Bu kötü günlerimizin de kıymetini
bilelim aslında. Çünkü bir çoğumuz özellikle de çalışan kesimler yeniden bir
aile olmayı öğrendiler. Ve yeniden bir aile olabilmenin tarifsiz hazzını almaya
başladılar. Bilhassa da çalışan anne ve babalarına dürbün kurmuş olan çocuklar
çok mutlular. Hatta ayrılma noktasına gelmiş olan bazı çiftler bile yeniden
birbirlerini kazanmış olmanın alışılmadık mutluluğunu yaşamaya başladılar.
Sanki birbirlerini yeni tanımışlar gibi.
Hepsinin mutluluğu daim olsun. Elbet
bu sayılı lakin unutulmaz günler de bir gün, bu günleri yaşayanlarda bir anı
olarak kalacaktır. Tıpkı daha eskilerde geçirilen bazı özel günlerimizin asla
unutulamadığı gibi. Bizatihen de torunlarımın annelerine, bu günlerinizin kıymetini
bilin demek zorunda olduğumu hissettim. Çocuklarının çok mutlu olduğunu
söyleyen annelerinden aldığım cevapsa bu konuda beni fazlasıyla memnun etti.
Benzer düşünceyi eğitim sisteminde
de yaşamak isterdim. Ne var ki pandemi kurgusunun himayesinde, eğitim sisteminin
de küreselleşmesi bileşkesinde, ön hazırlık kararlarının peş peşe alınmaya
başlaması, emperyalistin sömürge veya yarı sömürge olarak gördüğü ülkelerde,
ulusal eğitimleri de çipleyeceğinin yadsınamaz göstergesi olarak menfi
düşüncemin de nedeni oldu. Ve bu konuyu da aynı bağlamda yoğun mücadele veren ve
üst üste davalar kazanan Sayın Mahiye Morgül kardeşimin de kulaklarını
çınlatmadan geçemedim.
Bu noktaya gelince de artık, ortak
menfaat ağızları tarafından hep komplo teorileri olarak yansıtılan gerçeklerin,
bugün giderek nasıl realiteye dönüştüğünü veya dönüşmekte olduğunu acaba
anlayabildik mi diye kendi kedimizi çok ciddi olarak sorgulamamız gerekiyor. Acaba
önce evinde kal, sonra da uzak eğitime hazırlan mı demek istiyorlardı salgın
yaftası altında. Önce oyunla başlar sonra da istediğimiz gibi formatlarız
gençleri. Ve bilhassa da geleceğin ulusal ordularını yani anlaşılacağı üzere.
Öyleyse gel keyfim gel!
Lakin iyice çuvallayan ve son
günlerini yaşayan emperyalist sefaletin üzerine, Tam da ulusal güvenliğin ve milli
değerlerin yeniden büyük yazıldığı bu günlerde, okul çağındaki çocuklarımıza
ulusal kimlik, örf ve adetlerini pekiştirecek sosyo-pedagojik ve özgün milli
bir eğitimin, öz kaynaklarımız tarafından verilmesi gerekirken, onları emperyalist
güçlerin kuklası haline getirecek bir modele yasayla yönelten şu çelişkiye
bakın. Hiç buna ulusal eğitim demek mümkün olabilir mi?
İnsanlara belli bir yaşa kadar ömür
biçen ilkel bir Kabile veya Hükümdarlığın dahi uzun bir ömrü olmuş veya olabileceğini
mi sanıyorsunuz. Yoksa para babası ezoterik ve bir avuç azınlık, tanrılığa mı
soyunuyor acaba? İnsanlara yaşlılık tasarrufu ve planları yaptırmayacak bir tasarım
ne beşerî hukuk ne de insani havsala kapsamında yer alabilir. Bu husus; topluma
açık bir soruyla da pekiştirilebilir. Şöyle ki; 65 yaşınıza geldiğinizi bir an
düşünün tam da yeni emekli olmuşken, birileri çıkıp size, ‘tamam buraya kadar,
artık bundan sonra yaşayamazsın’ dese ve engel koysa ne yapardınız?
İnanın bu sorunun normal ve özgün cevabını
bildiğim için bunu duymayı bile düşünmüyorum. Yani böyle bir durumda insan
yerine yaratıkların yaşayacağı bir dünyada artık insanlara yer yok demek olur
ki buna da kahkahayla gülünecek bir bilimkurgu filmi olurdu demek, daha uygun düşerdi
ancak. Çünkü buna komplo bile demek komployu hafife almakla eş anlam taşır.
Aslında
sağlıklı yaşlılar kim bilir ne mükemmel bir tıbbi deneyim aracıdır. Çünkü çeşitli hastalıkları alt etmiş bünyelerin
hücre ve kan yapılarından yeni serumlar elde etmek başka canları da
kurtaracaktır. Ayrıca bilgeleri olmayan toplumlara toplum bile denemez. Şayet
millet bile olsalar Devlet kuramazlar. Tarihten Edebiyata vs. kadar bütün
kaynaklar, bilgelerin imzalarını taşır. Bilgeleri olmayan Devletlerin ise
yaşamaları mucizelere bağlıdır. Tarihe bakın anlarsınız. Bilin ki gelecek te
farklı olmayacaktır.
Kendi
adıma İstiklal ve Atatürk tarihini bile dönemin şahitlerinden okumayı tercih ettim
ve ediyorum. Aktarımcıları tercih etmiyorum. Yarın da bugünleri araştıran
bilimsel insanlar elbette bugün bizim yazdıklarımızı tercih edeceklerdir. Bilimsel
olmak da böyle bir şeydir aslında. Bilginin kaynağını kaynağın sahibinden ya da
bizatihi şahidinden öğrenenlere bu yüzden bilimsel denmez mi?
Yazar
veya herhangi bir sanatçı ne kadar yaşlıysa o kadar değerlidir. Tıpkı yıllanmış
Şarap gibi. Bu konuda sayılamayacak çok emsal de yok mudur? Onları okurken veya
izlerken alınan fevkalade zevkten, hazdan nasıl mahrum bırakılabilir ki insan. Her
şeyi bildiğini sanan bizler bile kendi büyüklerimizden o kadar çok şey öğrendik
ve hala da öğreniyoruz ki. Ayrıca yaşamın bütün alanlarında eskilerin bıraktıkları
eserler, bugünkü bilimselliğimizin de ana temeli değil midir? Ve bu servet yarınları
da kucaklamayacak mı sanıyorsunuz?
Varoşların dar ve rutubet içindeki
odalarında yoklukla mücadele ederek yaşamak zorunda olan insanlara, evde kalın diyorsun
da o evlerde bir de kapalı tutularak esasen ölüme mahkûm edilen o insanlara
virüs ve pandemi mefhumunu nasıl anlatmayı düşünüyorsun acaba? Ani yasaklama kararlarıyla
insanların iki gün için bile düştüğü panik telaşını birlikte yaşadık. Çoğunluğu
genç insanların neden olduğu bu hüzüne yorum yapmak ise hiç içimden gelmiyor.
Arada sırada veya her fırsat bulduğunda
sokağa çıkıp evinde alamadığı havayı içine çekerek yaşadığını anlamak zorunda
olan ve diğer insanları da görerek kendisinin de insan olduğunu anımsamak
isteyen insanlardan, ben koydum oldu yasaklarına uyum sağlayabilmelerini
ne kadar bekleyebilirsin ki. Yoksa herkesi kendiniz gibi tuzu kuru mu sanırsınız.
Bırakalım koca Türkiye Cumhuriyeti’ni de paradigmal bir Devlet bile temsil edemeyecek
bu kategorideki siyasilere, başka ne denebilir ki acaba?
Türk milletine her gün kafasına göre
kelam eden lakin asla Türk milletine Başbuğ olamayacak bir yapay Liderin
ağzından çıkan millet lafı, aşırı tansiyondan kriz öncesi dökülen en son yapraktır…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder