29 Haziran 2012 Cuma

TANRI KATINDAN BİZİM KÖYE..

           Konu insan olunca ister istemez, sonunda canlı ve de kanlı ortamdan, suyu çekilmiş çıplak Ademler diyarına göç etmek zorunda olduğumuz aklımıza geliveriyor hemen. İster kefenle, ister smokinle, nasıl gidilirse gidilsin, orada önce kumaş yiyicilerin bizi cıbıl soyup, mükellef bir ziyafete konmak üzere, patolojik yapımızda son estetikleri uygulayacak diğer vampirik organizmalara teslim edeceklerini, daha önce oralara gitmeden de biliyoruz. Afiyetle yenip içildikten sonra kalan posamızın da, bitkiler ve diğer canlılar için, çok verimli gübre haline dönüşeceğini bilmemiz de, işin cabası oluyor.
            Esasen mezarlıklarda ilk gözümüze çarpan, her türlü bitkinin çok bol, gür ve ölülerimizin üstünde ne kadar sağlıklı göründükleridir. Halk deyimiyle de, mezarlık civarlarının ekime çok elverişli olduğu boşuna söylenmemiştir. Bu nedenle de zaten çocuklarıma, öldükten sonra gömüldüğümüzü değil, aslında yeni canlılara hayat vermek üzere ekildiğimizi öğretmiştim. Çocuklarım büyüyüp olgunlaşıncaya kadar da gömülmek lafının yerine hep ekilmeyi kullanmışlardı. Bu deyimi hala da severek ve isteyerek kullanırlar.

            Ademler diyarına göçüp de bizim köyden kurtulanların dışında kalan sağların, neredeyse cehennem azabı çektiği güzel yurdumuzda, azaplarının müsebbipleri olan zevat ı muhtereme ye(!) yukarda yazdıklarımızın dışında söylenecek fazla da bir şeyler kalmıyor. Olsa olsa, her ne kadar anlayabileceklerinden emin değilsek de, yüksek ve erdemli(!) şahsiyetlerine, en fazla aşağıda ki küçük dizemizi armağan edebiliriz.

            Yoksa bu yazdıklarımın yerine, dörtler eğitiminin erdem ve faziletlerinden mi bahsetseydim. Çağdışı kalmış, başında ki çobanına biat ederek sürüleşmiş, erkeklerinin köle, kız, kadın ve oğlanlarının, ahlak düşkünlerine cariye olacağı bir toplumun, yüceliklerinden mi dem vurmamı isterdiniz acaba.
            Veya kapılarının önünde topunun birden üstüne yumulmayı, iştah ve iştiyakla bekleyen küresel sömürgeci sırtlanları daha fazla bekletmemek adına, artık biran önce tüm bayrakları indirmeleri gerektiğini mi söylemem hoşunuza giderdi.
            ‘Yüce Atatürk gibi, peygamber mucizeli adam gibi adam’ın yeniden ayaklarının üstüne diktiği bir VATAN da, bazı hayâsızların hala utanmadan ve ısrarla önünüze servis yaptığı, sarımsağı bile kokuşmuş salamuralardan mı yemeği tercih ederdiniz yoksa.

            Bugün maalesef içimizden birilerinin, bizden beklediği yukarda ki çağrışımlar, 650 yıllık bir Osmanlı yaşam tarzı ve biat kültürünü anımsatıyor. Ne ki, bugün yurdunda yeni Osmanlı özentilerinin(!) arasında, ayrıca içine devşirmeyi de sokarak Türk’ün kanını zehirleyen Osmanlı ile hiçbir göbek bağı olmayan, Osman oğlundan binlerce yıllar öncesinden beri Türk olan ve sonsuza kadar da öyle kalacak bir kimliğe sahip olduğumun, kendi adıma da fazlasıyla bilincindeyim.
            Osman oğlu da bizler için, bütün dünyaya dağılmış diğer boyları gibi, sadece aşağı Türk iline bağlı ve zaman içinde de dünya imparatorluğuna uzanmış bir Türk beyliğidir sadece, işte hepsi bu. Bu da yüce Türk varlığının ve diğer büyük Türk imparatorluklarının, asla üstünde olabilecek bir kademe değildir. Yani Osmanlı olabilmeniz veya Müslüman olabilmeniz için de önce Türk olmanız gerekiyordu muhteremler(!). Artık hangi yanınızı daha ağırlıklı hissediyorsanız o da size kalmış.



Homosaphien
Tanrı katından
Bir bakteriydi
Dünyaya salınan
Hastalıkların yanı sıra
Arada can suyu da salgılayan
Hamurunda İblisle, Tanrıyı taşıyan
Sana gelince Âdem
Bak gör ki bu kadar
Senin için bu âlem
Gerisi mi?
Bolca kâğıt, kalem
Ve lay lay lom…

                                                                                              Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder