2 Temmuz 2012 Pazartesi

KOLAY ORTAMA YANLIŞ LİDER..

            Bakıyoruz da, bugün Batı dünyası dediğimiz, emperyalist plakalı şu meşhur zerzevat, öyle bir konuma geldi ve göbekçiği de öyle yumuşadı ki, yeme de yanında yat. Şayet yüce Atatürk bugün yaşasaydı, hepsini çiğ çiğ yer ve dünyanın tek hâkimi olurdu. Kendi zamanında en zor şartlarda, adam gibi vuruşmasını da bilen, gerçek dünya devlerini dize getirdikten sonra, herhalde bugünkü, sadece arkadan dolanabilen ve belden aşağı çapraz çalışan, şerefsiz sömürgeci palikaryayı, paspas eder çiğner, ülkesinin adını dünya devliğine taşırken, Ulusunu da ebediyen emperyalist belasından kurtarmış olurdu.
 
            Ne yazık ki bugün Türkiyemizde, başımızda ki ve asil yurdumuza asla yakışmayan kalıbı bozuk, özümüzü temsil etmeyen lider suretleriyle bir arada nefes almak zorundayız. Hâlbuki Yüce Atatürk’ün onda biri kadar bile olunabilse yetecekti. Hele de emperyalistin, Ergenekon, balyoz vb. kurgularıyla ketenpereye getirilen şanlı Türk ordusunda, neredeyse ayaklarının üstünde bile durabilecek komutan kalmadığını görmek, sanki kâbus gibi çöküyor üstümüze.
            Meclis çoğunluklarından, siyaset ilminin tabiatı nedeniyle ekseriyet bağlamında, sadece ülkemizde değil, genel olarak da fazla adam çıkamadığına alışık olsak da, askerin içinde, hele de şanlı Türk Ordumuzda ki adamsızlığa, asla alışık olmadığımızı söylemek zorundayız. Bu durumsa, ‘bütün işe yarayanlar ve kalıbının adamı olanlar, içeri kapatılanlarmıydı, öyleyse yazık, çok azınlıkmışlar’ diye ister istemez düşündürüyor insanı.
            Bu arada, devşirme Kürt palikaryası ve ‘Kürt sorununu Erdoğan çözer’ diyen kadına da, - aslında virgül bile değmez ama - yine de bir söz söylemek gerekirse; ‘vakta ki’ Erdoğan çözdü(!). Ve diyelim ki, o buralardan göçmek zorunda kalınca ne olacak, Türk Ulusu ne diyecek ya da hala baki kalabilecek mi, ‘anlaşma’ olduğuna inandığınız paçavranız acaba. İşte sen asıl ona bak. Sanal olan, üstüne de ulusunu temsil edemeyen kişilikleri değil, bu vatanın tek sahibi olan Türk Ulusunu muhatap almak zorunda olduğunu da asla unutma ve seni kucaklarında taşıyanlara da bunu hatırlat. Akıllı olsan, sutyenden taşmış meme gibi böyle ortaya fırlamaz ve Kandil inlerinde kucağında semirdiğin Amerikalı sahiplerine önce bunu sorardın.
            Ama çoğunluk itibarıyla bu millet biat kültüründen, maalesef ki 46’lardan beri beynini yıkayan Amerikan eğitim sistemi nedeniyle hala kurtulamadığı ve vatanı Amerika olmadığı halde o toplumun ümmet yapısını aldığı için, her zaman bir lidere ihtiyaç duyuyor ve Amerikan halkı gibi kendi başına da karar alamıyor, başındakini de ne yazık ki gerçek lideri sanıyor. Bakın desisyonist Avrupa’da aynı numara sökmüyor, çünkü Avrupalı bir Amerikalı değildir, hiçbir zaman da olmaz. İşte içerden ve dışarıdan topunuz da, milletimizin bu iyi niyetli, yumuşak karnına oynuyorsunuz. Türk Ulusunu hiç hesaba katmadığınız da anlaşılıyor. Ama ne zamana kadar? Vaktidir, artık biraz da bunu düşünün diyorum.
            Bir de eski cemaat atıklarından öyle yeni tipler peyda oldu ki, herifler kendi menşelerine bakmadan hükümeti tenkit ediyor, daha iyisini(!) yaparlarmış gibi, bir yandan Ergenekon davalarına inanıp(!) iktidar partisiyle flörtleşirken, diğer yandansa toplumu yönlendirmek adına nafile karikatürler çizip duruyorlar. Ulan kime hava basıyorsunuz, bizi de bu kadar keriz mi sanıyorsunuz. Tenkit edip işe yaramaz dediklerinizle aynı gemidesiniz, bir farkla ki onlar pruvada, kaptan köşkünde, sizler kıçaltında gidiyorsunuz(!) yoksa yerinizi mi beğenmediniz diye sormazlarmı adama şeriatçılar!

            Gel bir de, özellikle de intibak bekleyen emeklilere dokundurmadan geç. Nasıl olsa gelen vuruyor, giden vuruyor onlara, bizden bir eksik veya fazla da fark etmez. Aynı şartları paylaştığımız dostlar bakın, ben ve benim gibilerin dışında çoğunuz muhtemelen AKP ye rey verdiniz. Ama elinizle seçtiğiniz hükümetiniz, köpeğin önüne atar gibi o da lütfen, hepimize layık gördüğü veya da görmediği(!) üç kuruşları bile ödemek için en yakın 2013 yılını şart koydu.
            Ayrıca, vereceği üç kuruşlar için bile, şerefli emekli senyoraj hakkını, kıdem göstergelerini bir kenara koyup, 3500 günün altında ki prim günü gibi zırvalıklarla bu haktan ne kadar gasp edebileceğinin, bir de utanmadan hesabını yapıyor. Ulan adamı emekli yapmışsın, yani emekliliğini kabul ettinse iş bitmiş demektir, o zaman da adamın, adil olarak adam gibi de hakkını vermek gerekir. Hele kaynak yok derken de, kendi emeklisi ve ihtiyaç sahiplerini yok farz edip, milletin parasıyla diğer masum milletlerin kuyusunu kazan sömürgeci lejyonerlerine yaptığı bağışları, bir gecede kendine çıkardığı kıyak emeklilikleri, fuzuli diğer harcamaları(!) vb. görmezden geliyor. Hangi devlet bu kadar alçalabilir ki, emsali yok. Bakın bizimle birlikte aynı zamanda, yüce Türkiye Cumhuriyetine de ne büyük bir günah işlediklerini ise, yorumlarınıza bırakıyorum.
            Hesaplanması söylendiği gibi karışık olmayan, hele çağdaş tekniklerle lafı bile edilmemesi gereken sözde zorluğu(!) gerekçe gösterip, nerden çıkıyor bu 2013 şartı diye hiç düşündünüz mü peki. Kesin düşünmemişsinizdir, ben söyleyeyim, o zamana kadar eriyebildiğiniz kadar eriyip arta kalanlara ne kadar az ödese o kadar kârdır ahlaksızlığının hesabını yaptığı için. Bütün hesap yapabilen uzmanların ortak görüşüyle de bugün en düşük emekli maaşı 1500 Tl. den aşağı olmamalı ve her yıl da adil katma değer artışı öngörülmelidir. Aşağı oluyorsa bu hem günah hem de haramdır. Bugünün Türkiyesinde, bunu reva gören adama da, değil Müslüman, kâfir bile demezler. Zira tekfir edilmiş dahi, böylesinin yanında ahlâk ve vicdan sahibi kalır.
            Az da olsa, memurların çoktan aldığı 6 aylık yeni yıl farklarını, ya siz SGK’lılar ve diğerleri, ne zaman alacağınız hakkında fikriniz var mı? Ömrünüzün bu son baharında İnşallah önümüzde ki seçimleri görebilirseniz, belki sandık başında bunun da vicdan muhasebesini yaparsınız herhalde ve ondan sonra da, hepimiz adına Kılıçdaroğlu’nu iktidar yapmaya reyleri yetmeyen bizlere işlediğiniz günahtan arınıp, huzura erersiniz belki de kimbilir. Yani sözün hası, beni mi seçtin, al sana(++) diyor hükümetin, haberin olsun.
            Bu bağlamda son olarak da hatırlatmak gerekirse; emeklisine saygısı olmayan bir devletin, bırakın sosyal yanını, kendi özüyle hayat bağı kopmuş ve geleceği de olmayacak demektir. Oysa Türk Ulusunun yüce geçmişi ve ebediyete kadar da içinde sizler olmadan, çok daha mutlu yaşayacağı bir vatanı, her daim olacaktır. Ne demek istediğimi, bu tarafta veya öbür tarafta vebal hesaplaşmasında, içinden fırladığınız sandığı da bir kenara koyalım(!) ama yakanıza çöktüğümüzde anlayacaksınız efendiler(!) sakın unutmayın.
           
            İyi ki diyorum Atatürkümüz bunları görmedi. Oysa onun kimliğinde bir lider için biçilmiş kaftan olan, şimdiki kolay ortamda, kimbilir daha ne harikalar sergilerdi. 
Zamanında, etrafında ki kuvvacı kimlik sahibi aslanları yerine, bugünkü Coni devşirmeleri olsaydı, ya İstiklal savaşından vazgeçer ya da Türk’ün VATANINI yaptığı gibi, bunları da dut gibi silkeler, tekrar ayaklarının üstüne diker ve hepsini yeniden adam ederdi. Yani nereden baksanız inadına pes etmez sapına kadar da mücadeleye devam ederdi. Bu bir iddia konusu yapılabilseydi şayet, ikinci şık üstüne, inanın ki hayatımı bile koyardım.

            Adamcağız o zorluklarla boğuşup, ömrünün yarısını haklı davasına bıraktı. Oysa şimdi işi ne kadar da kolay olacak ve kazanımlarımız da o kadar daha fazla olacaktı. Ne var ki, başımızda ki hızlı Müslümanların(!) belki biatkar ama imankar olmadıkları veya iki arada bir derede kalmış(!) oldukları görülüyor. Topluca helak olacak yanlış cemaatlerin kuyruğuna tutunacaklarına, hiç olmazsa Peygamberlerinin ashabının fırkasından olabilselerdi ya, ama ne gezer o cevher de onlarda yok!
            Her neyse, eee hadi bakalım muhteremler(!) aşağıya, Allah Teâlâ’nın sanki sizler için özel olarak biçtiği bir sureden, alıntı koyuyorum.  Baş babanızın koro şefliğinde, âşık Davudi ve sazendeleriyle bolca Suriye menşeli hamaset türküleri çalıp söylediğiniz bu günlerde, okuyun bakalım, hala ne kadar Müslümanım(!) diyebileceksiniz kendinize. Belki bazılarınız imana gelir de günah çıkartır diye hayır için yolluyorum. Her vesileyle imanımıza müdahil olduğunuzdan, bunu kişisel bir nefsi müdafaa olarak da alabilirsiniz. Başka da bir amacım yoktur. Ne yaptığınızı biliyormusunuz. Bol sarımsaklı işkembe çorbası ve soğanlı Arnavut ciğeri yanında, kaymaklı kadayıf yiyor, üstüne de acılı turşu suyu içiyorsunuz. Sizinkini bilemem ama bizde billahi böyle mide yok.

            § Dosdoğru giden yola ilet bizi...
               Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin,
               karanlığa/şaşkınlığa saplanmamışların yoluna...

                (FATİHA SURESİ 5/1.sure 6/7s.)


            Surelerden bahsetmişken, eski İslam filozoflarından bugüne intikal eden bir anlayışa göre, Kuran’ın aslı tanrı katında mahfuz olup, dünyaya bir kopyası yollanmıştır. Kopya deyince de aklıma hemen bilgisayar için yapılan taramalar geliyor. Bugün teknoloji öyle bir noktaya geldi ki, devasa tarayıcılara atılan binlerce sayfalık belge ve kitaplar, saniyelerle bilgisayar arşivlerine intikal ediyor. Ondan sonra ‘OCR’ (Optik karakter okuyucu) tarayıcılar devreye girerek, içeri alınan imajları, anında üstünde çalışılabilecek yazılı sayfalar haline getiriyor.
            Ama asıl problem de bundan sonra başlıyor. Farklı okuma ve algılama nedeniyle binlerce hatalı kelime, tarama yüzdesiyle orantılı artıyor. Ondan sonra da birilerinin günlerce oturup bu kayıtları, matbu hale getirebilmek için, manüel düzeltmeleri(!) - ne kadar doğru olabilirse artık - gerekiyor. Şimdi haklı olarak, bilgisayarın bu kadar insan emeğine ihtiyacı varken, otomasyon nerede kalıyor diyeceksiniz. Hiçbir endüstri dalında olmadığı kadar hızla geliştiren, temelinde ki Einstein’ın mikro kozmos gerçeğini ve quantum geleceğini itibara aldığımda, öngörebiliyorum ki, insan gibi görüp algılayabilecek ‘OCR’ tarayıcılar da çok yakında erişim alanımızda olacaklardır.
           
            Buraya kadar zararsız hatta faydalı bile görünen durum, beyin fırtınasına devam ettiğimizde bize endişe de veriyor. Her şeyi üstlenen bilgisayar giderek, bir dokunuşla, hatta düşününce, ihtiyacımız olan her bilgiyi anında önümüzde ki ekranda görselleştirerek, esasında çoğumuzda düşünce tembeli olan beynimizi de, bütün bütün dumura uğratacaktır. Ve bir gün gözümüzü açtığımızda, bizi bilgisayarın yönettiğini ve artık treni kaçırmış olduğumuzu da esefle anlayacağız.
            Düz aklın aracısız da vardığı ve defalarca da bilimkurgu medyasıyla karşımıza çıkan, çok tutulan bir temadır bu. Ve bugün fantezi olanın, bir gün gerçekleşeceği de kesindir. Ama merak etmeyin, nitelik ve niceliği asla tartışılamayacak beyin gücüyle, düştüğü her çukurdan kurtulmayı beceren insanoğlu, yine kendi beyin becerisiyle bu badireden de kurtulmayı bilecektir.

            Bu bağlamda da insanoğlu’nun, aslında tembel ve benmerkezci doğası gereği, başına gelebileceklere önceden önlem almaktan ziyade, her badireden ki buna yanlış seçimleri de dâhildir, vakti ve saati geldiğinde, usta bir çalımla(!) kurtulma – çarıklı erkânıharp - yeteneğinin, daha fazla gelişmiş olduğu da unutulmamalıdır.
                                                                      
                                                                                              Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder