Ne yazık ki bugün Türkiyemizde, başımızda
ki ve asil yurdumuza asla yakışmayan kalıbı bozuk, özümüzü temsil etmeyen lider
suretleriyle bir arada nefes almak zorundayız. Hâlbuki Yüce Atatürk’ün onda
biri kadar bile olunabilse yetecekti. Hele de emperyalistin, Ergenekon, balyoz vb. kurgularıyla ketenpereye
getirilen şanlı Türk ordusunda, neredeyse ayaklarının üstünde bile durabilecek
komutan kalmadığını görmek, sanki kâbus gibi çöküyor üstümüze.
Meclis çoğunluklarından, siyaset
ilminin tabiatı nedeniyle ekseriyet bağlamında, sadece ülkemizde değil, genel
olarak da fazla adam çıkamadığına alışık
olsak da, askerin içinde, hele de şanlı Türk Ordumuzda ki adamsızlığa, asla alışık olmadığımızı söylemek
zorundayız. Bu durumsa, ‘bütün işe yarayanlar ve
kalıbının adamı olanlar, içeri kapatılanlarmıydı, öyleyse yazık, çok
azınlıkmışlar’ diye ister istemez düşündürüyor insanı.
Bu arada, devşirme Kürt palikaryası
ve ‘Kürt sorununu Erdoğan çözer’ diyen kadına da, - aslında virgül bile değmez ama - yine de bir söz
söylemek gerekirse; ‘vakta ki’ Erdoğan çözdü(!).
Ve diyelim ki, o buralardan göçmek zorunda kalınca ne olacak, Türk Ulusu ne diyecek ya da hala baki kalabilecek
mi, ‘anlaşma’ olduğuna inandığınız paçavranız
acaba. İşte sen asıl ona bak. Sanal olan, üstüne de ulusunu temsil edemeyen
kişilikleri değil, bu vatanın tek sahibi olan Türk
Ulusunu muhatap almak zorunda olduğunu da asla unutma ve seni kucaklarında
taşıyanlara da bunu hatırlat. Akıllı olsan, sutyenden taşmış meme gibi böyle ortaya
fırlamaz ve Kandil inlerinde kucağında semirdiğin Amerikalı sahiplerine önce
bunu sorardın.
Ama çoğunluk itibarıyla bu millet biat
kültüründen, maalesef ki 46’lardan beri beynini yıkayan Amerikan eğitim sistemi
nedeniyle hala kurtulamadığı ve vatanı Amerika olmadığı halde o toplumun ümmet
yapısını aldığı için, her zaman bir lidere ihtiyaç duyuyor ve Amerikan halkı
gibi kendi başına da karar alamıyor, başındakini de ne yazık ki gerçek lideri
sanıyor. Bakın desisyonist Avrupa’da aynı numara sökmüyor, çünkü Avrupalı bir
Amerikalı değildir, hiçbir zaman da olmaz. İşte içerden ve dışarıdan topunuz da,
milletimizin bu iyi niyetli, yumuşak karnına oynuyorsunuz. Türk Ulusunu hiç hesaba katmadığınız da
anlaşılıyor. Ama ne zamana kadar? Vaktidir, artık biraz da bunu düşünün
diyorum.
Bir de eski cemaat atıklarından öyle
yeni tipler peyda oldu ki, herifler kendi menşelerine bakmadan hükümeti tenkit
ediyor, daha iyisini(!) yaparlarmış gibi, bir yandan Ergenekon davalarına inanıp(!)
iktidar partisiyle flörtleşirken, diğer yandansa toplumu yönlendirmek adına
nafile karikatürler çizip duruyorlar. Ulan kime hava basıyorsunuz, bizi de bu
kadar keriz mi sanıyorsunuz. Tenkit edip işe yaramaz dediklerinizle aynı
gemidesiniz, bir farkla ki onlar pruvada, kaptan köşkünde, sizler kıçaltında
gidiyorsunuz(!) yoksa yerinizi mi beğenmediniz diye sormazlarmı adama
şeriatçılar!
¶ Gel
bir de, özellikle de intibak bekleyen emeklilere dokundurmadan geç. Nasıl olsa
gelen vuruyor, giden vuruyor onlara, bizden bir eksik veya fazla da fark etmez.
Aynı şartları paylaştığımız dostlar bakın, ben ve benim gibilerin dışında
çoğunuz muhtemelen AKP ye rey verdiniz. Ama elinizle seçtiğiniz hükümetiniz,
köpeğin önüne atar gibi o da lütfen, hepimize layık gördüğü veya da
görmediği(!) üç kuruşları bile ödemek için en yakın 2013 yılını şart koydu.
Ayrıca, vereceği üç kuruşlar için
bile, şerefli emekli senyoraj hakkını, kıdem göstergelerini bir kenara
koyup, 3500 günün altında ki prim günü gibi zırvalıklarla bu haktan ne kadar
gasp edebileceğinin, bir de utanmadan hesabını yapıyor. Ulan adamı emekli
yapmışsın, yani emekliliğini kabul ettinse iş bitmiş demektir, o zaman da
adamın, adil olarak adam gibi de hakkını vermek gerekir. Hele kaynak yok derken
de, kendi emeklisi ve ihtiyaç sahiplerini yok farz edip, milletin parasıyla
diğer masum milletlerin kuyusunu kazan sömürgeci lejyonerlerine yaptığı
bağışları, bir gecede kendine çıkardığı kıyak emeklilikleri, fuzuli diğer harcamaları(!) vb. görmezden geliyor.
Hangi devlet bu kadar alçalabilir ki, emsali yok. Bakın bizimle birlikte aynı
zamanda, yüce Türkiye Cumhuriyetine de ne büyük bir günah işlediklerini ise,
yorumlarınıza bırakıyorum.
Hesaplanması söylendiği gibi karışık
olmayan, hele çağdaş tekniklerle lafı bile edilmemesi gereken sözde zorluğu(!) gerekçe
gösterip, nerden çıkıyor bu 2013 şartı diye hiç düşündünüz mü peki. Kesin
düşünmemişsinizdir, ben söyleyeyim, o zamana kadar eriyebildiğiniz kadar eriyip
arta kalanlara ne kadar az ödese o kadar kârdır ahlaksızlığının hesabını
yaptığı için. Bütün hesap yapabilen uzmanların ortak görüşüyle de bugün en
düşük emekli maaşı 1500 Tl. den aşağı olmamalı ve her yıl da adil katma değer
artışı öngörülmelidir. Aşağı oluyorsa bu hem günah hem de haramdır. Bugünün
Türkiyesinde, bunu reva gören adama da, değil Müslüman, kâfir bile demezler.
Zira tekfir edilmiş dahi, böylesinin yanında ahlâk ve vicdan sahibi kalır.
Az da olsa, memurların çoktan aldığı
6 aylık yeni yıl farklarını, ya siz SGK’lılar ve diğerleri, ne zaman alacağınız
hakkında fikriniz var mı? Ömrünüzün bu son baharında İnşallah önümüzde ki
seçimleri görebilirseniz, belki sandık başında bunun da vicdan muhasebesini
yaparsınız herhalde ve ondan sonra da, hepimiz adına Kılıçdaroğlu’nu iktidar
yapmaya reyleri yetmeyen bizlere işlediğiniz günahtan arınıp, huzura
erersiniz belki de kimbilir. Yani sözün hası, beni mi seçtin, al sana(++) diyor
hükümetin, haberin olsun.
Bu bağlamda son olarak da
hatırlatmak gerekirse; emeklisine saygısı olmayan bir devletin, bırakın sosyal
yanını, kendi özüyle hayat bağı kopmuş ve geleceği de olmayacak demektir. Oysa
Türk Ulusunun yüce geçmişi ve ebediyete kadar da içinde sizler olmadan, çok
daha mutlu yaşayacağı bir vatanı, her daim olacaktır. Ne demek istediğimi, bu
tarafta veya öbür tarafta vebal hesaplaşmasında, içinden fırladığınız sandığı da
bir kenara koyalım(!) ama yakanıza çöktüğümüzde anlayacaksınız efendiler(!)
sakın unutmayın. ¶
İyi ki diyorum Atatürkümüz bunları
görmedi. Oysa onun kimliğinde bir lider için biçilmiş kaftan olan, şimdiki
kolay ortamda, kimbilir daha ne harikalar sergilerdi.
Zamanında, etrafında
ki kuvvacı kimlik sahibi aslanları yerine, bugünkü Coni devşirmeleri olsaydı,
ya İstiklal savaşından vazgeçer ya da Türk’ün
VATANINI yaptığı gibi, bunları da dut gibi silkeler, tekrar ayaklarının
üstüne diker ve hepsini yeniden adam ederdi. Yani nereden baksanız inadına pes
etmez sapına kadar da mücadeleye devam ederdi. Bu bir iddia konusu
yapılabilseydi şayet, ikinci şık üstüne, inanın ki hayatımı bile koyardım.
Adamcağız o zorluklarla boğuşup,
ömrünün yarısını haklı davasına bıraktı. Oysa şimdi işi ne kadar da kolay
olacak ve kazanımlarımız da o kadar daha fazla olacaktı. Ne var ki, başımızda
ki hızlı Müslümanların(!) belki biatkar ama imankar olmadıkları veya iki arada
bir derede kalmış(!) oldukları görülüyor. Topluca helak olacak yanlış
cemaatlerin kuyruğuna tutunacaklarına, hiç olmazsa Peygamberlerinin ashabının fırkasından
olabilselerdi ya, ama ne gezer o cevher de onlarda yok!
Her neyse, eee hadi bakalım muhteremler(!)
aşağıya, Allah Teâlâ’nın sanki sizler için özel olarak biçtiği bir sureden,
alıntı koyuyorum. Baş babanızın koro
şefliğinde, âşık Davudi ve sazendeleriyle bolca Suriye menşeli hamaset
türküleri çalıp söylediğiniz bu günlerde, okuyun bakalım, hala ne kadar
Müslümanım(!) diyebileceksiniz kendinize. Belki bazılarınız imana gelir de
günah çıkartır diye hayır için yolluyorum. Her vesileyle imanımıza müdahil
olduğunuzdan, bunu kişisel bir nefsi müdafaa olarak da alabilirsiniz. Başka da
bir amacım yoktur. Ne yaptığınızı biliyormusunuz. Bol sarımsaklı işkembe
çorbası ve soğanlı Arnavut ciğeri yanında, kaymaklı kadayıf yiyor, üstüne de
acılı turşu suyu içiyorsunuz. Sizinkini bilemem ama bizde billahi böyle mide
yok.
§ Dosdoğru
giden yola ilet bizi...
Kendilerine nimet verdiklerinin,
üzerlerine gazap dökülmemişlerin,
karanlığa/şaşkınlığa saplanmamışların
yoluna...
(FATİHA SURESİ 5/1.sure 6/7s.)
Surelerden bahsetmişken, eski İslam
filozoflarından bugüne intikal eden bir anlayışa göre, Kuran’ın aslı tanrı
katında mahfuz olup, dünyaya bir kopyası yollanmıştır. Kopya deyince de aklıma
hemen bilgisayar için yapılan taramalar geliyor. Bugün teknoloji öyle bir
noktaya geldi ki, devasa tarayıcılara atılan binlerce sayfalık belge ve
kitaplar, saniyelerle bilgisayar arşivlerine intikal ediyor. Ondan sonra ‘OCR’ (Optik
karakter okuyucu) tarayıcılar devreye girerek, içeri alınan imajları, anında
üstünde çalışılabilecek yazılı sayfalar haline getiriyor.
Ama
asıl problem de bundan sonra başlıyor. Farklı okuma ve algılama nedeniyle
binlerce hatalı kelime, tarama yüzdesiyle orantılı artıyor. Ondan sonra da
birilerinin günlerce oturup bu kayıtları, matbu hale getirebilmek için, manüel
düzeltmeleri(!) - ne kadar doğru olabilirse artık - gerekiyor. Şimdi haklı
olarak, bilgisayarın bu kadar insan emeğine ihtiyacı varken, otomasyon nerede
kalıyor diyeceksiniz. Hiçbir endüstri dalında olmadığı kadar hızla geliştiren,
temelinde ki Einstein’ın mikro kozmos gerçeğini ve quantum geleceğini itibara
aldığımda, öngörebiliyorum ki, insan gibi görüp algılayabilecek ‘OCR’
tarayıcılar da çok yakında erişim alanımızda olacaklardır.
Buraya
kadar zararsız hatta faydalı bile görünen durum, beyin fırtınasına devam
ettiğimizde bize endişe de veriyor. Her şeyi üstlenen bilgisayar giderek, bir
dokunuşla, hatta düşününce, ihtiyacımız olan her bilgiyi anında önümüzde ki
ekranda görselleştirerek, esasında çoğumuzda düşünce tembeli olan beynimizi de,
bütün bütün dumura uğratacaktır. Ve bir gün gözümüzü açtığımızda, bizi
bilgisayarın yönettiğini ve artık treni kaçırmış olduğumuzu da esefle
anlayacağız.
Düz
aklın aracısız da vardığı ve defalarca da bilimkurgu medyasıyla karşımıza çıkan,
çok tutulan bir temadır bu. Ve bugün fantezi olanın, bir gün gerçekleşeceği de
kesindir. Ama merak etmeyin, nitelik ve niceliği asla tartışılamayacak beyin
gücüyle, düştüğü her çukurdan kurtulmayı beceren insanoğlu, yine kendi beyin
becerisiyle bu badireden de kurtulmayı bilecektir.
Bu bağlamda da insanoğlu’nun,
aslında tembel ve benmerkezci doğası gereği, başına gelebileceklere önceden önlem
almaktan ziyade, her badireden ki buna yanlış seçimleri de dâhildir, vakti ve saati
geldiğinde, usta bir çalımla(!) kurtulma – çarıklı erkânıharp - yeteneğinin,
daha fazla gelişmiş olduğu da unutulmamalıdır.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder