışıyoruz.
Şayet Güney Doğu toprakları bütünüyle Türk köylüsünün olsaydı, ağalık, aşiretçilik ve onlardan beslenen bölücülük bugün çoktan unutulmuş olacaktı. Ülkemizde PKK, DTP, BDP maskeli eli silahlı Ermeni piçleri, nasıl barınabileceklerdi, geleceğe umutla bakan ve karnı doyan insanların topraklarında acaba o zaman. Silkeleyince ağacından etrafa saçılmış sahipsiz elmalar gibi, yerlerden toplanacaklardı sadece.

Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder