Yani kaynağı bilinmez, kendisi hesap
bilmez, vergi ödemez, adres sormaz ve önüne geleni, gideni, uçanı, kaçanı satın
alan namert paradır bu para. Bu para’nın devşirdiklerine, Allahlarını bile
satın aldıklarına bakıyorum da, aslan yürekli Türklerin yurdunda, meğer araya
sokulmuş(!) ne kadar da kanı bozuk, şerefsiz varmış diyorum, ister istemez.
Geçen akşam, Ulusal Kanal da kara
para’nın olumsuz faziletlerinden(!) uzun uzun bahseden ve bu yazı adına da esinlendiğim
Sayın Ufuk Söylemezi dinlerken, ‘nihayet
sizde de gündem oluşturdu’ deyivermişim. Sağ olsun hem de ortanın sağında,
ayrıca kapitalist hummaya hizmet etmiş bir
devlet adamı sıfatıyla da, çok doğru kelamda bulundu. Kapitalistlerin - doğru
Türkçe ile de tüccarların - vicdansız olduğu ifadesini çok tuttum ama yetersiz
buldum.
Zira vatanımızın etik varlığını,
milli müktesebatını yok etmek üzere, vagonlar dolusu pompalanan kara paraya,
AKP lilerden önce bizim kapitalistlerin(!) balıklama atladığını biliyorsak, vicdansız kavramının en azından kanı bozuk ile yer değiştirmesi gerekmektedir. Ufuk
Söylemez, menşei belirsiz ve organizasyonu çeşitli yorumlara açık kara paranın,
nasıl geldiği konusunda ki görüşlerinde de çok haklıydı.
Ayrıca, bu analizleri yapabilecek
vasıftaki aydınlık ve ahde vefa sahibi kişilere, kara paranın satın aldıkları
tarafından her fırsatta yapılan, klasik komplo
teorisyeni atıflarının, artık havada kaldığı konusunda da, kendisiyle
tamamen hemfikiriz.
Soyusopu belli olmayan(!) ve
türünden başka da bir emsali olmayan AKP motorlu devşirmeler teknesini,
rotasında tutabilmek için içeri pompalanan bu paralar, tarihin
cari açığı olarak diğer taraftan yine dışarıya çıkıyor nasıl olsa, tut tutabilirsen. İçeride kalanlarsa, örtülü
ödenekler halinde, satın alınmış hükümetin kadrolaştırdığı, hukukçusu, askeri,
memuru, tüccarı, yandaş ihalecisi, medyası ve torbacı seçmeniyle oluşan ümmetsel
cürufu, yeni seçime hazırlıyor sadece. Yoksa o paralardan yurdumuzda, ne köy,
ne de kasaba olacağını, bu ülkenin kör tavukları bile biliyor artık.
Milli güçler içinde, halkın yanında
olduğunu tarihte defalarca ispat etmiş delikanlı bir Mafya da vardı bir
zamanlar. Ne var ki bugün, kara paraya vatanını satmış içi kokuşmuş tüccarın
haracını yediği için, maalesef kendisi de anavatanını satın alan kara para
rantına bulaştı ve kendi ruhunu da sattı. Oysa bir zamanlar kara para
kendisinden sorulurdu ve bu parayı da efendi gibi, hiç olmazsa vatanına harcardı.
Şimdi ise delikanlılığını, onun da çiviye asmış olduğu görülüyor.
Birde Misak ı Millisine sımsıkı
sarılmış ve Atatürk’le omuz omuza İstiklâl harbine katılmış, Hz. Muhammed
ashabından gerçek Müslümanları vardı bu toprakların. Hani şu kurtuluşa erecek, helak
olup gitmeyecek fırkadan olanlar. Ne oldu onlar, yoksa hepsi birden mi YUMUŞADI. Onları da yok sayarsak, o halde hattı müdafaa yine biz kuvvacılara
kaldı desenize.
Bakın
aşağıda yüce Atatürk bunların topuna birden ne güzel söylemiş ve bize de
söyleyecek fazla bir şey bırakmamış. Tabii ki adam evladı olanlar için(!)
Efendiler, görüştüğümüz her şahıs veya bütün şahıslar, bizimle düşünce ve görüş birliği yaparak ayrılmışlardı. Fakat İstanbul Meclisi`nde, `Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu` diye bir grubun kurulduğunu işitmedik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!
Çünkü Efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve kabiliyetinde bulunan efendiler inançsız idiler... Korkak idiler... Cahil idiler...
İnançsız idiler; çünkü millî dâvânın ciddiliğine ve kesinliğine ve bu dâvanın dayanağı olan millî teşkilâtın sağlamlığına inanmıyorlardı.
Korkak idiler; çünkü millî teşkilâttan olmayı tehlikeli görüyorlardı.
Cahil idiler; çünkü tek kurtuluş dayanağının millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişah`a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak büyük gayelerin gerçekleştirilebileceği gafletini gösteriyorlardı. (Mustafa Kemal - Nutuk)
Akacak kan damarda durmaz. Vacip olan
olur. Hak yerini nasıl olsa bulur. Kan yerde kalmaz. Bir kere delikanlı doğan (kızlar,
oğullar) ebediyen delikanlıdır. Vatanını satana Müslüman da denmez.
Ne güzel ve doğru sözler değil mi bunlar? İşte bunların
bilincinde ve de kimliğinde olarak, bu resme girmeyenlerin tümünü ‘b o o o oş ver’, biz bize yeteriz diyerek sahiplerine iade ediyoruz. Onlar
ki, nasıl olsa günü ve saati geldiğinde, paralarıyla geldikleri gibi defolup gideceklerdir
de.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder